I'd like to talk today about the two biggest social trends in the coming century, and perhaps in the next 10,000 years. But I want to start with my work on romantic love, because that's my most recent work. What I and my colleagues did was put 32 people, who were madly in love, into a functional MRI brain scanner. 17 who were madly in love and their love was accepted; and 15 who were madly in love and they had just been dumped. And so I want to tell you about that first, and then go on into where I think love is going.
Bugün, yüzyılımızın, belki de önümüzdeki on bin yılın, iki en önemli sosyal eğiliminden bahsetmek istiyorum, Ama en son çalışmam aşk ile ilgili olduğundan konuşmama da aşk ile başlayacağım. Ben ve çalışma arkadaşlarım, kara sevdaya tutulmuş 32 kişiyi alıp MRI tarayıcısına yerleştirdik. 17 kara sevdalı, aşklarına cevap bulmuşlardı, kalan 15'ini de, aşkları yeni terketmişti. Önce bu deneyin sonuçlarını anlatmak istiyorum, sonra da aşkın nereye gittiğine geçmeyi düşünüyorum.
(Laughter)
"What 'tis to love?" Shakespeare said. I think our ancestors -- I think human beings have been wondering about this question since they sat around their campfires or lay and watched the stars a million years ago. I started out by trying to figure out what romantic love was by looking at the last 45 years of the psychological research and as it turns out, there's a very specific group of things that happen when you fall in love. The first thing that happens is, a person begins to take on what I call, "special meaning." As a truck driver once said to me, "The world had a new center, and that center was Mary Anne."
"Nedir bu aşk denen?" demiş Shakespeare. Sanıyorum atalarımız - insanoğlu bir milyon yıl önce kamp ateşi etrafında oturdukları zamandan beri bu sorunun cevabını merak ediyorlar. Ben de son 45 yılın araştırmalarına bakarak aşkın ne olduğunu çözmeye çalıştım - sadece psikolojik çalışmalar. Bu çalışmalar gösteriyor ki, aşık olduğunda belirli şeyler gerçekleşiyor. İlk olan şey, aşık olunan kişinin "özel bir anlam" kazanması. Buna "özel bir anlam" adını veriyorum. Bir zamanlar bir kamyon şoförünün söylediği gibi: "Dünyanın yeni bir merkezi olmuştu, bu merkez de Mary Anne'di."
George Bernard Shaw said it differently. "Love consists of overestimating the differences between one woman and another." And indeed, that's what we do.
George Bernard Shaw biraz daha farklı ifade etmiş: "Aşk, bir kadınla öteki arasındaki farklara fazla önem vermektir." Gerçekten de bunu yaparız. (Kahkaha)
(Laughter)
And then you just focus on this person. You can list what you don't like about them, but then you sweep that aside and focus on what you do. As Chaucer said, "Love is blind."
Bir kişi üzerine odaklanırız. Onun hakkında sevdiklerinizi ve sevmediklerinizi listeleseniz bile, bu listeye bakmayıp sadece sevdiğiniz özelliklerine odaklanırsınız. Chaucer'ın dediği gibi "Aşk kördür."
In trying to understand romantic love, I decided I would read poetry from all over the world, and I just want to give you one very short poem from eighth-century China, because it's an almost perfect example of a man who is focused totally on a particular woman. It's a little bit like when you are madly in love with somebody and you walk into a parking lot -- their car is different from every other car in the parking lot. Their wine glass at dinner is different from every other wine glass at the dinner party. And in this case, a man got hooked on a bamboo sleeping mat.
Aşkı anlamaya çalışırken, dünyanın her tarafından şiirler okumaya karar verdim. Size 8. yüzyılda Çin'de yazılmış çok kısa bir şiiri okumak istiyorum. Bu şiir, tümüyle belirli bir kadın üzerine odaklanmış bir adamı gösteren mükemmel bir örnek. Birine çılgınca aşık olduğunuz zaman, bir park yerine gittiğinizde onun arabası park yerindeki bütün diğer arabalardan farklı olur. Bardağı, misafirlikte bütün diğer bardaklardan farklıdır. Bu şiirde de, adam bir bambu yer yatağına takılmış.
And it goes like this. It's by a guy called Yuan Zhen. "I cannot bear to put away the bamboo sleeping mat. The night I brought you home, I watched you roll it out." He became hooked on a sleeping mat, probably because of elevated activity of dopamine in his brain, just like with you and me.
Şairin adı Yuan Çen; şiir de şöyle: "Bambu yer yatağını kaldırmaya kıyamıyorum. Seni evime getirdiğim ilk gece sererken seni izlemiştim." Yer yatağına takılıp kalmasının sebebi büyük ihtimalle zihnindeki yoğun dopamin aktivitesi. Bizim durum da aynen bu.
But anyway, not only does this person take on special meaning, you focus your attention on them. You aggrandize them. But you have intense energy. As one Polynesian said, "I felt like jumping in the sky." You're up all night. You're walking till dawn. You feel intense elation when things are going well; mood swings into horrible despair when things are going poorly. Real dependence on this person. As one businessman in New York said to me, "Anything she liked, I liked." Simple. Romantic love is very simple.
