First, a video. Yes, it is a scrambled egg. But as you look at it, I hope you'll begin to feel just slightly uneasy. Because you may notice that what's actually happening is that the egg is unscrambling itself. And you'll now see the yolk and the white have separated. And now they're going to be poured back into the egg. And we all know in our heart of hearts that this is not the way the universe works. A scrambled egg is mush -- tasty mush -- but it's mush. An egg is a beautiful, sophisticated thing that can create even more sophisticated things, such as chickens. And we know in our heart of hearts that the universe does not travel from mush to complexity. In fact, this gut instinct is reflected in one of the most fundamental laws of physics, the second law of thermodynamics, or the law of entropy. What that says basically is that the general tendency of the universe is to move from order and structure to lack of order, lack of structure -- in fact, to mush. And that's why that video feels a bit strange.
Önce bir video. Evet, bu bir çırpılmış yumurta. Ama ona baktıkça, aslında biraz tuhaf hissediyor olmanız lazım. Çünkü aslında esas olanın, yumurtanın, çırpılmamış hale dönüşü olduğunu farkediyor olmalısınız. Şimdi yumurtanın sarısı ile beyazının ayrıldığını görüyorsunuz. Şimdi yumurtanın içine geri girecekler. Hepimizin kalbimizin en derininde biliyoruz ki evrende işler bu şekilde yürümüyor. Çırpılmış yumurta karmakarışık bir şey, leziz ama karmakarışık. Yumurta ise güzel ve karmaşık bir şey ve çok daha karmaşık şeyler üretebilir. örneğin tavuklar. Ve hepimiz kalbimizin derinliklerinde biliyoruz ki evren, bu dağınık çorba halinden karmaşıklığa doğru gitmez. Aslına bakarsanız, bu önsezimiz en önemli fizik kurallarında bile kendini gösterir, termodinamiğin ikinci yasası, ya da entropy kanununda örneğin. Bu yasa basitçe evrenin genelde düzenli bir halden düzensiz bir hale geçişe meyilli olduğunu söyler, yani bir nevi dağınık çorbaya. İşte bu video bu nedenle biraz tuhaf hissediyoruz.
And yet, look around us. What we see around us is staggering complexity. Eric Beinhocker estimates that in New York City alone, there are some 10 billion SKUs, or distinct commodities, being traded. That's hundreds of times as many species as there are on Earth. And they're being traded by a species of almost seven billion individuals, who are linked by trade, travel, and the Internet into a global system of stupendous complexity.
Ama, etrafınıza bir bakın. Etrafımızda gördüğümüz şey inanılmaz bir karmaşıklıkta. Eric Beinhocker, sadece New York şehrinde 10 milyardan fazla hisse senedi el değiştiriyor. Bu, dünyadaki toplam tür sayısının yüzlerce katından fazla. Ve bu hisse senetleri, ticaret, seyahat seyahat ve Internet ile küresel sisteme bağlı neredeyse yedi milyar kişi tarafından alınıp satılıyor.
So here's a great puzzle: in a universe ruled by the second law of thermodynamics, how is it possible to generate the sort of complexity I've described, the sort of complexity represented by you and me and the convention center? Well, the answer seems to be, the universe can create complexity, but with great difficulty. In pockets, there appear what my colleague, Fred Spier, calls "Goldilocks conditions" -- not too hot, not too cold, just right for the creation of complexity. And slightly more complex things appear. And where you have slightly more complex things, you can get slightly more complex things. And in this way, complexity builds stage by stage. Each stage is magical because it creates the impression of something utterly new appearing almost out of nowhere in the universe. We refer in big history to these moments as threshold moments. And at each threshold, the going gets tougher. The complex things get more fragile, more vulnerable; the Goldilocks conditions get more stringent, and it's more difficult to create complexity.
