There's an African proverb that goes, "The lion's story will never be known as long as the hunter is the one to tell it."
Afrika'da şöyle bir atasözü var: "Hikâyeyi anlatan kişi avcı olduğu sürece aslanın hikâyesi hiçbir zaman bilinemeyecektir."
More than a racial conversation, we need a racial literacy to decode the politics of racial threat in America. Key to this literacy is a forgotten truth, that the more we understand that our cultural differences represent the power to heal the centuries of racial discrimination, dehumanization and illness.
Irkla ilgili bir konuşmadan çok Amerika'daki ırksal tehdit siyasetini çözmek için bir ırk kültürüne ihtiyacımız var. Bu kültürün anahtarı ise yüzyıllarca süregelen ırk ayrımcılığını, insanlıktan çıkarmayı ve hastalıkları düzeltmek için gücü temsil eden kültürel farklılıklarımızı biz daha çok anladıkça unutulmuş bir gerçek.
Both of my parents were African-American. My father was born in Southern Delaware, my mother, North Philadelphia, and these two places are as different from each other as east is from west, as New York City is from Montgomery, Alabama. My father's way of dealing with racial conflict was to have my brother Bryan, my sister Christy and I in church what seemed like 24 hours a day, seven days a week.
Hem annem hem babam Afrikalı Amerikalı idiler. Babam Güney Delaware'de doğmuş, annem ise Kuzey Philadephia'da ve bu iki yer, doğu ile batının birbirinden farklı olduğu kadar farklı, New York ile Montgomery, Alabama'nın farklı olduğu kadar da farklı. Babamın ırksal çatışmalarla başa çıkma yöntemi, erkek kardeşim Bryan, kız kardeşim Christy ve benimle birlikte 7 gün 24 saat kilisede kalmanın nasıl olabileceğini görmekti.
(Laughter)
(Kahkahalar)
If anybody bothered us because of the color of our skin, he believed that you should pray for them, knowing that God would get them back in the end.
Tenimizin rengi yüzünden birisi bizi rahatsız ederse onlar için dua etmemiz gerektiğine inanırdı, Tanrı'nın sonunda onları geri alacağını bilerek buna inanırdı.
(Laughter)
(Kahkahalar)
You could say that his racial-coping approach was spiritual -- for later on, one day, like Martin Luther King.
Babamın ırkla ilgili başa çıkma yaklaşımının manevi olduğunu söyleyebilirsiniz - daha sonraları bir gün tıpkı Martin Luther King'in yaptığı gibi.
My mother's coping approach was a little different. She was, uh, you could say, more relational -- right now, like, in your face, right now. More like Malcolm X.
Annemin başa çıkma yaklaşımı ise birazcık daha farklıydı. Onun biraz daha ilişkiye dayalı olduğu söylenebilir, tıpkı sizin yüzünüzün tam şu an olduğu gibi -- tam da şuan. Daha çok Malcolm X gibiydi.
(Laughter)
(Kahkahalar)
She was raised from neighborhoods in which there was racial violence and segregation, where she was chased out of neighborhoods, and she exacted violence to chase others out of hers. When she came to Southern Delaware, she thought she had come to a foreign country. She didn't understand anybody, particularly the few black and brown folks who were physically deferential and verbally deferential in the presence of whites. Not my mother. When she wanted to go somewhere, she walked. She didn't care what you thought. And she pissed a lot of people off with her cultural style.
Annem ırk şiddeti ve ayrımı olan bir mahallede büyümüştü, o mahalleden kovalanıp kovulmuştu ve o da başkalarını defetmek için şiddet dayatmıştı. Güney Delaware'a geldiğinde yabancı bir ülkeye geldiğini düşündü. Hiç kimseyi anlamadı, özellikle de beyazların karşısında fiziksel ve sözsel olarak uyumlu olan birkaç siyahi ve esmer insanı anlamadı. Annem değil. Bir yere gitmek istediğinde yürürdü. Ne düşündüğünüzü umursamazdı ve kültürel tarzıyla birçok insanı gıcık etti.