Neyse, sadece bu kişi özel bir anlam kazanmakla kalmıyor, bir de o kişinin üzerine titremeye başlıyoruz. Onu yüceleştiriyoruz. Öte yandan, yoğun enerji birikiyor. Bir Polinezya yerlisi şöyle dedi: "Gökyüzüne zıplamak istiyorum." Bütün gece uyanık kalırsınız. Gün doğana dek yürürsünüz. İşler iyi gittiğinde büyük haz duyarsınız, ama işler bozulduğunda korkunç umutsuzluğun içine düşürseniz. Bu kişiye gerçek bir bağımlılık. New York'tan bir işadamı bana şöyle dedi: "Sevdiği her şeyi ben de sevdim." Basit. Aşk çok basittir.
You become extremely sexually possessive. You know, if you're just sleeping with somebody casually, you don't really care if they're sleeping with somebody else. But the moment you fall in love, you become extremely sexually possessive of them. I think there's a Darwinian purpose to this. The whole point of this is to pull two people together strongly enough to begin to rear babies as a team.
Cinsel anlamda aşırı sahiplenirsiniz. Eğer biriyle sadece sevişiyorsanız, başkasıyla yatmasına çok da aldırmazsınız. Ama aşık olduğunuz vakit, onu cinsel anlamda aşırı derecede sahiplenirsiniz. Bunun Darwinci - bunun arkasında Darwinsel bir amaç olduğunu düşünüyorum. Bütün amaç, iki kişiyi, bebeklerini beraberce büyüttürecek kadar güçlü bir şekilde yakınlaştırmak.
But the main characteristics of romantic love are craving: an intense craving to be with a particular person, not just sexually, but emotionally. It would be nice to go to bed with them, but you want them to call you on the telephone, to invite you out, etc., to tell you that they love you. The other main characteristic is motivation. The motor in the brain begins to crank, and you want this person.
Ama aşkın ana özelliği, yoksunluk çekmek: Bir kişinin beraberliğinin - sadece cinsel değil, duygusal da - yoğun yoksunluğu. Tabii istersiniz - onunla seks yapmak içinizden gelir. Ama daha çok, onun sizi aramasını, sizi davet etmesini, vs... istersiniz. Sizi sevdiğini söylemesini istersiniz. Öteki ana özellik de dürtü: Beyninizdeki motor çalışmaya başlar, bu kişiyi arzularsınız.
And last but not least, it is an obsession. Before I put these people in the MRI machine, I would ask them all kinds of questions. But my most important question was always the same. It was: "What percentage of the day and night do you think about this person?" And indeed, they would say, "All day. All night. I can never stop thinking about him or her."
Son olarak, bu bir takıntı olur: Bu kişileri makineye - MRI makinesine - sokmadan önce her türlü soruyu sordum. Ama hepsine sorduğum en önemli soru şuydu: "Günün ve gecenin yüzde kaçında bu kişiyi düşünüyorsunuz?" Gerçekten de, "Bütün gün. Bütün gece. Onu düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum" dediler.
And then, the very last question -- I would always have to work myself up to this question, because I'm not a psychologist. I don't work with people in any kind of traumatic situation. My final question was always the same. I would say, "Would you die for him or her?" And, indeed, these people would say "Yes!" as if I had asked them to pass the salt. I was just staggered by it.
En sonunda da bir soru daha sordum - her seferinde kendimi bu soruya hazırlamam gerekti, ben psikolog değilim, travmatik durumdaki insanlarla uğraşmıyorum. En son sorum hep aynıydı: Hepsine "Onun için ölür müsün?" diye sordum. Gerçekten de, bu insanlar, sanki tuzu uzatmalarını istemişim gibi "evet" dediler. Bu her seferinde kafamı karıştırdı.
So we scanned their brains, looking at a photograph of their sweetheart and looking at a neutral photograph, with a distraction task in between. So we could look at the same brain when it was in that heightened state and when it was in a resting state. And we found activity in a lot of brain regions. In fact, one of the most important was a brain region that becomes active when you feel the rush of cocaine. And indeed, that's exactly what happens.
Beyin taramalarını iki koşulda yaptık: Önce aşklarının resmine bakarken, sonra da nötr bir fotoğrafa bakarken. Araya da dikkat dağıtıcı bir eylem yerleştirdik. Bu şekilde aradaki farkı - bu şekilde aynı beyne yoğunlaşmış haldeyken ve dinlenme halindeyken bakabildik. Beynin bir çok bölümünde aktivite gördük. Hatta, en önemlisi, aynı zamanda kokain alınca harekete geçen bir bölgeydi. Gerçekten de aşk bu:
I began to realize that romantic love is not an emotion. In fact, I had always thought it was a series of emotions, from very high to very low. But actually, it's a drive. It comes from the motor of the mind, the wanting part of the mind, the craving part of the mind. The kind of part of the mind when you're reaching for that piece of chocolate, when you want to win that promotion at work. The motor of the brain. It's a drive.
Aşkın, bir duygu olmadığını farketmeye başladım. Zaten hep bir "duygu silsilesi" olduğunu düşünmüştüm, bazıları çok yoğun, bazıları daha hafif. Ama aslında bu bir dürtü. Zihnin motorundan, zihnin "isteyen" parçasından, yoksunluk hisseden parçasından geliyor. Zihnin - zihnin, çikolataya uzanırken, işinizde ilerlemeyi isterken çalışan kısmından geliyor. Beynin motoru. Bu bir dürtü.
