Namaste. Good morning. I'm very happy to be here in India. And I've been thinking a lot about what I have learned over these last particularly 11 years with V-Day and "The Vagina Monologues," traveling the world, essentially meeting with women and girls across the planet to stop violence against women.
Namaste. Günaydın. Burada Hindistan'da olmaktan çok mutluyum. Özellikle bu son 11 yıl içinde kadınlara karşı kullanılan şiddete son vermek isteyen kızlar ve kadınlarla bir araya gelmek için V-day ve Vajina Monologları ile dünyayı gezerken neler öğrendiğim konusu üzerinde çok fazla düşünüyorum.
What I want to talk about today is this particular cell, or grouping of cells, that is in each and every one of us. And I want to call it the girl cell. And it's in men as well as in women. I want you to imagine that this particular grouping of cells is central to the evolution of our species and the continuation of the human race.
Sizinle bugün konuşmak istediğim şey şu özel HÜCRE, veya bir grup hücre, ve bu hepimizde tek tek mevcut. Ve onlara kız hücre demek istiyorum. Ve kadınlarda olduğu kadar erkeklerde de varlar. Bu bir grup hücrenin türümüzün evriminde merkezi rolde olduklarını ve insan ırkının devamına katkıda bulunduklarını hayal etmenizi istiyorum.
And I want you imagine that at some point in history a group of powerful people invested in owning and controlling the world understood that the suppression of this particular cell, the oppression of these cells, the reinterpretation of these cells, the undermining of these cells, getting us to believe in the weakness of these cells and the crushing, eradicating, destroying, reducing these cells, basically began the process of killing off the girl cell, which was, by the way, patriarchy.
Tarihin bir noktasında, bir grup GÜÇ sahibi insanın dünyaya sahip olma ve dünyayı kontrol altına alma yolunun bu özel hücrelerin baskılanmasıyla, bu hücrelere eziyet edilmesiyle, bu hücrelerin yeniden yorumlandırılmasıyla, bu hücrelerin küçümsenmesi, bu hücrelerin güçsüzlüğüne inandırılıp ezerek, silerek, tahrip ederek, bu hücrelerin azaltılarak, kısaca içsel kız hücreleri öldürme işlemiyle mümkün olduğunu keşfettiklerini hayal edin.
I want you to imagine that the girl is a chip in the huge macrocosm of collective consciousness. And it is essential to balance, to wisdom and to actually the future of all of us. And then I want you to imagine that this girl cell is compassion, and it's empathy, and it's passion itself, and it's vulnerability, and it's openness, and it's intensity, and it's association, and it's relationship, and it is intuitive.
Kız hücrenin kollektif bilincin makrokozmozunda bir çip olduğunu hayal etmenizi istiyorum. Dengelemek, olgunluk ve geleceğimiz için hayati bir öneme sahip. Ve sonra sizden şunu hayal etmenizi istiyorum bu kız hücre "şefkat"'dir ve o empatidir, ve tutkunun ta kendisidir, ve o kırılganlıktır, ve o açıklık ve o yoğunluk ve o ortaklık ve o ilişki ve o sezgisel olmaktır.
And then let's think how compassion informs wisdom, and that vulnerability is our greatest strength, and that emotions have inherent logic, which lead to radical, appropriate, saving action. And then let's remember that we've been taught the exact opposite by the powers that be, that compassion clouds your thinking, that it gets in the way, that vulnerability is weakness, that emotions are not to be trusted, and you're not supposed to take things personally, which is one of my favorites.
Ve şimdi şefkatin bilgeliği nasıl beslediğini düşünelim, ve kırılganlığımızın en büyük gücümüz olduğunu, ve duygularımızın doğasında bir mantık olduğunu bunların kökten, uygun ve kurtaran eylemlere yol açtığını. Ve sonra da "hakim güçlerin" bizlere tam tersini öğrettiklerini anımsayın, şefkatin düşüncelerinizi bulanıklaştırdığını, mani olduğunu, kırılganlığın güçsüzlük olduğunu, ve duygulara güvenilmemesi gerektiğini olayları "Şahsi!" algılamamamız gerektiğini, ki bu benim en favorilerimden birisi.
I think the whole world has essentially been brought up not to be a girl. How do we bring up boys? What does it mean to be a boy? To be a boy really means not to be a girl. To be a man means not to be a girl. To be a woman means not to be a girl. To be strong means not to be a girl. To be a leader means not to be a girl. I actually think that being a girl is so powerful that we've had to train everyone not to be that. (Laughter)
Aslında bütün toplumun kız olmamak için yetiştirildiğini düşünüyorum. Erkekleri nasıl yetiştiriyoruz? Erkek olmak ne demek? Erkek olmak aslında kız olmamak demek. Adam olmak da kız olmamak demek. kadın olmak da kız olmamak demek. Güçlü olmak da kız olmamak demek. Bir lider olmak da kız olmamak demek. Ben aslında şöyle düşünüyorum; kız olmak o kadar güçlü bir şey ki herkesi kız olmamak için eğitmemiz gerekiyor. (alkışlar)
And I'd also like to say that the irony of course, is that denying girl, suppressing girl, suppressing emotion, refusing feeling has lead thus here. Where we have now come to live in a world where the most extreme forms of violence, the most horrific poverty, genocide, mass rapes, the destruction of the Earth, is completely out of control. And because we have suppressed our girl cells and suppressed our girl-ship, we do not feel what is going on.