Before we get into the supermarket, she would give us the talk: "Don't ask for nothin', don't touch nothin'. Do you understand what I'm saying to you? I don't care if all the other children are climbing the walls. They're not my children. Do you understand what I'm saying to you?" In three-part harmony: "Yes, Mom." Before we'd get into the supermarket, that talk was all we needed. Now, how many of you ever got that talk? How many of you ever give that talk?
Markete girmeden önce bize şöyle derdi: "Hiçbir şey sormayın, hiçbir şeye dokunmayın. Dediklerimi anlıyor musunuz? Diğer çocukların yerlerinde duramamalarını umursamıyorum, onlar benim çocuklarım değil. Dediklerimi anlıyor musunuz?" Üç kişilik uyum içinde şöyle söylüyorduk: "Evet anne." Markete girmeden önce ihtiyacımız olan tek şey bu konuşmaydı. Kaçınız hayatında bir kez olsun böyle bir konuşma işitti? Kaçınız hayatında böyle bir konuşma yaptı?
(Laughter)
(Kahkahalar)
How many of you ever give that talk today? My mother didn't give us the talk because she was worried about money or reputation or us misbehaving. We never misbehaved. We were too scared. We were in church 24 hours a day, seven days a week.
Kaçınız hayatında böyle bir konuşmayı bugün yaptı? Annem bize bu konuşmaları, parayı, itibarı ya da terbiyesizliği dert ettiği için yapmadı. Biz hiç terbiyesizlik yapmadık. Çok korkuyorduk. Yedi gün 24 saat kilisedeydik.
(Laughter)
(Kahkahalar)
She gave us that talk to remind us that some people in the world would interpret us as misbehaving just by being black. Not every parent has to worry about their children being misjudged because of the color of their skin, just by breathing.
Bu konuşmayı, sadece siyahi olduğumuz için dünyada bizi terbiyesiz olarak algılayan bazı insanlar olduğunu bize hatırlatmak için yapıyordu. Her ebeveyn, ten rengi sebebiyle çocukları yanlış anlaşıldığı için sadece nefes aldıkları için endişelenmek zorunda değil.
So we get into the supermarket, and people look at us -- stare at us as if we just stole something. Every now and then, a salesperson would do something or say something because they were pissed with our cultural style, and it would usually happen at the conveyor belt. And the worst thing they could do was to throw our food into the bag. And when that happened, it was on.
Markete giriyoruz ve insanlar bize bakıyor - az önce bir şey çalmışız gibi bize dik dik bakıyorlar. Arada bir satış elemanı, bizim kültürel tarzımıza gıcık olduğu için ya bir şey yapardı ya da bir şey söylerdi ve bu genellikle kasadaki konveyörde olurdu. Yapabilecekleri en kötü şey ise aldıklarımızı poşete fırlatmalarıydı. İşte bu olduğunda oyun başlıyordu.
(Laughter)
(Kahkahalar)
My mother began to tell them who they were, who their family was, where to go, how fast to get there.
Annem onlara kim olduklarını, ailelerinin kim olduğunu, evlerine en yakın ne zaman gideceğini söylemeye başlardı.
(Laughter)
(Kahkahalar)
If you haven't been cursed out by my mother, you haven't lived.
Annem size küfretmemişse hayat yaşamamışsınızdır.
(Laughter)
(Kahkahalar)
The person would be on the floor, writhing in utter decay and decomposition, whimpering in a pool of racial shame.
Satış elemanı yerde olurdu, çürümüşçesine acıdan kıvranırdı, ırktan utanarak mırıldanırdı.
(Laughter)
(Kahkahalar)
Now, both my parents were Christians. The difference is my father prayed before a racial conflict and my mother prayed after.
Annem ve babam Hristiyandı. Aralarındaki fark ise şuydu: Babam ırk konusunda bir çatışma olmadan önce dua ederdi,
(Laughter)
annem ise olduktan sonra dua ederdi.
(Kahkahalar)
There is a time, if you use both of their strategies, if you use them in the right time and the right way. But it's never a time -- there's a time for conciliation, there's a time for confrontation, but it's never a time to freeze up like a deer in the headlights, and it's never a time to lash out in heedless, thoughtless anger. The lesson in this is that when it comes to race relations, sometimes, we've got to know how to pray, think through, process, prepare. And other times, we've got to know how to push, how to do something. And I'm afraid that neither of these two skills -- preparing, pushing -- are prevalent in our society today.