İşte en büyük bilmece bu: Termodinamiğin ikinci yasası tarafından yön verilen bir evrende demin size bahsettiğim - beni, sizi ve hatta bu toplantı salonunu da içine alacak kadar büyük-- karmaşık yapıları üretmek nasıl mümkün olabiliyor? Bu sorunun yanıtı şu, evren karmaşıklık oluşturabilir, ama bunu epey zorlanarak yapar. Meslektaşım Fred Spier tarafından "Goldilocks koşulları" adı verilen yerlerde -- ne az ne çok, tam karmaşıklığın yaratılmasına uygun küçük ceplerde yapar bunu. Ve göreceli olarak biraz daha karmaşık şeyler ortaya çıkar. Azcık daha karmaşık şeyler olan yerlerde, biraz daha karmaşık şeyler elde etmenizolası. Bu şekilde, karmaşıklık adım adım artar. Her bir aşama inanılmazdır, çünkü evrende sanki hiç yoktan birde bire yepyeni bir birşey ortaya çıkmış gibi algılanır. Muhteşem tarih içindeki bu anlara "eşik anları" diyoruz. Ve her bir eşik anında, süreç daha da zorlaşıyor. Karmaşık şeyler daha kırılgan, daha kolay zedelenir hale geliyorlar, Goldilocks koşulları daha zorlaşıyor, ve karmaşıklık yaratmak daha zor hale geliyor.
Now, we, as extremely complex creatures, desperately need to know this story of how the universe creates complexity despite the second law, and why complexity means vulnerability and fragility. And that's the story that we tell in big history. But to do it, you have do something that may, at first sight, seem completely impossible. You have to survey the whole history of the universe. So let's do it.
Şimdi, biz epey karmaşık yaratıkları olarak, evrenin ikinci yasaya rağmen bu karmaşık yapıları nasıl yarattığını ve karmaşıklığın neden aynı zamanda kırılganlık ve zedelenebilirlik demek olduğunu anlamak ihtiyacındayız. Bizim, muhteşem tarih kapsamında anlattığımız öykü bu. Ama bunu yapabilmek için, önce imkansızmış gibi görünen bir şey yapmanız gerekiyor. Evrenin tüm tarihini gözden geçirmelisiniz. Hadi bunu yapalım şimdi.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Let's begin by winding the timeline back 13.7 billion years, to the beginning of time.
Önce zaman çizelgesinigeriye çekelim 13.7 milyar yıla, zamanın başlangıcına.
Around us, there's nothing. There's not even time or space. Imagine the darkest, emptiest thing you can and cube it a gazillion times and that's where we are. And then suddenly, bang! A universe appears, an entire universe. And we've crossed our first threshold. The universe is tiny; it's smaller than an atom. It's incredibly hot. It contains everything that's in today's universe, so you can imagine, it's busting. And it's expanding at incredible speed. And at first, it's just a blur, but very quickly distinct things begin to appear in that blur. Within the first second, energy itself shatters into distinct forces including electromagnetism and gravity. And energy does something else quite magical: it congeals to form matter -- quarks that will create protons and leptons that include electrons. And all of that happens in the first second.
Etrafımızda hiç bir şey yok. Zaman veya uzay bile yok. hayal edebildiğiniz en boş ve karanlık anı düşünün ve bunu zilyarla çarpın işte şimdi oradayız. ve birden, bang! Bir evren ortaya çıkıyor, bütün bir evren. İlk eşikten geçtik. Evren ufacık bir atomdan bile daha ufak. ve inanılmaz derecede sıcak. Bugün evrende olan herşeyi barındırıyor içinde, hayal edebilirsiniz, patlıyor ve, inanılmaz bir hızda etrafa genişliyor. En başta bulanık bir leke, ama kısa zamanda bu bulanık içinde net şeyler belirmeye başlıyor. İlk birkaç saniye içinde enerji farklı parçalara bölünüyor elektromaynetizma ve yerçekimi bunlardan bazıları. Ve bu enerjı oldukça büyülü bir başka şey yapıyor, katılaşarak maddeye dönüşüyor -- proton oluşturacak quarklar ve elektron içeren leptonlar. Bütün bunlar ilk saniyede oluyor.
Now we move forward 380,000 years. That's twice as long as humans have been on this planet. And now simple atoms appear of hydrogen and helium. Now I want to pause for a moment, 380,000 years after the origins of the universe, because we actually know quite a lot about the universe at this stage. We know above all that it was extremely simple. It consisted of huge clouds of hydrogen and helium atoms, and they have no structure. They're really a sort of cosmic mush. But that's not completely true. Recent studies by satellites such as the WMAP satellite have shown that, in fact, there are just tiny differences in that background. What you see here, the blue areas are about a thousandth of a degree cooler than the red areas. These are tiny differences, but it was enough for the universe to move on to the next stage of building complexity.
