I grew up with my identical twin, who was an incredibly loving brother. Now, one thing about being a twin is, it makes you an expert at spotting favoritism. If his cookie was even slightly bigger than my cookie, I had questions. And clearly, I wasn't starving.
İkiz kardeşimle beraber büyüdüm, inanılmaz derecede sevecen bir kardeşti. İkiz olmak sizi bir konuda uzman yapar; iltiması tespit etme. Onun kurabiyesi benimkinden azıcık olsun büyükse, kuşkulanırdım. Açlıktan ölmediğim ortada.
(Laughter)
(Gülme sesleri)
When I became a psychologist, I began to notice favoritism of a different kind; and that is, how much more we value the body than we do the mind. I spent nine years at university earning my doctorate in psychology, and I can't tell you how many people look at my business card and say, "Oh -- a psychologist. So, not a real doctor," as if it should say that on my card.
Psikolog olunca farklı tür bir iltimas fark ettim. O da vücuda akıldan daha çok değer veriyor olmamızdı. Psikoloji doktoramı hak etmek için üniversitede 9 sene geçirdim. Kaç insanın kartvizitime bakıp şöyle dediğini anlatamam: "Ha, psikolog. Yani gerçek doktor değilsin!" adeta kartımda belirtilmesi gerekmiş gibi.
[Dr. Guy Winch, Just a Psychologist (Not a Real Doctor)]
(Gülme sesleri)
(Laughter)
This favoritism we show the body over the mind -- I see it everywhere.
Vücudu akıldan üstün tutan bu iltiması, her yerde görüyorum.
I recently was at a friend's house, and their five-year-old was getting ready for bed. He was standing on a stool by the sink, brushing his teeth, when he slipped and scratched his leg on the stool when he fell. He cried for a minute, but then he got back up, got back on the stool, and reached out for a box of Band-Aids to put one on his cut. Now, this kid could barely tie his shoelaces, but he knew you have to cover a cut so it doesn't become infected, and you have to care for your teeth by brushing twice a day. We all know how to maintain our physical health and how to practice dental hygiene, right? We've known it since we were five years old. But what do we know about maintaining our psychological health? Well, nothing. What do we teach our children about emotional hygiene? Nothing. How is it that we spend more time taking care of our teeth than we do our minds? Why is it that our physical health is so much more important to us than our psychological health?
Geçenlerde bir arkadaşımın evindeydim. Beş yaşındaki çocuğu yatmaya hazırlanıyordu. Tabureye çıkmış lavaboda dişlerini fırçalarken kaydı ve düşerken bacağını tabureye sürterek çizdi. Bir dakika kadar ağladı. Sonra yerinden kalktı, tekrar tabureye çıktı ve yara bandı kutusuna uzandı, yarasının üzerine bir bant yapıştırmak için. Bu çocuk daha ayakkabısını bile zor bağlarken, yarasını kapatması gerektiğini, böylece iltihaplanmayacağını ve dişlerine bakmak için günde iki kere fırçalaması gerektiğini biliyor. Hepimiz bedensel sağlığımızı ve diş sağlığımızı nasıl koruyucağımızı biliyoruz, değil mi? Beş yaşından beri biliyoruz. Peki, zihinsel sağlığımızı korumak için ne yapıyoruz? Doğrusu hiçbir şey. Çocuklarımıza duygusal sağlık bilgisi hakkında ne öğretiyoruz? Hiçbir şey. Nasıl olur da dişlerimize aklımızdan daha çok zaman ayırırız? Zihinsel sağlığımız, bedensel sağlığımızdan neden çok daha önemlidir?
We sustain psychological injuries even more often than we do physical ones, injuries like failure or rejection or loneliness. And they can also get worse if we ignore them, and they can impact our lives in dramatic ways. And yet, even though there are scientifically proven techniques we could use to treat these kinds of psychological injuries, we don't. It doesn't even occur to us that we should. "Oh, you're feeling depressed? Just shake it off; it's all in your head." Can you imagine saying that to somebody with a broken leg: "Oh, just walk it off; it's all in your leg."