And in fact, I think it's more powerful than the sex drive. You know, if you ask somebody to go to bed with you, and they say, "No, thank you," you certainly don't kill yourself or slip into a clinical depression. But certainly, around the world, people who are rejected in love will kill for it. People live for love. They kill for love. They die for love. They have songs, poems, novels, sculptures, paintings, myths, legends. In over 175 societies, people have left their evidence of this powerful brain system. I have come to think it's one of the most powerful brain systems on Earth for both great joy and great sorrow.
Gerçekten de, seks güdüsünden de güçlü olduğunu düşünüyorum. Eğer gidip de birisinden sizinle yatmasını isterseniz ve "Hayır, almayayım" derse kesinlikle gidip de kendinizi ölürmezsiniz, klinik depresyon da geçirmezsiniz. Ama dünyanın etrafında aşkı reddedilen insanlar, bu sebeple cinayet işler. İnsanlar aşk için yaşar. Aşk için öldürür. Aşk için ölür. Aşkla ilgili şarkıları, şiirleri, romanları, heykelleri, resimleri, mitleri ve efsaneleri vardır. 175'in üzerinde toplumda, bu güçlü beyinsel sistemin kanıtlarını bulabiliriz. Bunun dünya üzerinden en güçlü beyinsel sistemlerinden biri olduğuna kanaat getirdim - - iyisiyle de, kötüsüyle de. Aşk gibi iki beyinsel sistem daha olduğunu düşünüyorum;
And I've also come to think that it's one of three basically different brain systems that evolved from mating and reproduction. One is the sex drive: the craving for sexual gratification. W.H. Auden called it an "intolerable neural itch," and indeed, that's what it is. It keeps bothering you a little bit, like being hungry. The second of these three brain systems is romantic love: that elation, obsession of early love. And the third brain system is attachment: that sense of calm and security you can feel for a long-term partner.
bu sistemler de çiftleşme ve çoğalmadan evrimleşti. Biri seks dürtüsü: Cinsel tatmin arzusu. W. H. Auden, "dayanılmaz sinirsel kaşıntı" diye ifade etmiş. Bu gerçekten de doğru. Sizi sürekli bir nebze rahatsız eder, aç kalmak gibi. Diğer bir beyinsel sistem de aşk: Aşkın başlangıcındaki sevinç, saplantı. Üçüncü beyinsel sistem de bağlılık: Uzun süreli bir ilişkinin getirdiği huzur ve güvenlik duygusu.
And I think that the sex drive evolved to get you out there, looking for a whole range of partners. You can feel it when you're just driving along in your car. It can be focused on nobody. I think romantic love evolved to enable you to focus your mating energy on just one individual at a time, thereby conserving mating time and energy. And I think that attachment, the third brain system, evolved to enable you to tolerate this human being at least long enough to raise a child together as a team. So with that preamble, I want to go into discussing the two most profound social trends. One of the last 10,000 years and the other, certainly of the last 25 years, that are going to have an impact on these three different brain systems: lust, romantic love and deep attachment to a partner.
Seks dürtüsünün, etrafta gezinip değişik değişik eşler aramak için evrimleştiğini düşünüyorum. Yani, arabanızı sürerken bile seks dürtüsünü hissedebilirsiniz. Kimseye odaklanmayabilir. Aşkın da, çiftleşme enerjinizi tek bir eşe odaklayarak, çiftleşme süresi ve enerjisinden tasarruf etmek için evrimleştiğini düşünüyorum. Üçüncü beyin sistemi olan "bağlılığın" da, bu insana, çocuklarınızı büyütebileceğiniz süre boyunca tahammül edebilmeniz için evrimleştiğini düşünüyorum. (Kahkaha) Bu başlangıcın ardından, iki çok önemli sosyal eğilimi tartışmak istiyorum. Biri son on bin yıla ait bir eğilim, öteki de en az son 25 yılın eğilimi. İki eğilim de bu değişik beyin sistemlerin üzerinde ciddi bir etki yaratacak: Şehvet, aşk ve bir eşe karşı derin bağlılık.
The first is women working, moving into the workforce. I've looked at 130 societies through the demographic yearbooks of the United Nations. Everywhere in the world, 129 out of 130 of them, women are not only moving into the job market -- sometimes very, very slowly, but they are moving into the job market -- and they are very slowly closing that gap between men and women in terms of economic power, health and education. It's very slow.
İlki, kadınların çalışması, kadınların işgücüne katılımı. Birleşmiş Milletler'in yıllıklarında 150... 130 toplumun demografik yapısına baktım. Dünyanın her tarafında, 130'un 129'unda, kadınlar sadece işgücüne katılmakla kalmıyor - - bazen çok, çok yavaş ama yine de işgücüne katılıyorlar - ve erkek-kadın arasındaki ekonomik güç, sağlık ve eğitim farklarını yavaş yavaş kapatıyorlar. Çok yavaş bir eğilim.
For every trend on this planet, there's a counter-trend. We all know of them, but nevertheless -- the Arabs say, "The dogs may bark, but the caravan moves on." And, indeed, that caravan is moving on. Women are moving back into the job market. And I say back into the job market, because this is not new. For millions of years, on the grasslands of Africa, women commuted to work to gather their vegetables. They came home with 60 to 80 percent of the evening meal. The double income family was the standard. And women were regarded as just as economically, socially and sexually powerful as men. In short, we're really moving forward to the past.