Eğer doğru zamanda ve doğru biçimde kullanırsanız her iki stratejiyi de kullanmanın zamanı vardır. Uzlaşmak veya yüzleşmek için zaman vardır fakat araba farına yakalanmış bir geyik gibi donakaldığınızda zamanınız yoktur ve dikkatsizce, düşüncesizce bir öfkeyle saldırmak için de asla zamanınız yoktur. Buradaki ders ise şu: Konu ırk ilişkilerine geldiğinde nasıl dua edeceğimizi bazen öğreniyoruz, enine boyuna düşünüyoruz, işliyoruz, hazırlanıyoruz. Başka zamanlarda ise nasıl baskı yapacağımızı ve nasıl bir şeyler yapacağımızı öğreniyoruz. Ne yazık ki bu iki yetinin ikisi de -- hazırlanmak ile baskı yapmak -- günümüz toplumunda yaygın.
If you look at the neuroscience research which says that when we are racially threatened, our brains go on lockdown, and we dehumanize black and brown people. Our brains imagine that children and adults are older than they really are, larger than they really are and closer than they really are. When we're at our worst, we convince ourselves that they don't deserve affection or protection. At the Racial Empowerment Collaborative, we know that some of the scariest moments are racial encounters, some of the scariest moments that people will ever face. If you look at the police encounters that have led to some wrongful deaths of mostly Native Americans and African-Americans in this country, they've lasted about two minutes. Within 60 seconds, our brains go on lockdown. And when we're unprepared, we overreact. At best, we shut down. At worst, we shoot first and ask no questions. Imagine if we could reduce the intensity of threat within those 60 seconds and keep our brains from going on lockdown. Imagine how many children would get to come home from school or 7-Eleven without getting expelled or shot. Imagine how many mothers and fathers wouldn't have to cry.
Şu sinir bilim araştırmasına göz atalım: Biz ırkımız yüzünden tehdit edildiğimizde beyinlerimiz hapsoluyor, siyahi ve esmer insanları kişiliksizleştiriyoruz. Beynimiz, çocuklar ile yetişkinlerin göründüklerinden daha yaşlı, daha büyük ve birbirlerine daha yakın olduklarını sanıyor. En kötü ihtimalle, onların şefkati veya korunmayı hak etmediklerine dair kendimizi ikna ediyoruz. Racial Empowerment Collaborative merkezinde, biliyoruz ki en korkutucu anlardan biri ırk karşılaşmaları, insanların hayatları boyunca yüzleşecekleri en korkutucu anlardan biri. Bazı ihmaller sonucunda, çoğunlukla yerli Amerikalılar ile Afrikalı Amerikalıların bu ülkede ölümüne yol açan polis rastlaşmalarına bakacak olursanız bunların yaklaşık iki dakika sürdüğünü görebilirsiniz. Altmış saniye içinde, beyinlerimiz adeta hapsediliyor. Hazırlıksız olduğumuz anda da aşırı tepki veriyoruz. En iyi ihtimalle alıkonuluyoruz. En kötüsü ise bize ateş ediliyor ve soru sorulmuyor. Tehdidin yoğunluğunu 60 saniye içinde azaltabildiğimizi düşünün ve beyinlerimizin hapsedilmesinin engellendiğini düşünün. Ne kadar çocuğun okuldan atılmadan ya da vurulmadan okuldan veya 7-Eleven mağazasından eve döndüğünü düşünün. Kaç anne ile babanın ağlamak zorunda kalmadığını düşünün.
Racial socialization can help young people negotiate 60-second encounters, but it's going to take more than a chat. It requires a racial literacy. Now, how do parents have these conversations, and what is a racial literacy? Thank you for asking.
Irkların sosyal uyumu, genç insanların 60 saniyelik rastlaşmalar üzerinde görüşmelerine yardımcı olabilir fakat bu bir sohbetten daha fazlası olacak. Bu, bir ırk kültürü gerektiriyor. Peki ebeveynler bu konuşmaları nasıl yapacaklar ve ırk kültürü nedir? Sorduğunuz için teşekkür ederim.