Ve asıl ironin de, aslında, kız olmayı inkar etmenin kızı baskılamanın, duyguları baskılamanın duyguyu inkar etmenin bizi bu hale getirdiğini söylemek isterim. Yaşamakta olduğumuz bu dünya, şiddetin en uç formlarıyla, en korkunç açlıklarla, soykırımlarla, toplu tecavüzlerle, ve dünyanın tahribatı ile, tamamen konrolden çıkmış durumda. Ve kız hücrelerimizi baskıladığımız, içimizdeki kız ile ilişkimizi bastırdığımız için, ne olup bittiğini de hissedemiyoruz.
So, we are not being charged with the adequate response to what is happening. I want to talk a little bit about the Democratic Republic of Congo. For me, it was the turning point of my life. I have spent a lot of time there in the last three years. I feel up to that point I had seen a lot in the world, a lot of violence.
Ve, olan bitenlere uygun düşecek tepkileri verecek duyguyu yüklenemiyoruz. Kongo Demokratik Cumhuriyeti hakkında biraz konuşmak istiyorum. Benim için hayatımın dönüm noktasıydı. Son üç yıldır orada çok fazla zaman geçirdim. O noktaya gelene kadar dünyada pek çok şiddet dolu olay gördüğümü düşünüyordum.
I essentially lived in the rape mines of the world for the last 12 years. But the Democratic Republic of Congo really was the turning point in my soul. I went and I spent time in a place called Bukavu in a hospital called the Panzi Hospital, with a doctor who was as close to a saint as any person I've ever met. His name is Dr. Denis Mukwege. In the Congo, for those of you who don't know, there has been a war raging for the last 12 years, a war that has killed nearly six million people. It is estimated that somewhere between 300,000 and 500,000 women have been raped there.
Özellikle dünyanın tecavüz odaklarında 12 yıl geçirdim. Ama Demokratik Kongo Cumhuriyeti ruhumdaki dönüm noktası oldu. Kongo'ya gittim ve Bukavu'da Panzi hastanesinde hayatımda tanıdığım kişiler arasında bir azize en çok yaklaşabilecek bir kimse olan bir doktor ile zaman geçirdim. İsmi Dr.Denis Mukwege. Ve Kongo'da, bilmeyeniniz varsa, son 12 yıldır bir savaş ortalığı kasıp kavuruyor, neredeyse altı milyon kişiyi öldüren bir savaş. Ve orada 300.000 ila 500.000 civarında kadının tecavüze uğradığı tahmin ediliyor.
When I spent my first weeks at Panzi hospital I sat with women who sat and lined up every day to tell me their stories. Their stories were so horrific, and so mind-blowing and so on the other side of human existence, that to be perfectly honest with you, I was shattered. And I will tell you that what happened is through that shattering, listening to the stories of eight-year-old girls who had their insides eviscerated, who had guns and bayonets and things shoved inside them so they had holes, literally, inside them where their pee and poop came out of them.
Panzi hastanesinde geçirdiğim ilk haftalarda bana kendi hikayelerini anlatmak için sıraya giren kadınlarla birlikte oturdum. Ve hikayeleri öyle korkunç, öyle akıl almaz ve insanlık dışıydı ki, dürüst olmam lazım, dinlerken adeta ben parçalandım. Ve size bu parçalanmanın içinden olanları anlatacağım, silahlar ve süngüler ve benzeri şeylerin içlerine sokulmasıyla bağırsakları parçalanıp bu nedenle gerçek anlamda içlerinde delikleri olan ve bu deliklerden kakaları ve çişleri akan sekiz yaşındaki kızların hikayelerini dinledim.
Listening to the story of 80-year-old women who were tied to chains and circled, and where groups of men would come and rape them periodically, all in the name of economic exploitation to steal the minerals so the West can have it and profit from them. My mind was so shattered.
Ve ekonomik sömürü uğruna, 80 yaşındaki kadınların zincirlere bağlanıp, kuşatılıp bulundukları yere gelen bir grup erkek tarafından düzenli olarak tecavüze uğrayışlarının ve bu şekilde Batı'nın çalınan minerallerden kar elde etmesinin hikayesini dinledim. Aklım paramparça oldu.
But what happened for me is that that shattering actually emboldened me in a way I have never been emboldened. That shattering, that opening of my girl cell, that kind of massive breakthrough of my heart allowed me to become more courageous, and braver, and actually more clever than I had been in the past in my life.
