When I got my current job, I was given a good piece of advice, which was to interview three politicians every day. And from that much contact with politicians, I can tell you they're all emotional freaks of one sort or another. They have what I called "logorrhea dementia," which is they talk so much they drive themselves insane. (Laughter) But what they do have is incredible social skills. When you meet them, they lock into you, they look you in the eye, they invade your personal space, they massage the back of your head.
Şu andaki işime başladığımda, iyi bir tavsiye aldım, her gün üç politikacıyla görüşmem gerektiği hakkında. Ve bundan dolayı politikacılarla ilişki halinde olmaktan, size hepsinin şu ya da bu şekilde duygusal ucubeler olduklarını söyleyebilirim. Benim logore demans dediğim şeyden muzdaripler, bu da o kadar çok konuşuyorlar ki kendilerini çılgına çeviriyorlar demek. (Gülüşmeler) Ama aslında sahip oldukları şey inanılmaz sosyal yetenekleri. Karşılaştığınızda, size kilitlenirler, gözünüzün içine bakarlar, kişisel alanınızı istila ederler, kafanızın arkasına masaj yaparlar.
I had dinner with a Republican senator several months ago who kept his hand on my inner thigh throughout the whole meal -- squeezing it. I once -- this was years ago -- I saw Ted Kennedy and Dan Quayle meet in the well of the Senate. And they were friends, and they hugged each other and they were laughing, and their faces were like this far apart. And they were moving and grinding and moving their arms up and down each other. And I was like, "Get a room. I don't want to see this." But they have those social skills.
Birkaç ay önce Cumhuriyetçi bir senatörle yemek yedim, tüm yemek boyunca eli bacağımın üzerindeydi - Bir keresinde - bu yıllar önceydi - Ted Kennedy ve Dan Quayle'in merdiven boşluğunda karşılaştığını gördüm. Arkadaştılar ve birbirlerine sarıldılar ve gülüyorlardı ve yüzleri birbirinden bu kadar uzaktaydı. Ve hareket ediyor ve birbirlerini sıkıştırıyorlardı ve kollarını kollarında aşağı yukarı gezdiriyorlardı. Ve "Bir oda bulun. Bunu görmek istemiyorum." gibiydi. Ama onların böyle sosyal yetenekleri var.
Another case: Last election cycle, I was following Mitt Romney around New Hampshire, and he was campaigning with his five perfect sons: Bip, Chip, Rip, Zip, Lip and Dip. (Laughter) And he's going into a diner. And he goes into the diner, introduces himself to a family and says, "What village are you from in New Hampshire?" And then he describes the home he owned in their village. And so he goes around the room, and then as he's leaving the diner, he first-names almost everybody he's just met. I was like, "Okay, that's social skill."
Diğer bir vaka: Son seçim dönemi, New Hampshire civarında Mitt Romnet'i takip ediyordum. Ve beş mükemmel oğluyla kampanya yapıyordu: Bip, Chip, Rip, Zip, Lip and Dip. (Gülüşmeler) Ve bir lokantaya giriyordu. Ve lokantaya girip kendisini bir aileye tanıttı ve dedi ki "New Hampshire'da hangi bölgedensiniz?" Ve sonra o bölgede kendi sahip olduğu evden bahsetti. Ve odanın içinde dolandı, ve sonra lokantayı terk ederken, neredeyse her tanıştığına ismiyle hitap ediyordu. Ben de "Tamam, sosyal yetenek bu." dedim.
But the paradox is, when a lot of these people slip into the policy-making mode, that social awareness vanishes and they start talking like accountants. So in the course of my career, I have covered a series of failures. We sent economists in the Soviet Union with privatization plans when it broke up, and what they really lacked was social trust. We invaded Iraq with a military oblivious to the cultural and psychological realities. We had a financial regulatory regime based on the assumptions that traders were rational creatures who wouldn't do anything stupid. For 30 years, I've been covering school reform and we've basically reorganized the bureaucratic boxes -- charters, private schools, vouchers -- but we've had disappointing results year after year. And the fact is, people learn from people they love. And if you're not talking about the individual relationship between a teacher and a student, you're not talking about that reality. But that reality is expunged from our policy-making process.