(Laughter)
(Kahkahalar)
A racial literacy involves the ability to read, recast and resolve a racially stressful encounter. Reading involves recognizing when a racial moment happens and noticing our stress reactions to it. Recasting involves taking mindfulness and reducing my tsunami interpretation of this moment and reducing it to a mountain-climbing experience, one that is -- from impossible situation to one that is much more doable and challenging. Resolving a racially stressful encounter involves being able to make a healthy decision that is not an underreaction, where I pretend, "That didn't bother me," or an overreaction, where I exaggerate the moment.
Irk kültürü, stresli ve ırkçı bir rastlaşmayı okuyabilme, değiştirme ve çözümlemeyi içerir. Okumak, ırk ile ilgili bir sorun olduğunda bunu tanımayı ve buna yönelik stres tepkilerimizi fark etmeyi içerir. Değiştirmek, bilinçli farkındalığı kapsayıp şu an benim akın akın gelen yorumlamalarımı azaltmayı içerir ve bunu bir dağ tırmanışı deneyimine kadar azaltır. Bu tabirin karşılığı ise -- imkânsız bir durumu, çok daha yapılabilir ve büyüleyici bir hale dönüştürmektir. Irk ile ilgili bir sorunu çözümleme, sağlıklı bir karar verebilmeyi kapsar, bu karar ise benim, "bu beni rahatsız etmiyor" demiş gibi yaptığım ve az beklentili bir tepki değildir ya da anı abarttığım bir aşırı tepki de değildir.
Now, we can teach parents and children how to read, recast and resolve using a mindfulness strategy we call: "Calculate, locate, communicate, breathe and exhale." Stay with me. "Calculate" asks, "What feeling am I having right now, and how intense is it on a scale of one to 10?" "Locate" asks, "Where in my body do I feel it?" And be specific, like the Native American girl at a Chicago fifth-grade school said to me, "I feel angry at a nine because I'm the only Native American. And I can feel it in my stomach, like a bunch of butterflies are fighting with each other, so much so that they fly up into my throat and choke me." The more detailed you can be, the easier it is to reduce that spot. "Communicate" asks, "What self-talk and what images are coming in my mind?" And if you really want help, try breathing in and exhaling slowly.
Ebeveynlere ve çocuklara okumayı, değiştirmeyi ve çözümlemeyi öğretebiliriz, bunu, "tanımla, yerini bul, iletişime geç, nefes al ve nefes ver" dediğimiz bilinçli farkındalık stratejisini kullanarak yapıyoruz. Benimle kalın. "Tanımla" şunu sorar: "Şu anda ne hissediyorum ve bu hissin yoğunluğu 10 üzerinden kaç?" "Yerini bul" şunu sorar: Bunu vücudumda nerede hissediyorum? Bu noktada spesifik olmalıyız. Chicago'da beşinci sınıfa giden yerli Amerikalı bir kızın bana söyledikleri kadar spesifik olmalıyız: "9 oranında öfkeliyim çünkü tek yerli Amerikalı benim ve bunu, karnımda bir sürü kelebek kavga ediyormuşçasına hissediyorum, o kadar çok kavga ediyorlar ki boğazıma kadar uçup beni boğuyorlar." Ne kadar çok detay verebilirseniz o noktayı o kadar aza indirebilirsiniz. "İletişime geç" şunu sorar: "Aklıma hangi içsel konuşmalar ve imgeler geliyor?" Gerçekten yardım istiyorsanız yavaşça nefes alıp vermeyi deneyin.
With the help of my many colleagues at the Racial Empowerment Collaborative, we use in-the-moment stress-reduction in several research and therapy projects. One project is where we use basketball to help youth manage their emotions during 60-second eruptions on the court. Another project, with the help of my colleagues Loretta and John Jemmott, we leverage the cultural style of African-American barbershops, where we train black barbers to be health educators in two areas: one, to safely reduce the sexual risk in their partner relationships; and the other, to stop retaliation violence. The cool part is the barbers use their cultural style to deliver this health education to 18- to 24-year-old men while they're cutting their hair. Another project is where we teach teachers how to read, recast and resolve stressful moments in the classroom. And a final project, in which we teach parents and their children separately to understand their racial traumas before we bring them together to problem-solve daily microaggressions.
