This will not be a speech like any one I have ever given. I will talk to you today about the failure of leadership in global politics and in our globalizing economy. And I won't provide some feel-good, ready-made solutions. But I will in the end urge you to rethink, actually take risks, and get involved in what I see as a global evolution of democracy.
Bu daha önce yaptıklarıma benzer bir konuşma olmayacak. Bugün size küresel siyasette ve küreselleşen ekonomimizde başarısız liderlikten bahsedeceğim. Ve İyi hissettiren hazır çözümlerden sunmayacağım. Ama sonunda sizi; yeniden düşünmeniz, risk almanız ve demokrasinin küresel evrimi olarak gördüğüm şeye dahil olmanız için teşvik edeceğim.
Failure of leadership. What is the failure of leadership today? And why is our democracy not working? Well, I believe that the failure of leadership is the fact that we have taken you out of the process. So let me, from my personal experiences, give you an insight, so that you can step back and maybe understand why it is so difficult to cope with the challenges of today and why politics is going down a blind alley.
Başarısız liderlik. Günümüzde başarısız liderlik nedir? Demokrasilerimiz neden çalışmamaktadır? Ben başarısız liderliğin, sizi sürecin dışına itmemizden kaynaklandığını düşünüyorum. Bundan dolayı, şahsi tecrübelerimden yola çıkarak, size bir bakış açısı sunayım; siz de bir an düşünüp, bugünün zorluklarıyla başa çıkmanın neden bu kadar zor olduğunu ve siyasetin neden kör bir vadiye doğru gittiğini belki anlarsınız.
Let's start from the beginning. Let's start from democracy. Well, if you go back to the Ancient Greeks, it was a revelation, a discovery, that we had the potential, together, to be masters of our own fate, to be able to examine, to learn, to imagine, and then to design a better life. And democracy was the political innovation which protected this freedom, because we were liberated from fear so that our minds in fact, whether they be despots or dogmas, could be the protagonists. Democracy was the political innovation that allowed us to limit the power, whether it was of tyrants or of high priests, their natural tendency to maximize power and wealth.
En başından başlayalım. Demokrasiden başlayalım. Antik Yunan'a dönüp baktığınızda, birlikte kendi kaderimizin efendisi olma, inceleyebilme, öğrenebilme, hayal kurama ve sonrasında daha iyi bir hayat tasarlama potansiyeli bir aydınlanma ve keşifti. Demokrasi de bu özgürlüğü koruyan siyasi yenilikti. Çünkü, kendi fikirlerimiz başrolü oynayabilsin diye gerek despotların gerekse dogmaların korkusundan uzaktık. Demokrasi; gerek zorba hükümdarların, gerekse yüce rahiplerin güçlerini ve güç ve zenginliklerini artırma yönündeki doğal eğilimlerini kısıtlamamıza imkan sağlayan siyasi yenilikti.
Well, I first began to understand this when I was 14 years old. I used to, to try to avoid homework, sneak down to the living room and listen to my parents and their friends debate heatedly. You see, then Greece was under control of a very powerful establishment which was strangling the country, and my father was heading a promising movement to reimagine Greece, to imagine a Greece where freedom reigned and where, maybe, the people, the citizens, could actually rule their own country.
Bunu ilk defa 14 yaşındayken anlamaya başlamıştım. Ev ödevlerinden kaçıp, oturma odasına inmeye, annem ve babam arkadaşlarıyla sıcak tartışmalar yaparken dinlemeye çalışırdım. O zaman Yunanistan ülkeyi boğan güçlü bir kurumun kontrolü altındaydı. Babam, yeniden bir Yunanistan hayal eden, özgürlüğün hakim olduğu ve belki de halkın, vatandaşların esasen kendi ülkelerini yönetebilecekleri bir Yunanistan'ın hayalini kuran ve umut vadeden bir hareketin başındaydı.
I used to join him in many of the campaigns, and you can see me here next to him. I'm the younger one there, to the side. You may not recognize me because I used to part my hair differently there.