Ama çelişki şurada, bu insanların çoğu kanun-yapıcı moduna girdiklerinde, sosyal farkındalık yok oluyor ve muhasebeci gibi konuşmaya başlıyorlar. Sonuçta kariyerim süresince, bir dizi başarısızlığı kapattım. Sovyetler Birliği çöktüğünde oraya özelleştirme planlarıyla ekonomistler yolladım, ve aslında onlarda eksik olan sosyal güvendi. Irak'ı kültürel ve psikolojik gerçeklerden bihaber bir şekilde ele geçirdik. Ticaretle uğraşanların aptalca bir şey yapmayacak mantıklı yaratıklar olduğu varsayımlarına dayalı finansal düzenleme rejimimiz vardı. 30 yıl boyunca, okul reformlarıyla ilgili yazıyorum ve temel olarak bürokratik kutuları yeniden düzenledik - imtiyazlar, özel okullar, makbuzlar - ama her yıl heves kırıcı sonuçlar alıyoruz. Ve durum şu ki, insanlar sevdiklerinden öğrenirler. Ve eğer bir öğretmen ve bir öğrenci arasındaki kişisel ilişkiden bahsetmiyorsanız, bu gerçeklikten bahsetmiyorsunuz, ama bu gerçeklik bizim kanun yapma sürecimizden çıkarıldı.
And so that's led to a question for me: Why are the most socially-attuned people on earth completely dehumanized when they think about policy? And I came to the conclusion, this is a symptom of a larger problem. That, for centuries, we've inherited a view of human nature based on the notion that we're divided selves, that reason is separated from the emotions and that society progresses to the extent that reason can suppress the passions. And it's led to a view of human nature that we're rational individuals who respond in straightforward ways to incentives, and it's led to ways of seeing the world where people try to use the assumptions of physics to measure how human behavior is. And it's produced a great amputation, a shallow view of human nature.
Ve böylece bu bir soruya işaret etti: Dünya üzerindeki sosyal olarak en uyumlu insanlar politika hakkında düşündüklerinde tamamen insanlıktan çıkıyor? Ve sonuca ulaştım, bu daha büyük bir sorunun semptomu. Asırlardır birbirimizden ayrı kişiler olduğumuza dayanan insan doğası imgesini miras olarak taşıdık, mantığın duygulardan ayrı olduğuna ve mantığın tutkuları bastırabileceği noktaya gelecek kadar toplumun ilerleyebileceğine inandık. Ve teşviklere dolambaçsız yollarla cevap veren mantıklı kişiler olduğumuza dair insan doğası görüşüne götürdü. Ve bu insan davranışını fizik varsayımlarını kullanarak nasıl ölçülebileceğini deneyen insanların olduğu bir dünyayı görmenin yollarını gösteriyor. Ve bu büyük bir ampütasyon yaratıyor, insan doğasına yüzeysel bir bakış.
We're really good at talking about material things, but we're really bad at talking about emotions. We're really good at talking about skills and safety and health; we're really bad at talking about character. Alasdair MacIntyre, the famous philosopher, said that, "We have the concepts of the ancient morality of virtue, honor, goodness, but we no longer have a system by which to connect them." And so this has led to a shallow path in politics, but also in a whole range of human endeavors.
Maddesel şeyler hakkında konuşmak konusunda gerçekten iyiyiz, ama duygular hakkında konuşmada gerçekten kötüyüz. Yetenekler ve güvenlik ve sağlık konusunda konuşmada gerçekten iyiyiz, karakter hakkında konuşmada gerçekten kötüyüz. Ünlü filozof Alasdair MacIntyre der ki, "Antik ahlaki kavramlara sahibiz ama onlara bağlanabileceğimiz bir sistemimiz yok artık." Ve bu da politikada ve aynı zamanda geniş bir insan gayreti aralığında daha sığ bir izleğe yol açıyor.
You can see it in the way we raise our young kids. You go to an elementary school at three in the afternoon and you watch the kids come out, and they're wearing these 80-pound backpacks. If the wind blows them over, they're like beetles stuck there on the ground. You see these cars that drive up -- usually it's Saabs and Audis and Volvos, because in certain neighborhoods it's socially acceptable to have a luxury car, so long as it comes from a country hostile to U.S. foreign policy -- that's fine. They get picked up by these creatures I've called uber-moms, who are highly successful career women who have taken time off to make sure all their kids get into Harvard. And you can usually tell the uber-moms because they actually weigh less than their own children. (Laughter) So at the moment of conception, they're doing little butt exercises. Babies flop out, they're flashing Mandarin flashcards at the things.
Bunu genç çocuklarımızı yetiştiriş tarzımızdan görebilirsiniz. Öğleden sonra saat üçte bir ilköğretim okuluna gidin ve çıkan çocukları izleyin, ve şu 40 kiloluk sırt çantalarından taşıyorlar. Eğer rüzgar onları düşürecek olsa, yerde kalakalmış böceklere benzeyecekler. Onları okula getiren arabaları görüyorsunuz -- genellikle Saab ve Audi ve Volvolar, çünkü belirli mahallelerde lüks bir arabaya sahip olmak sosyal olarak kabul edilebilir, yani ABD dış politikasına karşı muhalif olduğu sürece - önemli değil. Süper-anneler denen şu yaratıklar tarafından alınıyorlar, tüm çocuklarının Harvard'a gittiğinden emin olmak için işten ayrılabilecek ileri derecede başarılı kariyer kadınları bunlar. Ve genellikle süper-anneleri tanıyabilirsiniz, çünkü kendi çocuklarından daha zayıftırlar. (Gülüşmeler) Yani gebe kalırken, küçük popo egzersizleri yapıyorlardır. Bebekler çıkıverirler, şeylere Çince bilgi kartlarını gösterirler.
