As a magician, I try to create images that make people stop and think. I also try to challenge myself to do things that doctors say are not possible. I was buried alive in New York City in a coffin, buried alive in a coffin in April, 1999, for a week. I lived there with nothing but water. And it ended up being so much fun that I decided I could pursue doing more of these things. The next one is I froze myself in a block of ice for three days and three nights in New York City. That one was way more difficult than I had expected. The one after that, I stood on top of a hundred-foot pillar for 36 hours. I began to hallucinate so hard that the buildings that were behind me started to look like big animal heads.
Bir sihirbaz olarak insanları durdurup düşünmeye teşvik eden imajlar yaratmaya çalışırım. Ayrıca doktorların "imkansız" dediği şeyleri yapmak için kendime meydan da okurum. New York'ta bir tabutun içinde canlı olarak gömülmüştüm, 1999'un Nisan ayıydı, bir hafta kaldım. Yanımda su dışında birşey olmadan yaşadım. Ve çok eğlenceli bir şekilde sonuçlanınca bu çeşit şeyleri daha çok yapmak için aranır oldum. Bir sonrakinde kendimi New York'ta bir buz bloğunda 3 gün 3 gece dondurdum. Bu beklediğimden çok daha zor oldu. Ondan sonrakinde 31 metre boyunda bir direkte 36 saat ayakta durdum. O kadar yoğun halisünasyonlar gördüm ki, arkamdaki binalar bana büyük hayvan kafaları olarak görünmeye başlamıştı.
So, next I went to London. In London I lived in a glass box for 44 days with nothing but water. It was, for me, one of the most difficult things I'd ever done, but it was also the most beautiful. There was so many skeptics, especially the press in London, that they started flying cheeseburgers on helicopters around my box to tempt me.
Sonra Londra'ya gittim. Londra'da 44 gün cam bir kutuda su dışında birşey olmadan yaşadım. Bu bana göre şimdiye dek yaptığım en zor ve en güzel işlerden biri gibi gelmişti. O kadar çok kuşku vardı ki, özellikle Londra'da üstümden geçen helikopterlerden beni ayartmak için
(Laughter)
kutuma uçan cheeseburger'ler atmaya başladılar. (Kahkaha)
So, I felt very validated when the New England Journal of Medicine actually used the research for science.
Yani New England Journal of Medicine bu deneyimi bilimsel olarak kullandığında, kendimi bayağı onaylanmış hissettim.
My next pursuit was I wanted to see how long I could go without breathing, like how long I could survive with nothing, not even air. I didn't realize that it would become the most amazing journey of my life.
Bir sonraki araştırmam, nefes almadan, hatta hava bile olmadan, ne kadar yaşayabileceğim üzerineydi. Bunun hayatımdaki en muhteşem yolculuk olacağının farkına varmamıştım.
As a young magician, I was obsessed with Houdini and his underwater challenges. So, I began, early on, competing against the other kids, seeing how long I could stay underwater while they went up and down to breathe, you know, five times, while I stayed under on one breath. By the time I was a teenager, I was able to hold my breath for three minutes and 30 seconds. I would later find out that was Houdini's personal record.
Genç bir sihirbaz olarak Houdini ve onun sualtında yaşadığı zorlukları takıntı haline getirmiştim. Yani çok önceleri diğer çocuklarla yarışmaya başlamıştım; ben suyun altında tek nefesle ne kadar durabileceğimi görmeye çalışırken onlar nefes almak için beş defa yukarı çıkıp inerlerdi. Ergenlik çağımda nefesimi 30 saniye tutabiliyordum. Daha sonra bunun Houdini'nin kişisel rekoru olduğunu öğrenecektim.
In 1987 I heard of a story about a boy that fell through ice and was trapped under a river. He was underneath, not breathing for 45 minutes. When the rescue workers came, they resuscitated him and there was no brain damage. His core temperature had dropped to 77 degrees. As a magician, I think everything is possible. And I think if something is done by one person, it can be done by others. I started to think, if the boy could survive without breathing for that long, there must be a way that I could do it.