Oysa psikolojik yaralanmalar, bedensel yaralanmalardan daha sık başımıza gelir. Başarısızlık, reddedilme veya yalnızlık gibi yaralanmalar. Ve onlar da durumu görmezden gelirsek kötüleşebilir, hayatlarımızı derinden etkileyebilir. Psikolojik yaralanmalardan korunmak amacıyla kullanabileceğimiz, bilimsel olarak kanıtlanmış teknikler olmasına rağmen kullanmıyoruz. Kullanmamız gerektiği aklımıza bile gelmiyor. "Aa, canın mı sıkkın? Salla gitsin! İş kafanda bitiyor " Bunu ayağı kırık birine söylediğinizi düşünebiliyor musunuz? " Yürü git ya! Altı üstü bacak !"
(Laughter)
(Gülme sesleri)
It is time we closed the gap between our physical and our psychological health. It's time we made them more equal, more like twins.
Bedensel ve psikolojik sağlımız arasındaki boşluğu doldurma zamanı geldi. Şimdi ikisinede daha eşit davranma zamanı, tıpkı ikiz kardeşler gibi.
Speaking of which, my brother is also a psychologist. So he's not a real doctor, either.
Hazır ikiz demişken, kardeşim de benim gibi psikolog. Yani o da gerçek bir doktor değil.
(Laughter)
(Gülme sesleri)
We didn't study together, though. In fact, the hardest thing I've ever done in my life is move across the Atlantic to New York City to get my doctorate in psychology. We were apart then for the first time in our lives, and the separation was brutal for both of us. But while he remained among family and friends, I was alone in a new country. We missed each other terribly, but international phone calls were really expensive then, and we could only afford to speak for five minutes a week. When our birthday rolled around, it was the first we wouldn't be spending together. We decided to splurge, and that week, we would talk for 10 minutes.
Gerçi, onunla birlikte okumadık. Aslında, hayatımda yaptığım en zor şey psikoloji doktoramı almak için Atlantik'i aşıp New York'a gitmekti. Hayatımızda ilk defa birbirimizden ayrı düşmüştük ve ayrılık ikimiz için de katlanılmazdı. Fakat o, aile ve arkadaşlarımızla birlikteyken ben yepyeni bir ülkede tek başımaydım. Birbirimizi korkunç derecede özlüyorduk. Ama o dönemde uluslararası telefon görüşmeleri çok pahalıydı. Paramız ancak haftada beş dakika konuşmaya yetiyordu. Doğum günümüz geldiğinde bu bir ilkti ve birlikte olamayacaktık. Savurganlık yapıp, o hafta on dakika konuşmaya karar verdik.
(Laughter)
Sabah boyunca odamda volta atarak aramasını bekledim
I spent the morning pacing around my room, waiting for him to call -- and waiting ... and waiting. But the phone didn't ring. Given the time difference, I assumed, "OK, he's out with friends, he'll call later." There were no cell phones then. But he didn't. And I began to realize that after being away for over 10 months, he no longer missed me the way I missed him. I knew he would call in the morning, but that night was one of the saddest and longest nights of my life. I woke up the next morning. I glanced down at the phone, and I realized I had kicked it off the hook when pacing the day before. I stumbled out of bed, I put the phone back on the receiver, and it rang a second later. And it was my brother, and boy, was he pissed.
ve bekledim ve bekledim ama telefon çalmadı. Saat farkına vererek: " Tamam şimdi arkadaşlarıyla dışarıdadır sonra arayacaktır." diye düşündüm. O dönemde cep telefonları yoktu. Ama aramadı. Ayrı geçen on ayın sonunda fark etmeye başadım ki artık beni, benim onu özlediğim şekilde özlemiyordu. Sabah olunca arayacağını biliyordum ama o gece hayatımda geçirdiğim en üzgün ve en uzun gecelerden biriydi. Ertesi sabah kalktım. Yerdeki telefona baktım ve fark ettim ki bir önceki gün ortalıkta dolanırken ahizeyi yerinden oynatmışım. Yataktan fırladım. Ahizeyi yerine koydum ve koyduğum an telefon çaldı. Arayan kardeşimdi ve of, çok sinirliydi.
(Laughter)
(Gülme sesleri)
It was the saddest and longest night of his life as well. Now, I tried to explain what happened, but he said, "I don't understand. If you saw I wasn't calling you, why didn't you just pick up the phone and call me?" He was right. Why didn't I call him? I didn't have an answer then. But I do today, and it's a simple one: loneliness.