Driving them home, and they want them to be enlightened, so they take them to Ben & Jerry's ice cream company with its own foreign policy. In one of my books, I joke that Ben & Jerry's should make a pacifist toothpaste -- doesn't kill germs, just asks them to leave. It would be a big seller. (Laughter) And they go to Whole Foods to get their baby formula, and Whole Foods is one of those progressive grocery stores where all the cashiers look like they're on loan from Amnesty International. (Laughter) They buy these seaweed-based snacks there called Veggie Booty with Kale, which is for kids who come home and say, "Mom, mom, I want a snack that'll help prevent colon-rectal cancer."
Onları eve götürürken ve onların aydınlanmalarını isterler, bu nedenle onları kendine ait dış politikası olan Ben & Jerry'nin dondurma şirketine götürürler. Kitaplarımdan birinde, Ben & Jerry'nin pasifist bir diş macunu üretmeliler diyerek şaka yapmıştım - mikropları öldürmez, sadece terk etmelerini ister. Çok satan olacaktır. (Gülüşmeler) Ve Whole Foods'a bebek maması almaya giderler. Ve Whole Foods şu ilerleyici marketlerden birisidir, tüm kasiyerler Uluslararası Af Örgütü'nden ödünç alınmış gibidir. (Gülüşmeler) Oradan Veggie Booty denilen lahanalı deniz yosunu içerikli atıştırmalıklardan eve gelip "Anne, anne, kolorektal kanserin önlenmesine yardımcı atıştırmalıktan istiyorum" diyen çocuklar için alırlar.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And so the kids are raised in a certain way, jumping through achievement hoops of the things we can measure -- SAT prep, oboe, soccer practice. They get into competitive colleges, they get good jobs, and sometimes they make a success of themselves in a superficial manner, and they make a ton of money. And sometimes you can see them at vacation places like Jackson Hole or Aspen. And they've become elegant and slender -- they don't really have thighs; they just have one elegant calve on top of another. (Laughter) They have kids of their own, and they've achieved a genetic miracle by marrying beautiful people, so their grandmoms look like Gertrude Stein, their daughters looks like Halle Berry -- I don't know how they've done that. They get there and they realize it's fashionable now to have dogs a third as tall as your ceiling heights. So they've got these furry 160-pound dogs -- all look like velociraptors, all named after Jane Austen characters.
Böylece çocuklar belli bir şekilde yetiştirilirler, ölçebileceğimiz şeylerin deneyim çemberlerinden zıplayıp geçerek - SAT hazırlık, obua, futbol çalışması. Rekabetçi kolejlere girer, iyi işlere sahip olurlar, ve bazen kendileri yüzeysel bir şekilde başarılı olurlar ve tonlarca para kazanırlar. Bazen onları Jackson Hole ya da Aspen gibi tatil yerlerinde görürsünüz. Ve zarif ve narin olurlar - gerçekten uylukları yoktur; sadece bir diğerinin üzerinde duran zarif kıvrımları vardır. (Gülüşmeler) Kendi çocukları vardır ve güzel insanlarla evlenerek genetik bir mucizeyi başarmışlardır, yani büyükanneleri Gertrude Stein gibi görünür, kızları Halle Berry gibi - nasıl yaptıklarını hiç bilmiyorum. Oraya varırlar ve üçüncü olarak tavanlarının yüksekliği kadar uzun boylu köpeklerinin olmasının moda olduğunu fark ederler. O zaman şu 80 kilo ağırlığında tüylü köpeklerden alırlar - dinozor gibi görünürler, hepsi Jane Austen karakterlerinin adını alır.
And then when they get old, they haven't really developed a philosophy of life, but they've decided, "I've been successful at everything; I'm just not going to die." And so they hire personal trainers; they're popping Cialis like breath mints. You see them on the mountains up there. They're cross-country skiing up the mountain with these grim expressions that make Dick Cheney look like Jerry Lewis. (Laughter) And as they whiz by you, it's like being passed by a little iron Raisinet going up the hill.