Şimdi 380 bin yıl ileri gidiyoruz. Bu, insanların bizim gezegenimizdeki varoluş süresinin iki katı. Şimdi hidrojen ve helyum gibi basit atomlar ortaya çıkıyor. Burada bir dakika durmak istiyorum, evrenin ortaya çıkışından 380 bin yıl sonra, çünkü aslında bu aşamadaki evren hakkında epey bilgi sahibiyiz. Her şeyden önce oldukça basit bir yapısı olduğunu biliyoruz. Hidrojen ve helyum atomlarından oluşan ve belli bir şekli olmayan dev bulutlardan ibaretti. Bir nevi kozmik çorba. Ama bu tam olarak doğru değil. WMAP uydusu ve benzer uydularla yapılan son çalışmalar bize aslında bu zeminde ufak da olsa farklılıklar olduğunu ortaya koydu. Burada gördüğünüz mavi bölgeler kırmızı blgelere oranla birkaç bin derece daha soğuklar. Bunlar ufak farklılıklar, ama evrenin karmaşıklaşmaya doğru bir adım daha atması için yeterliler.
And this is how it works. Gravity is more powerful where there's more stuff. So where you get slightly denser areas, gravity starts compacting clouds of hydrogen and helium atoms. So we can imagine the early universe breaking up into a billion clouds. And each cloud is compacted, gravity gets more powerful as density increases, the temperature begins to rise at the center of each cloud, and then, at the center, the temperature crosses the threshold temperature of 10 million degrees, protons start to fuse, there's a huge release of energy, and -- bam! We have our first stars. From about 200 million years after the Big Bang, stars begin to appear all through the universe, billions of them. And the universe is now significantly more interesting and more complex.
Bu, şöyle işliyor. Daha çok şey olan yerlerde yerçekimi daha kuvvetli. Böylece daha yoğun yerlerdeki yerçekimi hidrojen ve helyum atomlarından oluşan bulutları sıkıştırmaya başlıyor. Yani, o zamanlardaki evrenin milyarlarca buluta ayrıştığını hayal edebiliriz. Ve her bir bulut sıkıştırılmış durumda, yoğunluk arttıkça yerçekimi de artıyor ve her bir bulutun merkez ısısı artmaya başlıyor, daha sonra her bir bulutun merkez ısısı 10 milyon derecelik eşik ısısının üzerine çıkıyor ve böylece protonlar birleşmeye başlıyorlar, inanılmaz bir enerji açığa çıkıyor ve bam! İşte ilk yıldızlar. Büyük Patlama (Big Bang)'den 200 milyon yıl sonra evrenin her yanında yıldızlar ortaya çıkmaya başlıyor, milyarlarca yıldız. Artık evren eskisine göre daha ilginç ve daha karmaşık.
Stars will create the Goldilocks conditions for crossing two new thresholds. When very large stars die, they create temperatures so high that protons begin to fuse in all sorts of exotic combinations, to form all the elements of the periodic table. If, like me, you're wearing a gold ring, it was forged in a supernova explosion. So now the universe is chemically more complex. And in a chemically more complex universe, it's possible to make more things. And what starts happening is that, around young suns, young stars, all these elements combine, they swirl around, the energy of the star stirs them around, they form particles, they form snowflakes, they form little dust motes, they form rocks, they form asteroids, and eventually, they form planets and moons. And that is how our solar system was formed, four and a half billion years ago. Rocky planets like our Earth are significantly more complex than stars because they contain a much greater diversity of materials. So we've crossed a fourth threshold of complexity.
Yıldızlar, iki yeni eşiği aşmak için gereken Goldilocks şartlarını yaratacaklar. Büyük yıldızlar ölmeye başlayınca, çok yüksek ısılar yaymaya başlarlar ve protonlar bu şekilde farklı kombinasyonlarda birbirleriyle birleşerek periyodik tablodaki tüm elemenleri oluşturmaya başlarlar. Yani, eğer benim gibi parmağınızda altın bir yüzük varsa, bu yüzük bir süpernova patlaması sırasında oluştu. Şimdi, evren kimyasal olarak da daha karmaşık. Ve kimyasal olarak karmaşık bir evrende, daha fazla şey yapmak olasıdır. Bundan sonra olan ise şu, genç güneşlerin, genç yıldızların etrafında tüm bu elementler bir araya geliyor, etrafında dönüyorlar, yıldızın enerjisi onları yıldızın etrafından döndürüyor, ufak parçacıklar oluşturuyorlar, kar taneleri gibi, ufak toz taneleri oluşturuyorlar, kayalar ve asteroidler oluşturuyorlar, ve daha sonra da gezegenler ve uydular oluşturuyorlar. Bizim güneş sistemimiz de 4,5 milyar yıl önce bu şekilde oluştu. Bizim dünyamıza benzeyen kayasal gezegenler yıldızlara göre daha karmaşıktır çünkü daha fazla çeşitlilikte malzemeden oluşurlar. Böylece karmaışklığa ait dördüncü eşiği de geçmiş bulunuyoruz.