Onun da hayatının en üzgün ve en uzun gecesiymiş meğer. Neler olduğunu açıklamaya çalışıyordum. Ama o: "Anlamıyorum, aramadığımı gördüğünde neden telefonu eline alıp da sen aramadın?" dedi Haklıydı da, neden aramamıştım ki? O zaman verilecek bir cevabım yoktu ama bugün var. Ve cevap çok basit: Yanlızlık.
Loneliness creates a deep psychological wound, one that distorts our perceptions and scrambles our thinking. It makes us believe that those around us care much less than they actually do. It make us really afraid to reach out, because why set yourself up for rejection and heartache when your heart is already aching more than you can stand? I was in the grips of real loneliness back then, but I was surrounded by people all day, so it never occurred to me. But loneliness is defined purely subjectively. It depends solely on whether you feel emotionally or socially disconnected from those around you. And I did. There is a lot of research on loneliness, and all of it is horrifying. Loneliness won't just make you miserable; it will kill you. I'm not kidding. Chronic loneliness increases your likelihood of an early death by 14 percent. Fourteen percent! Loneliness causes high blood pressure, high cholesterol. It even suppress the functioning of your immune system, making you vulnerable to all kinds of illnesses and diseases. In fact, scientists have concluded that taken together, chronic loneliness poses as significant a risk for your long-term health and longevity as cigarette smoking. Now, cigarette packs come with warnings saying, "This could kill you." But loneliness doesn't. And that's why it's so important that we prioritize our psychological health, that we practice emotional hygiene. Because you can't treat a psychological wound if you don't even know you're injured. Loneliness isn't the only psychological wound that distorts our perceptions and misleads us.
Yalnızlık psikolojimizde oldukça derin bir yara açar. Öyle ki, algılarımızı bozar ve aklımızı karıştırır. Çevremizdekilerin bizi gerçekte olduğundan daha az önemsediklerini düşündürtür. Bizi, insanlara temasa geçmekten korkar hale getirir. Kalbin halihazırda dayanılmaz bir şekilde acıyorken kendini reddedilme ve kalp kırıklığı olasılığına neden açasın ki? O sıralar gerçekten yalnızlığın pençesindeydim. Bütün gün insanlarla iç içe olduğum hiç aklıma gelmedi. Yalnızlık kavramı, tamamen, kişisel olarak tanımlanır. Kişisel olarak kendinizi, sosyal veya duygusal anlamda etrafınızdaki insanlardan kopuk hissedip hissetmediğinize bağlıdır. Ben öyle hissediyordum. Yalnızlık üzerine yapılan pek çok araştırma var ve hepsi korkutucu. Yalnızlık sizi yalnızca perişan etmez, öldürür de. Şaka yapmıyorum. Kronik yalnızlık, erken yaşta ölme ihtimalinizi % 14 arttırır. % 14 arttırır! Yalnızlık, yüksek kan basıncına ve yüksek kolesterole neden olur. Bağışıklık sisteminizin çalışmasını baskılar, sizi her türlü rahatsızlık ve hastalığa karşı savunmasız hale getirir. Dahası bilim adamları, kronik yalnızlığın, uzun vadede sağlık ve yaşam süresini, en az sigara kadar çarpıcı ölçüde tehlikeye soktuğu konusunda fikir birliğine vardılar. Bugün sigara paketlerinin üzerinde "Sigara sizi öldürebilir" uyarısı var. Ama yalnızlık için uyarı yok. Bu yüzden duygusal sağlık bilgisini uygularken duygusal sağlığa öncelik vermemiz önemli. Eğer yaralandığınızın farkında değiseniz, psikolojik yaraları tedavi edemezsiniz. [Duygusal Acıya Dikkat Edin] Algılarımızı bozan ve bizi yanlış yönlendiren tek şey yalnızlık değildir.
Failure does that as well. I once visited a day care center, where I saw three toddlers play with identical plastic toys. You had to slide the red button, and a cute doggie would pop out. One little girl tried pulling the purple button, then pushing it, and then she just sat back and looked at the box with her lower lip trembling. The little boy next to her watched this happen, then turned to his box and burst into tears without even touching it. Meanwhile, another little girl tried everything she could think of until she slid the red button, the cute doggie popped out, and she squealed with delight. So: three toddlers with identical plastic toys, but with very different reactions to failure. The first two toddlers were perfectly capable of sliding a red button. The only thing that prevented them from succeeding was that their mind tricked them into believing they could not. Now, adults get tricked this way as well, all the time. In fact, we all have a default set of feelings and beliefs that gets triggered whenever we encounter frustrations and setbacks.
