I am going to talk about myself, which I rarely do, because I -- well for one thing, I prefer to talk about things I know nothing about. And secondly, I'm a recovering narcissist. (Laughter) I didn't know I was a narcissist actually. I thought narcissism meant you loved yourself. And then someone told me there is a flip side to it. So it's actually drearier than self-love; it's unrequited self-love. (Laughter) I don't feel I can afford a relapse.
Kendimle ilgili konuşacağım, bunu nadiren yaparım, çünkü hakkında hiçbirşey bilmediğim şeylerle ilgili konuşmayı tercih ederim. Ve ikincisi, ben iyileşmekte olan bir narsistim. (Kahkahalar) Ben aslında bir narsist olduğumun farkında değildim. Narsizmin kendini sevmek anlamına geldiğini düşünürdüm. Sonra biri bana madalyonun diğer yüzü olduğunu söyledi. Sonuçta bu durum kendini sevmekten daha derin bişey. Bu karşılıksız bir sevgi. (Kahkahalar) Bir çöküşle başedemeyeceğimi düşünüyorum.
But I want to, though, explain how I came to design my own particular brand of comedy because I've been through so many different forms of it. I started with improvisation, in a particular form of improvisation called theater games, which had one rule, which I always thought was a great rule for an ethic for a society. And the rule was, you couldn't deny the other person's reality, you could only build on it.
Ama ben yine de kendime ait komediyi nasıl ouşturduğumu açıklamak istiyorum çünkü onun çok farklı boyutlarından geçtim. İlk başta doğaçlamayla başladım. Tiyatral oyunlar olarak adlandırılan bir doğaçlama şekliyle başladım, bunun bir tane kuralı vardı, bu kuralın bir topluluk etiği için önemli bir kural olduğunu düşünüyorum. Bu kural, bir başkasının gerçeğini görmezden gelemezsiniz, sadece onun üzerine bişeyler kurabilirsinizdir.
And of course we live in a society that's all about contradicting other peoples' reality. It's all about contradiction, which I think is why I'm so sensitive to contradiction in general. I see it everywhere. Like polls. You know, it's always curious to me that in public opinion polls the percentage of Americans who don't know the answer to any given question is always two percent. 75 percent of Americans think Alaska is part of Canada. But only two percent don't know the effect that the debacle in Argentina will have on the IMF's monetary policy -- (Laughter) seems a contradiction. Or this ad that I read in the New York Times: "Wearing a fine watch speaks loudly of your rank in society. Buying it from us screams good taste." (Laughter) Or this that I found in a magazine called California Lawyer, in an article that is surely meant for the lawyers at Enron. "Surviving the Slammer: Do's and Don'ts." (Laughter) "Don't use big words." (Laughter) "Learn the lingua franca." (Laughter) Yeah. "Lingua this, Frankie."
Ve biz diğer kimselerin gerçeklerinin sürekli hor görüldüğü bir toplulukta yaşıyoruz. Tamamen hor görme üzerine, ve bu nedenle de hor görme üzerinde oldukça hassasım. Bunu heryerde görüyorum. Örneğin anketler. Bilirsiniz, bana hep ilginç gelen birşeydir, toplumların görüşlerini belirlemeye yönelik anketlerde sorulan soruların cevabını bilen Amerikalıların oranı genellikle yüzde ikidir. Amerikalıların yüzde yetmişbeşi Alaska'nın Kanada'nın bir parçası olduğunu düşünürler. Ama sadece yüzde ikisi Arjantin'deki mali çöküşün IMF'nin para politikasına etkisini bilmekte (Kahkahalar) bu bir çelişki. Ya da New York Times'ta okuduğum reklam şöyleydi: "İyi bir saat kullanmak sizin toplumdaki yerinizi gösterir söyler. Bunu bizden almak ise güzel bir çığlıktır." (Kahkahalar) Ya da Kaliforniya Avukatları adlı dergide okuduğum başka bir yazı ki bence Enron'daki avukatlar için yazılmıştı. "Hapishanede hayatta kalmak için yapılması ve yapılmaması gerekenler." (Kahkahalar) "Çok iddialı sözler etmeyin" (Kahkahalar) "Ortak dili öğrenin" (Kahkahalar) Evet. Lingua this Frankie.
(Laughter)
(Kahkahalar)
And I suppose it's a contradiction that I talk about science when I don't know math. You know, because -- and by the way to I was so grateful to Dean Kamen for pointing out that one of the reasons, that there are cultural reasons that women and minorities don't enter the fields of science and technology -- because for instance, the reason I don't do math is, I was taught to do math and read at the same time. So you're six years old, you're reading Snow White and the Seven Dwarves, and it becomes rapidly obvious that there are only two kinds of men in the world: dwarves and Prince Charmings. And the odds are seven to one against your finding the prince. (Laughter) That's why little girls don't do math. It's too depressing.