1987'de buzun arasından düşüp bir nehirin altında mahsur kalan bir çocuğun hikayesini duydum. 45 dakika aşağıda nefessiz kalmıştı. Kurtarma ekibi gelip kurtarıldığında beyninde hiç hasar yoktu. Vücut ısısı 25 dereceye düşmüştü. Bir sihirbaz olarak herşeyin mümkün olduğunu düşünürüm. Birisi bir şeyi yapabiliyorsa, diğerleri de yapabilir. Düşünmeye başladım, eğer çocuk bu kadar uzun süre nefes almamasına rağmen kurtulduysa bunu benim de yapmamın bir yolu olmalıydı.
So, I met with a top neurosurgeon. And I asked him, how long is it possible to go without breathing, like how long could I go without air? And he said to me that anything over six minutes you have a serious risk of hypoxic brain damage. So, I took that as a challenge, basically.
Yetenekli bir beyin cerrahı ile biraraya geldim, Ve ona ne kadar uzun süre havasız nefes almadan kalabileceğimi sordum. O da bana 6 dakikadan sonra hipoksik (oksijensizliğe bağlı) beyin hasarı için ciddi risk başladığını söyledi. Ben de bunu bir meydan okuma olarak aldım tabii.
(Laughter)
(Kahkaha)
My first try, I figured that I could do something similar, and I created a water tank, and I filled it with ice and freezing cold water. And I stayed inside of that water tank hoping my core temperature would start to drop. And I was shivering. In my first attempt to hold my breath, I couldn't even last a minute. So, I realized that was completely not going to work.
İlk denememde benzer birşeyler yapabilirim diye düşünerek bir su tankı icat edip, içine de buz ve buz gibi su ile doldurdum. Ve bu su tankında vücut ısımın düşmesini umut ederek bekledim. Titriyordum. Nefesimi ilk tutma denemem 1 dakika bile sürmedi. Bunun işe yaramayacağını anladım.
I went to talk to a doctor friend -- and I asked him, "How could I do that?" "I want to hold my breath for a really long time. How could it be done?" And he said, "David, you're a magician, create the illusion of not breathing, it will be much easier."
Doktor bir arkadaşımla görüşmeye gittim. Ona nasıl yapabilirim diye sordum. "Çok uzun süre nefesimi tutmak istiyorum. Bu nasıl yapılır?" Oda bana "David sen bir sihirbazsın, nefes almama illüzyonu yarat, çok daha kolay olacaktır" dedi.
(Laughter)
(Kahkaha)
So, he came up with this idea of creating a rebreather, with a CO2 scrubber, which was basically a tube from Home Depot, with a balloon duct-taped to it, that he thought we could put inside of me, and somehow be able to circulate the air and rebreathe with this thing in me. This is a little hard to watch. But this is that attempt. So, that clearly wasn't going to work.
Bana kapalı devre solunum aleti yaratma fikriyle geldi; Home Depot'dan alınmış CO2 gazını temizleyici basit bir tüp ve ona yapıştırılmış bir balon, bunu içime yerleştirecektik ve bir şekilde havayı sirküle edip temizleyecek, kapalı devrede içimde bu şeyle nefes alacaktım. Bunu seyretmek biraz zor. Ama girişimimiz buydu. Kesinlikle olmayacak bir şeydi.
(Laughter)
(Kahkaha)
Then I actually started thinking about liquid breathing. There is a chemical that's called perflubron. And it's so high in oxygen levels that in theory you could breathe it. So, I got my hands on that chemical, filled the sink up with it, and stuck my face in the sink and tried to breathe that in, which was really impossible. It's basically like trying to breathe, as a doctor said, while having an elephant standing on your chest. So, that idea disappeared.
