Let me tell you a story about artificial intelligence. There's a building in Sydney at 1 Bligh Street. It houses lots of government apartments and busy people. From the outside, it looks like something out of American science fiction: all gleaming glass and curved lines, and a piece of orange sculpture. On the inside, it has excellent coffee on the ground floor and my favorite lifts in Sydney. They're beautiful; they look almost alive. And it turns out I'm fascinated with lifts. For lots of reasons. But because lifts are one of the places you can see the future.
Size yapay zekâ hakkında bir hikâye anlatayım. Sidney’de 1 Bligh Caddesi’nde bir bina var. Çok sayıda hükûmet dairesine ve meşgul insana ev sahipliği yapıyor. Dışarıdan Amerikan bilim kurgusundan çıkan bir şeye benziyor: Parıltılı camlar ve kıvrımlı çizgiler ve bir parça turuncu heykel. İçeride, zemin katta mükemmel bir kahveci ve Sidney'deki en sevdiğim asansörler var. Çok güzeller, neredeyse canlı görünüyorlar. Asansörler beni büyülüyor. Birçok sebepten dolayı. Çünkü asansörler geleceği görebileceğiniz yerlerden biri.
In the 21st century, lifts are interesting because they're one of the first places that AI will touch you without you even knowing it happened. In many buildings all around the world, the lifts are running a set of algorithms. A form of protoartificial intelligence. That means before you even walk up to the lift to press the button, it's anticipated you being there. It's already rearranging all the carriages. Always going down, to save energy, and to know where the traffic is going to be. By the time you've actually pressed the button, you're already part of an entire system that's making sense of people and the environment and the building and the built world.
21.yüzyılda asansörler ilgi çekici çünkü yapay zekânın siz farkında olmadan size dokunacağı ilk yerlerden biri. Dünyanın dört bir yanındaki birçok binada, asansörler bir dizi algoritma çalıştırıyor. Bir tür proto-yapay zekâ. Bu, düğmeye basmak için asansöre yaklaşmadan önce orada olmanın beklenildiği anlamına gelir. Şimdiden tüm taşımayı yeniden düzenliyor. Enerji tasarrufu yapmak ve yoğunluğa doğru her zaman aşağı iner. Düğmeye gerçekten bastığınız zaman, insanları, çevreyi, binayı ve inşa edilmiş dünyayı anlamlandıran bütün bir sistemin parçasısınız demek.
I know when we talk about AI, we often talk about a world of robots. It's easy for our imaginations to be occupied with science fiction, well, over the last 100 years. I say AI and you think "The Terminator." Somewhere, for us, making the connection between AI and the built world, that's a harder story to tell. But the reality is AI is already everywhere around us. And in many places. It's in buildings and in systems. More than 200 years of industrialization suggest that AI will find its way to systems-level scale relatively easily. After all, one telling of that history suggests that all you have to do is find a technology, achieve scale and revolution will follow.
AI dendiğinde, çoğu zaman robotların dünyasından bahsettiğimizi biliyorum. Son 100 yılda hayal gücümüzün bilim kurgu ile meşgul olması çok kolay. Ben AI diyorum ve siz “Terminatör”ü düşünüyorsunuz. Bir yerlerde, bizim için yapay zekâ ile yerleşik dünya arasında bağlantı kurmak, anlatması daha zor bir hikâye. Ancak gerçek şu ki, AI zaten çevremizdeki her yerde. Birçok yerde. Binalarda ve sistemlerde. 200 yılı aşkın sanayileşme, AI’nın sistem düzeyinde ölçeklendirme yolunu kolayca bulacağını gösteriyor. Sonuçta, bu tarihin anlatılması, yapmanız gereken tek şeyin bir teknoloji bulmak, ölçeğe ulaşmak olduğunu ve devrimin geleceğini gösteriyor.
The story of mechanization, automation and digitization all point to the role of technology and its importance. Those stories of technological transformation make scale seem, well, normal. Or expected. And stable. And sometimes even predictable. But it also puts the focus squarely on technology and technology change. But I believe that scaling a technology and building a system requires something more.