Ve bir çelişki daha var ben matematik bilmediğimde bilim konuşurum. Çünkü--bu arada Dean Kamen'e de minnettarım kendisi bayanların bilim ve teknolojiye bulaşmamalarıyla ilgili kültürel gerekçeleri ifade etmişti. benim matematiği bilmeme nedenim bana aynı anda matematik yapma ve okuma yapma öğretildi. Altı yaşındasınız ve Pamuk Prenses ve Yedi Cüceleri okuyorsunuz. Bir süre sonra dünyada sadece iki tür erkek olduğuna inanmaya başlarsınız, cüceler ve prens. Ve yedi taneyi birbiriyle topladığında sonuç bir prenstir. (Kahkahalar) Bu yüzden küçük kızlar matematik yapmazlar. Bu çok sıkıcıdır.
(Laughter)
(Kahkahalar)
Of course, by talking about science I also may, as I did the other night, incur the violent wrath of some scientists who were very upset with me. I used the word postmodern as if it were OK. And they got very upset. One of them, to his credit, I think really just wanted to engage me in a serious argument. But I don't engage in serious arguments. I don't approve of them because arguments, of course, are all about contradiction, and they're shaped by the values that I have questions with.
Şüphesiz bilim hakkında konuşarak diğer taraftan bazı fencilerin şiddetli tepkilerini çektim bana kızgındılar. Postmodern kavramını herşey yolunda anlamında kullandım. Onlar da bana kızdılar. İçlerinden birinin gerçekten beni ciddi bir makalenin yazarlarına eklemeyi istediğini düşündüm. Ama ciddi makalelerde yer almak istemem. Onları kabul etmem çünkü makaleler çelişkilerle ilgilidir. Ve onları değerler şekillendirir.
I have questions with the values of Newtonian science, like rationality. You're supposed to be rational in an argument. Well rationality is constructed by what Christie Hefner was talking about today, that mind-body split, you know? The head is good, body bad. Head is ego, body id. When we say "I," -- as when Rene Descartes said, "I think therefore I am," -- we mean the head. And as David Lee Roth sang in "Just a Gigolo," "I ain't got no body." That's how you get rationality. And that's why so much of humor is the body asserting itself against the head. That's why you have toilet humor and sexual humor. That's why you have the Raspyni Brothers whacking Richard in the genital area. And we're laughing doubly then because he's the body, but it's also --
Newton biliminin değerleri hakkında sorularım var. RAsyonellik gibi, bir makalede rasyonel olmalısınız. Rasyonellik Christie Hefner tarafından oluşturulmuştur. Kendisi akıl-beden ayrımı hakkında konuşmuştur. Biliyor musunuz? Akıl iyi, beden kötüdür. Akıl ego, beden iddir. "Ben" dediğimizde -Rene Descartes'in de dediği gibi, "Düşünüyorum öyleyse varım"- aklımızı kastederiz. David Lee Roth'un da "Just a Gigolo"şarkısında dediği gibi "Benim bedenim yok." Bu rasyonelleiği nasıl algıladığınızdır. İşte bu yüzden beden akıldan daha fazla mizah üretmektedir. Bu yüzden cinsel mizahımız var. Bu yüzden Raspyni KArdeşlerde Rİchard cinsel bölgeye vurur. Ve biz buna gülüyoruz çünkü O bedendir, ama aynı zamanda--
Voice offstage: Richard.
Dış ses: Richard
Emily Levine: Richard. What did I say? (Laughter) Richard. Yes but it's also the head, the head of the conference.
Emily Levine: Richard. Ben ne dedim? (Kahkahalar) Richard. Evet O aynı zamanda da akıldır, konferansın aklı.
That's the other way that humor -- like Art Buchwald takes shots at the heads of state. It doesn't make quite as much money as body humor I'm sure -- (Laughter) but nevertheless, what makes us treasure you and adore you.
Bu mizahın-- Eminim Art Buchwald'ın sahnede aklına darbeler alması bedene ilişkin mizah kadar para kazandırmıyordur-- (Kahkahalar) bizim sizdeki hazineyi keşfetmemizin ve sizi sevmemizin nedenidir.
There's also a contradiction in rationality in this country though, which is, as much as we revere the head, we are very anti-intellectual. I know this because I read in the New York Times, the Ayn Rand foundation took out a full-page ad after September 11, in which they said, "The problem is not Iraq or Iran, the problem in this country, facing this country is the university professors and their spawn." (Laughter) So I went back and re-read "The Fountainhead." (Laughter) I don't know how many of you have read it. And I'm not an expert on sadomasochism. (Laughter) But let me just read you a couple of random passages from page 217.