Now, the going gets tougher. The next stage introduces entities that are significantly more fragile, significantly more vulnerable, but they're also much more creative and much more capable of generating further complexity. I'm talking, of course, about living organisms. Living organisms are created by chemistry. We are huge packages of chemicals. So, chemistry is dominated by the electromagnetic force. That operates over smaller scales than gravity, which explains why you and I are smaller than stars or planets. Now, what are the ideal conditions for chemistry? What are the Goldilocks conditions? Well, first, you need energy, but not too much. In the center of a star, there's so much energy that any atoms that combine will just get busted apart again. But not too little. In intergalactic space, there's so little energy that atoms can't combine. What you want is just the right amount, and planets, it turns out, are just right, because they're close to stars, but not too close.
Şimdi işler biraz daha zorlaşıyor. Bir sonraki açama daha narin oldukça daha kırılgan ve oldukça da savunmasız varlıkları getiriyor, ama aynı zamanda bu aşama daha yaratıcı ve ileri karmaşıklık yaratabilme yetisi daha fazla. Elbette, yaşayan organizmalardan bahsediyorum. Yaşayan organizmalar kimyasal şekilde ortaya çıkarlar. Bizler kocaman birer kimyasal madde paketleriyiz. Kimya, elektromanyetik güçler tarafından yönetilir. Bunlar, yerçekiminden daha ufak ölçeklerde etkilidirler, bu da sizin ya da benim neden yıldız veya gezegenlerden daha ufak olduğumu açıklıyor. Bu kimyasal olaylar için ideal koşullar nelerdir? Buna yol çabilecek Goldilocks koşulları neler? En başta ihtiyacınız olan ley enerji, ama çok fazla olmamalı. Bir yıldızın merkezindeki enerji çok fazla, burada bir araya gelen atomlar hemen tekrar ayrışırlar. Ama enerji çok az da olmamalı. Yıldızlararası boşuktaki enerji çok az, burada atomlar birleşemezler. İhtiyacınız olan şey tam gerekli olan kadar enerji, ve görünen o ki gezegenler bunun için ideal bölgeler, çünkü yıldızlara yakınlar ama çok da yakın değiller.
You also need a great diversity of chemical elements, and you need liquids, such as water. Why? Well, in gases, atoms move past each other so fast that they can't hitch up. In solids, atoms are stuck together, they can't move. In liquids, they can cruise and cuddle and link up to form molecules. Now, where do you find such Goldilocks conditions? Well, planets are great, and our early Earth was almost perfect. It was just the right distance from its star to contain huge oceans of liquid water. And deep beneath those oceans, at cracks in the Earth's crust, you've got heat seeping up from inside the Earth, and you've got a great diversity of elements. So at those deep oceanic vents, fantastic chemistry began to happen, and atoms combined in all sorts of exotic combinations.
Ayrıca çok fazla kimyasa çeşitliliğe ihtiyacınız var, bir de su gibi bir sıvıya. Neden mi? Çünkü gaz halindeki maddelerde atomlar birbirlerinin yanından öyle hızlı geçerler ki birbirlerine tutunamazlar. Katılarda, atomlar birbirine çok tutunurlar, hareket edemezler. Ama sıvılarda, yavaş yavaş hareket edebilir, birbirlerine tutanabilir, ve zincir haline gelip molekülleri oluşturabilirler. Bu tip Goldilocks koşullarını nerelerde bulabilirsiniz? Gezegenler bu açıdan epey iyidir, ve bizim dünyamız ise hemen hemen mükemmel. Yıldızına olan uzaklığı tam olması gerektiği kadar devasa okyanusların oluşmasına izin veriyor. Bu okyanusların tabanında yerkabuğundaki çatlaklarda dünyanın içinden gelen ısı dışarıya sızıyor, ve ayrıca çok çeşitli elementler de mevcut. Bu derin okyanus bacalarında, muhteşem bir kimyasal reaksiyon başlamak üzere, atomlar akla gelen her tür egzotik çekillerde birbiriyle birleşiyorlar.