Ve ben cidden sıvı solunumunu düşünmeye başladım. Perflubron adı verilen bir kimyasal var. Ve oksijen seviyesi o kadar yüksek ki teorik olarak içinde nefes alabilirsiniz. Hemen bu kimyasal'dan edindim, küveti onunla doldurup yüzümü içine soktum. Ve onun içinde nefes almaya çalıştım, elbette ki bu imkansızdı. Bir doktor şöyle demişti; göğsünde bir fil otururken nefes almaya çalışmak gibi bir şey. Bu fikir hemen yokoldu.
Then I started thinking, would it be possible to hook up a heart/lung bypass machine and have a surgery where it was a tube going into my artery, and then appear to not breathe while they were oxygenating my blood? Which was another insane idea, obviously.
Sonra düşünmeye başladım, Arterimden bir tüple girilmesini sağlayan bir ameliyat ile bir kalp/akciğer bypass makinasına bağlanmam ve kanım oksijenlenirken nefes almıyormuş gibi yapmam mümkün olur muydu? Bu da elbette diğerleri gibi çılgınca bir fikirdi.
Then I thought about the craziest idea of all the ideas: to actually do it.
Sonra tüm bunların içinde en delice olanını düşündüm; gerçekten bunu yapabilirim.
(Laughter)
(Kahkaha)
To actually try to hold my breath past the point that doctors would consider you brain dead. So, I started researching into pearl divers. You know, because they go down for four minutes on one breath. And when I was researching pearl divers, I found the world of free-diving. It was the most amazing thing that I ever discovered, pretty much. There is many different aspects to free-diving. There is depth records, where people go as deep as they can. And then there is static apnea. That's holding your breath as long as you can in one place without moving. That was the one that I studied.
Doktorların beyin ölümü diyecekleri noktanın ötesinde kadar nefesimi tutabilirim. Ve inci dalgıçlarını araştırmaya başladım. Bilirsiniz, tek bir nefesle 4 dakika aşağıya iniyorlar. İnci dalgıçlarını araştırırken, serbest dalış dünyası ile tanıştım. Keşfettiğim en muazzam şeylerden biriydi. Serbest dalışa pek çok farklı yaklaşım var. Derinlik rekorları var, insanlar inebildikleri kadar derine iniyorlar. Bir de statik apne var (apne: nefes tutma) Bu da bir yerde durup nefesinizi tutabildiğiniz kadar tutmak demek. Ben bunu çalıştım.
The first thing that I learned is when you're holding your breath, you should never move at all; that wastes energy. And that depletes oxygen, and it builds up CO2 in your blood. So, I learned never to move. And I learned how to slow my heart rate down. I had to remain perfectly still and just relax and think that I wasn't in my body, and just control that. And then I learned how to purge. Purging is basically hyperventilating. You blow in and out --
İlk öğrendiğim şey, nefesinizi tutarken asla kımıldamalısınız bu enerji kaybına neden olur. Buda oksijen tükettirir ve kanınızda CO2 arttırır. Kımıldamayacaktım. Ve kalp hızımı nasıl düşüreceğimi öğrendim. Tamamen hareketsiz ve rahatlamış bir şekilde durup vücudumda olmadığımı düşünecektim, ve bunu kontrol edecektim. Ve nasıl tamamen temizleneceğimi öğrendim. Bu basitçe sık sık soluk almak demek. İçinize çekip dışarıya üflüyorsunuz...
(Breathing loudly)
You do that, you get lightheaded, you get tingling. And you're really ridding your body of CO2. So, when you hold your breath, it's infinitely easier. Then I learned that you have to take a huge breath, and just hold and relax and never let any air out, and just hold and relax through all the pain.
Bunu yapınca kafanız sersemleşiyor, karıncalanıyorsunuz Ve gerçekten de vücudunuzdaki CO2 den kurtuluyorsunuz. Böylece nefesinizi tutmak çok daha kolay oluyor. Sonra derin nefes almayı öğrendim, ve öylece tutup dışarıya hiç hava kaçırmıyorsunuz, ve öylece tutup onca acının içinde rahatlıyorsunuz.