Başarısızlık da aynı şeyi yapar. Bir keresinde bir anaokulunu ziyaret etmiştim. Üç küçük çocuk, birbiriyle tıpatıp aynı oyuncaklarla oynuyorlardı. Kırmızı düğmeyi kaydırırsanız içinden sevimli bir köpek çıkıyordu. Küçük bir kız, mor düğmeyi çekmeyi denedi sonra da itmeyi. Olmayınca arkasına yasladı ve titreyen alt dudağıyla kutuya baktı. Yanındaki küçük oğlan olanları izledi sonra kendi kutusuna döndü daha kutuya dokunmadan gözyaşlarına boğuldu. Bu esnada başka bir kız, kırmızı düğmeyi kaydırana kadar aklına gelen her şeyi denedi sevimli köpek dışarı çıktı ve kız sevinçle bağırdı. Tıpatıp aynı oyuncağa sahip üç küçük çocuk, ama başarısızlığa karşı bambaşka tepkileri var. İlk ikisi de pekala kırmızı düğmeyi kaydırabilecek yetenekteydi. Başarılı olmalarına mani olan tek şey onları yanıltan ve yapamayacaklarına inandıran akıllarıydı. Yetişkinler de aynı bu şekilde, sürekli yanılıyorlar. Aslında hepimizin, ne zaman bir düş kırıklığına ve başarısızlığa uğrasak hazırda bekleyen ve tetiklenen bir takım duyguları ve inançları var.
Are you aware of how your mind reacts to failure? You need to be. Because if your mind tries to convince you you're incapable of something, and you believe it, then like those two toddlers, you'll begin to feel helpless and you'll stop trying too soon, or you won't even try at all. And then you'll be even more convinced you can't succeed. You see, that's why so many people function below their actual potential. Because somewhere along the way, sometimes a single failure convinced them that they couldn't succeed, and they believed it.
Aklınızın, başarısızlığa nasıl tepki gösterdiğinden haberdar mısınız ? Olmalısınız. Çünkü eğer aklınız sizi bir şeyi yapamayacağınız konusunda ikna ederse ve siz de inanırsanız, aynı o iki çocuk gibi siz de çaresiz hissetmeye başlar, ya çok çabuk pes eder ya da denemezsiniz bile. Sonra da başaramayacağınıza daha da ikna olursunuz. Bu yüzden pek çok insan gerçek potansiyellerinin altında kalıyor. Çünkü hayatlarının bir yerinde bazen tek bir başarısızlık, onları başaramayacaklarına ikna ediyor ve onlar da inanıyor.
Once we become convinced of something, it's very difficult to change our mind. I learned that lesson the hard way when I was a teenager with my brother. We were driving with friends down a dark road at night, when a police car stopped us. There had been a robbery in the area and they were looking for suspects. The officer approached the car, and shined his flashlight on the driver, then on my brother in the front seat, and then on me. And his eyes opened wide and he said, "Where have I seen your face before?"
Bir şeye ikna olduktan sonra fikrimizi değiştirmek çok zor. Ben bu dersi zor yoldan, kardeşimle, ergen bir çocukken öğrendim. Arkadaşlarımızla, gece karanlık bir yolda araba ile geziniyorduk. Polis arabası bizi durdurdu. Dolaştığımız bölgede bir soygun olmuştu ve şüphelileri arıyorlardı. Polis arabanın yanına geldi, fenerini önce sürücü koltuğundaki kardeşime sonra da bana tuttu. Gözleri kocaman açıldı ve "Senin suratını daha önce de gördüm" dedi.
(Laughter)
(Gülme sesleri)
And I said, "In the front seat."
Ben de "ön koltukta" dedim.
(Laughter)
(Gülme sesleri)
But that made no sense to him whatsoever, so now he thought I was on drugs.
Ama her nedense bu ona bir şey ifade etmedi. Şimdi de uyuşturucu etkisinde olduğumu düşünüyordu.