Mekanizasyon, otomasyon ve dijitalleşme hikâyesi, teknolojinin rolüne ve önemine işaret ediyor. Bu teknolojik dönüşüm hikâyeleri, ölçeği normal gösteriyor. Veya beklenilen. Veya durağan. Hatta bazen öngörülebilir. Ama ayrıca odak noktasını doğrudan teknoloji ve değişikliğine koyar. Ama bir teknolojiyi ölçeklendirmenin ve bir sistem kurmanın daha fazlasını gerektirdiğine inanıyorum.
We founded the 3Ai Institute at the Australian National University in September 2017. It has one deceptively simple mission: to establish a new branch of engineering to take AI safely, sustainably and responsibly to scale. But how do you build a new branch of engineering in the 21st century? Well, we're teaching it into existence through an experimental education program. We're researching it into existence with locations as diverse as Shakespeare's birthplace, the Great Barrier Reef, not to mention one of Australia's largest autonomous mines. And we're theorizing it into existence, paying attention to the complexities of cybernetic systems. We're working to build something new and something useful. Something to create the next generation of critical thinkers and critical doers. And we're doing all of that through a richer understanding of AI's many pasts and many stories. And by working collaboratively and collectively through teaching and research and engagement, and by focusing as much on the framing of the questions as the solving of the problems.
3Ai Enstitüsü'nü Eylül 2017'de Avustralya Ulusal Üniversitesi'nde kurduk. Yanıltıcı derecede basit bir misyonu var: AI’yı güvenli, sürdürülebilir ve sorumlu bir şekilde ölçeklendirmek için yeni bir mühendislik dalı kurmak. Peki 21. yüzyılda yeni bir mühendislik dalı nasıl inşa edilir? Şöyle ki, varoluşu için deneysel bir eğitim programı aracılığıyla öğretiyoruz. Avustralya'nın en büyük otonom madenlerinden biri olan Shakespeare’in doğum yeri, Büyük Set Resifi gibi çok çeşitli konumlarda varlığını araştırıyoruz. Sibernetik sistemlerin karmaşıklığına dikkat ederek, varoluşu için teorileştiriyoruz. Yeni ve faydalı bir şey inşa etmeye çalışıyoruz. Yeni nesil eleştirel düşünürler ve eleştirmenler yaratacak bir şey. Tüm bunları, AI’nın birçok geçmişini ve hikâyesini daha zengin bir şekilde anlayarak yapıyoruz. Öğretim, araştırma ve katılım yoluyla işbirliği içinde ve kolektif olarak çalışarak ve sorunların çözümü kadar soruların çerçevesine odaklanarak.
We're not making a single AI, we're making the possibilities for many. And we're actively working to decolonize our imaginations and to build a curriculum and a pedagogy that leaves room for a range of different conversations and possibilities. We are making and remaking. And I know we're always a work in progress. But here's a little glimpse into how we're approaching that problem of scaling a future.
Tek bir yapay zekâ yapmıyoruz, birçoğu için olanaklar yaratıyoruz. Hayal gücümüzü yeniden bağımsızlaştırmak ve bir dizi farklı konuşma ve olasılığa yer bırakan bir müfredat ve pedagoji oluşturmak için aktif olarak çalışıyoruz. Yapıyoruz ve yeniden yapıyoruz. Her zaman devam eden bir iş olduğumuzu biliyorum. Ama işte bir geleceği ölçeklendirme sorununa nasıl yaklaştığımıza dair küçük bir bakış.
We start by making sure we're grounded in our own history. In December of 2018, I took myself up to the town of Brewarrina on the New South Wales-Queensland border. This place was a meeting place for Aboriginal people, for different groups, to gather, have ceremonies, meet, to be together. There, on the Barwon River, there's a set of fish weirs that are one of the oldest and largest systems of Aboriginal fish traps in Australia. This system is comprised of 1.8 kilometers of stone walls shaped like a series of fishnets with the "Us" pointing down the river, allowing fish to be trapped at different heights of the water. They're also fish holding pens with different-height walls for storage, designed to change the way the water moves and to be able to store big fish and little fish and to keep those fish in cool, clear running water. This fish-trap system was a way to ensure that you could feed people as they gathered there in a place that was both a meeting of rivers and a meeting of cultures.