Racial Empowerment Collaborative merkezindeki birçok meslektaşımın yardımıyla, birkaç araştırmada ve terapi projelerinde anlık stres azaltımı tekniğini kullanıyoruz. Bir projede, toplantıdaki 60 saniyelik patlamalar sırasında gençlerin duygularını yönetmelerine yardım etmek için basketbolu kullanıyoruz. Bir diğer projede Loretta ve John Jemmott isimli meslektaşlarımın yardımlarıyla, Afrikalı Amerikalı berberlerin kültürel tarzlarını güçlendiriyoruz ve siyahi berberlerin sağlık eğitmenleri olmaları için onları iki alanda eğitiyoruz: Biri, eş ilişkilerindeki cinsel riski güvenli biçimde azaltmak; diğeri de öç alma şiddetini durdurmak. Harika kısmı ise şu: Berberler kültürel tarzlarını, 18 ile 24 yaş arasındaki erkeklerin saçlarını keserken bu sağlık eğitimini vermek için de kullanıyorlar. Başka bir projede ise sınıflardaki stresli anları okumayı, değiştirmeyi ve çözümlemeyi öğretmenlere öğretiyoruz. Son projede ise gündelik saldırgan söylemleri çözmek için ebeveynlerle çocukları bir araya getirmeden önce ırk travmalarını anlamayı onlara ayrı ayrı öğretiyoruz.
Now, racially literate conversations with our children can be healing, but it takes practice. And I know some of you are saying, "Practice? Practice? We're talking about practice?" Yes, we are talking about practice.
Çocuklarımızla ırk kültürüne dair konuşmalar iyileştirici olabilir fakat pratik gerektirir. Biliyorum ki bazılarınız şöyle diyor: "Pratik mi? Nasıl pratik? Pratik yapmaktan mı bahsediyoruz?" Evet, pratik yapmaktan bahsediyoruz.
I have two sons. My oldest, Bryan, is 26, and my youngest, Julian, is 12. And we do not have time to talk about how that happened.
Benim iki oğlum var. Büyüğü Bryan, 26 yaşında, küçüğü de Julian, 12 yaşında. Bunun nasıl olduğunu konuşmak için zamanımız yok.
(Laughter)
(Kahkahalar)
But, when I think of them, they are still babies to me, and I worry every day that the world will misjudge them.
Ama yine de onlar ne zaman aklıma gelse benim için hâlâ bebekler ve dünya onları yanlış anlayacak diye her gün endişeleniyorum.
In August of 2013, Julian, who was eight at the time, and I were folding laundry, which in and of itself is such a rare occurrence, I should have known something strange was going to happen. On the TV were Trayvon Martin's parents, and they were crying because of the acquittal of George Zimmerman. And Julian was glued to the TV. He had a thousand questions, and I was not prepared. He wanted to know why: Why would a grown man stalk and hunt down and kill an unarmed 17-year-old boy? And I did not know what to say. The best thing that could come out of my mouth was, "Julian, sometimes in this world, there are people who look down on black and brown people and do not treat them -- and children, too -- do not treat them as human." He interpreted the whole situation as sad.
Ağustos 2013'te, Julian sekiz yaşındaydı ve onunla çamaşır katlıyordum, ki bu eylemin kendisi çok nadir gerçekleşirdi. Tuhaf bir şeyin olacağını akıl etmeliydim. Televizyonda Trayvon Martin'in ebeveynleri vardı ve ağlıyorlardı çünkü George Zimmerman beraat etmişti. Julian da âdeta televizyona yapışmıştı. Binlerce sorusu vardı ve ben bunlara hazırlıklı değildim. Şunların sebebini öğrenmek istiyordu: Neden yetişkin bir adam, 17 yaşındaki bir çocuğu sinsice izler ve ele geçirip öldürür? Ne diyeceğimi bilemiyordum. Ağzımdan çıkan en iyi şey şu oldu: “Julian, bazen bu dünyada siyahi ve esmer insanları küçük gören insanlar var, onlar bizi ve siz çocukları insan olarak görmüyorlar.” Oğlum bütün bu durumu üzgün biçimde yorumladı.