Ve sonra yaşlandıklarında, gerçekten bir yaşam felsefesi geliştirmemiş olurlar, ama karar vermişlerdir, "Her şeyde başarılı oldum, ben ölmeyeceğim." Sonra kişisel çalıştırıcılar tutarlar, Cialis'i nefes tazeleştirici gibi yutarlar. Onları yukarıda, dağın tepesinde görürsünüz. Dağın üzerinden tüm ülkeyi kayarak geçerler Dick Chenney'i Jerry Lewis gibi gösterecek yüzlerinde katı ifadelerle. (Gülüşmeler) Ve yanınızdan hızla geçerken, sanki küçük demirden zengin üzüm drajeleri tepeye tırmanıyormuş gibi.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And so this is part of what life is, but it's not all of what life is. And over the past few years, I think we've been given a deeper view of human nature and a deeper view of who we are. And it's not based on theology or philosophy, it's in the study of the mind, across all these spheres of research, from neuroscience to the cognitive scientists, behavioral economists, psychologists, sociology, we're developing a revolution in consciousness. And when you synthesize it all, it's giving us a new view of human nature. And far from being a coldly materialistic view of nature, it's a new humanism, it's a new enchantment. And I think when you synthesize this research, you start with three key insights.
Yani bu hayatın bir parçası, ama hayatın tümü değil. Ve geçen birkaç yıldır, İnsan doğasına dair daha derin bir anlayışa ve kim olduğumuza dair daha derin bir anlayışa sahibiz. Ve bu teoloji ya da felsefeye dayalı değil, zihin biliminin içinde, tüm bu araştırma sahaları boyunca, nörobilimden bilişsel bilimlere, davranışsal ekonomistlere, psikologlara, sosyoloji, bilinçte bir devrim geliştiriyoruz. Ve tümünü sentezlediğinizde, bize insan doğası hakkında yeni bir bakış veriyor. Ve soğuk maddesel bir doğa anlayışından çok uzak, yeni bir hümanizma, yeni bir cazibe. Ve bu araştırmayı sentezlediğinizde sanıyorum, üç anahtar içgörüyle başlıyorsunuz.
The first insight is that while the conscious mind writes the autobiography of our species, the unconscious mind does most of the work. And so one way to formulate that is the human mind can take in millions of pieces of information a minute, of which it can be consciously aware of about 40. And this leads to oddities. One of my favorite is that people named Dennis are disproportionately likely to become dentists, people named Lawrence become lawyers, because unconsciously we gravitate toward things that sound familiar, which is why I named my daughter President of the United States Brooks. (Laughter) Another finding is that the unconscious, far from being dumb and sexualized, is actually quite smart. So one of the most cognitively demanding things we do is buy furniture. It's really hard to imagine a sofa, how it's going to look in your house. And the way you should do that is study the furniture, let it marinate in your mind, distract yourself, and then a few days later, go with your gut, because unconsciously you've figured it out.
İlk içgörü şu; bilinçli zihin türlerimizin otobiyografisini yazıyor olsa da, bilinçdışı zihin işin çoğunu üstleniyor. Bu nedenle bunu formüle etmenin bir yolu, insan zihni dakikada milyonlarca bilgi parçacığını alabilir, bilinçli olarak bunun yaklaşık 40'ının farkındadır. Ve bu tuhaflıklara neden olur. Benim favorilerimden bir tanesi şu; Dennis ismini taşıyan insanlar oransız olarak muhtemelen diş hekimi oluyorlar, Lawrence ismini taşıyanlar avukat (lawyer), çünkü bilinçsizce tanıdık gelen şeylerin çekimine kapılırız, ki bu da kızıma ABD Başkanı Brooks'un adını vermemin nedeni. (Gülüşmeler) Diğer bir bulgu şu, bilinçdışı, aptal ve cinselleştirilmiş olmaktan çok öte, aslında gayet akıllı. Yani bilişsel açıdan en fazla çaba gerektiren şey mobilya satın almamız. Bir koltuğu hayal etmek gerçekten zor, evinizde nasıl görüneceğini. Bunu yapmanız gereken yol mobilya konusu çalışmak, kafanızda marine etmek, dikkatinizi dağıtmak ve bir kaç gün sonra, içgüdülerinize güvenmek çünkü bilinçsiz bir şekilde bunu çözmüşsünüzdür.
The second insight is that emotions are at the center of our thinking. People with strokes and lesions in the emotion-processing parts of the brain are not super smart, they're actually sometimes quite helpless. And the "giant" in the field is in the room tonight and is speaking tomorrow morning -- Antonio Damasio. And one of the things he's really shown us is that emotions are not separate from reason, but they are the foundation of reason because they tell us what to value. And so reading and educating your emotions is one of the central activities of wisdom.