Kendi tarihimize bağlı olduğumuzdan emin olarak başlıyoruz. Aralık 2018'de New South Wales-Queensland sınırındaki Brewarrina kasabasına gittim. Burası Aborijin halkının, farklı grupların bir araya gelmeleri, törenleri yapmaları, buluşmaları, birlikte olmaları için bir buluşma yeriydi. Orada, Barwon Nehri üzerinde, Avustralya'daki en eski ve en büyük Aborjin balık tuzakları sistemlerinden biri olan bir dizi balık savağı var. Bu sistem, bir dizi balık ağına benzeyen 1,8 kilometrelik, taş duvardan oluşuyor ve "Us" nehrin aşağısına işaret ediyor ve balıkların suyun farklı yüksekliklerinde yakalanmasını sağlıyor. Ayrıca, suyun hareket şeklini değiştirmek ve büyük balıkları ve küçük balıkları depolamak ve bu balıkları serin, temiz akan suda tutmak için tasarlanmış, depolama için farklı yükseklikte duvarları olan balık tutma kafesleri. Bu balık tuzağı sistemi, hem nehirlerin buluştuğu hem de kültürlerin buluştuğu bir yerde toplanan insanları beslemenizi sağlamanın bir yoluydu.
It isn't about the rocks or even the traps per se. It is about the system that those traps created. One that involves technical knowledge, cultural knowledge and ecological knowledge. This system is old. Some archaeologists think it's as old as 40,000 years. The last time we have its recorded uses is in the nineteen teens. It's had remarkable longevity and incredible scale. And it's an inspiration to me. And a photo of the weir is on our walls here at the Institute, to remind us of the promise and the challenge of building something meaningful. And to remind us that we're building systems in a place where people have built systems and sustained those same systems for generations.
Bizzat kayalarla veya tuzaklarla ilgili değil. Bu tuzakların yarattığı sistemle ilgili. Teknik bilgi, kültürel bilgi ve ekolojik bilgiyi içeren bir program. Bu sistem eski. Bazı arkeologlar bunun 40.000 yıl kadar eski olduğunu düşünüyor. Kayıtara göre bunları en son 1910′larda kullanmışız. Olağanüstü uzun ömürlü ve inanılmaz bir ölçeği vardı. Benim için bir ilham. Bize anlamlı bir şey inşa etmenin vaadini ve zorluğunu hatırlatması için, burada Enstitü'de duvarlarımızda savağın bir fotoğrafı var. Ayrıca bize, insanların sistemler kurduğu ve aynı sistemleri nesiller boyu sürdürdüğü bir yerde sistemler inşa ettiğimizi hatırlatması için.
It isn't just our history, it's our legacy as we seek to establish a new branch of engineering. To build on that legacy and our sense of purpose, I think we need a clear framework for asking questions about the future. Questions for which there aren't ready or easy answers. Here, the point is the asking of the questions. We believe you need to go beyond the traditional approach of problem-solving, to the more complicated one of question asking and question framing. Because in so doing, you open up all kinds of new possibilities and new challenges.
Bu sadece tarihimiz değil, yeni bir mühendislik dalı kurmaya çalışırken mirasımız. Bu mirası ve amaç duygumuzu geliştirmek ve gelecek hakkında sorular sormak için net bir çerçeveye ihtiyacımız var. Hazır veya kolay cevabı olmayan sorular. Burada mesele soru sormak. Geleneksel problem çözme yaklaşımının ötesine, daha karmaşık olan soru sorma ve soru çerçeveleme yaklaşımına geçmeniz gerektiğine inanıyoruz. Çünkü bunu yaparken her türden yeni olasılık ve yeni zorluklar ortaya çıkarırsınız.
For me, right now, there are six big questions that frame our approach for taking AI safely, sustainably and responsibly to scale. Questions about autonomy, agency, assurance, indicators, interfaces and intentionality.
Benim için şu anda yapay zekâyı güvenli, sürdürülebilir ve sorumlu bir şekilde ölçeklendirmeye yönelik yaklaşımımızı çerçeveleyen altı büyük soru var. Özerklik, aracı, güvence, göstergeler, arayüzler ve amaçlılık ile ilgili sorular.