(Voice-over) Julian Stevenson: That's sad. "We don't care. You're not our kind."
(Dış ses) Julian Stevenson: Bu üzücü. "Bunu umursamıyoruz, sen son kişi değilsin."
HS: Yes.
HS: Evet.
JS: It's like, "We're better than you."
JS: Bu, senden daha iyiyiz" gibi bir şey mi?
HS: Yes.
HS: Evet öyle.
JS: "And there's nothing you can do about that. And if you scare me, or something like that, I will shoot you because I'm scared of you."
JS: "Bunun hakkında yapabileceğin hiçbir şey yok. Beni korkutursan veya başka bir şey yaparsan seni vururum çünkü senden korkuyorum."
HS: Exactly. But if somebody's stalking you --
HS: Kesinlikle. Fakat birisi seni takip ediyorsa --
JS: It's not the same for everyone else.
JS: Bu herkes için aynı değildir.
HS: It's not always the same, no. You've got to be careful.
HS: Hayır, her zaman aynı değil, dikkatli olman gerek.
JS: Yeah, because people can disrespect you.
JS: Evet çünkü insanlar sana saygısızlık edebilir.
HS: Exactly.
HS: Kesinlikle.
JS: And think that you're, "You don't look -- you don't look like you're ..." It's like they're saying that "You don't look right, so I guess I have the right to disrespect you."
Düşün ki sen, "sen şöyle görünmüyorsun" -- Sanki sana şöyle diyorlar: "İyi görünmüyorsun, bu yüzden bence sana saygısızlık etme hakkım var."
HS: Yeah, and that's what we call, we call that racism.
HS: Evet bunun adı o, buna ırkçılık diyoruz.
And we call that racism, Julian, and yes, some people -- other people -- can wear a hoodie, and nothing happens to them. But you and Trayvon might, and that's why Daddy wants you to be safe.
Julian, buna ırkçılık diyoruz ve evet insanlar -- yani diğer insanlar -- kapüşonlu eşofman giyebilirler ve onlara hiçbir şey olmaz. Fakat sen ve Travyon'a olabilir, bu yüzden babacığın senin güvende kalmanı istiyor.
(Voice-over) HS: And that's why --
(Dış ses) HS: Ve bu yüzden --
JS: So you mean like, when you said "other people," you mean, like if Trayvon was a white, um, that he wouldn't be disrespected like that?
JS: Yani, "diğer insanlar" derken eğer Travyon beyaz olsaydı saygısız birisi olmaz mıydı demek istedin?
HS: Yes, Julian, Daddy meant white people when I said, "other people," all right?
HS: Evet Julian, babacığın "diğer insanlar" derken beyaz insanları kastetti.
So there was a way in which I was so awkward in the beginning, but once I started getting my rhythm and my groove, I started talking about stereotypes and issues of discrimination, and just when I was getting my groove on, Julian interrupted me.
Başlarda oldukça tuhaf olduğunu hissettiğim bir yol vardı fakat bir kere ritme ve havaya girmeye başladığımda klişeler ile ayrımcılık konuları hakkında konuşmaya başladım ve sadece havaya girerken bile Julian araya girdi.
(Voice-over) HS: ... dangerous, or you're a criminal because you're black, and you're a child or a boy -- That is wrong, it doesn't matter who does it.
(Dış ses) HS: Bu tehlikeli, siyahi olduğun için suçlusun ve sen bir çocuksun -- Bu yanlış, bunu kimin yaptığı fark etmez.
JS: Dad, I need to stop you there.
JS: Baba, burada seni durdurmam gerek.
HS: What?
HS: Ne oldu?
JS: Remember when we were ...
JS: Hani hatırlasana biz --
HS: So he interrupts me to tell me a story about when he was racially threatened at a swimming pool with a friend by two grown white men, which his mother confirmed. And I felt happy that he was able to talk about it; it felt like he was getting it.