(Laughter)
(Gülme sesleri)
So he drags me out of the car, he searches me, he marches me over to the police car, and only when he verified I didn't have a police record, could I show him I had a twin in the front seat. But even as we were driving away, you could see by the look on his face he was convinced that I was getting away with something.
Beni arabadan çıkardı, üzerimi aradı, polis arabasının yanına götürdü ancak sabıkam olmadığını teyit ettikten sonra ön koltukta oturan kişinin ikizim olduğunu gösterebildim. Arabayla uzaklaşırken bile bende yanlış bir şey olduğunu düşündüğü suratından okunuyordu.
(Laughter)
Bir kez ikna olduk mu fikrimizi değiştirmek zordur.
Our mind is hard to change once we become convinced. So it might be very natural to feel demoralized and defeated after you fail. But you cannot allow yourself to become convinced you can't succeed. You have to fight feelings of helplessness. You have to gain control over the situation. And you have to break this kind of negative cycle before it begins.
Dolayısıyla başarısız olduktan sonra cesaretinizin kırılması çok doğal olabilir. Ama başaramayacağınıza ikna olmaya izin veremezsiniz. Çaresizliklik duygusuyla savaşmak zorundasınız. Durumun kontrolünü elinize almalısınız ve daha başlamadan bu olumsuz döngüyü kırmalısınız. [Duygusal Kanamayı Durdurun]
[Stop Emotional Bleeding]
Aklımız ve duygularımız,
Our minds and our feelings -- they're not the trustworthy friends we thought they were. They're more like a really moody friend, who can be totally supportive one minute, and really unpleasant the next. I once worked with this woman who, after 20 years marriage and an extremely ugly divorce, was finally ready for her first date. She had met this guy online, and he seemed nice and he seemed successful, and most importantly, he seemed really into her. So she was very excited, she bought a new dress, and they met at an upscale New York City bar for a drink. Ten minutes into the date, the man stands up and says, "I'm not interested," and walks out. Rejection is extremely painful. The woman was so hurt she couldn't move. All she could do was call a friend. Here's what the friend said: "Well, what do you expect? You have big hips, you have nothing interesting to say. Why would a handsome, successful man like that ever go out with a loser like you?" Shocking, right, that a friend could be so cruel? But it would be much less shocking if I told you it wasn't the friend who said that. It's what the woman said to herself. And that's something we all do, especially after a rejection. We all start thinking of all our faults and all our shortcomings, what we wish we were, what we wish we weren't. We call ourselves names. Maybe not as harshly, but we all do it. And it's interesting that we do, because our self-esteem is already hurting. Why would we want to go and damage it even further? We wouldn't make a physical injury worse on purpose. You wouldn't get a cut on your arm and decide, "Oh! I know -- I'm going to take a knife and see how much deeper I can make it."
düşündüğümüz kadar güvenilir arkadaşlar değil. Daha çok dengesiz bir arkadaşa benziyorlar. Son derece destekleyici olabilirken aniden gerçekten sevimsizleşebiliyor. Bir kadın hastam olmuştu. 20 yıllık evlilikten sonra çok çirkin bir boşanma süreci yaşamıştı ve nihayet ilk buluşmasına hazırdı. İnternetten bir adamla tanıştı. Adam iyi, başarılı ve en önemlisi onunla gerçekten ilgileniyor görünüyordu. Kadın çok heyecanlıydı, yeni bir elbise aldı ve şık bir New York barında buluştular. Buluşmadan on dakika sonra adam ayağa kalkıp "senle ilgilenmiyorum" diyor ve gidiyor. Rededilmek son derece acı vericidir. Kadın o kadar incindi ki olduğu yerde kalakaldı. Tek yapabildiği bir arkadaşını aramak oldu. Arkadaşı şöyle dedi: " İyi de ne bekliyordun? Kocaman kalçaların var, söyleyecek ilginç hiçbir şeyin yok, neden yakışıklı, başarılı bir adam senin gibi bir ezikle çıksın?" Sarsıcı değil mi? Nasıl bir arkadaş bu kadar acımasız olabilir? Ama bunların bir arkadaşın lafları olmadığını söylesem bu kadar çarpıcı olmazdı. Bunları söyleyen kadının kendisiydi. Bu hepimizin yaptığı bir şey, özellikle de reddedilmenin ardından. Hepimiz hatalarımızı ve eksiklerimizi, ne istediğimizi, ne yapamadığımızı düşünmeye başlar, kendimize isimler takarız. Belki bu kadar sert değil ama hepimiz yapıyoruz. İlginç, çünkü özsaygımız zaten yara almış durumda. Neden daha da ileri gidip yaraya tuz basıyoruz? Oysa bedensel bir yaraya kasten tuz basmayız. "Tamam! Bakalım, bıçağı ne kadar derine sokabileceğim." diye, kolunuza kesik atmayı düşünmezsiniz.