İkinci içgörü duygular düşüncelerimizin merkezidir. İnme geçirmiş ve beyninin duygu-işleyen bölümlerinde lezyonlar olan insanlar süper zeki değiller, aslında bazen gayet acizler. Ve bu alandaki dev bu akşam bu odada ve yarın sabah konuşacak - Antonio Damasio. Ve bize gösterdiği şeylerden bir tanesi de duyguların mantıktan ayrı olmadığı, tam tersi onlar mantığın temelini oluşturuyor çünkü neye değer vereceğimizi bize söylüyorlar. Ve böylece duygularınızı anlamanız ve eğitmeniz bilgeliğin temel faaliyetlerinden biridir.
Now I'm a middle-aged guy. I'm not exactly comfortable with emotions. One of my favorite brain stories described these middle-aged guys. They put them into a brain scan machine -- this is apocryphal by the way, but I don't care -- and they had them watch a horror movie, and then they had them describe their feelings toward their wives. And the brain scans were identical in both activities. It was just sheer terror. So me talking about emotion is like Gandhi talking about gluttony, but it is the central organizing process of the way we think. It tells us what to imprint. The brain is the record of the feelings of a life.
Şimdi ben orta yaşlı bir adamım; duygularımla ilgili tam olarak rahat değilim. En sevdiğim beyin hikayelerinden biri bu orta yaşlı adamları anlatıyor. Onları bir beyin tarama makinesine koyuyorlar - bu arada bu uydurma ama umurumda değil - ve onlara bir korku filmi izletmişler, ve sonra eşlerine karşı duygularını tarif etmeleri istenmiş. Beyin taramaları her iki faaliyet sırasında birbirinin aynısıymış. Tam bir dehşet hali. Duygulardan konuşan ben açgözlülükten konuşan Gandi gibi, ama düşünme şeklimizin merkezi düzenleme süreci bu. Neyi izleyeceğimizi bize söylüyor. Beyin bir yaşamın duygularının kaydıdır.
And the third insight is that we're not primarily self-contained individuals. We're social animals, not rational animals. We emerge out of relationships, and we are deeply interpenetrated, one with another. And so when we see another person, we reenact in our own minds what we see in their minds. When we watch a car chase in a movie, it's almost as if we are subtly having a car chase. When we watch pornography, it's a little like having sex, though probably not as good. And we see this when lovers walk down the street, when a crowd in Egypt or Tunisia gets caught up in an emotional contagion, the deep interpenetration. And this revolution in who we are gives us a different way of seeing, I think, politics, a different way, most importantly, of seeing human capital.
Ve üçüncü içgörü temel olarak kendi kendine yeten bireyler olmadığımızdır. Sosyal hayvanlarız, mantıklı hayvanlar değil. İlişkilerden ortaya çıkarız, ve derin bir şekilde iç içe geçmişizdir, biri diğeriyle. Bu nedenle bir diğer insanı gördüğünüzde, onların zihinlerinde gördüğümüzü kendi zihnimizde yeniden canlandırırız. Bir filmde bir araba takibini izlediğimizde, neredeyse bir araba takibi yaşıyor gibiyizdir. Pornografi izlediğimizde, seks yapmak gibidir biraz da, o kadar iyi değil muhtemelen ama. Ve aşıklar caddede yürürken, Mısır'da ya da Tunus'ta bir kalabalık duygusal bir etkilenmeye derin bir iç içe geçişe yakalandıklarında bunu görürüz. Ve bu kim olduğumuz konusundaki devrim politikayı, bana göre, farklı bir şekilde görmemizi sağlar, en önemlisi, insan sermayesini farklı bir şekilde görmemizi sağlar.
We are now children of the French Enlightenment. We believe that reason is the highest of the faculties. But I think this research shows that the British Enlightenment, or the Scottish Enlightenment, with David Hume, Adam Smith, actually had a better handle on who we are -- that reason is often weak, our sentiments are strong, and our sentiments are often trustworthy. And this work corrects that bias in our culture, that dehumanizing bias. It gives us a deeper sense of what it actually takes for us to thrive in this life. When we think about human capital we think about the things we can measure easily -- things like grades, SAT's, degrees, the number of years in schooling. What it really takes to do well, to lead a meaningful life, are things that are deeper, things we don't really even have words for. And so let me list just a couple of the things I think this research points us toward trying to understand.
Şimdi Fransız Aydınlanmasının çocuklarıyız. Mantığın en yüksek meleke olduğuna inanırız. Ama sanıyorum bu araştırma gösteriyor ki, İngiliz Aydınlanması ya da İskoç Aydınlanması, David Hume, Adam Smith'le, aslında kim olduğumuzla daha iyi başa çıkıyordu - mantığın sıklıkla zayıf, duygularımızın güçlü olduğunu, ve duygularımızın sıklıkla güvenilir olduğunu gösteriyordu. Ve bu iş kültürümüzdeki önyargıyı düzeltiyor, şu insanlıkdışı önyargıyı. Bize bu hayatta büyümemiz için aslında ne gerektiğinin daha derin bir duygusunu verir. İnsan sermayesini düşündüğümüzde kolayca ölçebileceğimiz şeyleri düşünürüz - notlar, SAT, dereceler gibi şeyler, eğitimdeki yıl sayısı. Başarmak için, anlamlı bir hayat için gerçekten gereken şeyler daha derindeler, aslında kelimelerle ifade edemediğimiz şeyler. Peki, izin verin bu araştırmanın anlamaya çalışırken bizi yönlendirdiği bir kaç şeyi listeleyeyim.
