On the plains of the Serengeti, a dung beetle rolls his perfectly sculpted ball of dung away from competitors.
Serengeti düzlüklerinde bir gübre böceği, mükemmelce yontulmuş gübre topunu rakiplerinden yuvarlayarak uzaklaştırıyor.
In this Canadian river, a beaver rushes to reinforce her dam as it threatens to burst.
Bu Kanada nehrinde bir kunduz, patlama tehlikesine karşı barajını sağlamlaştırmaya çalışıyor.
As the snowball thunders down the mountainside, gaining momentum, the arctic foxes run for cover—
Kartopu dağın yamacından hızlanarak düşerken kutup tilkileri canlarını kurtarmak için kaçıyorlar.
I can't stand these nature programs. Always the same story, and not a rational actor in sight. What else is on?
Bu doğa programlarından nefret ediyorum. Her zaman aynı hikaye ve hiç mantıklı bir oyuncu olmuyor. Başka ne var?
It’s April 1954, and Vietnamese nationalists are on the verge of victory against French forces fighting for control of Vietnam. Their victory could lead to an independent Vietnam under communist leader Ho Chi Minh. The United States President, Dwight D. Eisenhower, is holding a press conference to comment on these developments.
Vakit Nisan 1954 ve Vietnamlı milliyetçiler Fransız güçlerine karşı Vietnam’ın kontrolünü ele geçirmek için zafer kazanmanın eşiğinde. Zaferleri, komünist lider Ho Chi Minh’in yönetiminde bağımsız bir Vietnam elde etmelerini sağlayacak. Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Dwight D. Eisenhower, bu gelişmeleri yorumlamak için bir basın toplantısı düzenliyor.
Well, if you really must.
Peki, madem öyle istiyorsan.
Eisenhower claims that by virtue of what he calls the “falling domino principle,” communist control of Vietnam would be the “beginning of a disintegration” that would be certain to cause “incalculable loss.”
Eisenhower, Vietnam’ın komünizmle yönetilmesinin ″domino teorisi″ yüzünden ″bir dağılmanın başlangıcı″ olacağını ve ″büyük bir zarara″ yol açacağını iddia ediyor.
The beetles and beavers may be beyond my reach, but surely here's someone I can reason with.
Böcekler ve kunduzlar beni aşabilir fakat burada mutlaka ikna edebileceğim birisi var.
Now, Mr. President, let’s take a deep breath, shall we? It’s a big leap—or, one might say, a long slide— from communist governance of Vietnam to the global spread of authoritarian communist regimes. It’s as if we were to say you were clothed, now you’re in your underwear, so soon everyone in the world will be completely naked.
Peki Sayın Başkan, derin bir nefes alalım mı? Vietnam’ın komünizmle yönetilmesi yüzünden otoriter komünist rejimlerin küresel olarak yayılması büyük bir sıçrama, hatta kocaman bir sıçrama. Sanki az önce kıyafetlerin varmış fakat şimdi iç çamaşırınlasın bu yüzden yakında tüm dünya çıplak olacak demişiz gibi.
Don’t worry, I may have that power, but I promise not to use it. Now, as I was saying, this kind of argument, where one step, let’s call it A, kicks off a string of events that inevitably culminates in an extreme scenario, let’s call it Z, is known as a slippery slope. Many such arguments focus on catastrophe, but the slope to an extreme positive outcome can be just as slippery. The trouble with this kind of argument is that, in presenting Z is the inevitable outcome of A, it almost always overstates the likelihood that Z will happen if A happens. Why? Allow me to trouble you with some math.
Endişelenme, böyle bir gücüm olabilir fakat kullanmayacağıma dair söz veriyorum. Şimdi dediğime dönelim, A diye adlandırdığımız bir adımın bir olaylar dizisini tetiklediği ve böylelikle Z diye adlandırdığımız kötü bir senaryonun kaçınılmaz olarak yaşanacağı duruma kaygan yokuş denir. Bu tarz iddialar facialara odaklıdır fakat olumlu bir sonuca giden yokuş da en az diğerleri kadar kaygandır. Bu tarz bir iddiadaki sorun A’nın kaçınılmaz sonucu olarak Z’yi sunmaktır, sanki A yaşanırsa Z’nin yaşanacağı ihtimalini hep abartırmış gibi. Neden? Biraz matematikle sizi rahatsız edeyim.
Let’s assume for the sake of argument that, taken individually, each step between A and Z is independent from the others and very likely— 99%. So the probability that A causes B, that B causes C, that C causes D, and so on, is each 99%. Even so, each additional step adds an opportunity to alter the outcome, and A is only 78% likely to lead to Z— far from an inevitability. If there’s a 95% likelihood of each step, the chance that A leads to Z plummets to about 28%. If there’s a 90% likelihood at each step— still very likely by most standards— the chance that A leads to Z is only 7%. And if 24 of the 25 steps between A and Z are 99% likely, and one is 50% likely, the chance that A leads to Z goes down from 78% to 39%.