Mitinglerinin çoğunda ona katılırdım. Bu fotoğrafta hemen yanında beni görebilirsiniz. Hemen yanında, genç olan benim. Orada saçlarımı farklı şekilde ayırdığım için belki beni tanıyamayabilirsiniz.
(Laughter)
(Kahkaha)
So in 1967, elections were coming, things were going well in the campaign, the house was electric. We really could sense that there was going to be a major progressive change in Greece.
1967'de seçimler yaklaşıyordu ve mitinglerde her şey çok iyi gidiyordu. Evde çok heyecanlıydı. Yunanistan'da ilerleyen dönemde büyük bir değişim olacağını gerçekten sezebiliyorduk.
Then one night, military trucks drive up to our house. Soldiers storm the door. They find me up on the top terrace. A sergeant comes up to me with a machine gun, puts it to my head, and says, "Tell me where your father is or I will kill you." My father, hiding nearby, reveals himself, and was summarily taken to prison.
Sonra bir gece, askeri kamyonlar bizim evin önüne park etti. Askerler kapıları çarparak girdi. Üst kattaki terasta beni buldular. Makineli tüfekle bir çavuş bana gedi, kafama silahı dayadı ve "Babanın nerede olduğunu söyle, yoksa öldürürüm." dedi. Yakın bir yerde saklanan babam ortaya çıktı ve özetle hapse alındı.
Well, we survived, but democracy did not. Seven brutal years of dictatorship which we spent in exile.
Biz hayatta kaldık, ama demokrasi öldü. Zalim diktatörlüğün hüküm sürdüğü yedi yıl boyunca sürgündeydik.
Now, today, our democracies are again facing a moment of truth. Let me tell you a story. Sunday evening, Brussels, April 2010. I'm sitting with my counterparts in the European Union. I had just been elected prime minister, but I had the unhappy privilege of revealing a truth that our deficit was not 6 percent, as had been officially reported only a few days earlier before the elections by the previous government, but actually 15.6 percent. But the deficit was only the symptom of much deeper problems that Greece was facing, and I had been elected on a mandate, a mission, actually, to tackle these problems, whether it was lack of transparency and accountability in governance, or whether it was a clientelistic state offering favors to the powerful -- tax avoidance abetted and aided by a global tax evasion system, politics and media captured by special interests. But despite our electoral mandate, the markets mistrusted us. Our borrowing costs were skyrocketing, and we were facing possible default.
Günümüzde demokrasilerimiz kritik bir durumla yüz yüze. Size bir hikaye anlatayım. Pazar akşamı, Nisan 2010'da, Brüksel'de. Avrupa Birliği'nden meslektaşlarımla oturuyorum. Daha yeni başbakan seçilmişim, ama bütçe açığımızın bir kaç gün önce seçimlerden evvel önceki hükümet tarafından resmen açıklandığı gibi açıklandığı gibi yüzde 6 değil de aslında yüzde 15.6 olduğunu açıklamak gibi meşum bir imtiyaza sahiptim. Ancak bütçe açığı Yunanistan'ın yüz yüze olduğu çok daha derin sorunların sadece emaresiydi. Ben de aslında bu sorunları bertaraf etmek için görevli, vekil olarak seçilmiştim. Gerek şeffaflık ve yönetimde hesap verilebilirlik eksikliği, gerekse küresel vergi kaçırma sisteminin de etkisiyle, güçlüyü vergi kaçırma gibi bir çok şekilde destekleyen müşteri tabanlı devlet anlayışı ve kişisel menfaatlerin girdabına yakalanmış siyaset ve medya. Ancak seçimle bize verilen görevlere rağmen, piyasalar bize pek de güvenmedi. Borçlanma maliyetlerimiz aldı başını gitti ve görevi yerine getirememekle yüz yüzeydik.
So I went to Brussels on a mission to make the case for a united European response, one that would calm the markets and give us the time to make the necessary reforms. But time we didn't get. Picture yourselves around the table in Brussels. Negotiations are difficult, the tensions are high, progress is slow, and then, 10 minutes to 2, a prime minister shouts out, "We have to finish in 10 minutes."