Aynı zamanda bu ülkede rasyonellikte de bir çelişki vardır, o da, her ne kadar akla saygı duysak da oldukça anti-entellektüel olmamızdır. Bunu biliyorum çünkü New York Times'ta Ayn Rand Vakfı'nın 11 Eylül sonrasında tam sayfa reklamını gördüm, orada "Sorun Irak ya da İran değildir Sorun bu ülkededir ve bu ülkeyle yüzleşmek üniversite profesörleri ve onların takipçileridir." diyordu. (Kahkahalar) Sonra ben geri döndüm ve "The Fountainhead"i tekrar okudum. (Kahkahalar) İçinizden kaçınızın onu okuduğunu bilmiyorum. Ve ben sadomazoizm konusunda uzman değilim. (Kahkahalar) Ama size 217. sayfadan bikaç paragraf okumak istiyorum.
"The act of a master taking painful contemptuous possession of her, was the kind of rapture she wanted. When they lay together in bed it was, as it had to be, as the nature of the act demanded, an act of violence. It was an act of clenched teeth and hatred. It was the unendurable. Not a caress, but a wave of pain. The agony as an act of passion."
"O'nun acı veren ve aşağılayıcı delilikleri aynı zamanda O'nun istediği sevinçlerdi. Yatakta birlikte yattıklarında olan şey, doğal olarak olması gereken bir şiddetti. O, sıkılmış dişlerdi. Dayanılmazdı. Bir ilgi değil acıydı. Bir tutku olarak acı çekmekti".
So you can imagine my surprise on reading in The New Yorker that Alan Greenspan, Chairman of the Federal Reserve, claims Ayn Rand as his intellectual mentor. (Laughter) It's like finding out your nanny is a dominatrix. (Laughter) Bad enough we had to see J. Edgar Hoover in a dress. Now we have to picture Alan Greenspan in a black leather corset, with a butt tattoo that says, "Whip inflation now."
Artık The New Yorker'da Federal Hazine Başkanı Alan Greenspan'ın Any Rand'in kendisinin mentörü olduğunu söylediğini okuduğumda yaşadığım şaşkınlığı tahmin edebilirsiniz. (Kahkahalar) Bu, dadınızın kaba ve baskın bir kadın olduğunu farketmeniz gibi birşey. (Kahkahalar) J. Edgar Hoover'i bir elbise içinde görmek yeterince kötüydü. Şimdi ise elimizde Alan Grrenspan'in deri bir korse giydiği ve kalçasında "Şimdi enflasyonu kırbaçla" yazan bir dövme bulunan bir resmi var.
(Laughter)
(Kahkahalar)
And Ayn Rand of course, Ayn Rand is famous for a philosophy called Objectivism, which reflects another value of Newtonian physics, which is objectivity. Objectivity basically is constructed in that same S&M way. It's the subject subjugating the object. That's how you assert yourself. You make yourself the active voice. And the object is the passive no-voice.
Ve şüphesiz Any Rand, Any Rand Objektivizm denilen bir felsefesiyle bilinir, ve objektivite Newton fiziğinin bir diğer değeridir. Objetivite temel olarak S ve M gibi oluşturulmuştur. Nesneyi subjektif olarak değerlendiren subjedir. Bu kendinizi kanıtlama yolunuzdur. Kendinizi aktif olarak seslendirirsiniz. Ve obje pasif sessizliktir.
I was so fascinated by that Oxygen commercial. I don't know if you know this but -- maybe it's different now, or maybe you were making a statement -- but in many hospital nurseries across the country, until very recently anyway, according to a book by Jessica Benjamin, the signs over the little boys cribs read, "I'm a boy," and the signs over the little girls cribs read, "It's a girl." Yeah. So the passivity was culturally projected onto the little girls.
Ben Oxygen şirketinden çok etkilenmiştim. Bunu bilip bilmediğinizden emin değilim ama-- belki şimdi durum farklıdır-- ama ülkedeki birçok hastanenin kreşinde Jessica Benjamin'in kitabına göre erkek çocuklarının karyolalarında "Ben bir erkek çocuğuyum" yazar. Kız çocuklarının karyolalarında ise "Bu bir kız çocuğu" yazar. Evet. Sonuç olarak küçük kızların üzerine bir edilgelik gölgesi düşmüş olur.
And this still goes on as I think I told you last year. There's a poll that proves -- there was a poll that was given by Time magazine, in which only men were asked, "Have you ever had sex with a woman you actively disliked?" And well, yeah. Well, 58 percent said yes, which I think is overinflated though because so many men if you just say, "Have you ever had sex ... " "Yes!" They don't even wait for the rest of it. (Laughter) And of course two percent did not know whether they'd had -- (Laughter) That's the first callback, of my attempted quadruple.
