Nature's my muse and it's been my passion. As a photographer for National Geographic, I've portrayed it for many. But five years ago, I went on a personal journey. I wanted to visualize the story of life. It's the hardest thing I've ever attempted, and there have been plenty of times when I felt like backing out. But there were also revelations. And one of those I'd like to share with you today.
Doğa benim tutkum National Geographic fotoğrafçısı olarak, onun çok portresini çektim. Ama beş yıl kadar önce, kişisel bir yolculuğa başladım. Hayatın öyküsünü görselleştirmek istiyordum. O zamana kadar kalkıştığım en zor işti, ve bırakıp gitmek istediğim çok zaman oldu. Aynı zamanda aydınlık anlar da vardı. Ve onlardan birini bugün sizlerle paylaşmak istiyorum.
I went down to a remote lagoon in Australia, hoping to see the Earth the way it was three billion years ago, back before the sky turned blue. There's stromatolites down there -- the first living things to capture photosynthesis -- and it's the only place they still occur today. Going down there was like entering a time capsule, and I came out with a different sense of myself in time. The oxygen exhaled by those stromatolites is what we all breathe today.
Avustralya’da uzak bir gölete gittim, dünyanın üç milyar yıl önceki halini görmek için, gökyüzü maviye dönmeden önceki zamanları. Orada stromalitler var -- fotosentez yapabilen yaşayan ilk canlılar ve orası, onların hala var oldukları tek yer. Oraya gitmek bir zaman tüneline girmek gibiydi, ve kendime dair bambaşka duygularla geri döndüm. Bu stromalitler tarafından salınan oksijen, bugün hepimizin soluduğu şeydir.
Stromatolites are the heroes in my story. I hope it's a story that has some resonance for our time. It's a story about you and me, nature and science. And with that said, I'd like to invite you for a short, brief journey of life through time. Our journey starts in space, where matter condenses into spheres over time ... solidifying into surface, molded by fire. The fire gave way, Earth emerged -- but this was an alien planet. The moon was closer; things were different. Heat from within made geysers erupt -- that is how the oceans were born. Water froze around the poles and shaped the edges of the Earth. Water is the key to life, but in frozen form, it is a latent force. And when it vanishes, Earth becomes Mars.
Stromalitler, benim hikayemin kahramanları. Umuyorum ki bu hikayenin şimdiki zamanda da izleri olsun. Sizin ve benim hakkımda bir hikaye, doğa ve bilim hakkında. Ve bunu söylemişken, sizi kısa bir zaman yolculuğuna çıkarmak istiyorum. Yolculuğumuz uzayda başlıyor, maddenin yoğuşma ile küreler halini aldığı yerde Yüzeyde katılaşırken, ateşle şekil alan. Ateş çekildiğinde, ortaya dünya çıktı - ama bu bize yabancı bir gezegendi. Ay daha yakındı ve her şey daha farklıydı. İçerdeki ısı gayzerleri püskürttü - bu sayede okyanuslar doğdu. Su kutuplar civarında doğru ve dünyanın sınırlarını belirledi. Su hayatın anahtarıdır, ama donmuş halde iken, gizli bir güçtür. Kaybolursa, dünya mars haline gelir.
But this planet is different -- it's roiling inside. And where that energy touches water, something new emerges: life. It arises around cracks in the Earth. Mud and minerals become substrate; there are bacteria. Learn to multiply, thickening in places ... Growing living structures under an alien sky ... Stromatolites were the first to exhale oxygen. And they changed the atmosphere. A breath that's fossilized now as iron.
Ama bu gezegen farklıdır, içten içe kaynamakta. Ve enerji suya dokunduğunda, yeni bir şey ortaya çıkar: hayat. Dünyadaki çatlakların etrafında yükselir. Çamur ve mineral maddeleşir, bakteriler olur. Çoğalmayı öğrenip, oldukları yerde kalınlaşırlar. Yabancı bir gökyüzünün altında, canlı organizmalar büyümektedir. Stromalitler, oksijeni salgılayan ilk canlılardı. Ve atmosferi onlar değiştirdi. Şimdi demir olarak fosilleşen nefesleriyle.
Meteorites delivered chemistry, and perhaps membranes, too. Life needs a membrane to contain itself so it can replicate and mutate. These are diatoms, single-celled phytoplankton with skeletons of silicon ... circuit boards of the future. Shallow seas nurtured life early on, and that's where it morphed into more complex forms. It grew as light and oxygen increased. Life hardened and became defensive. It learned to move and began to see. The first eyes grew on trilobites. Vision was refined in horseshoe crabs, among the first to leave the sea. They still do what they've done for ages, their enemies long gone.