Every morning, this is for months, I would wake up and the first thing that I would do is I would hold my breath for, out of 52 minutes, I would hold my breath for 44 minutes. So, basically what that means is I would purge, I'd breathe really hard for a minute. And I would hold, immediately after, for five and a half minutes. Then I would breathe again for a minute, purging as hard as I can, then immediately after that I would hold again for five and a half minutes. I would repeat this process eight times in a row. Out of 52 minutes, you're only breathing for eight minutes. At the end of that you're completely fried, your brain. You feel like you're walking around in a daze. And you have these awful headaches. Basically, I'm not the best person to talk to when I'm doing that stuff.
Her sabah, aylarca, uyandığım an yaptığım ilk şey nefesimi 52 dakikanın 44 dakikasında tutmak oldu, Nefesimi 44 dakika tutuyordum. Yani arındırma yapıyordum, Bir dakika gerçekten sık sık nefes alıp nefesimi hemen ardından beş buçuk dakika tutuyordum. Yine bir dakika boyu nefes alıp, yapabildiğim kadar sık nefes alıp verip, hemen ardından yine beş buçuk dakika tutuyordum. Bunu sekiz defa ardarda tekrarlıyordum. Yani bu 52 dakikanın içinde toplam sekiz dakika nefes alıyorsunuz. En sonunda beyniniz tamamen kızarıyor. Etrafta sersem sepelek dolaştığınızı hissediyorsunuz. Ve korkunç baş ağrısı çekiyorsunuz. Kısaca, bunu yaparken konuşulacak biri olmaktan çıkıyordum.
I started learning about the world-record holder. His name is Tom Sietas. And this guy is perfectly built for holding his breath. He's six foot four. He's 160 pounds. And his total lung capacity is twice the size of an average person. I'm six foot one, and fat. We'll say big-boned.
Dünya-rekorunu elinde tutan kişiyi araştırdım. Adı Tom Sietas. Bu kişi nefes tutmak için oldukça donanımlı. 1.95 boyunda ve 73 kilo. Toplam akciğer kapasitesi normal bir insanın iki katı. Ben 1.85'im ve şişmanım. Biz iri kemikli deriz.
(Laughter)
(Kahkaha)
I had to drop 50 pounds in three months. So, everything that I put into my body, I considered as medicine. Every bit of food was exactly what it was for its nutritional value. I ate really small controlled portions throughout the day. And I started to really adapt my body.
Üç ayda 23 kilo vermem gerekiyordu. Ve ben de vücuduma aldığım herşeyi ilaç olarak düşünmeye başladım. En ufak besin maddesini bile besleyici özelliği için alıyordum. Gün boyu küçük ve kontrollü porsiyonlarda yedim. Ve gerçekten vücudumu adapte etmeye başladım.
[Individual results may vary]
(Kahkaha)
(Laughter)
The thinner I was, the longer I was able to hold my breath. And by eating so well and training so hard, my resting heart-rate dropped to 38 beats per minute. Which is lower than most Olympic athletes. In four months of training, I was able to hold my breath for over seven minutes. I wanted to try holding my breath everywhere. I wanted to try it in the most extreme situations to see if I could slow my heart rate down under duress.
Ne kadar zayıflasam o kadar uzun süre nefesimi tutabilecektim. Bu kadar dengeli yiyip, bu kadar iyi idman yapınca, istirahattaki kalp hızım dakikada 38'e düştü. Bu pek çok olimpik atletinkinden düşük. 4 aylık idman sonunda nefesimi yedi dakika üzerinde tutuyordum. Her yerde nefesimi tutmaya çalışıyordum. En aşırı durumlarda nefesimi tutmayı deneyip tahrik altında iken kalp hızımı
(Laughter)
yavaşlatmayı deniyordum.