Ama bence, bu parçalanma aslında beni yüreklendirdi de, hemde daha önce hiç olmadığım kadar çok casaretlendim. Bu parçalanma, bu içsel kız hücremin açılması, yüreğimin bu tarzda yoğun bir kırgınlığa maruz kalması benim geçmiş tüm yaşamımda olduğumdan daha gözüpek ve daha cesur, ve aslında daha da zeki olmamı sağladı.
I want to say that I think the powers that be know that empire-building is actually -- that feelings get in the way of empire-building. Feelings get in the way of the mass acquisition of the Earth, and excavating the Earth, and destroying things. I remember, for example, when my father, who was very, very violent, used to beat me. And he would actually say, while he was beating me, "Don't you cry. Don't you dare cry." Because my crying somehow exposed his brutality to him. And even in the moment he didn't want to be reminded of what he was doing.
Ve şunu da söylemek istiyorum, aslında bu duygular o bildiğimiz güçlerin, o bildiğimiz imparatorluk binasının, yolunu tıkıyorlar. İşte bu duygular dünyanın delik deşik edilmesinin, tahrip olmasının ve dünyanın kitlesel istilasının yolunu tıkıyor. Örneğin, çok saldırgan bir mizaca sahip olan babamın beni dövdüğü zamanı anımsıyorum. Ve bir yandan beni döverken, aynı zamanda bana "Sakın ağlama. Sakın ha ağlayayım deme." derdi. Çünkü benim ağlamam onu kendi gaddarlığıyla yüzleştiriyordu. Ve, o anda dahi, yapmakta olduğu şeyin ne olduğunun kendisine anımsatılmasını istemiyordu.
I know that we have systematically annihilated the girl cell. And I want to say we've annihilated it in men as well as in women. And I think in some ways we've been much harsher to men in the annihilation of their girl cell. (Applause) I see how boys have been brought up, and I see this across the planet: to be tough, to be hardened, to distance themselves from their tenderness, to not cry. I actually realized once in Kosovo, when I watched a man break down, that bullets are actually hardened tears, that when we don't allow men to have their girl self and have their vulnerability, and have their compassion, and have their hearts, that they become hardened and hurtful and violent.
Kız hücremizi sistematik bir biçimde imha ettiğimizi biliyorum. Ve onu kadınların içindeki kadar erkeklerin içindekini de yok ettiğimizi söylemek istiyorum. Ve bazı açılardan erkeklere onların kız hücrelerinin imha edilmesi sırasında daha da katı davrandığımızı düşünüyorum. (alkışlar) Tüm dünyada, bir uçtan diğer uca, sert, sıkı, duygularından, hassasiyetlerinden, ağlamaktan, uzaklaşması öğretilerek yetiştirilen erkek çocukları görüyorum. Bir keresinde Kosova'da çökmüş bir adamı seyrederken farkettim ki, kurşunlar aslında sertleşmiş gözyaşlarından ibaret, eğer erkeklerin, içlerindeki kız benliklerine ait hassasiyet ve tutkuyu tüm kalpleriyle yaşamasına izin vermezseniz, sertleşiyorlar ve incitici ve yırtıcı karakterlere bürünüyorlar.
And I think we have taught men to be secure when they are insecure, to pretend they know things when they don't know things, or why would we be where we are? To pretend they're not a mess when they are a mess. And I will tell you a very funny story. On my way here on the airplane, I was walking up and down the aisle of the plane. And all these men, literally at least 10 men, were in their little seats watching chick flicks. And they were all alone, and I thought, "This is the secret life of men." (Laughter)
Ve erkeklere güvensizken güvende olmayı öğretmişiz, bir şeyi bilmediklerinde de biliyormuş gibi yapmayı. Yoksa neden şimdi bulunduğumuz yerde olalım ki? Berbat halde olduklarında berbat halde değilmiş gibi yapmayı öğretmişiz. Size çok komik bir hikaye anlatacağım. Yolda buraya doğru gelirken, uçakta, koridorda aşağı yukarı yürüyordum. Ve tüm o erkekler, gerçekten en azından 10 erkek, küçük koltuklarında oturmuş kadınlara hitap eden filmleri seyrediyorlardı. Ve hepsi de yalnızdı, işte "Erkeklerin gizli yaşamı" diye düşündüm. (kahkahalar)
I've traveled, as I said, to many, many countries, and I've seen, if we do what we do to the girl inside us then obviously it's horrific to think what we do to girls in the world. And we heard from Sunitha yesterday, and Kavita about what we do to girls. But I just want to say that I've met girls with knife wounds and cigarette burns, who are literally being treated like ashtrays. I've seen girls be treated like garbage cans. I've seen girls who were beaten by their mothers and brothers and fathers and uncles. I've seen girls starving themselves to death in America in institutions to look like some idealized version of themselves.