The first question we ask is a simple one. Is the system autonomous? Think back to that lift on Bligh Street. The reality is, one day, that lift may be autonomous. Which is to say it will be able to act without being told to act. But it isn't fully autonomous, right? It can't leave that Bligh Street building and wonder down to Circular Quay for a beer. It goes up and down, that's all. But it does it by itself. It's autonomous in that sense.
Sorduğumuz ilk soru basit bir soru. Sistem otonom mu? Bligh Caddesi'ndeki şu asansörü düşünün. Gerçek şu ki, bir gün bu asansör otonom olabilir. Harekete geçmesi söylenmeden hareket edebilecek. Ama tamamen otonom değil, değil mi? O Bligh Street binasından çıkıp bir bira içmek için Circular Quay'e inemez. Aşağı yukarı hareket eder, o kadar. Ama bunu kendi yapar. Bu yönden otonom.
The second question we ask: does this system have agency? Does this system have controls and limits that live somewhere that prevent it from doing certain kinds of things under certain conditions. The reality with lifts, that's absolutely the case. Think of any lift you've been in. There's a red keyslot in the elevator carriage that an emergency services person can stick a key into and override the whole system. But what happens when that system is AI-driven? Where does the key live? Is it a physical key, is it a digital key? Who gets to use it? Is that the emergency services people? And how would you know if that was happening? How would all of that be manifested to you in the lift?
Sorduğumuz ikinci soru şu: Sistemin aracısı var mı? Bu sistemin, belirli koşullar altında belirli türden şeyler yapmasını engelleyen bir yerde olan kontrolleri ve sınırları var mı? Asansörlerin gerçekliği, kesinlikle durum bu. İçinde bulunduğunuz herhangi bir asansör düşünün. Asansör kafesinde, bir acil servis görevlisinin bir anahtarı tüm sisteme sokup geçersiz kılabileceği kırmızı bir anahtar yuvası olur. Peki bu sistem AI güdümlü olduğunda ne olur? Anahtar nerede olur? Fiziksel bir anahtar mı, dijital bir anahtar mı? Kim kullanacak? Acil servis çalışanları mı? Bunun olup olmadığını nasıl anlarsınız? Bunların hepsi asansörde size nasıl tezahür edecekti?
The third question we ask is how do we think about assurance. How do we think about all of its pieces: safety, security, trust, risk, liability, manageability, explicability, ethics, public policy, law, regulation? And how would we tell you that the system was safe and functioning?
Sorduğumuz üçüncü soru, güvence hakkında nasıl düşündüğümüz. Tüm parçaları hakkında nasıl düşünüyoruz: Emniyet, güvenlik, güven, risk, sorumluluk, yönetilebilirlik, açıklanabilirlik, etik, kamu politikası, hukuk, düzenleme? Size sistemin güvenli ve işliyor olduğunu nasıl söylerdik?
The fourth question we ask is what would be our interfaces with these AI-driven systems. Will we talk to them? Will they talk to us, will they talk to each other? And what will it mean to have a series of technologies we've known, for some of us, all our lives, now suddenly behave in entirely different ways? Lifts, cars, the electrical grid, traffic lights, things in your home.
Sorduğumuz dördüncü soru, bu AI güdümlü sistemlerde arayüzlerimizin ne olacağı. Onlarla konuşacak mıyız? Bizimle veya birbirleriyle konuşacaklar mı? Bildiğimiz bir dizi teknolojiye sahip olmak, bazılarımız için, tüm yaşamlarımız için, şimdi birdenbire tamamen farklı şekillerde davranmak ne anlama gelecek? Asansörler, arabalar, elektrik şebekesi, trafik ışıkları, evinizdeki şeyler.
The fifth question for these AI-driven systems: What will the indicators be to show that they're working well? Two hundred years of the industrial revolution tells us that the two most important ways to think about a good system are productivity and efficiency. In the 21st century, you might want to expand that just a little bit. Is the system sustainable, is it safe, is it responsible? Who gets to judge those things for us? Users of the systems would want to understand how these things are regulated, managed and built.