But we do that with psychological injuries all the time. Why? Because of poor emotional hygiene. Because we don't prioritize our psychological health. We know from dozens of studies that when your self-esteem is lower, you are more vulnerable to stress and to anxiety; that failures and rejections hurt more, and it takes longer to recover from them. So when you get rejected, the first thing you should be doing is to revive your self-esteem, not join Fight Club and beat it into a pulp. When you're in emotional pain, treat yourself with the same compassion you would expect from a truly good friend.
Ama ruhsal yaralanmalarda bunu her zaman yapıyoruz. Peki neden? Yetersiz duygusal sağlık bilgisinden. Psikolojik sağlığımıza öncelik vermediğimizden. Yapılan onlarca çalışmadan biliyoruz ki özsaygınız düşükken baskı ve gerilime karşı daha kırılgan oluyor, başarısızlıklar ve reddedilme daha dayanılmaz oluyor ve iyileşmeniz uzuyor. Yani reddedildiğinizde ilk yapmanız gereken şey özsaygınızı canladırmak, Dövüş Klubü'ne katılıp haşatınızı çıkarmak değil. Duygusal olarak yaralandığınızda kendinize gerçek bir dostan beklediğiniz şevkatle yaklaşın. [Özsaygını Koru]
[Protect Your Self-Esteem]
We have to catch our unhealthy psychological habits and change them. And one of unhealthiest and most common is called rumination. To ruminate means to chew over. It's when your boss yells at you or your professor makes you feel stupid in class, or you have big fight with a friend and you just can't stop replaying the scene in your head for days, sometimes for weeks on end. Now, ruminating about upsetting events in this way can easily become a habit, and it's a very costly one, because by spending so much time focused on upsetting and negative thoughts, you are actually putting yourself at significant risk for developing clinical depression, alcoholism, eating disorders, and even cardiovascular disease.
Sağlıksız psikolojik alışkanlıklarımızı fark etmeli ve değiştirmeliyiz. Bunlardan en sağlıksızı ve en yaygını; geviş getirmek. Geviş getirmek, tekraren çiğnemek demek. Patronunuz size bağırdığında, hocanız sınıfta sizi aptal durumuna düşürdüğünde veya arkadaşınızla kavga ettiğinizde, kafanızda günlerce bazen haftalarca dönüp duran ve durduramadığız sahnedir. Üzücü olay hakkındaki düşüncelerinizi, geviş getirmek kolaylıkla bir alışkanlığa dönüşebilir ve bedeli ağırdır. Üzücü ve olumsuz düşüncelere odaklanıp zamanını harcarken kendinizi gerçekten önemli bir riske atıyorsunuz: klinik depresyon, alkolizm, yeme bozukluğu ve hatta kalp hastalıkları.
The problem is, the urge to ruminate can feel really strong and really important, so it's a difficult habit to stop. I know this for a fact, because a little over a year ago, I developed the habit myself. You see, my twin brother was diagnosed with stage 3 non-Hodgkin's lymphoma. His cancer was extremely aggressive. He had visible tumors all over his body. And he had to start a harsh course of chemotherapy. And I couldn't stop thinking about what he was going through. I couldn't stop thinking about how much he was suffering, even though he never complained, not once. He had this incredibly positive attitude. His psychological health was amazing. I was physically healthy, but psychologically, I was a mess. But I knew what to do. Studies tell us that even a two-minute distraction is sufficient to break the urge to ruminate in that moment. And so each time I had a worrying, upsetting, negative thought, I forced myself to concentrate on something else until the urge passed. And within one week, my whole outlook changed and became more positive and more hopeful.