Piyasaları sakinleştirip gerekli reformları yapmak için bize zaman kazandıracak ortak bir Avrupa tepkisini mevzu etmek üzere Brüksel'e göreve gittim. Ama zamanımız olmadı. Kendinizi Brüksel'de bir masanın etrafında hayal edin. Müzakereler çetin, sinirler gergin, ilerleme yavaş, sonra ikiye on kala başbakanlardan biri bağırıyor, "10 dakika içinde bitirmemiz lazım."
I said, "Why? These are important decisions. Let's deliberate a little bit longer."
"Neden? Bunlar önemli kararlar. Uzun uzadıya tartışalım." dedim.
Another prime minister comes in and says, "No, we have to have an agreement now, because in 10 minutes, the markets are opening up in Japan, and there will be havoc in the global economy."
Başka bir başbakan içeri girdi ve "Hayır, şimdi bir mutabakat sağlamamız gerekiyor, çünkü 10 dakika içinde Japonya'da piyasalar mesaiye başlıyor, küresel ekonomide yıkım olur." dedi.
We quickly came to a decision in those 10 minutes. This time it was not the military, but the markets, that put a gun to our collective heads. What followed were the most difficult decisions in my life, painful to me, painful to my countrymen, imposing cuts, austerity, often on those not to blame for the crisis. With these sacrifices, Greece did avoid bankruptcy and the eurozone avoided a collapse.
O on dakika içinde hızlıca bir karara vardık. Hepimizin başına silahı dayayan bu kez ordu değil de piyasalardı. Sonrasında, genelde krizde hiç bir suçu olmayanlara kemer sıkma politikalarını ve kesintileri dayatarak vatandaşlarıma olduğu kadar bana da acı gelen, hayatımın en zor kararlarını vermek zorunluluğuyla karşı karşıya kaldım. Bu fedakarlıklarla, Yunanistan iflasın, AB'de çöküşün eşiğinden döndü.
Greece, yes, triggered the Euro crisis, and some people blame me for pulling the trigger. But I think today that most would agree that Greece was only a symptom of much deeper structural problems in the eurozone, vulnerabilities in the wider global economic system, vulnerabilities of our democracies. Our democracies are trapped by systems too big to fail, or, more accurately, too big to control. Our democracies are weakened in the global economy with players that can evade laws, evade taxes, evade environmental or labor standards. Our democracies are undermined by the growing inequality and the growing concentration of power and wealth, lobbies, corruption, the speed of the markets or simply the fact that we sometimes fear an impending disaster, have constrained our democracies, and they have constrained our capacity to imagine and actually use the potential, your potential, in finding solutions.
Avro krizini, evet, Yunanistan tetikledi ve bazı insanlar bununla beni suçluyor. Ama bence bir çok insan Yunanistan'ın euro bölgesindeki çok daha derin yapısal sorunların, daha geniş küresel ekonomik sistemdeki zaafiyetlerin ve demokrasilerimizdeki zaafiyetlerin bir belirtisi olduğunda ittifak edecektir. Bizim demokrasilerimiz başarısızlığa uğrayamayacak kadar büyük, veya daha doğrusu, kontrol edilemeyecek kadar büyük sistemlerin kıskacındadır. Bizim demokrasilerimizi; küresel ekonomide kanunlardan, vergilerden, çevre ve çalışma standartlarından kaçabilen oyuncular zayıflatıyor. Bizim demokrasilerimizin kuyusunu; artan eşitsizlik, güç ve zenginliğin giderek bir elde toplanması, lobiler, yozlaşma ve piyasaların hızı kazdı. Yahut, bazen beklemede olan felaket korkusu demokrasilerimizi zayıflattı. Tabi aynı zamanda hayal kurup çözüm üretme potansiyelini yani sizin potansiyelinizi kullanma kapasitemizi de zayıflattı.