Ve söylediğim gibi bu geçen yıl bile devam eden bir uygulamaydı. Bir ankette-- Time dergisinde yayınlanan bir ankette-- Erkeklere "Hoşlanmadığınız bir bayanla seks yaptınız mı?" diye sorulmuş. Ve evet. Yüzde 58'i evet cevabını vermiş. Bence bu biraz abartılı bir oran, çünkü erkeklere sadece Seks yapmakla başlayan bir soru sorduğunuzda.. Evet derler. Sorunun devamını beklemezler. (Kahkahalar) Ve şüphesiz yüzde ikisi ne yaptıklarını bilmezler. (Kahkahalar) Bu benim dördüncü girişimimin geri çağrılmasıdır.
(Laughter)
(Kahkahalar)
So this subject-object thing, is part of something I'm very interested in because this is why, frankly, I believe in political correctness. I do. I think it can go too far. I think Ringling Brothers may have gone too far with an ad they took out in the New York Times Magazine. "We have a lifelong emotional and financial commitment to our Asian Elephant partners." (Laughter) Maybe too far. But you know -- I don't think that a person of color making fun of white people is the same thing as a white person making fun of people of color. Or women making fun of men is the same as men making fun of women. Or poor people making fun of rich people, the same as rich people.
Bu subje-obje ilişkisi benim çok ilgimi çeken bir şeyin parçasıdır, çünkü ben bu yüzden politik doğruluğa inanıyorum. Bunun çok ilerilere gidebileceğine inanıyorum. Ben, Ringling kardeşlerin New York Times'ta yayınlanan bir reklamla çok ilerilere gidebildiğine inanıyorum. "Biz Asya Filleri ortaklarına ömür boyu süren bir duygusal ve finansal bağlılığa sahibiz." (Kahkahalar) Belki çok uzaklara olabilir. Ama biliyorsunuz-- Ben, siyah bir insanın beyaz biriyle ilgili şaka yapmasıyla beyaz bir insanın siyah biriyle ilgili şaka yapmasının aynı olmadığına inanıyorum. Ya da bir kadının erkeklerle ilgili şaka yapmasıyla bir erkeğin kadınlarla ilgili şaka yapması... Ya da fakirlerin zenginlerle ilgili şaka yapması
I think you can make fun of the have but not the have-nots, which is why you don't see me making fun of Kenneth Lay and his charming wife. (Laughter) What's funny about being down to four houses? (Laughter) And I really learned this lesson during the sex scandals of the Clinton administration or, Or as I call them, the good ol' days. (Laughter) When people I knew, you know, people who considered themselves liberal, and everything else, were making fun of Jennifer Flowers and Paula Jones. Basically, they were making fun of them for being trailer trash or white trash. It seems, I suppose, a harmless prejudice and that you're not really hurting anybody. Until you read, as I did, an ad in the Los Angeles Times. "For sale: White trash compactor." (Laughter)
Bence sahip olunanla ilgili şaka yapılabilir ama olunmayanla ilgili yapılamaz, Bu yüzden Kenneth Lay etkileyici eşiyle ilgili şaka yapamaz. (Kahkahalar) Dört tane eve sahip olmanın nesi komik? (Kahkahalar) Ve ben bu dersi Clinton yönetimindeki seks skandalları sırasında öğrendim. Ben o günleri eski iyi günler olarak adlandırıyorum. (Kahkahalar) İnsanlar, yani kendini liberal olarak adlandıranlar, ve başka birşey olarak Jennifer Flowers ve Paula Jones ile ilgili şakalar yapmaktaydılar. Temel olarak onların yaptığı şakalar işe yaramaz çöp ile işe yarar çöp olmakla ilgiliydi Bence kimseye zarar vermediğiniz sürece bu zararsız bir önyargıdır. Tabi bu durum benim gibi Los Angeles Times'taki makaleyi okuyana kadar sürer. "Satılık zararsız çöp sıkıştırıcısı." (Kahkahalar)
So this whole subject-object thing has relevance to humor in this way. I read a book by a woman named Amy Richlin, who is the chair of the Classics department at USC. And the book is called "The Garden of Priapus." And she says that Roman humor mirrors the construction of Roman society. So that Roman society was very top/bottom, as ours is to some degree. And so was humor. There always had to be the butt of a joke. So it was always the satirist, like Juvenal or Martial, represented the audience, and he was going to make fun of the outsider, the person who didn't share that subject status.