Bu yapay zekâ destekli sistemler için beşinci soru: İyi çalıştıklarını gösteren göstergeler ne olacak? İki yüz yıllık sanayi devrimi bize iyi bir sistem hakkında düşünmenin en önemli iki yolunun üretkenlik ve verimlilik olduğunu söylüyor. 21. yüzyılda bunu biraz daha genişletmek isteyebilirsiniz. Sistem sürdürülebilir mi, güvenli mi, sorumlu mu? Bunları bizim için kim yargılayacak? Sistemlerin kullanıcıları, bunların nasıl düzenlendiğini, yönetildiğini ve inşa edildiğini anlamak isteyecek.
And then there's the final, perhaps most critical question that you need to ask of these new AI systems. What's its intent? What's the system designed to do and who said that was a good idea? Or put another way, what is the world that this system is building, how is that world imagined, and what is its relationship to the world we live in today? Who gets to be part of that conversation? Who gets to articulate it? How does it get framed and imagined?
Sonra bu yeni AI sistemleriyle ilgili sormanız gereken son, belki de en kritik soru var. Niyeti ne? Sistem ne yapmak için tasarlandı ve bunun iyi bir fikir olduğunu kim söyledi? Ya da başka bir deyişle, bu sistemin inşa ettiği dünya ne, bu dünya nasıl hayal ediliyor ve bugün yaşadığımız dünyayla ilişkisi ne? Kim bu konuşmanın parçası olacak? Bunu kim ifade edecek? Nasıl çerçevelenir ve hayal edilir?
There are no simple answers to these questions. Instead, they frame what's possible and what we need to imagine, design, build, regulate and even decommission. They point us in the right directions and help us on a path to establish a new branch of engineering. But critical questions aren't enough. You also need a way of holding all those questions together.
Bu soruların basit cevapları yok. Bunun yerine, neyin mümkün olduğunu ve neyi hayal etmemiz, tasarlama, inşa etme, düzenleme ve hatta kullanımdan kaldırmamız için gerekenleri çerçevelerler. Bize doğru yönleri gösteriyor ve yeni bir mühendislik dalı kurma yolunda bize yardımcı oluyorlar. Ancak kritik sorular yeterli değil. Ayrıca tüm bu soruları bir arada tutmanın bir yolunu da bulmalısınız.
For us at the Institute, we're also really interested in how to think about AI as a system, and where and how to draw the boundaries of that system. And those feel like especially important things right now. Here, we're influenced by the work that was started way back in the 1940s. In 1944, along with anthropologists Gregory Bateson and Margaret Mead, mathematician Norbert Wiener convened a series of conversations that would become known as the Macy Conferences on Cybernetics. Ultimately, between 1946 and 1953, ten conferences were held under the banner of cybernetics. As defined by Norbert Wiener, cybernetics sought to "develop a language and techniques that will enable us to indeed attack the problem of control and communication in advanced computing technologies." Cybernetics argued persuasively that one had to think about the relationship between humans, computers and the broader ecological world. You had to think about them as a holistic system. Participants in the Macy Conferences were concerned with how the mind worked, with ideas about intelligence and learning, and about the role of technology in our future.
Enstitü'de biz de, yapay zekâyı bir sistem olarak nasıl düşüneceğimizi ve bu sistemin sınırlarını nerede ve nasıl çizeceğimizi gerçekten merak ediyoruz. Bunlar şu anda özellikle önemli şeyler gibi geliyor. Burada, 1940'larda başlayan çalışmalardan etkilendik. 1944'te, antropolog Gregory Bateson ve Margaret Mead ile birlikte matematikçi Norbert Wiener, Sibernetik üzerine Macy Konferansları olarak bilinen bir dizi konuşma düzenledi. Nihayetinde, 1946 ile 1953 arasında, sibernetik bayrağı altında on konferans düzenlendi. Norbert Wiener tarafından tanımlandığı gibi, sibernetik "gelişmiş bilgi işlem teknolojilerindeki kontrol ve iletişim sorununa gerçekten hamle yapmamızı sağlayacak bir dil ve teknikler geliştirmeye" çalıştı. Sibernetik, insanlar, bilgisayarlar ve daha geniş ekolojik dünya arasındaki ilişkiyi düşünmek zorunda olduğunu ikna edici bir şekilde savundu. Onları bütünsel bir sistem olarak düşünmek zorundaydınız. Macy Konferanslarına katılanlar, zihnin nasıl çalıştığı, zekâ ve öğrenme hakkındaki fikirlerle ve teknolojinin geleceğimizdeki rolü ile ilgileniyorlardı.