The first gift, or talent, is mindsight -- the ability to enter into other people's minds and learn what they have to offer. Babies come with this ability. Meltzoff, who's at the University of Washington, leaned over a baby who was 43 minutes old. He wagged his tongue at the baby. The baby wagged her tongue back. Babies are born to interpenetrate into Mom's mind and to download what they find -- their models of how to understand reality. In the United States, 55 percent of babies have a deep two-way conversation with Mom and they learn models to how to relate to other people. And those people who have models of how to relate have a huge head start in life. Scientists at the University of Minnesota did a study in which they could predict with 77 percent accuracy, at age 18 months, who was going to graduate from high school, based on who had good attachment with mom. Twenty percent of kids do not have those relationships. They are what we call avoidantly attached. They have trouble relating to other people. They go through life like sailboats tacking into the wind -- wanting to get close to people, but not really having the models of how to do that. And so this is one skill of how to hoover up knowledge, one from another.
İlk armağan, yetenek, zihingörüşü - diğer insanların zihinlerine girip ne sunabildiklerini öğrenebilme yeteneği. Bebekler bu yetenekle doğar. Washington Üniversitesindeki Meltzoff 43 dakikalık bir bebeğin üzerine eğilmiş. Bebeğe dilini çıkarmış. Bebek de dilini çıkarmış. Bebekler annenin zihnine nüfuz etmek ve bulduklarını indirmek üzere doğmuştur - gerçekliği anlama modelleri budur. ABD'de bebeklerin yüzde 55'i anneleriyle derin bir çift yönlü konuşma yürütür ve diğer insanlarla nasıl ilişki kuracaklarının modellerini öğrenir. Ve nasıl ilişki kuracaklarına dair modellere sahip bu insanlar hayatta muazzam bir üstünlükle başlar. Minnesota Üniversitesindeki bilim insanları 18 aylık bebeklerle, yüzde 77 doğruluk oranıyla kimin liseden mezun olacağını tahmin ettikleri bir çalışma yaptılar, bebeğin anneyle iyi bir bağı olmasına dayanarak. Çocukların yüzde 20'sinin böyle bir ilişkisi yok. Bizim negatif yönlü bağlı dediğimiz şekildeler. Diğer insanlarla ilişkilerinde sorun yaşıyorlar. Rüzgara göre yön değiştiren yelkenliler gibi yaşıyorlar - insanlara yakın olmak isteyerek, ama bunu nasıl yapacaklarına dair modellere sahip olmayarak. Yani bu birinin diğerinden bilgiyi nasıl çekip alacağının becerisi.
A second skill is equipoise, the ability to have the serenity to read the biases and failures in your own mind. So for example, we are overconfidence machines. Ninety-five percent of our professors report that they are above-average teachers. Ninety-six percent of college students say they have above-average social skills. Time magazine asked Americans, "Are you in the top one percent of earners?" Nineteen percent of Americans are in the top one percent of earners. (Laughter) This is a gender-linked trait, by the way. Men drown at twice the rate of women, because men think they can swim across that lake. But some people have the ability and awareness of their own biases, their own overconfidence. They have epistemological modesty. They are open-minded in the face of ambiguity. They are able to adjust strength of the conclusions to the strength of their evidence. They are curious. And these traits are often unrelated and uncorrelated with IQ.
İkinci yetenek eşit duruş. Kendi zihnindeki önyargıları ve hataları okuyabilme berraklığına sahip olma yeteneği. Örneğin, bizler kendine fazla güven makineleriyiz. Öğretmenlerimizin yüzde 95'i ortalamadan yüksek öğretmenler olduklarını raporlamışlardır. Kolej öğrencilerinin yüzde 96'sı ortalamanın üzerinde sosyal yetenekleri olduğunu söylüyor. Time dergisi Amerikalılara 'Kazananların en üst birinci yüzdesinde misiniz?' sormuş, Amerikalıların yüzde 19'u kazananların en üst yüzde birinde. (Gülüşmeler) Bu cinsiyet-ilişkili bir özellik bu arada. Erkekler kadınlara göre iki kat daha fazla boğuluyor, çünkü erkekler bu gölü karşıdan karşıya geçebileceklerini düşünüyor. Ama bazı insanlar kendi önyargılarının, kendi aşırı güvenlerinin farkına varma yeteneğine sahiptir. Epistemolojik alçakgönüllüğe sahipler. Belirsizlik karşısında açık fikirliler. Kanıtlarının gücünü sonuçların gücüyle ayarlayabilirler. Meraklıdırlar. Ve bu özellikle sıklıkla birbiriyle alakasız ve IQ'dan bağımsızdır.