Sonuçta bu nesne-obje arasındaki ilişki içinde bu şekilde bir mizah içermektedir. USC bünyesindeki klasik bir bölümün başkanı olan Amy Richlin isimli bayanın bir kitabını okudum. Kitabın adı "Priapus Bahçesi". Ve orda Roma'daki mizahın Roma toplumunun yapısının bir yansıması olduğunu söylüyordu. Roma toplumunun alt üst olmuş bir toplum olduğunu düşündüğümüzde ki bizim toplumumuzda hemen hemen öyledir. Oradaki mizah da aynı durumdaydı. Herzaman için bir şakanın en alt düzeyi olmuştur. Ve o düzey Marshall'ın Juvenall'inde olduğu gibi satirist bir durumdur, ve dinleyicileri temsil eder, ve o eserde durumla hiç alakası olmayan dışarda bulunan insanlarla ilgili şakalar içermektedir.
And in stand-up of course, the stand-up comedian is supposed to dominate the audience. A lot of heckling is the tension of trying to make sure that the comedian is going to be able to dominate, and overcome the heckler. And I got good at that when I was in stand up. But I always hated it because they were dictating the terms of the interaction, in the same way that engaging in a serious argument determines the content, to some degree, of what you're talking about. And I was looking for a form that didn't have that. And so I wanted something that was more interactive. I know that word is so debased now by the use of it by Internet marketers.
Aynı şey stand-up için de geçerlidir, stand-up komedyeninin izleyiciden baskın olması beklenir. Gösterideki sataşmaların amacı komedyenin izleyicilerden baskın olup sataşmalarla başaçıkabileceğinden emin olmak içindir. Ben bir satnd-upta oldukça iyiyimdir. Ama aynı zamanda etkileşim ifadelerini dikte ettirdikleri için de nefret ederim. Bu aynı şekilde konuya eklenen ciddiyet de konuştuğunuz içerikle ilgili bilgi verir. Ben bunu içermeyen bir şekil arıyordum. Daha etkileşimli birşey. Bu kelimenin internet pazarlamacıları tarafından ayağa düşürüldüğünün farkındayım.
I really miss the old telemarketers now, I'll tell you that. (Laughter) I do, because at least there you stood a chance. You know? I used to actually hang up on them. But then I read in "Dear Abby" that that was rude. So the next time that one called I let him get halfway through his spiel and then I said, "You sound sexy." (Laughter) He hung up on me!
Gerçekten eski telefonla pazarlamacıları özlüyorum. (kahkahalar) Özlüyorum. Çünkü en azından bir şansa sahip oluyordunuz. Biliyor musunuz? Gerçekten onlara asılıyordum. Ama sonra Dear Abby'de bunun kabalık olduğunu okudum. Sonra onlardan biri beni aradı konuşmasının yarısını dinledim ve "Sesiniz çok seksi." dedim. (Kahkahalar) O bana asılmaya başladı.
(Laughter)
(Kahkahalar)
But the interactivity allows the audience to shape what you're going to do as much as you shape their experience of the world. And that's really what I'm looking for. And I was sort of, as I was starting to analyze what exactly it is that I do, I read a book called "Trickster Makes This World," by Lewis Hyde. And it was like being psychoanalyzed. I mean he had laid it all out. And then coming to this conference, I realized that most everybody here shared those same qualities because really what trickster is is an agent of change. Trickster is a change agent. And the qualities that I'm about to describe are the qualities that make it possible to make change happen. And one of these is boundary crossing. I think this is what so, in fact, infuriated the scientists. But I like to cross boundaries. I like to, as I said, talk about things I know nothing about.
Ama etkileşim dinleyicilerin deneyimlerini şekillendirdiğiniz ölçüde sizin yaptığınız şeyleri de onların şekillendirmesini sağlar. Benim gerçekten aradığım bu. Ve benim yaptığım şeyi analiz etmeye başlamıştım. Lewis Hyde'ın "Bu Dünyayı Düzenbazlar Oluşturur" kitabını okudum. Psikolojik analiz gibiydi. O şekilde düzenlenmişti. Ve sonra bu konferansa geldiğimde anladım ki buradaki herkes bu özellğe sahip çünkü gerçek bir düzenbaz değişimin aracısıdır. Düzenbaz değişim ajanıdır. Birazdan tanımlayacağım özellikler bir değişimi gerçekleştirebilecek özelliklerdir. Bunlardan birisi sınırları aşmaktır. Bence bu biliminsanlarını kızdıran bir şeydir. Ama ben sınırları aşmayı severim. Ben, dediğim gibi, hakkında hiçbirşey bilmediğim şeyler hakkında konuşmayı severim.