Esas sorun geviş getirmekte ısrar etmek. O kadar güçlü ve baskın bir his ki bu alışkanığı durdurmak çok zor Biliyorum çünkü bir seneyi biraz aşkın bir süre evvel kendim de bu alışkanlığı edindim. Kardeşime üçüncü evre, Hodgkin dışı lenfoma teşhisi kondu. Kanseri ileri derecede saldırgandı. Tüm vücudunda görülebilir urlar vardı. Sarsıcı bir kemoterapi sürecine girdi. Kendimi, onun neler yaşadığını düşünmekten alıkoyamıyordum. Tek bir kez bile şikayet etmemiş olsa da, kendimi, onun nasıl acı çektiğini düşünmekten alamıyordum. İnanılmaz olumlu bir tutumu vardı. Psikolojik sağlığı fevkaledeydi. Ben bedensel olarak sağlıklıydım ama psikolojik olarak tam bir enkazdım. Yine de ne yapacağımı biliyordum. Çalışmalar, geviş getirme isteğini engellemekte iki dakikalık bir dikkat dağıtımının bile yeterli olduğunu gösteriyor. Ne zaman endişelensem, üzülsem, olumsuz bir düşünsem olsa bu baskıdan kurtulmak için kendimi, başka bir şeye konsantre olmaya zorluyordum. Bir hafta içinde tüm görünüşüm değişti. Daha olumlu ve umutlu bir hale geldim.
[Battle Negative Thinking]
[Olumsuz Düşünceyle Savaş]
Nine weeks after he started chemotherapy, my brother had a CAT scan, and I was by his side when he got the results. All the tumors were gone. He still had three more rounds of chemotherapy to go, but we knew he would recover. This picture was taken two weeks ago.
Kemoterapi başladıktan dokuz hafta sonra kardeşimin CAT tarama sonuçları geldiğinde yanındaydım ve elini tutuyordum. Tüm urlar yok olmuştu. Daha bir kaç defa kemoterapi görmesi gerekiyordu ama iyileşeceğini biliyorduk. Bu fotoğraf bir kaç hafta önce çekildi.
By taking action when you're lonely, by changing your responses to failure, by protecting your self-esteem, by battling negative thinking, you won't just heal your psychological wounds, you will build emotional resilience, you will thrive. A hundred years ago, people began practicing personal hygiene, and life expectancy rates rose by over 50 percent in just a matter of decades. I believe our quality of life could rise just as dramatically if we all began practicing emotional hygiene.
Yalnızken eyleme geçerek, başarısızlık karşısındaki tepkinizi değiştirerek özsaygınızı koruyarak, olumsuz düşüncelerle savaşarak, sadece psikolojik yaralarınızı iyileştirmeyeceksiniz, duygusal esneklik kazanacak, serpilip gelişeceksiniz. Yüzyıl önce insanlar, kişisel sağlık bilgisi üzerinde çalışmaya başladığından beri yaşam beklentileri %50'nin üzerinde arttı. Birkaç on yıl kadar kısa bir sürede. İnanıyorum ki hepimiz duygusal sağlık bilgisi üzerinde çalışırsak yaşam kalitemiz de bu kadar çarpıcı şekilde değişecektir.
Can you imagine what the world would be like if everyone was psychologically healthier? If there were less loneliness and less depression? If people knew how to overcome failure? If they felt better about themselves and more empowered? If they were happier and more fulfilled? I can, because that's the world I want to live in. And that's the world my brother wants to live in as well. And if you just become informed and change a few simple habits, well -- that's the world we can all live in.
Herkesin psikolojik sağlığının daha iyi olduğu bir dünyanın nasıl olabileceğini hayal edebilir misiniz? Daha az yalnızlık ve daha az depresyon olsa. İnsanlar başarısızlıklarının üstesinden nasıl geleceklerini bilseler. Kendilerini daha iyi ve daha güçlü hissetseler. Daha mutlu ve daha başarılı olsalar. Ben hayal edebiliyorum çünkü bu benim yaşamak istediğim dünya. Keza bu dünya, kardeşimin de yaşamak istediği dünya. Sadece bilgilenir ve basit bir kaç alışkanlığı değiştirebilirseniz, bu dünya, hepimizin yaşayabileceği dünya olur.
Thank you very much.
Çok teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkış sesleri)