Greece, you see, was only a preview of what is in store for us all. I, overly optimistically, had hoped that this crisis was an opportunity for Greece, for Europe, for the world, to make radical democratic transformations in our institutions. Instead, I had a very humbling experience. In Brussels, when we tried desperately again and again to find common solutions, I realized that not one, not one of us, had ever dealt with a similar crisis. But worse, we were trapped by our collective ignorance. We were led by our fears. And our fears led to a blind faith in the orthodoxy of austerity. Instead of reaching out to the common or the collective wisdom in our societies, investing in it to find more creative solutions, we reverted to political posturing. And then we were surprised when every ad hoc new measure didn't bring an end to the crisis, and of course that made it very easy to look for a whipping boy for our collective European failure, and of course that was Greece. Those profligate, idle, ouzo-swilling, Zorba-dancing Greeks, they are the problem. Punish them! Well, a convenient but unfounded stereotype that sometimes hurt even more than austerity itself.
Gördüğünüz gibi Yunanistan hepimizin kaderinin sadece bir önizlemesiydi. Ben, gayet iyimser bir halde, bu krizin Yunanistan, Avrupa ve dünya adına kurumlarımızda köklü demokratik dönüşümler yapmak için bir fırsat olmasını ummuştum. Ama çok aşağılayıcı bir tecrübe edindim. Brüksel'de çaresizce tekrar tekrar ortak çözümler bulmaya çalışırken hiç kimsenin, hem de hiç birimizin daha önce böyle bir krizle uğraşmadığını farkettim. Ama daha da kötüsü, ortak cehaletimizin esareti altındaydık. Bizi korkularımız yönlendiriyordu. Korkularımız da bizi kemer sıkma politikasının kör kuyusuna itti. Toplumlarımızdaki toplu veya ortak irfana ulaşmak ve daha üretken çözümler bulmak adına onlara yatırım yapmak yerine siyasi duruşa tenezzül ettik. Sonra her yeni doğaçlama önlem krizin sonunu getirmediğinde şaşırdık ve tabiki bu da Avrupadaki toplu başarısızlığımız için bir şamar oğlanı bulmanın yolunu açtı. Elbetteki bu şamar oğlanı Yunanistan'dı. O savurgan, boş boş gezen, içip içip kaba danslar eden Yunanlılar, sorun onlar. Cezalandırın onları! Bu, bazen kemer sıkma politikasından daha çok can yakan uygun ama asılsız bir klişedir.
But let me warn you, this is not just about Greece. This could be the pattern that leaders follow again and again when we deal with these complex, cross-border problems, whether it's climate change, whether it's migration, whether it's the financial system. That is, abandoning our collective power to imagine our potential, falling victims to our fears, our stereotypes, our dogmas, taking our citizens out of the process rather than building the process around our citizens. And doing so will only test the faith of our citizens, of our peoples, even more in the democratic process.
Ancak sizi uyarayım; bu sadece Yunanistan ile alakalı bir durum değil. Bu; ister iklim değişikliği olsun, ister göç olsun, isterse finansal sistem olsun bu tarz karmaşık ve sınır ötesi sıkıntılarla başa çıkarken liderlerin tekrar tekrar kullandıkları model. Yani imkanlarımızı düşünme toplu gücünü terk etmek; korkularımızın, basmakalıplarımızın ve inançlarımızın kurbanı olmak ve süreci vatandaşlarımızla inşa etmek yerine onları sürece dahil etmemek. Bu şekilde hareket ederek demokratik süreçte sadece vatandaşlarımızın, halkımızın sabrını denemiş olacağız.
It's no wonder that many political leaders, and I don't exclude myself, have lost the trust of our people. When riot police have to protect parliaments, a scene which is increasingly common around the world, then there's something deeply wrong with our democracies. That's why I called for a referendum to have the Greek people own and decide on the terms of the rescue package. My European counterparts, some of them, at least, said, "You can't do this. There will be havoc in the markets again." I said, "We need to, before we restore confidence in the markets, we need to restore confidence and trust amongst our people."