(Phone Ringing)
(Telefon sesi)
I hope that's my agent, because you aren't paying me anything.
Umarım bu benim ajanımdır, çünkü burda bana bir ödeme yapmıyorsunuz.
(Laughter)
(Kahkahalar)
And I think it's good to talk about things I know nothing about because I bring a fresh viewpoint to it, you know? I'm able to see the contradiction that you may not be able to see. Like for instance a mime once -- or a meme as he called himself. He was a very selfish meme. And he said that I had to show more respect because it took up to 18 years to learn how to do mime properly. And I said, "Well, that's how you know only stupid people go into it." (Laughter) It only takes two years to learn how to talk.
Ve bence hakkında hiçbirşey bilmediğiniz konularda konuşmak iyidir, çünkü ben ona yeni bir bakış açısı getirdiğime inanıyorum. Ben sizin göremediğiniz şekilde çelişkiyi görebildiğime inanıyorum. Örneğin bir pandomim sanatçısı . Çok bencil bir pandomimciydi. Bana kendisine saygı duymam gerektiğini çünkü bu sanatı tam olarak öğrenmesinin tam 18 yılını aldığını söylemişti. Ben de cevap olarak "Bu, aptal insanların nasıl öğrendiğinin kanıtıdır" demiştim. (Kahkahalar) Konuşmayı öğrenmek sadece iki yıl alır.
(Laughter)
(Kahkahalar)
(Applause)
(Alkışlar)
And you know people, this is the problem with quote, objectivity, unquote. When you're only surrounded by people who speak the same vocabulary as you, or share the same set of assumptions as you, you start to think that that's reality. Like economists, you know, their definition of rational, that we all act out of our own economic self-interest. Well, look at Michael Hawley, or look at Dean Kamen, or look at my grandmother.
Ve biliyorsunuz bu alıntı yapmakla ilgili bir sorundur, nesnellik. Çevrenizde sizinle aynı kelime haznesine sahip kişiler bulunduğunda ya da aynı varsayımlara sahip kişiler bunun gerçeklik olduğuna inanmaya başlarsınız. Ekonomistler gibi, rasyonel tanımlamalarını kendi kişisel ilgi alanlarımız olarak kabul ederiz. Michael Hawley'e bakın, ya da Dean Kamen'e ya da benim babaanneme.
My grandmother always acted in other people's interests, whether they wanted her to or not. (Laughter) If they had had an Olympics in martyrdom, my grandmother would have lost on purpose. (Laughter) "No, you take the prize. You're young. I'm old. Who's going to see it? Where am I going? I'm going to die soon."
Babaennem diğer insanların ilgi alanlarına göre hareket eder, onların neyi isteyip neyi istemediklerini dikkate alır. (Kahkahalar) eğer işkence çekme olimpiyatı olsa babaannem bilerek kaybeden olurdu. (Kahkahalar) "Hayır, ödülü sen kazandın. Sen gençsin. Ben yaşlıyım. Kim görecek ki? Ben nereye gidiyorum. Ben yakın zamanda öleceğim."
(Laughter)
(Kahkahalar)
So that's one -- this boundary crossing, this go-between which -- Fritz Lanting, is that his name, actually said that he was a go-between. That's an actual quality of the trickster. And another is, non-oppositional strategies. And this is instead of contradiction. Where you deny the other person's reality, you have paradox where you allow more than one reality to coexist,
Sonuçta bu -- sınırları aşmak, arayı aşmak-- Fritz Lanting, isim doğru mu, kendisinin bir sınır aşan olduğunu söylerdi. Bu bir düzenbazın gerçek özelliğidir. Bir diğeri de muhalif olmayan stratejilerdir. Ve bu, çelişkinin yerine geçer. Başka insanların gerçeklerini kabul etmediğinizde birden fazla gerçeği kabul etme gibi bir paradoks içine girmiş olursunuz.
I think there's another philosophical construction. I'm not sure what it's called. But my example of it is a sign that I saw in a jewelry store. It said, "Ears pierced while you wait." (Laughter) There the alternative just boggles the imagination. (Laughter) "Oh no. Thanks though, I'll leave them here. Thanks very much. I have some errands to run. So I'll be back to pick them up around five, if that's OK with you. Huh? Huh? What? Can't hear you."
Ve burada bir diğer felsefik yapının olduğuna inanıyorum. Bunun tam olarak nasıl adlandırıldığını bilmiyorum. Bununla ilgili benim örneğim bir mücevheratçıda gördüğüm bir işarettir. "Sizbeklerken kulaklar delinmiştir." (Kahkahalar) Bu seçenek imajinasyondan korkmaktır. (Kahkahalar) "Hayır. Teşekkür ederim, ben onları burada bırakayım. Yapmam gereken işler var. Saat beş gibi gelip geri alırım. Mümkün mü? Pardon, sizi duyamıyorum."