Bu gezegendeki her bir eğilim için bir de karşı-eğilim var. Böyle olduğunu biliyoruz, ama yine de - eski bir Arap sözü var. Araplar der ki: "İt ürür, kervan yürür." Gerçekten de kervan yürüyor. Kadınlar işgücüne yeniden katılıyor. "Yeniden" dememin sebebi var, çünkü bu yeni bir eğilim değil. Milyonlarca yıl boyunca, Afrika'nın yaylalarında, Kadınlar sebze toplamak için işe gidip geldi. Akşam yemeğinin yüzde 60 - 80 kadarını kadınlar getirdiler. Çift gelirli aile yapısı toplumun kabul ettiği normdu. Kadınlar, ekonomik, sosyal ve cinsel yönden erkekler kadar güçlü kabul ediliyordu. Özetle, geçmişe doğru ileri gidiyoruz.
Then, women's worst invention was the plow. With the beginning of plow agriculture, men's roles became extremely powerful. Women lost their ancient jobs as collectors, but then with the industrial revolution and the post-industrial revolution they're moving back into the job market. In short, they are acquiring the status that they had a million years ago, 10,000 years ago, 100,000 years ago. We are seeing now one of the most remarkable traditions in the history of the human animal. And it's going to have an impact.
Derken, kadının en kötü icadı olan "saban" ortaya çıktı. Saban ile tarımın başlamasıyla, erkeklerin rolü aşırı güç kazandı. Kadınlar toplayıcı olan eski işlerini yitirdiler, ama sanayi devrimi ve sanayi-sonrası devrim sayesinde işgücüne geri geliyorlar. Özetle, bir milyon yıl önceki, on bin yıl önceki, yüz bin yıl önceki statülerine geri kavuşuyorlar. Şimdi, insan denen hayvanın tarihindeki en önemli geleneklerden birini görüyoruz. Bunun bir etkisi olacak.
I generally give a whole lecture on the impact of women on the business community. I'll say just a couple of things, and then go on to sex and love. There's a lot of gender differences; anybody who thinks men and women are alike simply never had a boy and a girl child. I don't know why they want to think that men and women are alike. There's much we have in common, but there's a whole lot that we do not have in common.
Genelde iş hayatında kadınların etkisi üzerine bütün bir ders saati dolduracak kadar konuşurum. Şimdi ise sadece bir kaç şey söyleyip sonra seks ve aşka döneceğim. Cinsiyetler arasında çok fark var; Sadece hiç çocuk büyütmemiş birileri kadın ve erkeğin aynı olduğunu iddia edebilir. Neden kadın ve erkeğin benzer olduğunu düşünmek isterler bilemiyorum. Ortak yanlarımız çok, ama farklı olduğumuz yanlarımız -- ortak olmadığımız bir süre konu var.
We are -- in the words of Ted Hughes, "I think that we are like two feet. We need each other to get ahead." But we did not evolve to have the same brain. And we're finding more and more gender differences in the brain. I'll only just use a couple and then move on to sex and love. One of them is women's verbal ability. Women can talk.
Ted Hughes'ün dediği gibi, "Zannederim böyle yaratılmışız - bir çift ayak gibi. İlerlemek için birbirimize ihtiyacımız var." Ama beyinlerimiz farklı evrimleşti. Gittikçe, beyinde daha fazla cinsiyet farkı keşfediyoruz. Sadece bir kaçını söyleyip sonra seks ve aşka döneceğim. Birisi, kadınların ifade yeteneği. Kadınlar konuşmasını bilir.
Women's ability to find the right word rapidly, basic articulation goes up in the middle of the menstrual cycle, when estrogen levels peak. But even at menstruation, they're better than the average man. Women can talk. They've been doing it for a million years; words were women's tools. They held that baby in front of their face, cajoling it, reprimanding it, educating it with words. And, indeed, they're becoming a very powerful force.
Âdet dönemlerinde, östrojen seviyesi yüksekken, kadınların doğru kelimeyi hızla bulma yeteneği, temel ifade becerisi artar. Ama âdet görmüyorken bile ortalama erkekten daha iyidirler. Kadınlar konuşmasını bilir. Milyon yıldır yaptıkları şey bu, kelimeler hep kadının araçları oldu. Bebeği yüzlerinin önünde tutup, sevdiler, kızdılar, kelimelerle eğittiler. Gerçekten de çok güçlü bir kuvvete dönüşüyorlar.
Even in places like India and Japan, where women are not moving rapidly into the regular job market, they're moving into journalism. And I think that the television is like the global campfire. We sit around it and it shapes our minds. Almost always, when I'm on TV, the producer who calls me, who negotiates what we're going to say, is a woman. In fact, Solzhenitsyn once said, "To have a great writer is to have another government."
Kadınların işgücüne hızla katılmadıkları Hindistan ve Japonya gibi yerlerde bile, gazeteciliğe giriyorlar. Televizyonun, küresel bir kamp ateşi olduğunu düşünüyorum. Etrafında oturuyoruz ve zihnimizi biçimlendiriyor. Televizyona her çıktığımda, beni çağırıp neler konuşacağımı konuştuğum prodüktörler kadın oluyor. Solzhenitsyn bir keresinde şöyle demiş: "Büyük bir yazarının olması, ikinci bir hükümetin olması demektir." Bugün Amerika'daki yazarların % 54'ü kadın.