Meteoritler kimyayı getirdi ve belki membranları da. Hayatın kendisini ihtiva edecek bir membrana ihtiyacı vardır, böylece çoğalıp mutasyona uğrayabilir. Tek hücreli pitoplanktonlar, diatomlar iskeletleri silikon bazlıdır. Geleceğin elektronik devre kartları. Sığ sular hayata erken dönemlerinde bakıcılık yaptı ve o da orada dönüşüm geçirdi. daha karmaşık formlar aldı. Işık ve oksijen arttıkça büyüdü. Sertleşti ve kendini savunabilir oldu. Hareket etmeyi öğrendi ve görmeye başladı. İlk gözler trilobitler üzerinde çıktı. Görüş yeteneği atnalı yengeçlerinde rafine oldu, onlar denizi ilk terk edenlerdendi. Düşmanları çekileli çok olmasına rağmen, hala asırlardır yaptıklarını yapıyorlar.
Scorpions follow prey out of the sea. Slugs became snails. Fish tried amphibian life. Frogs adapted to deserts. Lichens arose as a co-op. Fungi married algae ... clinging to rock, and eating it too ... transforming barren land. True land plants arose, leafless at first. Once they learn how to stay upright, they grew in size and shape. The fundamental forms of ferns followed, to bear spores that foreshadowed seeds. Life flourished in swamps.
Akrepler avlarını deniz dışında avlamaya başladı, sülükler solucan haline geldi. Balıklar amfibi yaşamı denedi, kurbağalar çöllere adapte oldu. Likenler ortaya çıktı, mantarlar alglerle evlendi. Kayalara tutunup onlarla beslendiler, karayı dönüştürmek üzere. Gerçek kara bitkileri ortaya çıktı, başta yapraksız olarak. Bir defa nasıl dik durulacağını öğrendiklerinde, şekil değiştirip büyüdüler. Otların ilk örnekleri onları izledi gizlenmiş tohumlara ev sahipliği yapan sporları çıkartmak üzere. Hayat bataklıklarda çiçeklendi.
On land, life turned a corner. Jaws formed first; teeth came later. Leatherbacks and tuataras are echoes from that era. It took time for life to break away from water, and it still beckons all the time. Life turned hard so it could venture inland. And the dragons that arose are still among us today. Jurassic Park still shimmers in part of Madagascar, and the center of Brazil, where plants called "cycads" remain rock hard. Forests arose and nurtured things with wings. One early form left an imprint, like it died only yesterday. And others fly today like echoes of the past. In birds, life gained new mobility. Flamingos covered continents. Migrations got underway.
Karada, hayat bir köşeyi döndü. Önce çeneler oluştu, sonra dişler geldi. Kaplumbağalar ve tuataralar o dönemin mirasıdır. Hayatın sudan ayrılması uzun sürdü ve hala bağları kopmamıştır. Hayat, karaların içlerini keşfedebilmek için yüzünü döndü. Ve bazıları hala aramızda olan ejderler oluştu. Madagascar'ın bir kısmında hala bulunan Jurassic park, ve aynı zamanda Brezilya'nın ortasında da. Palmiye öncülü bitkiler kaya gibi sert kaldılar. Ormanlar ortaya çıktı ve kanatlarıyla canlılara bakıcılık yaptı. Erken bir form bir iz bırakmış, sanki dün ölmüş gibi. Ve diğerleri geçmişin yankıları gibi, bugün de uçmayı sürdürüyor. Kuşlarda, hayat yeni bir hareket alanı kazandı. Flamingolar kıtaları kapladı, göçler başladı.
Birds witnessed the emergence of flowering plants. Water lilies were among the first. Plants began to diversify and grew, turning into trees. In Australia, a lily turned into a grass tree, and in Hawaii, a daisy became a silver sword. In Africa, Gondwana molded Proteas. But when that ancient continent broke up, life got lusher. Tropical rainforests arose, sparking new layers of interdependence. Fungi multiplied. Orchids emerged, genitalia shaped to lure insects ... a trick shared by the largest flower on Earth. Co-evolution entwined insects and birds and plants forever. When birds can't fly, they become vulnerable. Kiwis are, and so are these hawks trapped near Antarctica.
Kuşlar çiçek açan bitkilerin ortaya çıkışlarını izledi. Nilüferler, ilk ortaya çıkanları arasındaydı. Bitkiler büyümeye ve çeşitlenmeye başladı, ağaçlara dönüştüler. Avustralya'da, bir nilüfer bir çim ağacına dönüştü. ve Havai'de, bir papatya bir gümüş kılıç oldu. Afrika'da, Gondvana'lar protea'lara öncüllük yaptı. Ama eski kıta kendine geldiğinde, hayat coştu. Tropik yağmur ormanları oluştu, karşılıklı bağımlılığın yeni katmanlarını keşfetmek üzere. Mantarlar çoğaldı, orkideler ortaya çıktı, organları böcekleri çekmek üzere şekillenmiş olarak. Aynı numarayı, dünyadaki en büyük çiçek de yapıyordu. Eş zamanlı evrim, böcekleri, kuşları ve bitkileri birlikte geliştirdi. Kuşlar uçamadığında, zarar görebilir hale gelirler. Kiwi'ler ve Antartika'nın yakınında kapana kısılmış bu şahinler öyledir.