Söylediğim gibi, çok, pek çok ülkeye seyahat ettim ve gördüm ki, kendi içimizdeki kıza bunları yapabiliyorsak, dünyadaki diğer kızlara neler yaptığımızı düşünmek bile çok korkutucu. Dün Sunitha'dan ve Kavita'dan kızlara neler yaptığımızı dinledik. Sadece şunu söylemek istiyorum, kültablası gibi kullanılmış ve vücutları sigara yanıkları, bıçak yaraları ile dolu kızlar tanıdım. Çöp kutusu gibi kullanılmış kızlar gördüm. Anneleri, ağabeyleri, babaları ve amcaları tarafından dövülen kızları gördüm. Kendilerinin idealize edilmiş bir versiyonuna ulaşmak için Amerika'da kendilerini açlıktan ölüme mahkum etmiş kızlara gördüm.
I've seen that we cut girls and we control them and we keep them illiterate, or we make them feel bad about being too smart. We silence them. We make them feel guilty for being smart. We get them to behave, to tone it down, not to be too intense. We sell them, we kill them as embryos, we enslave them, we rape them. We are so accustomed to robbing girls of the subject of being the subjects of their lives that we have now actually objectified them and turned them into commodities.
Kızları kestiğimizi ve kontrol ettiğimizi gördüm; cahil kalmalarını sağladığımızı, veya çok zeki oldukları için kendilerini kötü hissetmelerini sağladığımızı. Onları susturuyoruz. Zeki oldukları için suçlu hissettiriyoruz. Hadlerini bilmeyi, seslerini kısmayı, çok çarpıcı olmamalarını sağlıyoruz. Onları satıyoruz, henüz embriyo iken öldürüyoruz. Onları köleleştiriyoruz. Onlara tecavüz ediyoruz. Kızları hayatlarının öznesi olma konusundan gaspetmeye o kadar alışmışız ki, artık onları gerçek anlamda nesneleştirmiş mal-eşya-imtia şekline dönüştürmüş haldeyiz.
The selling of girls is rampant across the planet. And in many places they are worth less than goats and cows. But I also want to talk about the fact that if one in eight people on the planet are girls between the ages of 10 to 24, they are they key, really, in the developing world, as well as in the whole world, to the future of humanity. And if girls are in trouble because they face systematic disadvantages that keep them where society wants them to be, including lack of access to healthcare, education, healthy foods, labor force participation. The burden of all the household tasks usually falls on girls and younger siblings, which ensures that they will never overcome these barriers.
Dünya çevresinde kız satışları şahlanmış halde. Ve pek çok yerde ineklerden veya keçilerden daha değersizler. Ama bunların yanında sekiz kişiden birinin yaşı 10 ile 24 arasında değişen bir kız olduğunu ve gelişen dünya kadar, tüm dünyanın da değişiminde, insanlığın geleceğinde kilit bir rolleri olduğunu söylemeliyim. Ve kızların başı toplumun onları görmek istediği yerde tutan sistematik dezavantajları yüzünden belada; sağlık hizmetlerine, eğitime sağlıklı besinlere ulaşım kısıtlaması ve zorla çalıştırma da buna dahil. Ev işlerinin yükümlülüğu genellikle kızlara ve evin en küçüğüne düşer. Bu durum da onların asla bariyerleri aşamayacaklarını garanti altına alır.
The state of girls, the condition of girls, will, in my belief -- and that's the girl inside us and the girl in the world -- determine whether the species survives. And what I want to suggest is that, having talked to girls, because I just finished a new book called "I Am an Emotional Creature: The Secret Life of Girls Around the World," I've been talking to girls for five years, and one of the things that I've seen is true everywhere is that the verb that's been enforced on girl is the verb "to please." Girls are trained to please. I want to change the verb. I want us all to change the verb. I want the verb to be "educate," or "activate," or "engage," or "confront," or "defy," or "create." If we teach girls to change the verb we will actually enforce the girl inside us and the girl inside them.
Kızların durumu, kızların koşulları, ki benim inancıma göre bu içimizdeki kızdır ve işte bu dünyadaki kız, türümüzün kurtarılıp kurtulmayacağını da belirleyicisi olacak. Ve size bir şey söylemek istiyorum. Pekçok kizla konuştum ve adı "Ben duygusal bir yaratığım; Dünyadaki kızların gizli yaşamı" olan kitabımı yazmayı yeni bitirdim, Kızlarla son beş yıldır konuşuyorum ve her yerde geçerli olduğunu gördügüm bir şey var ki, bu da kızlara sürekli diretilen bir fiil olan "MEMNUN ETME" fiilinin ta kendisi. Kızlar memnun etmek için eğitiliyor. Bu fiili değiştirmek istiyorum. Hepimizin bu fiili değiştirmesini istiyorum. Bu fiilin "eğitmek" olmasını istiyorum veya "aktive etmek" veya "ilgilenmek" veya "yüzleşmek" veya "meydan okumak" veya "yaratmak" Eğer kızlara bu fiili değiştirmelerini öğretirsek kendi içimizdeki kızı güçlendirirken, onların içlerindeki kızı da güçlendireceğiz.