Today 54 percent of people who are writers in America are women. It's one of many, many characteristics that women have that they will bring into the job market. They've got incredible people skills, negotiating skills. They're highly imaginative. We now know the brain circuitry of imagination, of long-term planning. They tend to be web thinkers. Because the female parts of the brain are better connected, they tend to collect more pieces of data when they think, put them into more complex patterns, see more options and outcomes. They tend to be contextual, holistic thinkers, what I call web thinkers.
Bu, kadınların işgücüne getirdikleri çok, bir çok özellikten bir tanesi. İnanılmaz insan becerileri, uzlaşma becerileri var. Hayalgüçleri çok üstün. Artık hayalgücünün ve uzun vadeli planlamanın beyin devrelerini biliyoruz. Ağlarla düşünüyorlar. Kadınların beyinlerinin parçaları daha iyi bağlantılı olduğundan, düşünürken daha fazla veri topluyorlar, karmaşık yapılara çeviriyorlar, daha fazla seçenek ve sonuç görüyorlar. Bağlamsal, bütünsel düşünüyorlar - buna "ağlarla düşünmek" diyorum.
Men tend to -- and these are averages -- tend to get rid of what they regard as extraneous, focus on what they do, and move in a more step-by-step thinking pattern. They're both perfectly good ways of thinking. We need both of them to get ahead. In fact, there's many more male geniuses in the world. And there's also many more male idiots in the world.
Erkekler daha ziyade - ortalamadan bahsediyorum - fazlalık gördükleri şeyleri atmaya, önlerindekine odaklanmaya ve daha adım-be-adım düşünme şekilleriyle hareket ediyorlar. Her ikisi de geçerli düşünme şekilleri. İlerlemek için her ikisine de ihtiyacımız var. Gerçekten de, erkek dahilerin sayısı çok daha fazla. Öte yandan, erkek salakların sayısı da çok daha fazla. (Kahkaha)
(Laughter)
Erkek beyni çalıştığında, çok iyi çalışıyor.
When the male brain works well, it works extremely well. And what I really think that we're doing is, we're moving towards a collaborative society, a society in which the talents of both men and women are becoming understood and valued and employed.
Ben de - benim kanaatim o ki, daha ortaklaşa bir topluma doğru ilerliyoruz; hem kadınların, hem de erkeklerin yeteneklerinin daha iyi anlaşıldığı, değer verildiği ve kullanıldığı bir topluma doğru.
But in fact, women moving into the job market is having a huge impact on sex and romance and family life. Foremost, women are starting to express their sexuality. I'm always astonished when people come to me and say, "Why is it that men are so adulterous?" "Why do you think more men are adulterous than women?" "Well, men are more adulterous!" And I say, "Who do you think these men are sleeping with?"
Ama öte yanda, kadınların işgücüne geçmeleri, seks, romantizm ve aile yaşantısı üzerine müthiş bir etki yaratıyor. Öncelikle, kadınlar cinselliklerini ifade etmeye başlıyorlar. İnsanlar gelip de bana "erkekler niye bu kadar aldatıyor?" diye sorduklarında çok şaşırıyorum. "Neden erkeklerin kadınlardan daha fazla aldattığını düşünüyorsunuz?" diye soruyorum. "Yani işte - erkekler daha fazla aldatıyor!" Ben de diyorum ki: "Bu erkeklerin kiminle yattığını düşünüyorsunuz?"
(Laughter)
Ve - temel matematik! (Kahkaha)
And -- basic math!
Neyse.
Anyway. In the Western world, women start sooner at sex, have more partners, express less remorse for the partners that they do, marry later, have fewer children, leave bad marriages in order to get good ones. We are seeing the rise of female sexual expression. And, indeed, once again we're moving forward to the kind of sexual expression that we probably saw on the grasslands of Africa a million years ago, because this is the kind of sexual expression that we see in hunting and gathering societies today.
Batı dünyasında, küçük kızlar daha - kadınların sekse daha erken başlayıp, daha fazla eş deniyorlar, eşleri ile ilgili daha az pişmanlık yaşıyorlar, geç evleniyorlar, daha az çocuk sahibi oluyorlar, iyi evlilik için kötü evlilikleri bırakıyorlar. Kadının cinsel ifadesinin yükselişini görüyoruz. Gerçekten de, bir milyon yıl önce Afrika yaylalarında görüldüğünü tahmin ettiğimiz türden bir cinsel ifadeye doğru ilerliyoruz. Aynı cinsel ifadeyi, bugünkü avcı-toplayıcı topluluklarda gözlemleyerek eskiler hakkında çıkarım yapıyoruz.
We're also returning to an ancient form of marriage equality. They're now saying that the 21st century is going to be the century of what they call the "symmetrical marriage," or the "pure marriage," or the "companionate marriage." This is a marriage between equals, moving forward to a pattern that is highly compatible with the ancient human spirit.