Bu iddia için farz edelim ki, A ve Z arasındaki her adım diğerlerinden bağımsız ve yaşanma ihtimali %99. A’nın B’ye sebep olduğu, B’nin C’ye sebep olduğu ve C’nin D’ye sebep olduğu ihtimali hep %99 olsun. Böyle olsa bile, her bir adım sonucu değiştirecek bir fırsat yaratır. A’nın Z’ye sebep olacağı ihtimali sadece %78 olsa bile kaçınılmaz bir sonuç olmaktan uzaktır. Her adımın ihtimali %95 olsa bile, A’nın Z’ye yol açacağı ihtimali %28′e düşer. Eğer her adımın ihtimali %90 ise, yine çoğu standarda göre yaşanması yüksek, A’nın Z’ye yol açma ihtimali sadece %7′dir. Eğer A ve Z arasındaki 25 adımdan 24′ün yaşanma ihtimali %99 ise ve sadece birinin ihtimali %50 ise, A’nın Z’ye yol açacağı ihtimali %78′den %39′a düşer.
Back to your situation. I won’t deny you have reason to be concerned. You’re warily watching as powerful authoritarian communist regimes in the Soviet Union and China try to spread their form of governance. But let’s take a look at the chain of events you suggest: You say that the countries surrounding Vietnam would all soon fall under communist rule; that this would result in a loss of essential trade with these countries for others; that with no non-communist nations left to trade with, Japan would be pressured towards communism and that this, in turn, would threaten Australia and New Zealand. Your ultimate fear, if I may presume, is that this will in turn threaten the United States. Is this a possibility? Sure. Where I take issue is with your comparison to dominos. These complex real-world events are not, in fact, like dominoes, where when the first one falls, it becomes a certainty that the last will fall. For any one of these events, a number of possible outcomes could result, each affecting the other events in different ways. The possibilities are not a chain, they’re a web.
Şimdi senin durumuna dönelim. Endişelenmenin normal olduğunu inkar etmeyeceğim. Sovyetler Birliği ve Çin’deki güçlü otoriter komünist rejimlerin kendi yönetim biçimlerini yaymalarını dikkatle izliyorsun. Fakat ortaya attığın olaylar dizisini gel de bir inceleyelim: Vietnam’ı çevreleyen tüm ülkelerin yakında komünizmle yönetileceğini söylüyorsun. Ayrıca diğer ülkelerin bu ülkelerle ticaret yapmakta büyük zarara uğrayacağını ve ticaret yapacak komünizmle yönetilmeyen bir ülke kalmayacağını, Japonya’nın komünizme yönelmek zorunda kalacağını ve bu yüzden Avustralya ve Yeni Zelanda için de bir tehdit oluşacağını diyorsun. Sizin en büyük korkunuz, bunun Amerika Birleşik Devletleri için bir tehdit oluşturabilecek olması. Gerçekleşme ihtimali var mı? Tabii ki. Benim sorunum, sizin dominolarla karşılaştırma yapmanız. Gerçek hayattaki olaylar aslında domino taşları gibi değildir, ilki düştüğünde sonuncusunun da düşeceği kesin değildir. Bu olaylardan herhangi biri, her bir diğerini farklı yollarla etkileyen birçok çeşitli sonuca varablir. Bu ihtimaller zincir halinde değildir, ağ halindedir.
It’s 1975, and after 20 years of conflict, and several million lives lost, North Vietnamese forces have taken control of the capital of South Vietnam. The war is over, and all of Vietnam is under communist control. Communist regimes have come to power in neighboring Laos and Cambodia, where the regime will be responsible for the deaths of an estimated quarter of all Cambodians.
Yıl 1975. 20 yıl süren savaştan ve birkaç milyon kişi öldükten sonra, Kuzey Vietnamlı güçler Güney Vietnam’ı kontrolleri altına aldı. Savaş bitti ve Vietnam’ın tamamı komünizm kontrolünün altında. Komünist rejimler komşu Laos ve Kamboçya’da yönetime geldi ve bu rejim Kamboçya nüfusunun çeyreğini öldürmekten sorumlu olacaktı.
Wait, there's more.
Bekleyin, dahası var.
That first step you were trying to avoid happened, but the end result you predicted did not. As for the steps between, a few happened; many did not. Decades afterward, your fellow humans are still debating why events unfolded the way they did.
Kaçınmaya çalıştığın ilk adım gerçekleşti fakat tahmin ettiğin sonuç gerçekleşmedi. Aradaki bazı adımlarda birkaçı yaşandı fakat çoğu gerçekleşmedi. On yıllar sonra bile, insanlar hâlâ olayların neden bu şekilde yaşandığını tartışıyor.
And this is the trouble with slippery slope arguments. They focus exclusively on extreme outcomes, assigning those outcomes a degree of certainty or inevitability that rarely corresponds to reality. They divert attention from other, more likely possibilities, foreclosing discussions that might be more productive. And that’s when they’re made in good faith. Slippery slope arguments can also be intentionally structured to take advantage of people’s fears— whatever your position on an issue, it’s easy to come up with an extreme outcome that suits your aims. Best to avoid them entirely, eh?
İşte bu da kaygan yokuş iddialarındaki sorundur. Aşırı uç sonuçlara odaklanırlar ve gerçekleşme ihtimali çok az olan bu sonuçların kesinlikle ve kaçınılmaz olarak yaşanacağını düşünürler. Yaşanma ihtimali daha yüksek olan ve belki de tartışması daha yararlı olacak diğer ihtimalleri düşünmezler. Bu da iyi niyetle yapıldığı zaman yaşanır. Kaygan yokuş iddiaları aynı zamanda insanların korkularından yararlanmak için özel olarak oluşturulabilir. Bir konuda hangi fikirde olursanız olun, hedeflerinize uyacak aşırı uç bir sonuç yaratmak kolaydır. En iyisi tamamen görmezden gelmek, değil mi?