And I have to now share a few stories of girls I've seen across the planet who have engaged their girl, who have taken on their girl in spite of all the circumstances around them. I know a 14-year-old girl in the Netherlands, for example, who is demanding that she take a boat and go around the entire world by herself.
Ve dünyanın dört bir yanından tanıdığım yaşadıkları çevreye rağmen içlerindeki kızla temasa geçmiş kızlar hakkında paylaşmak istediğim bir kaç hikayem var. Hollanda'dan 14 yaşında bir kız tanıyorum; bir gemiye binip tüm dünyayı tek başına gezme konusunda çok ısrarlı...
There is a teenage girl who just recently went out and knew that she needed 56 stars tattooed on the right side of her face.
Ya da henüz hapisten çıkmış ve sağ yanağında 56 tane yıldız dövmesine ihtiyacı olduğuna karar vermiş bir kız da var.
There is a girl, Julia Butterfly Hill, who lived for a year in a tree because she wanted to protect the wild oaks.
Julia Butterfly Hill adında bir kız var, tam bir yıl boyunca bir ağaçta yaşadı cünkü vahşi meşe ağaçlarını korumak istiyordu.
There is a girl who I met 14 years ago in Afghanistan who I have adopted as my daughter because her mother was killed. Her mother was a revolutionary. And this girl, when she was 17 years old, wore a burqa in Afghanistan, and went into the stadiums and documented the atrocities that were going on towards women, underneath her burqa, with a video. And that video became the video that went out all over the world after 9/11 to show what was going on in Afghanistan.
Ve 14 yıl önce Afganistan'da tanıştığım ve kendi çocuğum olarak evlat edindiğim kız var çünkü annesi bir devrimciydi ve öldürülmüştü. Ve bu kız 17 yaşındayken Afganistan'da burka (çarşaf) giydi ve stadyumlara girdi, tesettürünün altına sakladığı videosu ile kadınlara karşı uygulanan vahşeti dökümante etti. Ve işte bu video 9/11'den sonra Afganistan'da olup bitenleri tüm dünyaya ulaştıran video oldu.
I want to talk about Rachel Corrie who was in her teens when she stood in front of an Israeli tank to say, "End the occupation." And she knew she risked death and she was literally gunned down and rolled over by that tank.
Size Rachel Corrie'den bahsetmek istiyorum İsrail tanklarının önünde "İşgali durdurun" demek için durduğunda henüz genç bir kızdı. Ve ölüm tehlikesini göze aldığını biliyordu ve kelimenin tam anlamıyla silahla alaşağı edildikten sonra sonra aynı tank tarafından ezildi.
And I want to talk about a girl that I just met recently in Bukavu, who was impregnated by her rapist. And she was holding her baby. And I asked her if she loved her baby. And she looked into her baby's eyes and she said, "Of course I love my baby. How could I not love my baby? It's my baby and it's full of love."
Ve size çok yakın zamanda Bukavu'da tanıştığım bir kızdan bahsetmek istiyorum, tecavüzcüsünden hamile kalmıştı. Ve bebeğini kucağında taşıyordu. Ve ona bebeğini sevip sevmediğini sordum. Ve o bebeğinin gözlerinin içine baktı ve "Elbette bebeğimi seviyorum. Bebeğimi nasıl sevemem?" dedi "Bu benim bebeğim ve o sevgi dolu"
The capacity for girls to overcome situations and to move on levels, to me, is mind-blowing. There is a girl named Dorcas, and I just met her in Kenya. Dorcas is 15 years old, and she was trained in self-defense. A few months ago she was picked up on the street by three older men. They kidnapped her, they put her in a car. And through her self-defense, she grabbed their Adam's apples, she punched them in the eyes and she got herself free and out of the car.
Kızların bu gibi durumları yenerek, yeni hedeflere yönelme kapasiteleri, bana göre akıl almayacak boyutta. Ve Dorcas adındaki şu kız var. Onunla Kenya'da yeni tanıştım. Dorcas 15 yaşında. Ve kendini koruma konusunda eğitim görmüş. Ve birkaç ay önce sokağın ortasından ondan daha yaşlı üç adam tarafından kaçırılmış. Onu kaçırıp bir arabaya koymuşlar. Ve kendini koruma eğitimiyle, adamları adem elmalarından yakalamış, gözlerini parmaklarıyla oymuş, ve kendini arabadan dışarıya atıp kurtarmış.
In Kenya, in August, I went to visit one of the V-Day safe houses for girls, a house we opened seven years ago with an amazing woman named Agnes Pareyio. Agnes was a woman who was cut when she was a little girl, she was female genitally mutilated. And she made a decision as many women do across this planet, that what was done to her would not be enforced and done to other women and girls.