Bir çok siyasi lider, buna ben de dahil olmak üzere, halkımızın güvenini kaybettik. İsyan bastırma polisi meclisleri korumak zorunda kaldığında ki dünya çapında giderek artan bir vaka o takdirde demokrasilerimizde derin yanlışlıklar var demektir. İşte bu yüzden Yunanlıların kurtarma paketinin şartlarına karar verip bu paketi sahiplenmeleri için referandum talebinde bulundum. Avrupalı mevkidaşlarım, en azından bazıları: "Bunu yapamazsın. Piyasalarda yine kargaşa çıkar." dediler. Ben de "Piyasalarda güveni yeniden tesis etmezden evvel halkımız arasında güven ve itimadı tesis etmeliyiz." dedim.
Since leaving office, I have had time to reflect. We have weathered the storm, in Greece and in Europe, but we remain challenged. If politics is the power to imagine and use our potential, well then 60-percent youth unemployment in Greece, and in other countries, certainly is a lack of imagination if not a lack of compassion. So far, we've thrown economics at the problem, actually mostly austerity, and certainly we could have designed alternatives, a different strategy, a green stimulus for green jobs, or mutualized debt, Eurobonds which would support countries in need from market pressures, these would have been much more viable alternatives. Yet I have come to believe that the problem is not so much one of economics as it is one of democracy.
Görevi bıraktığımdan beri düşünmeye zamanım oldu. Yunanistan'da ve Avrupa'da fırtınayı biz tetikledik, ama işimiz kolay değil. Siyaset, hayal edip kabiliyetimizi kullanma gücüyse, o takdirde Yunanistan'da ve diğer ülkelerdeki yüzde 60 işsiz genç nüfus merhamet noksanlığından değilse kesin hayal edebilme noksanlığındandır. Şimdiye kadar hep ekonomiyi sorunmuş gibi gösterdik, aslında çoğunlukla da kemer sıkma politikasını. Kesinlikle alternatifler üretebilirdik. Farklı bir strateji, yeşil işler için yeşil teşvikler veya karşılıklı borçlanmalar, muhtaç ülkeleri piyasa baskısından kurtaracak euro bonoları. Bunlar çok daha uygun alternatifler olabilirdi. Ama ben sorunun bir ekonomi sorunu olmaktan çok bir demokrasi sorunu olduğuna inanmaya başladım.
So let's try something else. Let's see how we can bring people back to the process. Let's throw democracy at the problem. Again, the Ancient Greeks, with all their shortcomings, believed in the wisdom of the crowd at their best moments. In people we trust. Democracy could not work without the citizens deliberating, debating, taking on public responsibilities for public affairs. Average citizens often were chosen for citizen juries to decide on critical matters of the day. Science, theater, research, philosophy, games of the mind and the body, they were daily exercises. Actually they were an education for participation, for the potential, for growing the potential of our citizens.
Peki bir de başka bir şey deneyelim. Halkı sürece yeniden nasıl dahil ederiz ona bir bakalım. Sorunu bir de demokraside arayalım. Yine Antik Yunanlılar tüm eksiklikleriyle beraber en iyi zamanlarında topluluğun hikmetine inanmışlardı.Yalnız halka güveniriz. Demokrasi; düşünen, tartışan ve kamu meseleleri için kamu sorumlulukları alan vatandaşlar olmaksızın işleyemezdi. Ortalama vatandaşlar günün kritik meseleleri hakkında karar vermek üzere jüri heyetliğine seçilirdi. Bilim, tiyatro, araştırma, felsefe, akıl ve beden oyunları gibi şeyler hep günlük hayatta icra edilen şeylerdi. Aslında bunlar katılma, kabiliyet ve vatandaşlarımızın yeteneklerini artırma eğitimiydi.
And those who shunned politics, well, they were idiots. You see, in Ancient Greece, in ancient Athens, that term originated there. "Idiot" comes from the root "idio," oneself. A person who is self-centered, secluded, excluded, someone who doesn't participate or even examine public affairs. And participation took place in the agora, the agora having two meanings, both a marketplace and a place where there was political deliberation. You see, markets and politics then were one, unified, accessible, transparent, because they gave power to the people. They serve the demos, democracy. Above government, above markets was the direct rule of the people.