Extinction can come slowly, but sometimes it arrives fast. An asteroid hits, and the world went down in flames. But there were witnesses, survivors in the dark. When the skies cleared, a new world was born. A world fit for mammals. From tiny shrews [came] tenrecs, accustomed to the dark. New forms became bats. Civets. New predators, hyenas, getting faster and faster still.
Yok oluş yavaş gelir, ancak bazen hızlı davrandığı da olur. Bir göktaşı çarpar ve dünya ateşler içinde yerle bir olur. Ancak tanıklar vardı, karanlığın içinde devam edenler. Gökyüzündeki bulutlar dağıldığında, yeni bir dünya doğdu. Memeliler için uygun bir dünya. Küçük sürüngenlerden, tenreklere kadar karanlığa uyum sağladılar. Yeni formlar yarasalar oldu. Ya da misk kedileri. Yeni yok ediciler, sırtlanlar hala hızlanmaya devam ediyor.
Grasslands created opportunities. Herd safety came with sharpened senses. Growing big was another answer, but size always comes at a price. Some mammals turned back to water. Walruses adapted with layers of fat. Sea lions got sleek. And cetaceans moved into a world without bounds. There are many ways to be a mammal. A 'roo hops in Oz; a horse runs in Asia; and a wolf evolves stilt legs in Brazil. Primates emerge from jungles, as tarsiers first, becoming lemurs not much later. Learning became reinforced. Bands of apes ventured into the open. And forests dried out once more. Going upright became a lifestyle.
Çimenlikler yeni fırsatlar yarattı. Sürü güvenliği, keskin duyularla birlikte geldi. Büyümek probleme bir başka çözümdü, ancak büyüklüğün her zaman bir bedeli vardır. Bazı memeliler suya geri döndüler. Morslar yağ katmanları ile uyum sağladı. Denizaslanları kalınlaştılar. Ve balinalar sınırları olmayan bir dünyaya göçtüler. Memeli olmanın pek çok yolu var. Asya’da bir at koşuyor, kurtlar Brezilya'da bacaklarını geliştiriyor. Primatlar cangıllar'dan çıktı, önce tarsierler. çok geçmeden lemurlara dönüştüler. Öğrenme teşvik ediliyordu, maymun grupları açıklıklarda maceralara atıldılar. Ve ormanlar bir defa daha kurudu. Yukarı büyümek bir hayat biçimi halini aldı.
So who are we? Brothers of masculine chimps, sisters of feminine bonobos? We are all of them, and more. We're molded by the same life force. The blood veins in our hands echoed a course of water traces on the Earth. And our brains -- our celebrated brains -- reflect a drainage of a tidal marsh.
Öyleyse biz kimiz? Erkek şempanzelerin kardeşleri, Dişi bonoboların kız kardeşleri... biz hepsiyiz ve daha fazlası. Aynı hayat gücü ile şekillendik. Ellerimizde akan kan, dünya üzerindeki suların seslerini taşıyor. Ve beyinlerimiz, --çok önemli beyinlerimiz-- denize yürüyen suların drenajlarını yansıtmakta.
Life is a force in its own right. It is a new element. And it has altered the Earth. It covers Earth like a skin. And where it doesn't, as in Greenland in winter, Mars is still not very far. But that likelihood fades as long as ice melts again. And where water is liquid, it becomes a womb for cells green with chlorophyll -- and that molecular marvel is what's made a difference -- it powers everything. The whole animal world today lives on a stockpile of bacterial oxygen that is cycled constantly through plants and algae, and their waste is our breath, and vice versa. This Earth is alive, and it's made its own membrane. We call it "atmosphere." This is the icon of our journey. And you all here today can imagine and will shape where we go next. (Applause) Thank you. Thank you.
Hayat, kendi başına buyruk bir güç. Yeni bir element. Ve dünyayı alt etti. Dünyayı, aynı bir deri gibi kapladı. Var olmadığı yerlerde, mesela kışın Grönland'da, Mars çok uzak değil. Ancak bu yakınlık, buzlar tekrar eridiğinde kayboluyor. Su sıvı hale geldiğinde, bir rahim haline geliyor. Klorofil taşıyan yeşil hücreler için - ve bu moleküler mucize farkı yaratan şeydir, her şeye güç verir. Yeryüzündeki bütün hayvan dünyası bitkiler ve algler tarafından sürekli çevrilen oksijen stokuna bağlı yaşamaktadır, onların atıkları bizim nefesimizdir, ve tersi. Bu dünya canlıdır, kendi giysisini kendisi yaratmıştır. Biz ona atmosfer diyoruz. Yolculuğumuzun sembolü budur. Ve bugün burada hepiniz, bir sonraki adımda nereye gidebileceğimizi tahmin edebiliyorsunuz. (Alkış) Teşekkür ederim, teşekkür ederim.