Evlilikte eşitlik konusunda da eski bir forma dönüş yapıyoruz. 21. yüzyılın "simetrik evlilik" denen şeyin yüzyılı olacağını söylüyorlar. Diğer adıyla, "saf evlilik" veya "ortaklık evliliği" Bu şekilde, eşitler arasında bir evlilik, eski insan ruhu ile çok uyumlu bir şekle doğru ilerliyor.
We're also seeing a rise of romantic love. 91 percent of American women and 86 percent of American men would not marry somebody who had every single quality they were looking for in a partner, if they were not in love with that person. People around the world, in a study of 37 societies, want to be in love with the person that they marry. Indeed, arranged marriages are on their way off this braid of human life.
Aşkın yükselişini de görüyoruz. Amerikalı kadınların % 91'i, Amerikalı erkeklerin de % 86'sı eğer aşık değillerse, aradıkları özelliklerin her birine sahip olan biriyle evlenmeyeceklerini söylüyor. 37 toplumu kapsayan bir çalışmaya göre, dünyanın değişik yerlerinde insanlar, aşık oldukları insanla evlenmek istiyorlar. Gerçekten de görücü usülü ve beşik kertmesi gibi tasarlanmış evlilikler ortadan kalkma yolunda ilerliyor.
I even think that marriages might even become more stable because of the second great world trend. The first one being women moving into the job market, the second one being the aging world population. They're now saying that in America, that middle age should be regarded as up to age 85. Because in that highest age category of 76 to 85, as much as 40 percent of people have nothing really wrong with them. So we're seeing there's a real extension of middle age.
İkinci büyük eğilim yüzünden, evliliklerin daha dayanıklı olacaklarını bile düşünüyorum. İlk eğilim, kadınların işgücüne katılmalarıydı, ikincisi de yaşlanan insan nüfusu. Gittikçe, Amerika'da orta yaş sınırının 85'e kadar çekilmesi gerektiği söyleniyor. Çünkü şu anda en yüksek kategori sayılan 76 - 85 arasında insanların % 40'ının sağlığı tamamen yerinde. Dolayısıyla orta yaşın gerçekten uzadığını görüyoruz.
For one of my books, I looked at divorce data in 58 societies. And as it turns out, the older you get, the less likely you are to divorce. So the divorce rate right now is stable in America, and it's actually beginning to decline. It may decline some more. I would even say that with Viagra, estrogen replacement, hip replacements and the incredibly interesting women -- women have never been as interesting as they are now. Not at any time on this planet have women been so educated, so interesting, so capable. And so I honestly think that if there really was ever a time in human evolution when we have the opportunity to make good marriages, that time is now.
Kitaplarımdan birisi için çalışma yaparken, 58 değişik toplumdaki boşanma verillerine baktım. Öyle görünüyor ki, yaşlandıkça boşanma oranı azalıyor. Sonuç olarak boşanma oranı Amerika'da artık dengeye oturdu ve azalmaya başladı. Daha da azabilir. Hatta, Viagra, östrojen replasmanları, kalça protezleri ve inanılmaz ilginç kadınlar arttıkça - kadınlar hiç bugünkü kadar ilginç olmamıştı. Bu gezegenin tarihinde, kadınlar hiç bu kadar eğitimli, bu kadar ilginç, bu kadar muktedir olmamışlardı. Dolayısıyla, insan evrimi boyunca iyi evlilik yapma fırsatının en fazla olduğu zamanın bu zaman olduğunu düşünüyorum.
However, there's always kinds of complications in this. These three brain systems -- lust, romantic love and attachment -- don't always go together. They can go together, by the way. That's why casual sex isn't so casual. With orgasm you get a spike of dopamine. Dopamine's associated with romantic love, and you can just fall in love with somebody who you're just having casual sex with. With orgasm, then you get a real rush of oxytocin and vasopressin -- those are associated with attachment. This is why you can feel such a sense of cosmic union with somebody after you've made love to them.
Ama, karmaşa yaratan bir kaç unsur var. Bu üç beyinsel sistem, şehvet, aşk ve bağlılık - her zaman birlikte tezahür etmiyorlar. Birlikte de olabilirler. Bu yüzden tesadüfi seks o kadar da tesadüfi olmuyor. Orgazm sırasında, dopamin seviyesi zirveye ulaşır. Dopaminin aynı zamanda aşk ile de bağlantısı var, sadece tesadüfi olarak seks yaptığınız birine de aşık olabilirsiniz. Orgazm sırasında, heyecan ile ilişkili olan Oksitosin ve Vasopresin salgılanır. Bunlar da, uzun süreli bağlılık ile ilişkili. Bu nedenle biriyle seviştikten ardından ona karşı bu kadar güçlü bir kozmik birliktelik duygusu hissedersiniz. Ama bu üç beyinsel sistem, şehvet, aşk ve bağlılık
But these three brain systems: lust, romantic love and attachment, aren't always connected to each other. You can feel deep attachment to a long-term partner while you feel intense romantic love for somebody else, while you feel the sex drive for people unrelated to these other partners. In short, we're capable of loving more than one person at a time. In fact, you can lie in bed at night and swing from deep feelings of attachment for one person to deep feelings of romantic love for somebody else. It's as if there's a committee meeting going on in your head as you are trying to decide what to do. So I don't think, honestly, we're an animal that was built to be happy; we are an animal that was built to reproduce. I think the happiness we find, we make. And I think, however, we can make good relationships with each other.