Siyasetten kaçanlar da idiotlardı. Bildiğiniz gibi bu terim aslını orada, Antik Yunanistan'da, Antik Atina'da bulmuştur. "İdiot" kendisi anlamına gelen "idio" kökünden gelir. Ben merkezli, toplumdan uzak, hariç tutulmuş, kamu meselelerini incelemeyen ve katılmayan kişi demektir. Katılım agoralarda meydana gelirdi. Agora'nın iki anlamı vardır: Hem pazar hem de siyasi düşüncenin yapıldığı yer demektir. Gördüğünüz gibi piyasa ve siyaset o zamanlar tek, bütünleşmiş, ulaşılabilir, şeffaf vaziyetteydi. Çünkü gücü halka veriyordu. Halka ve halkın kendini yönetmesi anlayışına hizmet ediyordu. Yönetimin ve piyasanın da üstünde halkın doğrudan yönetme yetkisi vardı.
Today we have globalized the markets but we have not globalized our democratic institutions. So our politicians are limited to local politics, while our citizens, even though they see a great potential, are prey to forces beyond their control.
Günümüzde piyasaları küreselleştirdik ama demokratik kurumlarımızı küreselleştirmedik. Yani siyasetçilerimiz yerel siyasetle sınırlandırılmış durumda. Diğer yandan vatandaşlarımız, her ne kadar büyük kabiliyet görseler de, kontrollerinin ötesindeki güçlerin avı olmaktan öteye gidemiyorlar.
So how then do we reunite the two halves of the agora? How do we democratize globalization? And I'm not talking about the necessary reforms of the United Nations or the G20. I'm talking about, how do we secure the space, the demos, the platform of values, so that we can tap into all of your potential?
Peki o halde agoranın o iki yarısını tekrar nasıl birleştirebiliriz? Küreselleşmeyi nasıl demokratikleştirebiliriz? Burada Birleşmiş Milletler ve G20'nin gerekli reformlarından bahsetmiyorum. Değerler meydanını, halkı ve alanı nasıl temin ederiz de sizin potansiyelinizi açığa çıkartırız, ondan bahsediyorum.
Well, this is exactly where I think Europe fits in. Europe, despite its recent failures, is the world's most successful cross-border peace experiment. So let's see if it can't be an experiment in global democracy, a new kind of democracy. Let's see if we can't design a European agora, not simply for products and services, but for our citizens, where they can work together, deliberate, learn from each other, exchange between art and cultures, where they can come up with creative solutions. Let's imagine that European citizens actually have the power to vote directly for a European president, or citizen juries chosen by lottery which can deliberate on critical and controversial issues, a European-wide referendum where our citizens, as the lawmakers, vote on future treaties. And here's an idea: Why not have the first truly European citizens by giving our immigrants, not Greek or German or Swedish citizenship, but a European citizenship? And make sure we actually empower the unemployed by giving them a voucher scholarship where they can choose to study anywhere in Europe. Where our common identity is democracy, where our education is through participation, and where participation builds trust and solidarity rather than exclusion and xenophobia. Europe of and by the people, a Europe, an experiment in deepening and widening democracy beyond borders.
Yani, bu aslında tam olarak Avrupa'nın uyduğunu düşündüğüm yer. Yakın zamandaki başarısızlıklarına rağmen Avrupa dünyanın en başarılı sınır ötesi barış deneyi. Yani, yeni tür bir demokraside, küresel demokraside bunun bir deney olamayacağını görelim. Sadece ürünler ve hizmetler için değil aynı zamanda vatandaşlarımız için birlikte çalışıp düşünerek, birbirlerinden öğrenecekleri, kültürlerarası alışveriş yapabilecekleri, özgün çözüm önerileri sunabilecekleri Avrupa agoraları tasarlayamadığımızı görelim. Avrupa vatandaşlarının doğrudan Avrupa Cumhurbaşkanını seçme gücü olduğunu veya kritik ve tartışmalı meseleler üzerine düşünebilecek kura ile seçilen halk heyetlerini, vatandaşlarımızın kanun yapıcılar olarak gelecekteki antlaşmalar hakkında oy verdikleri Avrupa çapındaki referandumları hayal edelim. Size bir fikir: Göçmenlerimize Yunan, Alman veya İsveç vatandaşlığı değil de, Avrupa vatandaşlığı vererek neden gerçek manada ilk Avrupa vatandaşlığının önünü açmıyoruz? Neden işsizlere başarı bursu vererek Avrupa'da istedikleri yerde öğrenim görme imkanı elde etmelerini sağlayarak onların esasen güçlenmesini sağlamıyoruz? Değil mi ki ortak kimliğimiz demokrasi ve eğitimimiz katılım esasına dayanıyor, katılım da dışlama ve yabancı düşmanlığını bitirip güven ve dayanışmayı inşa ediyor. Halkın yönettiği, halkın Avrupası, demokrasiyi sınırların ötesinde genişletip derinleştiren deney, Avrupa.