Sadly, the conversations that started with the Macy Conference are often forgotten when the talk is about AI. But for me, there's something really important to reclaim here about the idea of a system that has to accommodate culture, technology and the environment. At the Institute, that sort of systems thinking is core to our work.
Ne yazık ki, Macy Konferansı ile başlayan sohbetler, konuşma AI ile ilgili olduğunda genellikle unutulur. Ama benim için, kültürü, teknolojiyi ve çevreyi barındırması gereken bir sistem fikri hakkında burada geri kazanılması gereken gerçekten önemli bir şey var. Enstitüde, bu tür sistem düşüncesi işimizin temelini oluşturuyor.
Over the last three years, a whole collection of amazing people have joined me here on this crazy journey to do this work. Our staff includes anthropologists, systems and environmental engineers, and computer scientists as well as a nuclear physicist, an award-winning photo journalist, and at least one policy and standards expert. It's a heady mix. And the range of experience and expertise is powerful, as are the conflicts and the challenges. Being diverse requires a constant willingness to find ways to hold people in conversation. And to dwell just a little bit with the conflict.
Son üç yıldır, bu işi yapmak için yaptığım bu çılgın yolculukta harika insanlardan oluşan bir topluluk bana burada katıldı. Ekibimizde antropologlar, sistem ve çevre mühendisleri ve bilgisayar bilimcileri ile bir nükleer fizikçi, ödüllü bir foto muhabiri ve en az bir politika ve standartlar uzmanı yer alıyor. Bu çarpıcı bir karışım. Çatışmalar ve zorluklar kadar deneyim ve uzmanlık yelpazesi de güçlü. Çeşitlilik sağlamak, insanları sohbet içinde tutmanın yollarını bulmak için sürekli isteklilik gerektirir. Çatışma ile biraz uğraşmak da.
We also worked out early that the way to build a new way of doing things would require a commitment to bringing others along on that same journey with us. So we opened our doors to an education program very quickly, and we launched our first master's program in 2018. Since then, we've had two cohorts of master's students and one cohort of PhD students. Our students come from all over the world and all over life. Australia, New Zealand, Nigeria, Nepal, Mexico, India, the United States. And they range in age from 23 to 60. They variously had backgrounds in maths and music, policy and performance, systems and standards, architecture and arts. Before they joined us at the Institute, they ran companies, they worked for government, served in the army, taught high school, and managed arts organizations. They were adventurers and committed to each other, and to building something new. And really, what more could you ask for?
Ayrıca, işleri yapmanın yeni bir şeklini inşa etme yönteminin, başkalarını da aynı yolculuğa bizimle birlikte getirme taahhüdü gerektireceğini erken anladık. Bu yüzden kapılarımızı hızlı bir şekilde bir eğitim programına açtık ve ilk yüksek lisans programımızı 2018 yılında başlattık. O zamandan beri, iki yüksek lisans öğrencisi ve bir doktora öğrencisi grubumuz oldu. Öğrencilerimiz dünyanın her yerinden ve hayatın her kesiminden geliyor. Avustralya, Yeni Zelanda, Nijerya, Nepal, Meksika, Hindistan, ABD. Yaşları 23 ile 60 arasında değişiyor. Matematik ve müzik, politika ve performans, sistemler ve standartlar, mimari ve sanat alanlarında çeşitli geçmişlere sahiplerdi. Enstitü'de aramıza katılmadan önce şirketler yönettiler, hükümette çalıştılar, orduda görev yaptılar, lisede öğretmenlik yaptılar ve sanat organizasyonlarını yönettiler. Maceraperestlerdi ve birbirlerine bağlı olmaya ve yeni bir şeyler inşa etmeye adadılar. Daha ne isteyebilirsiniz ki?
