Humans do not see trees. They walk by us every day. They sit and sleep, smoke and picnic and secretly kiss in our shade.
İnsanlar ağaçları görmezler. Her gün yanımızdan geçerler. Gölgemizde oturup uyurlar, sigara içip piknik yaparlar ve gizlice öpüşürler.
They pluck our leaves and gorge on our fruits. They break our branches or carve their lover's name on our trunks with their blades and vow eternal love. They weave necklaces out of our needles and paint our flowers into art. They split us into logs to heat their homes, and sometimes they chop us down just because they think we obstruct their view.
Yapraklarımızı koparırlar ve meyvelerimizi atıştırırlar. Dallarımızı kırarlar ya da sevgililerinin adını gövdemize bıçakla kazırlar ve sonsuz aşk yemini ederler. İğnelerimizden kolyeler örerler ve sanat eserleri çiçeklerimizi betimler. Evlerini ısıtmak için bizi kütüklere bölerler ve bazen sırf görüşlerini engellediğimizi düşündükleri için bizi keserler.
They make cradles, wine corks, chewing gum, rustic furniture and produce the most beautiful music out of us. And they turn us into books in which they bury themselves on cold winter nights. They use our wood to manufacture coffins in which they end their lives. And they even compose the most romantic poems for us, claiming we're the link between earth and sky. And yet, they do not see us.
Bizden beşik, şarap mantarları, sakız, rustik mobilyalar ve dünyanın en güzel müziğini yaparlar. Ve bizi soğuk kış gecelerinde gömüldükleri kitaplara dönüştürürler. Hayatları sona erdiğinde bulundukları tabutları yapmak için ahşabımızı kullanırlar. Hatta en romantik şiirlere ilham veririz, onlara göre yer ve gök arasındaki bağ biziz. Yine de bizi görmezler.
So one of the many beauties of the art of storytelling is to imagine yourself inside someone else's voice. But as writers, as much as we love stories and words, I believe we must also be interested in silences: the things we cannot talk about easily in our societies, the marginalized, the disempowered.
Hikâye anlatma sanatının birçok güzelliğinden biri, kendinizi başkasının sesinde hayal etmektir. Ama biz yazarlar hikâyeleri ve kelimeleri sevdiğimiz kadar, sessizliklerle de ilgilenmemiz gerektiğine inanıyorum: Toplumlarımızda kolay kolay konuşamayacağımız konular, ötekileştirilenler, güçsüz kılınanlar.
In that sense, literature can, and hopefully does, bring the periphery to the center, make the invisible a bit more visible, make the unheard a bit more heard, and empathy and understanding speak louder than demagoguery and apathy. Stories bring us together. Untold stories and entrenched silences keep us apart.
Bu anlamda edebiyat, umuyoruz ki dışarıda kalanı merkeze getirebilir, görünmez olanı biraz daha görünür kılar, duyulmayanları biraz daha duyulur hale getirebilir, empati ve anlayış, demagoji ve kayıtsızlıktan daha gür sesle konuşabilir. Hikayeler bizi birleştirir. Anlatılmamış hikâyeler ve inatçı sessizlikler bizi uzaklaştırır.
But how to tell the stories of humanity and nature at a time when our planet is burning and there is no precedent for what we're about to experience collectively whether it's political, social or ecological? But tell we must because if there's one thing that is destroying our world more than anything, it is numbness. When people become disconnected, desensitized, indifferent, when they stop listening, when they stop learning and when they stop caring about what's happening here, there and everywhere.
Ancak ister siyasi, ister sosyal, ister ekolojik düzeyde olsun kolektif olarak deneyimleyeceğimiz şeyin emsalinin olmadığı gezegenimizin yandığı bir zamanda insanlık ve doğa hikâyeleri nasıl anlatılır? Ancak bunları anlatmalıyız çünkü dünyamıza her şeyden çok zarar veren bir şey varsa, o da hissizlik. İnsanların birbirlerinden koptukları, duyarsızlaştıkları, kayıtsız kaldıkları, dinlemeyi bıraktıkları, öğrenmeyi bıraktıkları ve burada, orada ve her yerde olanları umursamayı bıraktıkları an.
We measure time differently, trees and humans. Human time is linear -- a neat continuum stretching from a past that is deemed to be over and done with towards the future that is supposed to be pristine, untouched. Tree time is circular. Both the past and the future breathe within the present moment. And the present does not move in one direction. Instead it draws circles within circles, like the rings you would find when you cut us down.
Ağaçlar ve insanlar olarak zamanı farklı ölçeriz. İnsanların zamanı doğrusaldır -- bittiği ve tamamlandığı varsayılan bir geçmişten, bozulmamış, dokunulmamış olduğu varsayılan geleceğe doğru uzanan düzenli bir süreklilik. Ağaçların zamanı daireseldir. Hem geçmiş hem de gelecek şimdiki anda nefes alır. Ve şimdiki zaman tek bir yönde hareket etmez. Bunun yerine, bizi kestiğinizde bulacağınız halkalar gibi, dairelerin içine daireler çizer.
Next time you walk by a tree, try to slow down and listen because each of us whispers in the wind. Look at us. We're older than you and your kind. Listen to what we have to tell, because hidden inside our story is the past and the future of humanity.
Bir dahaki sefere bir ağacın yanından geçtiğinizde yavaşlamayı ve dinlemeyi deneyin çünkü her birimiz rüzgârda fısıldarız. Bize bakın. Sizden ve sizin türünüzden daha yaşlıyız. Söylemek zorunda olduklarımızı dinleyin çünkü hikâyemizin içinde saklı insanlığın geçmişi ve geleceği.