HS: Bana bir hikâye anlatmak için araya girdi, hikâye, bir yüzme havuzunda arkadaşıyla birlikteyken yetişkin beyaz adamlar tarafından ırkı sebebiyle tehdit edilmesiyle ilgiliydi, annesi de bunu onayladı. Ben de bunun hakkında konuşabildiği için kendimi mutlu hissettim
We moved from the sadness of Trayvon's parents
ve konuyu anladığını hissettim.
and started talking about George Zimmerman's parents, which, I read in a magazine, condoned the stalking of Trayvon. And Julian's reaction to me was priceless. It made me feel like he was getting it.
Travyon'un ebeveynlerinin üzgünlüğünü geçip George Zimmerman'ın ebeveynleri hakkında konuşmaya başladık, onların haberini bir gazetede okumuştum ve onlar Travyon'un takip edilmesine göz yummuşlardı. Julian'ın bana yönelik tepkisiyse çok kıymetliydi. Çünkü anladığını bana hissettirmişti.
(Voice-over) JS: What did they say about him?
(Dış ses) JS: Onun hakkında ne söylediler?
HS: Well, I think they basically felt that he was justified to follow and stalk --
HS: Bence, onun sinsice takip edilmesi konusunda esasen haklı olduğunu düşündüler.
JS: What the -- ?
JS: Ne alaka?
HS: Yeah, I think that's wrong.
HS: Evet, bence de yanlış.
JS: That's -- one minute. So they're saying he has the right to follow a black kid, get in a fight with him and shoot him?
JS: Bu -- bir dakika. Yani, siyahi bir çocuğu takip etme, onunla kavgaya girişme ve onu vurma hakkı olduğunu mu söylüyorlar?
HS: As Julian was getting it, I started to lose it. Because in my mind's eye, I was thinking: What if my Julian or Bryan was Trayvon? I calculated my anger at a 10. I found, located, my right leg was shaking uncontrollably like I was running. And in my mind's eye, I could see somebody chasing Julian, and I was chasing them. And the only thing that could come out of my mouth was if anybody tries to bother my child ...
HS: Julian anladıkça ben geri kalmaya başladım. Çünkü hayalimde şöyle düşünüyordum: Ya benim Julian veya Bryan oğullarım Travyon'un yerinde olsaydı? Öfkemin derecesi 10 olmuştu. Buldum, yerini saptadım, sağ bacağım kontrolsüzce titriyordu, tıpkı koşuyor gibiydim ve hayalimde birilerinin Julian'ı kovaladığını görüyordum, ben de onları kovalıyordum ve ağzımdan çıkan tek şey, birisinin benim çocuğumu rahatsız etmeye yeltenmesiydi.
(Voice-over) HS: If anybody tries to bother my child ... mmm, mmm, mmm.
(Dış ses) HS: Eğer birisi benim çocuğumu rahatsız etmeye çalışırsa JS: O zaman ne olur?
JS: What will happen?
HS: Koşarak kaçsalar iyi olur.
HS: Well, they better run.
JS: Because what? HS: I'm gonna get 'em.
JS: Ne için? HS: Onları yakalarım.
JS: See? (Laughs)
JS: Bak, gördün mü?
HS: I'm gonna get 'em. JS: Really?
HS: Onları yakalarım. JS: Gerçekten mi?
HS: Oh, yeah.
HS: Gerçekten.
JS: Then they're gonna get you because they might have weapons.
JS: O zaman onlar seni yakalar çünkü silahları olabilir.
HS: Well, you know what, I'm gonna call police, too, like I should. But I feel like I wanna get 'em. But you can't; you're right, you can't just go chasing people.
HS: Aslında polisi de ararım, aramam gerekir ama sanırım onları ben yakalamak isterim. Ama sen değil, haklısın, sen öylece insanları kovalayamazsın.
JS: They can be armed.
JS: Silahları olabilir.
HS: Yeah, you right. Yeah, you right. I feel like I wanna chase 'em.
HS: Evet haklısın, haklısın. Onları kovalamak isterim diye düşünüyorum.
JS: Plus they could be an army or something.
JS: Hem ordu falan da olabilirler.
HS: I know -- I feel like I wanna go get 'em, messing with my son. I don't like that.
HS: Biliyorum, oğlumla uğraştıkları için onları yakalamak isterim. Bunu istemem.
JS: Um ...
HS: Ama sen haklısın, dikkatli olmalısın.