Because although I've spent 20 years in Silicon Valley and I know the stories about the lone inventor and the hero's journey, I also know the reality. That it's never just a hero's journey. It's always a collection of people who have a shared sense of purpose who can change the world. So where do you start?
Çünkü Silikon Vadisi'nde 20 yılımı geçirmeme ve yalnız mucit ve kahramanın yolculuğu hakkındaki hikâyeleri bilmeme rağmen gerçeği de biliyorum. Asla bir kahramanın yolculuğu olmadığı. Her zaman dünyayı değiştirebilecek ortak bir amaç duygusuna sahip insanlardan oluşan bir koleksiyon. Peki nereden başlıyorsunuz?
Well, I think you start where you stand. And for me, that means I want to acknowledge the traditional owners of the land upon which I'm standing. The Ngunnawal and Ngambri people, this is their land, never ceded, always sacred. And I pay my respects to the elders, past and present, of this place. I also acknowledge that we're gathering today in many other places, and I pay my respects to the traditional owners and elders of all those places too.
Sanırım durduğunuz yerden başlıyorsunuz. Benim için bu, üzerinde durduğum toprağın asıl sahiplerini tanımak istediğim anlamına geliyor. Ngunnawal ve Ngambri halkı, burası onların toprağı, asla devredilmemiş, her zaman kutsal. Bu yerin eski ve şimdiki yaşlılarına saygılarımı sunuyorum. Ayrıca bugün birçok yerde toplandığımızı kabul ediyorum ve tüm bu yerlerin asıl sahiplerine ve büyüklerine de saygılarımı sunuyorum.
It means a lot to me to get to say those words and to dwell on what they mean and signal. And to remember that we live in a country that has been continuously occupied for at least 60,000 years. Aboriginal people built worlds here, they built social systems, they built technologies. They built ways to manage this place and to manage it remarkably over a protracted period of time. And every moment any one of us stands on a stage as Australians, here or abroad, we carry with us a privilege and a responsibility because of that history. And it's not just a history. It's also an incredibly rich set of resources, worldviews and knowledge. And it should run through all of our bones and it should be the story we always tell.
Bu kelimeleri söyleyebilmek, anlamlarına ve işaret ettiklerine odaklanmak benim için çok şey ifade ediyor. En az 60.000 yıldır sürekli olarak işgal edilmiş bir ülkede yaşadığımızı hatırlamak. Aborijin halkı burada dünyalar inşa etti, sosyal sistemler kurdular, teknolojiler inşa ettiler. Bu yeri yönetmek ve uzun bir süre boyunca dikkate değer şekilde yönetmek için yollar inşa ettiler. Herhangi birimiz Avustralyalı olarak sahneye çıktığımız her an, burada veya yurt dışında, bu tarihten dolayı yanımızda bir ayrıcalık ve sorumluluk taşıyoruz. Bu sadece bir tarih değil. Aynı zamanda inanılmaz derecede zengin bir kaynak, dünya görüşleri ve bilgi kümesi. Tüm damarlarımızda dolaşmalı ve her zaman anlattığımız hikâye bu olmalı.
Ultimately, it's about thinking differently, asking different kinds of questions, looking holistically at the world and the systems, and finding other people who want to be on that journey with you. Because for me, the only way to actually think about the future and scale is to always be doing it collectively. And because for me, the notion of humans in it together is one of the ways we get to think about things that are responsible, safe and ultimately, sustainable.
Sonuçta mesele, farklı düşünmek, farklı türde sorular sormak, dünyaya ve sistemlere bütünsel olarak bakmak ve sizinle o yolculukta olmak isteyen diğer insanları bulmak. Çünkü benim için gelecek ve ölçek hakkında düşünmenin tek yolu bunu her zaman kolektif olarak yapmak. Benim için, insan kavramı, sorumluluk sahibi, güvenli ve nihayetinde sürdürülebilir olan şeyler hakkında düşünmenin yollarından biri.
Thank you.
Teşekkürler.