(Laughter)
(Kahkahalar)
And another attribute of the trickster is smart luck. That accidents, that Louis Kahn, who talked about accidents, this is another quality of the trickster. The trickster has a mind that is prepared for the unprepared. That, and I will say this to the scientists, that the trickster has the ability to hold his ideas lightly so that he can let room in for new ideas or to see the contradictions or the hidden problems with his ideas. I had no joke for that. I just wanted to put the scientists in their place. (Laughter)
Bir düzenbazın bir diğer özelliği zeki şanstır. Louis Kahn'ın bahsettiği kazalar örneğin düzenbazlığın bir başka özelliğidir. Düzenbazların hazırlıksızlık durumlara yönelik hazırlıkları vardır. Biliminsanlarına söyleyeceğim başka bir şey var, düzenbazlar düşüncelerini hafif tutarlar böylece yeni düşüncelerin oluşmasına izin verirler ya da düşünceleriyle ilgili çelişki ve gizli sorunların ortaya çıkmasına fırsat verirler. Bununla ilgili bir esprim yok. Sadece biliminsanlarını yerlerinde bırakmak istiyorum. (Kahkahalar)
But here's how I think I like to make change, and that is in making connections. This is what I tend to see almost more than contradictions. Like the, what do you call those toes of the gecko? You know, the toes of the gecko, curling and uncurling like the fingers of Michael Moschen. I love connections.
Ben değişim oluşturmaktan hoşlanıyorum ve bunu bağlantılarortaya koyarak yapıyorum. Ve bu çelişkilerden daha fazla görmek istediğim bir şey. Gecko'nun parmakları gibi Gecko'nun parmaklarını biliyorsunuz. Michael Moschen'in parmakları gibi kıvrık olan ve olmayan. Bağlantılardan hoşlanıyorum.
Like I'll read that one of the two attributes of matter in the Newtonian universe -- there are two attributes of matter in the Newtonian universe -- one is space occupancy. Matter takes up space. I guess the more you matter the more space you take up, which explains the whole SUV phenomenon. (Laughter) And the other one though is impenetrability.
Newton evrenindeki bir sorunda yer alan iki tutumu okuyacağım-- Newton evreninde iki tutum vardır-- birisi boşlukta yer kaplamaktır. Madde yer kaplar. Ne kadar fazla sorunsanız o kadar fazla boşluk kaplarsanız diye düşünüyorum, ki bu da 4x4 deliliğini açıklamaktadır. (Kahkahalar) Ve diğeri de geçirgensizliktir.
Well, in ancient Rome, impenetrability was the criterion of masculinity. Masculinity depended on you being the active penetrator. And then, in economics, there's an active producer and a passive consumer, which explains why business always has to penetrate new markets. Well yeah, I mean why we forced China to open her markets. And didn't that feel good? (Laughter) And now we're being penetrated. You know the biotech companies are actually going inside us and planting their little flags on our genes. You know we're being penetrated. And I suspect, by someone who actively dislikes us. (Laughter) That's the second of the quadruple. Yes of course you got that. Thank you very much. I still have a way to go.
Antik Roma'daki geçirgensizlik kriteri erkek egemenliğiydi. Erkek egemenliği aktif bir geçirgensiz olmanıza dayanmaktadır. Ve ekonomide de bir aktif üretici ve pasif tüketici vardır, bu durum iş yaşamının hiçin sürekli yeni pazarlara girdiğini açıklamaktadır. Bu bizim neden yeni pazarlar açmak için Çin'e girdiğini açıklamaktadır. Ve sizce bu iyi hissettirmez mi? (Kahkahalar) Ve şimdi biz geçirgen hale geliyoruz. Biliyorsunuz biyoteknoloji şirketleri bizim içimize girip genlerimize küçük bayraklarını dikiyorlar. Biz geçirgen hale geliyoruz. Ve tahminim bunu bizden hoşlanmayan kimseler yapıyorlar. (Kahkahalar) Buradaki dörtlünün ikincisidir. Evet bunu anladınız. Çok teşekkür ederim. Hala gidece bir yolum var.