her zaman birbirlerine bağlı değildir. Uzun süreli bir eşe karşı yoğun bağlılık hissederken bir yandan da başka birine karşı aşk hissebilirsiniz, hatta bu ikisi dışında birilerine karşı da seks dürtüsü hissedebilirsiniz. Özetle, aynı anda birden fazla kişiye sevebiliyoruz. Hatta, yatakta yatarken bir gece içinde bile bir kişi için yoğun bağlılık duygusundan başka biri için aşka kayabilirsiniz. Sanki zihninizde bir komite toplantısı varmış da, karar vermeye çalışıyormuş gibi. Dolayısıyla, aslında, mutlu olmak için yaratılmış bir hayvan olmadığımızı düşünüyorum; daha ziyade çiftleşmek için yaratılmış bir hayvanız. Mutluluğu ancak kendimiz yarattığımızda bulduğumuza inanıyorum. Birbirimizle iyi ilişkiler kurabileceğimize inanıyorum.
So I want to conclude with two things. I want to conclude with a worry, and with a wonderful story. The worry is about antidepressants. Over 100 million prescriptions of antidepressants are written every year in the United States. And these drugs are going generic. They are seeping around the world. I know one girl who's been on these antidepressants, SSRIs, serotonin-enhancing antidepressants -- since she was 13. She's 23. She's been on them ever since she was 13.
İki şeyle bitirmek istiyorum. Bir endişemi aktarmak istiyorum. Bir endişem ve ilgili bir öyküm var. Endişem depresyon ilaçlarıyla ilgili. Birleşik Devletler'de yılda 100 milyonun üzerinde depresyon ilacı yazılıyor. Bu ilaçlar gitgide sıradan hale geliyorlar. Dünyanın etrafına sızıyorlar. Tanıdığım bir kız 13 yaşından beri depresyon ilacı kullanıyor serotonin arttırıcı, yani SSRI, depresyon ilaçları. Şimdi 23 yaşında. 13 yaşından beri sürekli kullandı.
I've got nothing against people who take them short term, when they're going through something horrible. They want to commit suicide or kill somebody else. I would recommend it. But more and more people in the United States are taking them long term. And indeed, what these drugs do is raise levels of serotonin. And by raising levels of serotonin, you suppress the dopamine circuit. Everybody knows that. Dopamine is associated with romantic love. Not only do they suppress the dopamine circuit, but they kill the sex drive. And when you kill the sex drive, you kill orgasm. And when you kill orgasm, you kill that flood of drugs associated with attachment. The things are connected in the brain. And when you tamper with one brain system, you're going to tamper with another. I'm just simply saying that a world without love is a deadly place.
Gerçekten korkunç bir olayı atlatmaya çalışıp da kısa süre boyunca kullanan insanlara diyecek sözüm yok Kendilerini ya da başlarını öldürmek istiyebiliyorlar. Şahsen ben önerirdim. Ama Birleşik Devletler'de gitgide daha fazla insan kullanıyor. Bu ilaçlar, vücutta serotonin seviyesini arttırıyor. Ama serotonin seviyesini arttırdıkça, dopamin devresini kesiyorsunuz. Bunu herkes bilir. Dopamin, aşk ile ilintili. Dopamin devresini kestikleri gibi, seks dürtüsünü de öldürüyor. Seks dürtüsünü öldürdüğünde, orgazmı da öldürüyorsun. Orgazmı öldürdüğünde, bağlılığa yol açan maddelerin salgısını öldürüyorsun. Bunlar beyinde birleşiyor. Bir beyinsel sistemle uğraştığınız zaman, diğerini de etkilersiniz. Sadece, aşksız bir dünyanın çok ölümcül olacağını söylüyorum.
So now --
Şimdi de - (Alkış) - teşekkürler.
(Applause)
Thank you.
Bir öyküyle bitirmek istiyorum, ardından da sadece bir yorum.
I want to end with a story. And then, just a comment. I've been studying romantic love and sex and attachment for 30 years. I'm an identical twin; I am interested in why we're all alike. Why you and I are alike, why the Iraqis and the Japanese and the Australian Aborigines and the people of the Amazon River are all alike. And about a year ago, an Internet dating service, Match.com, came to me and asked me if I would design a new dating site for them. I said, "I don't know anything about personality. You know? I don't know. Do you think you've got the right person?" They said, "Yes." It got me thinking about why it is that you fall in love with one person rather than another.
Aşk ve sekse ve bağlılığı 30 yıldır araştırıyorum. Tek yumurta ikiziyim; niye hepimizin benzer olduğumuzla ilgileniyorum. Niye siz ve ben benzeriz, niye Iraklılar ve Japonlar ve Avusturalya yerlileri ve Amazon Nehri sakinleri birbirlerine benzer. Yaklaşık bir sene önce, Match.com adında bir İnternet'te arkadaş bulma servisi bana gelip, onlar için yeni bir arkadaş bulma sitesi tasarlamamı istedi. Dedim ki, "Ben kişilikle ilgili hiç bir şey bilmiyorum. Anlıyor musunuz? Bilemiyorum. Acaba doğru kişiden yardım istediğinizden emin misiniz?" "Evet" diye cevap verdiler. Bu yüzden, insanı birine aşık eden şeyin ne olduğunu merak etmeye başladım. Şimdi devam ettiğim proje bu; sonraki kitabım bununla ilgili olacak.