HS: But you right. You gotta be careful. And um, you gotta be careful. You never know what some crazy people will think about you. Just as long as you believe you're beautiful like Daddy believes you're beautiful and handsome, and Mommy believes you're beautiful and handsome and smart. And you deserve to be on this planet, just as happy and beautiful and smart as you want to be. You can do anything you want, baby.
Dikkatli olmalısın. Bazı deli insanların senin hakkında ne düşündüklerini asla bilemezsin. Sen güzel olduğuna inandığın sürece, tıpkı babanın senin güzel ve yakışıklı olduğuna inanması, annenin de güzel, yakışıklı ve zeki olduğuna inanması yeterli. Ayrıca sen mutlu, güzel ve zeki olmak istediğin kadar bu gezegende olmayı hak ediyorsun. İstediğini yapabilirsin bebeğim.
HS: Racial socialization is not just what parents teach their children. It's also how children respond to what their parents teach. Is my child prepared? Can they recognize when a racial elephant shows up in a room? Can they reduce their tsunami interpretation down to a mountain-climbing adventure that they can engage and not run away? Can they make a healthy and just decision in 60 seconds? Can I? Can you?
HS: Irkların sosyal uyumu sadece ebeveynlerin çocuklarına öğrettiklerinden ibaret değil. Ayrıca ana babalarının öğrettiklerine çocukların cevaplarıdır. Benim çocuğum hazırlıklı mı? Görmezden gelinen ırkçılık ortaya çıktığında onu tanıyabilecekler mi? Irkçılığın akın akın gelen yorumlarıyla iletişime geçebilip kaçmadıkları bir dağ tırmanışı deneyimine kadar onu azaltabilecekler mi? 60 saniye içinde normal ve sağlıklı bir karar verebilecekler mi? Ben yapabilir miyim? Siz yapabilir misiniz?
Yes, we can. We can build healthier relationships around race if we learn to calculate, locate communicate, breathe and exhale in the middle of our most threatening moments, when we come face-to-face with our lesser selves. If you take the centuries of racial rage that boils up in all of our bodies, minds and souls -- and anything that affects our bodies, minds and souls affects our health -- we could probably use gun control for our hearts. I just want what all parents want for their children when we're not around: affection and protection. When police and teachers see my children, I want them to imagine their own, because I believe if you see our children as your children, you won't shoot them.
Evet yapabiliriz. Eğer en tehdit edici anlarımızın ortasında tanımlamayı, iletişime geçmeyi, nefes alıp vermeyi öğrenirsek ve kendimize yabancı halimizle yüzleştiğimizde ırk konusunda daha sağlıklı ilişkiler kurabiliriz. Vücutlarımızda, zihinlerimizde ve ruhlarımızda yüzyıllardır kaynayan ırka yönelik öfkeyi göz önüne alırsak -- ayrıca vücudumuzu, zihnimizi ve ruhumuzu etkileyenler, sağlığımızı da etkiler -- muhtemelen kalbimizin silahlanmasını önleyebiliriz. Sadece, buralarda olmadığımızda her bir ebeveynin çocuğu için istediğini istiyorum: Şefkat ve koruma. Polisler ve öğretmenler benim çocuklarımı gördüklerinde onlardan kendi çocuklarını düşünmelerini istiyorum. Çünkü inanıyorum ki bizim çocuklarımızı kendi çocuğunuz gibi görürseniz onları vurmazsınız.
With racial literacy, and yes, practice, we can decode the racial trauma from our stories, and our healing will come in the telling. But we must never forget that our cultural differences are full of affection and protection, and remember always that the lion's story will never be known as long as the hunter is the one to tell it.
Bu, ırk kültürüyle mümkün, ayrıca uygulama da gerek, hikâyelerimizdeki ırk travmasını çözebiliriz ve iyileşmemiz, anlatmakla gelecek. Fakat şunu asla unutmamalıyız ki bizim kültürel farklılıklarımız şefkat ve korumayla dolu ve şunu daima hatırlayın: "Hikâyeyi anlatan kişi avcı olduğu sürece aslanın hikâyesi asla bilinemeyecektir."
Thank you very much.
Çok teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkış)