A portly Miller, barely sober enough to sit on his horse, rambles on about the flighty wife of a crotchety old carpenter and the scholar she takes as her lover. To get some time alone together, the scholar and the wife play various tricks that involve feigning madness, staging a biblical flood, and exposing themselves in public. But the parish clerk is also lusting after the wife, and comes by every night to sing outside her house. This becomes so tiresome that she tries to scare him away by hanging her rear end out the window for him to kiss. When this appears not to work, her scholar decides to try farting in the same position, but this time, the clerk is waiting with a red-hot poker.
Heybetli Miller, atına binebilecek kadar ayık olarak huysuz ve yaşlı bir marangozun uçarı karısı ve onun sevgilisi olan bilgin hakkında lafı döndürüp dolaştırıyor. Bilgin ve kadın biraz yalnız kalabilmek için çeşitli oyunlara başvuruyorlar; deli numarası yapma, devasa bir sel sahneleme ve kendilerini ifşa etmek gibi. Fakat ayrıca kilise kâtibi de kadını çok arzuluyor ve her gece şarkı söylemek için, evinin önüne gidiyor. Bu öyle yorucu bir hâl alıyor ki, kadın, öpmesi için kalçalarını pencereden sarkıtarak onu kaçırmayı deniyor. Bu işe yaramadığında da bilgin, aynı pozisyonda gaz çıkarmaya karar veriyor, fakat bu kez de kâtip elinde kırmızı-sıcak bir demir ile bekliyor.
This might all sound like a bawdy joke, but it’s part of one of the most esteemed works of English literature ever created: The Canterbury Tales, which seamlessly blends the lofty and the lowly. The work consists of 24 stories, each told by one of Chaucer’s spirited characters. Narrators include familiar Medieval figures such as a Knight, a Clerk, and a Nun, and the less recognizable Reeve, and Mancible, and others.
Bunlar müstehcen bir şaka gibi gelebilir, fakat aslında İngiliz edebiyatının en kıymetli eserlerinden birisinin bir kısmı: Canterbury Hikâyeleri, gurur ile alçaklığı pürüzsüzce harmanlıyor. Bu eser 24 hikâyeden oluşuyor, her birini Chaucer'ın mizaçlı karakterleri seslendiriyor. Anlatıcılar arasında bilindik Orta Çağ figürleri var, bir şövalye, bir kâtip ve bir rahibe ve en az tanınmış kâhya ve levazımcı ve diğerleri gibi.
The Tales are written in Middle English, which often looks entirely different from the language spoken today. It was used between the 12th and 15th centuries, and evolved from Old English due to increased contact with European romantic languages after the Norman Conquest of 1066. Most of the Middle English alphabet is still familiar today, with the inclusion of a few archaic symbols, such as yogh, which denotes the y, j, or gh sound.
Hikâyeler Orta Çağ İngilizcesiyle yazılmış ve bugün konuşulan dilden tamamen farklı gözüküyor. Bu dil 12. ve 15. yüzyıllar arasında kullanılmış ve 1066'daki Normandiya Fethi sonrasında romantik Avrupa dilleriyle gittikçe daha çok ilişki kurulması nedeniyle Eski İngilizce'den türemiştir. Orta Çağ İngilizcesi alfabesinin büyük kısmı günümüzde de hâlâ bilinir; yalnızca y, j ve gh sesini simgeleyen "yogh" kelimesi gibi birkaç eski sembol hariç.
The loquacious cast of the Tales first meet at the Tabard Inn in Southwark. They have a journey in common: a pilgrimage to Canterbury to visit the shrine of St. Thomas Beckett, a martyred archbishop who was murdered in his own Cathedral. Eager and nosy for some personal details, the host of the Inn proposes a competition: whoever tells the best tale will be treated to dinner.
Hikâyelerin geveze oyuncuları ilk olarak Southwark'daki Tabard Hanı'nda buluşuyor. Ortak bir yolculukları var: Kendi katedralinde öldürülen şehit baş piskopos olan Aziz Thomas Beckett'ın mabedini ziyaret etmek için Canterbury'e kutsal bir yolculuk. Bazı kişisel detaylar için istekli ve meraklı olan han sahibi bir yarışma öneriyor: En iyi hikâyeyi anlatan kişi, akşam yemeğiyle ödüllendirilecek.
If not for their pilgrimage, many of these figures would never have had the chance to interact. This is because Medieval society followed a feudal system that divided the clergy and nobility from the working classes, made up of peasants and serfs. By Chaucer’s time, a professional class of merchants and intellectuals had also emerged.
Bu kutsal yolculuk olmasaydı, bu figürlerin çoğunun hiçbir zaman tanışma şansı olmazdı. Çünkü Orta Çağ toplumu, köylü ve kölelerden oluşan işçi sınıfını rahipler ve asiller sınıfından ayıran feodal sistemi takip ediyordu. Chaucer'ın zamanında ayrıca profesyonel bir tüccar ve entelektüel sınıfı da ortaya çıkmıştı.
Chaucer spent most of his life as a government official during the Hundred Years' War, traveling throughout Italy and France, as well as his native England. This may have influenced the panoramic vision of his work, and in the Tales, no level of society is above mockery.
Chaucer hayatının çoğunu Yüz Yıl Savaşı esnasında bir devlet memuru olarak geçirdi, İtalya, Fransa ve aynı zamanda doğup büyüdüğü İngiltere'yi gezdi. Bu, eserinin panoramik görünümüne ilham vermiş olabilir ve hikâyelerde, hiçbir toplum seviyesi, alaydan üstün değil.
Chaucer uses the quirks of the characters’ language – the ribald humor of the Cook, the solemn prose of the Parson, and the lofty notions of the Squire – to satirize their worldviews. The varied dialects, genres, and literary tropes also make the work a vivid record of the different ways Medieval audiences entertained themselves. For instance, the Knight’s tale of courtly love, chivalry, and destiny riffs on romance, while the tales of working-class narrators are generally comedies filled with scatological language, sexual deviance, and slapstick.
Chaucer, dünya görüşlerini yermek için karakterlerin - aşçının küfürbaz mizahı, papazın dini yavan sözleri ve köy ağasının kibirli düşünceleri - dillerindeki gariplikleri kullanıyor. Çeşitli lehçeler, üsluplar ve edebi kinayeler de eserin Orta Çağ seyircilerinin kendilerini eğlendirme yollarının güçlü bir kaydı olmasını sağlıyor. Örneğin, şövalyenin saray aşkı, kahramanlık, kader hikâyesi ve romantizm nakaratları varken, işçi sınıfı anlatıcıların hikâyeleri genelde müstehcen dil, cinsel sapkınlık ve güldürüyle dolu komedilerdir.
This variation includes something for everyone, and that’s one reason why readers continue to delight in the work in both Middle English and translation. While the narrative runs to over 17,000 lines, it's apparently unfinished, as the prologue ambitiously introduces 29 pilgrims and promises four stories apiece, and the innkeeper never crowns a victor. It’s possible that Chaucer was so caught up in his sumptuous creations that he delayed picking a winner - or perhaps he was so fond of each character that he just couldn’t choose. Whatever the reason, this means that every reader is free to judge; the question of who wins is up to you.
Bu çeşitlilikte herkes için bir şey var ve bu nedenle okuyucular hem Orta Çağ İngilizcesinden hem de tercümesinden keyif almaya devam ediyor. Anlatı yaklaşık 17.000 satırdan oluşsa da, görünüşe göre bitmemiş, çünkü girişte 29 yolcu tanıtılıyor ve her birine dört hikâye sözü veriliyor ve hancı hiçbir zaman bir kazananı ödüllendirmiyor. Belki de Chaucer şatafatlı karakterlerinin içinde öyle kayboldu ki, bir kazanan seçmeyi erteledi - veya belki de her karakteri öyle sevdi ki, bir seçim yapamadı. Sebep ne olursa olsun, bu her okuyucu yargılamakta özgür demektir; kimin kazandığı size kalmış.