Kenya'da Ağustos ayında kızlar için kurulan V-Day sığınma evlerinden birine gittim, bu ev yedi yıl önce Agnes Pareyio isimli müthiş bir kadin tarafından kuruldu. Agnes küçük bir kız çocuğu iken kesilmiş bir kadın yani genital organı sünnet edilmiş. Ve o, bu gezegende yaşayan pek çok kadın gibi, bir karar vermişti, ona yapılan bu şey başka hiç bir kıza ve kadına zor kullanarak uygulanmamalıydı.
So, for years Agnes walked through the Rift valley. She taught girls what a healthy vagina looked like, and what a mutilated vagina looked like. And in that time she saved many girls. And when we met her we asked her what we could do for her, and she said, "Well, if you got me a Jeep I could get around a lot faster." So, we got her a Jeep. And then she saved 4,500 girls.
Böylece, Agnes, yıllar boyunca Rift vadisinde dolaştı. Kızlara sağlıklı bir vajina ve sünnet edilmiş bir vajinanın nasıl gözüktüğü konusunda eğitim verdi. Ve zamanla pek çok kızı kurtardı. Ve onunla tanıştığımızda ona, onun için ne yapabileceğimizi sorduk. bize "Eğer bana bir jip alırsanız daha çok yeri gezebilirim" dedi. Ve biz de ona bir jip aldık. Ve böylece 4500 kızı daha kurtardı.
And then we asked her, "Okay, what else do you need?" And she said, "Well, now, I need a house." So, seven years ago Agnes built the first V-Day safe house in Narok, Kenya, in the Masai land. And it was a house where girls could run away, they could save their clitoris, they wouldn't be cut, they could go to school. And in the years that Agnes has had the house, she has changed the situation there. She has literally become deputy mayor. She's changed the rules. The whole community has bought in to what she's doing.
Daha sonra ona "Tamam, başka neye ihtiyacın var?" diye sorduk. Bu defa "Tamam, şimdi, bir eve ihtiyacım var" dedi. Böylece, yedi yıl önce Agnes Narok, Kenya'da Masai topraklarında, ilk V-Day sığınma evini kurdu. Ve bu ev kızların klitorislerini kurtarabilmek için kaçtıkları, kesilmekten kurtulmalarını sağlayan, okula gidebildikleri bir evdi. Agnes bu evi kurduktan sonraki yıllarda oradaki durumu değiştirmeyi başardı. Gerçek anlamda belediye başkan yardımcısı oldu. Kuralları değiştirdi. Bütün toplumu onun yaptığı şeyi anladı.
When we were there she was doing a ritual where she reconciles girls, who have run away, with their families. And there was a young girl named Jaclyn. Jaclyn was 14 years old and she was in her Masai family and there's a drought in Kenya. So cows are dying, and cows are the most valued possession. And Jaclyn overheard her father talking to an old man about how he was about to sell her for the cows. And she knew that meant she would be cut. She knew that meant she wouldn't go to school. She knew that meant she wouldn't have a future. She knew she would have to marry that old man, and she was 14.
Biz oradayken bir tören organize etmişti, bu törenle evden kaçmış kızların aileleri ile tekrar bir araya gelmelerine aracılık ediyordu. Burada adı Jaclyn olan genç bir kız vardı. Jaclyn 14 yaşında Masai ailesiyle birlikte yaşamaktayken Kenya'da büyük bir kuraklık olmuştu. Ve inekler ölmeye başlamıştı, ve inekler en değerli mal varlıklarıdır. Ve Jaclyn babasının başka bir yaşlı adam ile konuşmasına kulak misafiri oldu; babası inekler karşılığında kendisini satmak üzereydi. O, bunun kesilmek anlamına geleceğini de biliyordu. Bunun okula gidemeyeceği anlamına geldiğini de biliyordu. Bunun bir geleceği olmayacağı anlamına geldiğini de biliyordu. Sadece 14 yaşındayken o yaşlı adamla evlenmek zorunda olduğunu da biliyordu.
So, one afternoon, she'd heard about the safe house, Jaclyn left her father's house and she walked for two days, two days through Masai land. She slept with the hyenas. She hid at night. She imagined her father killing her on one hand, and Mama Agnes greeting her, with the hope that she would greet her when she got to the house. And when she got to the house she was greeted. Agnes took her in, and Agnes loved her, and Agnes supported her for the year. She went to school and she found her voice, and she found her identity, and she found her heart.
Ve, bir akşamüstü, daha önce duyduğu sığınma evine gitmek için Jaclyn babasının evinden ayrıldı ve iki gün, iki gün boyunca durmadan yürüdü, Masai topraklarını bir uçtan bir uca geçti. Sırtlanlarla uyudu. Geceleri saklandı. Bir yandan babasının onu öldürdüğünü hayal ederken, diğer yandan Anne Agnesini onu karşıladığını, eve vardığında onu karşılayacağı umudunu taşıdı. Ve eve vardığında da sevinçle karşılandı. Agnes onu eve aldı. Ve Agnes onu sevdi. Ve Agnes o yıl ona destek oldu. Ve o okula gitti ve kendisini yeniden keşfetti kendi kimliğini ve kendi yüreğini buldu.