The third trait is metis, what we might call street smarts -- it's a Greek word. It's a sensitivity to the physical environment, the ability to pick out patterns in an environment -- derive a gist. One of my colleagues at the Times did a great story about soldiers in Iraq who could look down a street and detect somehow whether there was an IED, a landmine, in the street. They couldn't tell you how they did it, but they could feel cold, they felt a coldness, and they were more often right than wrong. The third is what you might call sympathy, the ability to work within groups. And that comes in tremendously handy, because groups are smarter than individuals. And face-to-face groups are much smarter than groups that communicate electronically, because 90 percent of our communication is non-verbal. And the effectiveness of a group is not determined by the IQ of the group; it's determined by how well they communicate, how often they take turns in conversation.
Üçüncü özellikle 'medes'tir, sokak zekası diyebiliriz buna - Yunanca bir kelime. Fiziksel çevreye olan duyarlılıktır, bir çevredeki örüntüleri (paternleri) alma becerisi - bir ana fikir türetme. Times'taki iş arkadaşlarımdan biri bir sokağa bakıp bir şekilde bir patlayıcı, bir kara mayını olup olmadığını saptayabilen askerlerle ilgili harika bir haber yaptı. Nasıl yaptıklarını anlatamıyorlar, ama soğuk hissediyorlar, soğuğu hissediyorlar ve sıklıkla hatalı değil haklıydılar. Üçüncü sempati diye adlandırabiliriz, gruplar içinde çalışabilme becerisi. Ve bu inanılmaz derecede işe yarar çünkü gruplar bireylerden daha akıllıdırlar - ve yüz yüze gruplar elektronik olarak iletişen gruplardan çok daha fazla akıllıdır çünkü iletişimimizin yüzde 90'ı sözsüz iletişimdir. Ve bir grubun etkililiği grubun IQ'su ile belirlenmez, ne kadar iyi bir şekilde iletişim kurduklarıyla belirlenir, ne sıklıkla konuşmada söz aldıklarıyla.
Then you could talk about a trait like blending. Any child can say, "I'm a tiger," pretend to be a tiger. It seems so elementary. But in fact, it's phenomenally complicated to take a concept "I" and a concept "tiger" and blend them together. But this is the source of innovation. What Picasso did, for example, was take the concept "Western art" and the concept "African masks" and blend them together -- not only the geometry, but the moral systems entailed in them. And these are skills, again, we can't count and measure.
Sonra harmanlama diye bir özellikten bahsedebiliriz. Herhangi bir çocuk 'Ben bir kaplanım' deyip kaplanmış gibi yapabilir. Bu çok basit görünür. Ancak aslında, 'ben' ve 'kaplan' kavramlarını alarak onları bir araya getirmek şaşırtıcı bir biçimde karmaşıktır. Ama bu yenilemenin kaynağıdır. Picasso'nun yaptığı, örneğin, Batılı tarz sanat ile Afrika maskelerini alıp onları birlikte karıştırmaktı - sadece geometri değil, onlara verilmiş olan ahlaki sistemleri de. Ve bunlar, yine, bizim sayabileceğimiz ve ölçebileceğimiz beceriler değiller.
And then the final thing I'll mention is something you might call limerence. And this is not an ability; it's a drive and a motivation. The conscious mind hungers for success and prestige. The unconscious mind hungers for those moments of transcendence, when the skull line disappears and we are lost in a challenge or a task -- when a craftsman feels lost in his craft, when a naturalist feels at one with nature, when a believer feels at one with God's love. That is what the unconscious mind hungers for. And many of us feel it in love when lovers feel fused.
Ve sonra bahsedeceğim sonuncu şey sizin tutkuyla aşık olma hali diyebileceğiniz bir şey. Ve bu bir yetenek değil, bir güdü ve bir motivasyon. Bilinçli zihin başarı ve prestije açtır. Bilinçdışı zihin aşkınlık anlarına açlık duyar, kafatası çizgisinin yok olduğu ve bir zorlu görev karşısında kaybolduğumuz anlarda - bir zanaatkar kendi zanaatında kaybolduğunda, bir doğasever kendini doğayla bütün hissettiğinde, bir inanan Tanrının sevgisiyle tek olduğunu hissettiğinde. Bilinçdışı zihnin açlık duyduğu budur. Ve çoğumuz bunu sevgide hissederiz aşıklar kenetlenmiş hissettiklerinde.