But of course, life is more than just exotic chemistry. How do you stabilize those huge molecules that seem to be viable? Well, it's here that life introduces an entirely new trick. You don't stabilize the individual; you stabilize the template, the thing that carries information, and you allow the template to copy itself. And DNA, of course, is the beautiful molecule that contains that information. You'll be familiar with the double helix of DNA. Each rung contains information. So, DNA contains information about how to make living organisms. And DNA also copies itself. So, it copies itself and scatters the templates through the ocean. So the information spreads. Notice that information has become part of our story. The real beauty of DNA though is in its imperfections. As it copies itself, once in every billion rungs, there tends to be an error. And what that means is that DNA is, in effect, learning. It's accumulating new ways of making living organisms because some of those errors work. So DNA's learning and it's building greater diversity and greater complexity. And we can see this happening over the last four billion years.
Ama elbette, yaşam egzotik kimyasal bileşiklerin ötesinde birşey. Bu tip büyük molekülleri yaşam içerecek şekilde nasıl kararlı hale getirirsiniz? İşte tam bu noktada yaşam yepyeni bir numarayla karşınıza çıkıyor. Bireyleri kararlı hale getirmezsiniz; bilgi taşıyan şablonu sabitlersiniz ve bu şablonun kendisini kopyalamasına izin verirsiniz. Ve elbette, DNA bu bilgiyi içeren çok güzel bir molekül. Çift sarmallı DNA'yı tanıyorsunuz. Her bir basamağı bilgi içeriyor Yani DNA yaşayan organizmaları nasıl yapma konusunda bilgi taşıyor. Ve DNA aynı zamanda kendisini kopyalar. Böylece kendini kopyalarak bu şablonu tüm okyanuslara yayar. yani bu bilgi yayılır. Bilgi'nin de hikayemizin bir parçası haline geldiğini fark etmiş olmalısınız. DNA'nın esas güzelliği ise kusurlu yönlerinde saklı. Kendini kopyalarken, her bir milyar basamakta bir hata ortaya çıkar. Ve bu aslında DNA'nın bir şekilde öğrendiğini gösteriyor. Yaşayan organizmalar yapacak yeni yollr biriktirir, çünkü bu hataların bir kısmı işe yarar. Yani DNA öğreniyor, ve böylece daha biyik bir çeşitlilik elde ederek daha karmaşık hale geliyor. Ve bunun son 4 milyar yıldır süregeldiğini görüyoruz.
For most of that time of life on Earth, living organisms have been relatively simple -- single cells. But they had great diversity, and, inside, great complexity. Then from about 600 to 800 million years ago, multi-celled organisms appear. You get fungi, you get fish, you get plants, you get amphibia, you get reptiles, and then, of course, you get the dinosaurs. And occasionally, there are disasters. Sixty-five million years ago, an asteroid landed on Earth near the Yucatan Peninsula, creating conditions equivalent to those of a nuclear war, and the dinosaurs were wiped out. Terrible news for the dinosaurs, but great news for our mammalian ancestors, who flourished in the niches left empty by the dinosaurs. And we human beings are part of that creative evolutionary pulse that began 65 million years ago with the landing of an asteroid.
Bu sürenin çok büyük bir kısmında yaşayan organizlamar göreceli olarak epey basitti-- tek hücreliler. Ama çok fazla çeşitlilikleri vardı, ve içleri de oldukça karmaşıktı. Derken bundan 600 ile 800 milyon yıl önce, çok-hücreli canlılar ortaya çıktı. Mantarlar, balıklar, bitkiler, kurbağalar, sürüngenler ve elbette dinazorlar. Zaman zaman felaketler de oldu. 65 milyon yıl önce, dünyaya bir asteroid çarptı. Yucatan yarımadasının yakınına, ve nükleer savaş benzeri bir ortam yarattı, dinazorlar böylece ortadan yok oldular. Dinazorlar için çok kötü bir haber bu, ama bizim memeli atalarımız için iyi bir haberdi, çoğaldılar ve dinazorlardan kalan boşluğa yerleştiler. Ve bizler, insanoğlu 65 milyon yıl önce bir asteroidin çarpması ile başlayan evrimsel bir oluşumun ürünleriyiz.