Then, her time was ready when she had to go back to talk to her father about the reconciliation, after a year. I had the privilege of being in the hut when she was reunited with her father and reconciled. In that hut, we walked in, and her father and his four wives were sitting there, and her sisters who had just returned because they had all fled when she had fled, and her primary mother, who had been beaten in standing up for her with the elders. When her father saw her and saw who she had become, in her full girl self, he threw his arms around her and broke down crying. He said, "You are beautiful. You have grown into a gorgeous woman. We will not cut you. And I give you my word, here and now, that we will not cut your sisters either."
Ve sonra, kendini hazır hissettiğinde bir yıl sonra, babasına dönüp uzlaşmak için konuşması gerekliydi. Ve ben de babasıyla yeniden bir araya gelip uzlaştığında kulübede olma ayrıcalığına sahip oldum. Kulübeye girdik, babası ve dört karısı orada oturuyorlardı, eve yeni dönmüş kız kardeşleri de oradaydı, çünkü onun kaçmasından hemen sonra onlar da evden kaçmıştı, ve yaşıları karşısına alıp onu desteklediği için dayak yemiş olan ilk annesi de oradaydı. Ve babası onu gördüğünde, onun kime dönüştüğünü gördüğünde onun kız kimliğinin tamamını gördüğünde kollarını onun boynuna dolayıp ağlamaya başladı. Babası " Çok güzelsin. Büyümüş, müthiş bir kadın haline gelmişsin. Seni kesmeyeceğiz. Şimdi ve burada, sana şeref sözü veriyorum, kız kardeşlerini de kesmeyeceğiz" dedi.
And what she said to him was, "You were willing to sell me for four cows, and a calf and some blankets. But I promise you, now that I will be educated I will always take care of you, and I will come back and I will build you a house. And I will be in your corner for the rest of your life."
Ve o babasına şunları söyledi; "Beni dört inek, bir dana ve birkaç battaniye karşılığında satmayı düşünüyordun, Ama ben sana söz veriyorum, şimdi eğitim alıyorum ve her zaman sana bakacağım, geri döndüğümde sana bir ev yapacağım. Ve hayatının sonuna kadar her zaman yakınlarında olacağım"
For me, that is the power of girls. And that is the power of transformation. I want to close today with a new piece from my book. And I want to do it tonight for the girl in everybody here. And I want to do it for Sunitha. And I want to do it for the girls that Sunitha talked about yesterday, the girls who survive, the girls who can become somebody else. But I really want to do it for each and every person here, to value the girl in us, to value the part that cries, to value the part that's emotional, to value the part that's vulnerable, to understand that's where the future lies.
Bana göre, bu kızların gücüdür. Ve bu dönüşümün de gücüdür. Bugün yeni kitabımdan bir bölüm ile bitirmek istiyorum. Bunu bu akşam burada bulunan herkesin içindeki kız için yapmak istiyorum. Bunu Sunitha için yapmak istiyorum. Ve dün Sunitha'nın bahsettiği, dayanan, hayatta kalan, ve başka biri haline gelebilen kızlar için yapmak istiyorum. Ama gerçekte tek tek şu an burada bulunan herkesin içindeki kızı onurlandırmak için yapmak istiyorum, ağlayan parçamızı onurlandırmak için duygusal parçamızı onurlandırmak için, kırılgan parçamızı onurlandırmak için, geleceğimizin bu kısımlarda yattığını anlamak için.
This is called "I'm An Emotional Creature." And it happened because I met a girl in Watts, L.A. I was asking girls if they like being a girl, and all the girls were like, "No, I hate it. I can't stand it. It's all bad. My brothers get everything." And this girl just sat up and went, "I love being a girl. I'm an emotional creature!" (Laughter) This is for her:
Bu metnin adı "Ben Duygusal Bir Yaratığım" Watts LA'de tanıştığım kızlara kız olmaktan mutlu musunuz diye sorduğumda, bütün kızlar "Hayır nefret ediyorum, Dayanamıyorum. Herşey kötü. Erkek kardeşimin herşeyi var." derken bir kız oturduğu yerden "Kız olmaya bayılıyorum. Ben duygusal bir yaratığım!" dediği için yazıldı. (kahkahalar) Bu onun için.
I love being a girl. I can feel what you're feeling as you're feeling inside the feeling before. I am an emotional creature. Things do not come to me as intellectual theories or hard-pressed ideas. They pulse through my organs and legs and burn up my ears. Oh, I know when your girlfriend's really pissed off, even though she appears to give you what you want. I know when a storm is coming. I can feel the invisible stirrings in the air. I can tell you he won't call back. It's a vibe I share.