(Laughter)
(Kahkahalar)
And what I hope to do, when I make these connections, is short circuit people's thinking. You know, make you not follow your usual train of association, but make you rewire. It literally -- when people say about the shock of recognition, it's literally re-cognition, rewiring how you think -- I had a joke to go with this and I forgot it. I'm so sorry. I'm getting like the woman in that joke about --
Ve bu bağlantıları yaparkenki umudum, insanların düşüncelerinde bir kısa devre oluşturmaktır. Sizi alışık olduğunuz yoldan farklı bir yola yönlendirmek, ama aynı zamanda yeni bağlantılar kurmanızı sağlamak. Bu edebi olarak-- farketmenin yaşattığı şok, düşünme şeklinizi yeniden şekillendirmek -- Bununla ilgili bir şakam vardı ve unuttum. Üzgünüm. Şu fıkradaki kadına benzemeye başladım--
have you heard this joke about the woman driving with her mother? And the mother is elderly. And the mother goes right through a red light. And the daughter doesn't want to say anything. She doesn't want to be like, "You're too old to drive." And the mother goes through a second red light. And the daughter says, as tactfully as possible, "Mom, are you aware that you just went through two red lights?" And the mother says, "Oh! Am I driving?"
şu annesisinin araba kullandığı kadın fıkasını biliyor musunuz? Anne yaşlıdır. Anne kırmızı ışıkta geçer. Kız birşey söylemek istemez. Hani annesine "çok yaşlısın " gibi bir imada bulunmak istememiş. Ve anne ikinci kez kırmızı ışıkta geçer. Ve kızı mümkün olduğunca nazik bir şekilde: "Anne iki kez kırmızı ışıkta geçtiğinin farkında mısın?" diye sormuş. Ve anne cevap vermiş: "Oh! Arabayı ben mi sürüyorum?"
(Laughter)
(Kahkahalar)
And that's the shock of recognition at the shock of recognition. That completes the quadruple.
İşte bu farketmenin şokunu farketmekten dolayı şok olmaktır. Böylece dörtlü tamamlanmış oldu.
(Laughter)
(Kahkahalar)
I just want to say two more things. One is, another characteristic of trickster is that the trickster has to walk this fine line. He has to have poise. And you know the biggest hurdle for me, in doing what I do, is constructing my performance so that it's prepared and unprepared. Finding the balance between those things is always dangerous because you might tip off too much in the direction of unprepared. But being too prepared doesn't leave room for the accidents to happen.
İki şeyden daha bahsetmek istiyorum. Bunlardan biri bir düzenbazın diğer bir özelliği de bu çizgiden sapmamaktır. Dengeyi korumak zorundadır. Ve benim bu yaptığımla ilgili en büyük engel, performansımı oluşturmaktır, hazır olan ve olmayan kısımları vardır. Bü şeyler arasında bir denge bulmak tehlikelidir çünkü hazır olmayan ile ilgili çok fazla ipucu verebilirsiniz. Fakat hazır olmak kazaların oluşmasını önleyebilir.
I was thinking about what Moshe Safdie said yesterday about beauty because in his book, Hyde says that sometimes trickster can tip over into beauty. But to do that you have to lose all the other qualities because once you're into beauty you're into a finished thing. You're into something that occupies space and inhabits time. It's an actual thing. And it is always extraordinary to see a thing of beauty. But if you don't do that, if you allow for the accident to keep on happening, you have the possibility of getting on a wavelength. I like to think of what I do as a probability wave. When you go into beauty the probability wave collapses into one possibility. And I like to explore all the possibilities in the hope that you'll be on the wavelength of your audience.
Moshe Safdie'nin güzellik hakkında dün söyledikleri hakkında düşünüyordum. Çünkü Hyde kitabında, bazen düzenbazların güzelliğin üzerine kapaklanabileceklerini söylüyor. Ama bunu yapabilmek için tüm diğer özelliklerinizden kurtulmanız gerekir çünkü eğer güzelliğe bulaşırsanız birgün mutlaka bitecek birşeye sahip olmuş olursunuz. Boşlukta yer kaplayan ve zaman alan birşeydir. Bu gerçektir. Güzel birşeyi görmek herzaman olağanüstüdür. Ama bunu yapmazsanız, eğer kazaların gerçekleşmesine izin verirseniz, bir dalgaboyuna sahip olma ihtimaline sahipolursunuz. Ben olasılıklar için neler yaptığımı düşünmekten hoşlanırım. Güzelliğin içine girdiğinizde olaslıklar gerçekleşmeye başlar. Ve ben dinleyicilerle aynı dalgada buluşmak için tüm olasılıkları keşfetmekten hoşlanırım.
And the one final quality I want to say about trickster is that he doesn't have a home. He's always on the road. I want to say to you Richard, in closing, that in TED you've created a home. And thank you for inviting me into it. Thank you very much.
Bir düzenbazın sahip olması gerekenbir diğer özellik ise bir eve sahip olmamasıdır. O sürekli yollardadır. Kapanışta Richard'a söylemek istediğim TED'de bir ev oluşturdunuz. Ve beni bu eve davet ettiğiniz için size teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)