Humans appeared about 200,000 years ago. And I believe we count as a threshold in this great story. Let me explain why. We've seen that DNA learns in a sense, it accumulates information. But it is so slow. DNA accumulates information through random errors, some of which just happen to work. But DNA had actually generated a faster way of learning: it had produced organisms with brains, and those organisms can learn in real time. They accumulate information, they learn. The sad thing is, when they die, the information dies with them. Now what makes humans different is human language. We are blessed with a language, a system of communication, so powerful and so precise that we can share what we've learned with such precision that it can accumulate in the collective memory. And that means it can outlast the individuals who learned that information, and it can accumulate from generation to generation. And that's why, as a species, we're so creative and so powerful, and that's why we have a history. We seem to be the only species in four billion years to have this gift.
İnsanlar ilk defa 200 bin yıl önce ortaya çıktılar. Ben, bizlerin bu hikayede bir eşik olduğunu düşünüyorum. Nedenini anlatmama izin verin. DNA'nın bilgi biriktirdiğini, böylelikle bir nevi öğrendiğini gördük. Ama bu yavaş bir yöntem. DNA, tesadüfen işe yarayabilen rastgele hatalar aracılığı ile bilgi topluyor. Ama DNA aslında daha hızlı bir öğrenme yöntemi ortaya çıkardı; beyinleri olan canlılar üretti, böylece bu organizlamar gerçekten öğrenebiliyorlar. Bilgi topluyorlar, öğreniyorlar. Ama üzücü olan şu ki, öldüklerinde topladıkları bilgi de onlarla birlikte ölüyor. İnsanları daha farklı yapan konuşma yetisi. Bizlerin konuşma yetisi var, bir iletişim biçimi çok güçlü ve hatasız, öyle ki, öğrendiklerimizi eksiksiz olarak paylaşabilir, ortak belleğimizde bir araya getirebiliriz. Yani bu bilgiler o bilgiyi örenen bireyden çok daha uzun süre yaşayabilir, ve nesilden nesile daha da artabilir. İşte bu nedenle, bizler çok yaratıcı ve çok güçlü bir türüz. bu nedenle bir tarihimiz var. 4 milyar yıldır ortaya çıkan türler arasında bu yeteneiğ olan tek tür biziz.
I call this ability collective learning. It's what makes us different. We can see it at work in the earliest stages of human history. We evolved as a species in the savanna lands of Africa, but then you see humans migrating into new environments, into desert lands, into jungles, into the Ice Age tundra of Siberia -- tough, tough environment -- into the Americas, into Australasia. Each migration involved learning -- learning new ways of exploiting the environment, new ways of dealing with their surroundings.
Ben bu özelliğe kollektif öğrenme diyorum. Bizi farklı kılan şey bu. Bunu, insanlık tarihinin en başlarında bile gözleyebiliriz. Bizler, bir tür olarak Afrika'nın bozkırlarında evrimleştik, ama baktığınız zaman insanların her tür ortama göz ettiğini görüyorsunuz -- çöllere, ormanlara, Sibirya'nın buzul ovalarına, --çok ama çok zor iklimlere -- Amerika'ya, Avusturalya'ya, Asya'ya. Her bir göç bir öğrenme sürecini içeriyor -- çevreyle farklı çekillerde başa çıkmak, çevredeki kaynakları farklı çekilde kullanmak.
Then 10,000 years ago, exploiting a sudden change in global climate with the end of the last ice age, humans learned to farm. Farming was an energy bonanza. And exploiting that energy, human populations multiplied. Human societies got larger, denser, more interconnected. And then from about 500 years ago, humans began to link up globally through shipping, through trains, through telegraph, through the Internet, until now we seem to form a single global brain of almost seven billion individuals. And that brain is learning at warp speed. And in the last 200 years, something else has happened. We've stumbled on another energy bonanza in fossil fuels. So fossil fuels and collective learning together explain the staggering complexity we see around us.