Kız olmaya bayılıyorum. Senin ne hissettiğini, içinde sen ne hissettiğini hissetmeden önce hissedebilirim. Ben duygusal bir yaratığım. Şeyler, bana entellektüel teoriler veya katı-kalıplanmış fikirler olarak gelmiyor. Benim organlarımın ve bacaklarımın içinde titreşiyorlar, ve kulaklarımı kızartıyorlar Ah, kız arkadaşının sana istediğini verir gibi gözüktüğüde dahi sana gerçekten kızgın olduğunu ben biliyorum. Fırtınanın ne zaman geleceğini biliyorum. Havada görünmeyen kıpırtıları hissedebiliyorum. Onun seni geri aramayacağını söyleyebilirim. Bu paylaştığım bir titreşim.
I am an emotional creature. I love that I do not take things lightly. Everything is intense to me, the way I walk in the street, the way my momma wakes me up, the way it's unbearable when I lose, the way I hear bad news.
Ben duygusal bir yaratığım. Olayları hafife almayan halimi seviyorum. Herşey bana yoğun geliyor, sokakta yürüyüşümün şekli, annemin beni uyandırma şekli, kaybettiğimde katlanamayışım, kötü haber alış şeklim.
I am an emotional creature. I am connected to everything and everyone. I was born like that. Don't you say all negative that it's only only a teenage thing, or it's only because I'm a girl. These feelings make me better. They make me present. They make me ready. They make me strong.
Ben duygusal bir yaratığım. Herşeyle ve herkesle bağlıyım. Böyle doğmuşum. Bunların kötü olduğunu sakın söylemeyin, sadece ve sadece ergenliğe bağlı olduğunu, veya sadece kız olduğum için böyle olduğunu. Bu hisler bana kendimi iyi hissettiriyor. Beni var ediyor. Beni hazır tutuyor. Beni güçlü kılIyor.
I am an emotional creature. There is a particular way of knowing. It's like the older women somehow forgot. I rejoice that it's still in my body. Oh, I know when the coconut's about to fall. I know we have pushed the Earth too far. I know my father isn't coming back, and that no one's prepared for the fire. I know that lipstick means more than show, and boys are super insecure, and so-called terrorists are made, not born. I know that one kiss could take away all my decision-making ability. (Laughter) And you know what? Sometimes it should. This is not extreme. It's a girl thing, what we would all be if the big door inside us flew open.
Ben duygusal bir yaratığım. Yaşlı kadınların bir şekilde unuttuğu, böyle bir "bilmek" şekli var. Ve bunun hala bedenimde var olması beni neşelendiriyor. Ah, o hindistan cevizinin düşmek üzere olduğunu biliyorum. Ve dünyayi çok fazla zorladığımızı da. Babamın geri dönmeyeceğini, ve kimsenin ateşe hazırlıklı olmadığını. O rujun gösterişten fazlası olduğunu biliyorum, ve erkeklerin süper güvensiz olduğunu, ve terörist denen kişilerin doğuştan öyle olmadıklarını, o hale getirildiklerini biliyorum. Ve şu tek bir öpücüğün karar verme becerimi elimden alacağını biliyorum. (kahkahalar) Ve biliyor musunuz? Bazen öyle olmalı... Bu aşırı değil. Bu kızsal birşey, içimizdeki o büyük kapı sonuna dek açılsaydı, hepimiz ne olurduk.
Don't tell me not to cry, to calm it down, not to be so extreme, to be reasonable. I am an emotional creature. It's how the earth got made, how the wind continues to pollinate. You don't tell the Atlantic Ocean to behave. I am an emotional creature. Why would you want to shut me down or turn me off? I am your remaining memory. I can take you back. Nothing's been diluted. Nothing's leaked out. I love, hear me, I love that I can feel the feelings inside you, even if they stop my life, even if they break my heart, even if they take me off track, they make me responsible.
Bana ağlama, sakinleş demeyin, aşırı uçlarda olma, mantıklı ol demeyin. Ben duygusal bir yaratığım. Dünyanın yaradılışı gibi, rüzgarın tozlamaya devam etmesi gibi. Atlantik Okyanusuna 'haddini bil" diyemezsiniz. Ben duygusal bir yaratığım. Beni neden susturmak veya kapatmak istersiniz ki? Ben sizin kalıcı belleğinizim. Sizi geriye götürebilirim. Hiç bir şey seyrelmedi. Hiç bir şey akıp gitmedi. Bayılıyorum, duyuyor musunuz, bayılıyorum içinizdekileri hissedebilmeme, benim kendi yaşamımı durdursalar bile, kalbimi kırıp beni kaale almaktan vazgeçseler bile, beni sorumlu kılıyorlar.
I am an emotional, I am an emotional, incondotional, devotional creature. And I love, hear me, I love, love, love being a girl. Can you say it with me? I love, I love, love, love being a girl! Thank you very much. (Applause)
Ben duygusal, ben duygusal koşulsuz, sadık bir yaratığım. Ve bayılıyorum, duyun beni, Bayılıyorum kız olmaya. Benimle söyler misiniz? Bayılıyorum, bayılıyorum, bayılıyorum kız olmayı seviyorum! Çok teşekkür ederim. (alkışlar)