Now, some might accuse me of being naive, putting my faith in the power and the wisdom of the people. Well, after decades in politics, I am also a pragmatist. Believe me, I have been, I am, part of today's political system, and I know things must change. We must revive politics as the power to imagine, reimagine, and redesign for a better world.
Şimdi bazıları beni, halkın gücüne ve irfanına inandığım için, saf olmakla suçlayabilir. Yani, senelerce siyasetten sonra tabi faydacıyım da. İnanın, bugünün siyasi sisteminin bir parçasıydım, hala bir parçasıyım ve bir şeylerin değişmek zorunda olduğunu biliyorum. Siyaseti; daha iyi bir dünyanın hayallerini kurma ve tasarlama gücü olarak yeniden canlandırmalıyız.
But I also know that this disruptive force of change won't be driven by the politics of today. The revival of democratic politics will come from you, and I mean all of you. Everyone who participates in this global exchange of ideas, whether it's here in this room or just outside this room or online or locally, where everybody lives, everyone who stands up to injustice and inequality, everybody who stands up to those who preach racism rather than empathy, dogma rather than critical thinking, technocracy rather than democracy, everyone who stands up to the unchecked power, whether it's authoritarian leaders, plutocrats hiding their assets in tax havens, or powerful lobbies protecting the powerful few.
Ama bu muhalif değişim gücünü bugünün siyasetinin sevk etmeyeceğini de biliyorum. Demokratik politikaların yeniden hayat bulması sizden kaynaklanacak, siz derken hepinizi kastediyorum. Bu küresel fikir alışverişine katılan herkes; ister bu odada olsun veya dışarıda olsun veya online ya da yerel olsun, insanın yaşadığı her yerde, haksızlık ve eşitsizliğe karşı direnen herkes; karşılıklı anlayıştan ziyade ırkçılığı, eleştirel düşünceden ziyade dogmayı, demokrasiden ziyade teknokrasiyi savunanlara karşı direnen herkes; İster otoriter liderlere, ister varlıklarını vergi cennetlerinde saklayan plütokratlara ya da güçlü azınlığı koruyan güçlü lobilere karşı olsun, kontrolsüz güce karşı direnen herkes.
It is in their interest that all of us are idiots. Let's not be.
Bizim idiot olmamız onların menfaatine. Haydi olmayalım.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)
Bruno Giussani: You seem to describe a political leadership that is kind of unprepared and a prisoner of the whims of the financial markets, and that scene in Brussels that you describe, to me, as a citizen, is terrifying. Help us understand how you felt after the decision. It was not a good decision, clearly, but how do you feel after that, not as the prime minister, but as George?
Bruno Giussani: Bir nevi hazırlıksız ve finansal piyasaların nazının mahkumu konumunda olan bir liderliği tasvir ettin. Bir vatandaş olarak, bana göre, Brüksel'deki anlattığın o sahne korkunç. Karardan sonra nasıl hissettiğini anlatabilir misin? Açıkçası, iyi bir karar değildi, ama ondan sonra bir başbakan olarak değil de, George olarak nasıl hissediyorsun?