And one of the most beautiful descriptions I've come across in this research of how minds interpenetrate was written by a great theorist and scientist named Douglas Hofstadter at the University of Indiana. He was married to a woman named Carol, and they had a wonderful relationship. When their kids were five and two, Carol had a stroke and a brain tumor and died suddenly. And Hofstadter wrote a book called "I Am a Strange Loop." In the course of that book, he describes a moment -- just months after Carol has died -- he comes across her picture on the mantel, or on a bureau in his bedroom.
Ve bu araştırma sırasında karşılaştığım zihnin nasıl nüfuz ettiğine dair en güzel tanımlama harika bir kuramcı ve bilim insanı olan Indiana Üniversitesinden Douglas Hofstadter tarafından yapıldı. Carol adında bir kadınla evliydi, ve harika bir ilişkileri vardı. Çocukları beş ve iki yaşındalarken, Carol bir inme geçirdi ve bir beyin tümörü ve aniden öldü. Ve Hofstafter 'Ben Garip Bir Döngüyüm' adında bir kitap yazdı. Bu kitabın hazırlığı sırasında, bir andan bahsediyor - Carol öldükten sadece aylar sonra - şömine üzerindeki ya da yatak odasındaki çekmece üzerinde fotoğrafına bakıyor.
And here's what he wrote: "I looked at her face, and I looked so deeply that I felt I was behind her eyes. And all at once I found myself saying as tears flowed, 'That's me. That's me.' And those simple words brought back many thoughts that I had had before, about the fusion of our souls into one higher-level entity, about the fact that at the core of both our souls lay our identical hopes and dreams for our children, about the notion that those hopes were not separate or distinct hopes, but were just one hope, one clear thing that defined us both, that welded us into a unit -- the kind of unit I had but dimly imagined before being married and having children. I realized that, though Carol had died, that core piece of her had not died at all, but had lived on very determinedly in my brain."
Ve işte şunu yazıyor: "Yüzüne baktım, öyle derin baktım ki kendimi gözlerinin arkasında hissettim. Ve o anda gözyaşlarım akarken kendi kendime, 'Bu benim. Bu benim.' dedim. Ve bu basit kelimeler daha önce aklımdan geçirmiş olduğum düşünceleri getirdi, ruhlarımızın daha yüksek düzeyde bir varlıkta birleşmesi ile ilgili, her ikimizin ruhlarının merkezindeki çocuklarımız için özdeş umutlar ve hayallerin yattığı gerçeği ile ilgili, bu umutların ayrı ve uzak umutlar olmadığı, aksine sadece tek bir umut olduğu, her ikimizi de tanımlayan, bizi tek bir birim haline getiren, öyle bir birim ki evlenmeden ve çocuk sahibi olmadan var olan ama belirsizce hayal ettiğim düşüncesi ile ilgili. Fark ettim ki, Carol ölmüş olsa da, onun asıl parçası hiç de ölmüş değildi, benim beynimde kesin olarak yaşamaya devam ediyordu."
The Greeks say we suffer our way to wisdom. Through his suffering, Hofstadter understood how deeply interpenetrated we are. Through the policy failures of the last 30 years, we have come to acknowledge, I think, how shallow our view of human nature has been. And now as we confront that shallowness and the failures that derive from our inability to get the depths of who we are, comes this revolution in consciousness -- these people in so many fields exploring the depth of our nature and coming away with this enchanted, this new humanism. And when Freud discovered his sense of the unconscious, it had a vast effect on the climate of the times. Now we are discovering a more accurate vision of the unconscious, of who we are deep inside, and it's going to have a wonderful and profound and humanizing effect on our culture.
Yunanlar bilgeliğe giden yolda acı çekeriz derler. Bu acı sayesinde, Hofstadter ne kadar derinden birbirimize nüfuz ettiğimizi anladı. Son 30 yılın siyasi başarısızlıkları boyunca, insan doğası anlayışımızın ne kadar sığ olduğunu anladığımızı düşünüyorum. Ve şimdi, bu sığlıkla ve kim olduğumuzun derinliklerine ulaşma konusundaki beceriksizliğimizden doğan başarısızlıklarımızla yüzleşirken, bilinçteki şu devrim ortaya çıkıyor - doğamızın derinliklerini araştıran birçok farklı alandan bu insanlar bu büyüleyici, bu yeni hümanizma ile geliyorlar. Ve Freud kendi bilinçdışı duygusunu keşfettiği zaman, bu zamanın ikliminde muazzam bir etki yaptı. Şimdi biz bilinçdışının daha doğru bir bakışını keşfediyoruz - derinlerde kim olduğumuzu. Ve bu kültürümüz üzerinde harika ve içe işleyen ve insanlaştıran bir etki yapacak.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)