Derken 10 bin yıl önce, küresel iklimdeki ani bir değişimle buzul çağı sona erdi ve insanoğlu tarım yapmayı öğrendi. Tarım bir tükenmez bir enerji kaynağı oldu. Bu enerjiyi kullanan insan nüfüsü katlanarak çoğaldı. İnsan toplulukları daha biyik, daha kalabalık ve daha bağlantılı hale geldi. Derken, bundan 500 yıl kadar önce, insanlar gemilerle, trenlerle, telegraf ve internetle birbirleriyle bağlantı kurmaya başladılar, ve neredeyse yedi milyar insandan oluşan bir evrensel beyin oluşturdular. Ve bu beyin ışık hızıyla öğreniyor. Son 200 yılda önemli bir şey daha oldu: bir başkaenerji kaynağını keşfettik, fosil yakıtlar. Fosil yakıtlar ve kollektif öğrenme etrafımızda gittikçe artan karmaşıklığı açıklıyor.
So -- Here we are, back at the convention center. We've been on a journey, a return journey, of 13.7 billion years. I hope you agree this is a powerful story. And it's a story in which humans play an astonishing and creative role. But it also contains warnings. Collective learning is a very, very powerful force, and it's not clear that we humans are in charge of it. I remember very vividly as a child growing up in England, living through the Cuban Missile Crisis. For a few days, the entire biosphere seemed to be on the verge of destruction. And the same weapons are still here, and they are still armed. If we avoid that trap, others are waiting for us. We're burning fossil fuels at such a rate that we seem to be undermining the Goldilocks conditions that made it possible for human civilizations to flourish over the last 10,000 years. So what big history can do is show us the nature of our complexity and fragility and the dangers that face us, but it can also show us our power with collective learning.
İşte şimdi buradayız, tekrar toplantı salonuna geri geldik. 13ç7 milyar yıl süren bir yolculuğun sonuna geldik. Umarım bu hikayenin güçlü olduğu konusunda aynı fikirdesinizdir. Bu, insanların inanılmaz bir başrolü oynadığı müthiş bir hikaye. Ama aynı zamanda bazı öğüter de veriyor. Kollektif öğrenme çok ama çok güçlü bir şey, ve biz insanların bunu kontrol edebildiğimizden çok emin değiliz. İngiltere'de, Küba Füze Krizi yıllarında büyümüş bir çocuk olarak çok net anımsıyorum, Birkaç gün boyunca, tüm biosfer yokolmanın eşiğine gelmişti. Ve aynı silahlar hala burada, hala çalışıyorlar. Eğer bu tuzaktan kendimizi kurtarsak bile sırada diğerleri var. Fosil yakıtları öylesine hızlı tüketiyoruz ki insanoğluna ait uygarlığın son 10 bin yılda gelişmesini sağlayan Goldilocks koşullarını ortadan kaldırıyoruz. Büyük tarih bize karmaşıklığımız ve kırılganlığımızı, karşımıza çıkacak tehlikeleri gösterebilir, ama aynı zamanda da kollektif öğrenme sürecinin bize verdiği gücü de gösterebilir.
And now, finally -- this is what I want. I want my grandson, Daniel, and his friends and his generation, throughout the world, to know the story of big history, and to know it so well that they understand both the challenges that face us and the opportunities that face us. And that's why a group of us are building a free, online syllabus in big history for high-school students throughout the world. We believe that big history will be a vital intellectual tool for them, as Daniel and his generation face the huge challenges and also the huge opportunities ahead of them at this threshold moment in the history of our beautiful planet.
Ve son olarak eklemeliyim, benim istediğim şu. ben, torunum Daniel'in, onun arkadaşları ve dünyadaki yaşıtlarının bu büyük tarihi iyice öğrenmesini istiyorum, öyle iyi öğrenmeliler ki karşımıza çıkacak zorukları ve elimize geçecek fırsatları anlayabilmeliler. Bu nedenle de benim de aralarında bulunduğum bir grup insan, dünyadaki lise öğrencilerinin kullanabilecekler herkese açık ve bedava çevrimişi bir büyük tarih veritabanı kuruyoruz. İnanıyoruz ki, bu büyük tarih onlar için hayati bilgiye sahip bir araç olacak, Daniel ve yaşıtları büyük engellerle ve büyük fırsatlarla karşılatıkları bu eşik noktasında önlerinde bizim güzel gezegenimizin büyük tarihini bulacaklar.
I thank you for your attention.
Zamanınız için teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)