That's my current project; it will be my next book. There's all kinds of reasons that you fall in love with one person rather than another. Timing is important. Proximity is important. Mystery is important. You fall in love with somebody who's somewhat mysterious, in part because mystery elevates dopamine in the brain, probably pushes you over that threshold to fall in love. You fall in love with somebody who fits within what I call your "love map," an unconscious list of traits that you build in childhood as you grow up. And I also think that you gravitate to certain people, actually, with somewhat complementary brain systems. And that's what I'm now contributing to this.
Başkasına değil de o kişiye aşık olmanızı sağlayan bir çok şey var. Zamanlama önemli. Yakınlık önemli. Gizem önemli. Bir parça esrarengiz insanlara aşık olursunuz, bunun sebebi biraz da gizemin beyinde dopamini arttırması, sınırı geçip aşık olmanızı sağlıyor olabilir. Çocuklukta bilinçsiz bir şekilde listelendirdiğiniz özelliklere uyan insanlara aşık olursunuz, ben buna "aşk haritası" diyorum. Ayrıca bir de - bir takım insanlara doğru çekilirsiniz, aslında bunlar, nispeten tamamlayıcı beyin sistemleri olan insanlardır. Benim bu siteye katkım da bu olacak.
But I want to tell you a story, to illustrate. I've been carrying on here about the biology of love. I wanted to show you a little bit about the culture of it, too, the magic of it. It's a story that was told to me by somebody who had heard it just from one -- probably a true story. It was a graduate student -- I'm at Rutgers and my two colleagues -- Art Aron is at SUNY Stony Brook. That's where we put our people in the MRI machine.
Ama size bir öykü anlatmak isterim. Sürekli aşkın biyolojisini anlattım. Size biraz da kültürünü göstermek istiyorum - büyüsünü. Bu öyküyü bana ilk elden duymuş biri anlattı - herhalde gerçek bir öyküdür. Bu bahsedeceğim öğrenci, New York Eyalet Üniversitesi'nde - ben ve iki çalışma arkadaşım Rutgers Üniversitesi'ndeniz. Art Aaron da New York Eyalet Üniversitesi Stonybrook'ta. MRI makinalı deneyimizi burada gerçekleştirdik.
And this graduate student was madly in love with another graduate student, and she was not in love with him. And they were all at a conference in Beijing. And he knew from our work that if you go and do something very novel with somebody, you can drive up the dopamine in the brain, and perhaps trigger this brain system for romantic love.
Bu lisansüstü öğrencisi, başka bir lisansüstü öğrencisine deli gibi aşıkmış, ama aşkına karşılık bulamıyormuş. Pekin'de konferansa katılmışlar. Araştırmamızı okuduğu için, birisiyle yepyeni bir faaliyet yapınca beyinde dopamin seviyesini arttırabileceğini biliyordu. Bu da belki aşk sistematiğini tetikleyebilirdi. (Kahkaha)
(Laughter)
Dolayısıyla, bilimi, pratiğe geçirmeye karar verdi;
So he decided he'd put science to work. And he invited this girl to go off on a rickshaw ride with him.
ve bu kızı kendisiyle çekçek yolcuğuna davet etti. (Ç.N. Çin'de insanın çektiği iki tekerli araba)
And sure enough -- I've never been in one, but apparently they go all around the buses and the trucks and it's crazy and it's noisy and it's exciting. He figured that this would drive up the dopamine, and she'd fall in love with him. So off they go and she's squealing and squeezing him and laughing and having a wonderful time. An hour later they get down off of the rickshaw, and she throws her hands up and she says, "Wasn't that wonderful?" And, "Wasn't that rickshaw driver handsome!"
Gerçekten de - ben hiç binmedim, ama otobüslerin ve kamyonların arasından hızla geçtiği söyleniyor çok deli, çok gürültülü ve çok heyecanlıymış. Çocuk, bunun dopamin seviyesini arttırıp, kızı kendine aşık edebileceğini düşünmüş. Yola çıkmışlar, kız çığlıklar atıp çocuğa sarılıyormuş kahkaha atıyormuş, eğleniyormuş. Bir saat sonra çekçekten inmişler, kız kollarını sallayarak demiş ki: "Çok şahaneydi, değil mi?" ardından "Çekçek sürücüsü de ne kadar yakışıklıydı!"
(Laughter)
(Kahkaha) (Alkış)
(Applause)
There's magic to love!
İşte aşkın büyüsü!
(Applause)
Bitirirken şunu söylemek istiyorum: Milyonlarca yıl önce, üç temel dürtümüz evrimleşti:
But I will end by saying that millions of years ago, we evolved three basic drives: the sex drive, romantic love and attachment to a long-term partner. These circuits are deeply embedded in the human brain. They're going to survive as long as our species survives on what Shakespeare called "this mortal coil."
Seks dürtüsü, aşk ve uzun süreli eşe bağlılık. Bu devreler insan beyninde derinlere yerleşmişler. Türümüz varoldukça, Shakespeare'in "bu ölümlü hengame" diye adlandırdığı vücudumuzda varolacak.
Thank you.
Teşekkürler. (Alkış)
Chris Anderson: Helen Fisher!
(Applause)