George Papandreou: Well, obviously there were constraints which didn't allow me or others to make the types of decisions we would have wanted, and obviously I had hoped that we would have the time to make the reforms which would have dealt with the deficit rather than trying to cut the deficit which was the symptom of the problem. And that hurt. That hurt because that, first of all, hurt the younger generation, and not only, many of them are demonstrating outside, but I think this is one of our problems. When we face these crises, we have kept the potential, the huge potential of our society out of this process, and we are closing in on ourselves in politics, and I think we need to change that, to really find new participatory ways using the great capabilities that now exist even in technology but not only in technology, the minds that we have, and I think we can find solutions which are much better, but we have to be open.
George Papandreou: Yani, açıkçası bana ve diğerlerine istediğimiz türde kararlar almamıza imkan tanımayan engeller vardı ve açıkçası öncesinde, sorun belirtisi olan bütçe açığını kesmek yerine bütçe açığını bizzat ele alacak reformlar yapmak için vaktimiz olur diye ummuştum. Bu acıttı. Bu canımızı yaktı çünkü ucu ilk önce, genç nesle dokunuyor. Hem de sadece şu an çoğu dışarıda gösteri yapıyor diye değil, sorunlarımızdan birinin bu olduğunu düşündüğüm için. Bu tür krizlerle karşı karşıya kaldığımızda toplumumuzun büyük potansiyelini sürecin dışında bırakıyoruz ve kendimizi siyaset hapishanesinde mahkum ediyoruz. Bence bunu değiştirip teknolojinin müthiş faydalarını, onunla da kalmayıp elimizdeki mükemmel zekaları da kullanarak yeni katılımcı yöntemler bulmamız gerekiyor. Bence çok daha iyi çözümler bulabiliriz, ama açık olmamız gerekiyor.
BG: You seem to suggest that the way forward is more Europe, and that is not to be an easy discourse right now in most European countries. It's rather the other way -- more closed borders and less cooperation and maybe even stepping out of some of the different parts of the European construction. How do you reconcile that?
BG: İleriye dönük daha fazla Avrupa öneriyor gibisiniz. Bu şu anda bir çok Avrupa ülkesinde kolay bir söylem olmasa gerek. Yani tersi istikamette bir ilerleme var: Daha kapalı sınırlar, daha az işbirliği ve belki Avrupa yapısının farklı bölümlerinin bazılarında ayrılmalar bile olabilir. Bunları nasıl uzlaştırırsınız?
GP: Well, I think one of the worst things that happened during this crisis is that we started a blame game. And the fundamental idea of Europe is that we can cooperate beyond borders, go beyond our conflicts and work together. And the paradox is that, because we have this blame game, we have less the potential to convince our citizens that we should work together, while now is the time when we really need to bring our powers together.
GP: Yani, bu kriz süresince meydana gelen şeylerin en kötüsü de suçlama oyununa başlamamızdı. Avrupa'nın temel fikirlerinden biri de sınırlar ötesinde işbirliği yapabilmemiz, tartışmaların ötesine geçip birlikte çalışabilmemizdir. İkilem de şu ki biz bu suçlama oyununa başladığımızdan birlikte çalışmamız gerektiğine dair vatandaşlarımızı ikna gücümüz azalıyor. Halbuki, güçlerimizi birleştirmeye gerçekten ihtiyaç duyduğumuz zaman şu an.
Now, more Europe for me is not simply giving more power to Brussels. It is actually giving more power to the citizens of Europe, that is, really making Europe a project of the people. So that, I think, would be a way to answer some of the fears that we have in our society.
Şimdi, daha fazla Avrupa bana göre Brüksel'e daha fazla güç vermek değil, Avrupa vatandaşlarına daha fazla güç vermektir. Avrupa'yı gerçek bir halk projesi yapacak olan da budur. Yani bence bu, toplumumuzdaki bazı korkuları cevaplamanın bir yoludur.
BG: George, thank you for coming to TED.
BG: George, TED'e geldiğin için teşekkürler.
GP: Thank you very much.BG: Thank you.(Applause)
GP: Çok teşekkür ederim. BG: Ben teşekkür ederim. (Alkış)