I decided that I was going to break the world record live on prime-time television. The world record was eight minutes and 58 seconds, held by Tom Sietas, that guy with the whale lungs I told you about. I assumed that I could put a water tank at Lincoln Center and if I stayed there a week not eating, I would get comfortable in that situation and I would slow my metabolism, which I was sure would help me hold my breath longer than I had been able to do it. I was completely wrong.
(Kahkaha) Canlı yayında prime-time'da dünya rekorunu kırmaya karar verdim. Dünya rekoru sekiz dakika ve 58 saniyeydi, ve size bahsettiğim neredeyse bir balinanın ciğerlerine sahip olan Tom Sietas'a aitti. (Kahkaha) Lincoln meydanına bir su tankı koyup orada yemek yemeden bir hafta kalırsam rahatlayacağımı, metabolizmamın yavaşlayacağını, nefesimi daha rahat ve yapabildiğimden daha da uzun süre tutabileceğimi düşünmüştüm. Tamamen yanılmışım.
I entered the sphere a week before the scheduled air date. And I thought everything seemed to be on track. Two days before my big breath-hold attempt, for the record, the producers of my television special thought that just watching somebody holding their breath, and almost drowning, is too boring for television.
Yayına bir hafta kala küreye girdim. Herşeyin yolunda gittiğini düşünüyordum. Büyük nefes tutma girişimimden iki gün önce, rekorumu yayınlayacak olan özel televizyon yapımcıları birisinin öylece nefesini tutup neredeyse boğulmasını izlemenin çok sıkıcı olacağına karar verdiler.
(Laughter)
(Kahkaha)
So, I had to add handcuffs, while holding my breath, to escape from. This was a critical mistake. Because of the movement, I was wasting oxygen. And by seven minutes I had gone into these awful convulsions. By 7:08, I started to black out. And by seven minutes and 30 seconds, they had to pull my body out and bring me back. I had failed on every level.
Ben de nefesimi tutarken içlerinden çıkmam gereken kelepçeler eklemek zorunda kaldım. Bu çok kritik bir hataydı. Hareket yüzünden oksijen harcıyordum. Ve yedinci dakikada o korkunç nöbetler başladı. 7:08'de bayılmaya başladım. 7 dakika 30 saniyede beni çıkarıp hayata geri döndürmeleri gerekti. Her basamakta batmıştım.
(Laughter)
(Kahkaha)
So, naturally, the only way out of the slump that I could think of was, I decided to call Oprah.
Doğal olarak, bu batıştan çıkmanın tek yolu yani aklıma gelen tek yolu, Oprah'ı aramaktı.
(Laughter)
(Kahkaha)
I told her that I wanted to up the ante and hold my breath longer than any human being ever had. This was a different record. This was a pure O2 static apnea record that Guinness had set the world record at 13 minutes. So, basically you breathe pure O2 first, oxygenating your body, flushing out CO2, and you are able to hold much longer. I realized that my real competition was the beaver.
Ona bahsi arttırdığımı ve yaşayan herhangi bir insandan daha uzun süre nefesimi tutacağımı söyledim. Bu farklı bir rekordu. Bu dünya rekoru Guiness'te 13 dakika olarak kaydedilmiş statik apne rekoru denemesiydi. Yani en başta saf O2 soluyorsunuz vücudunuzu oksijenlendirip, CO2 dışarı atıyorsunuz ve böylece nefesinizi çok daha uzun tutuyorsunuz. Benim gerçek yarışmamın kunduzla olduğunu anlamıştım.
(Laughter)
(Kahkaha)
(Laughter ends)
In January of '08, Oprah gave me four months to prepare and train. So, I would sleep in a hypoxic tent every night. A hypoxic tent is a tent that simulates altitude at 15,000 feet. So, it's like base camp, Everest. What that does is, you start building up the red bloodcell count in your body, which helps you carry oxygen better. Every morning, again, after getting out of that tent, your brain is completely wiped out. My first attempt on pure O2, I was able to go up to 15 minutes. So, it was a pretty big success.
2008 Ocak ayında Oprah bana hazırlık ve idman için 4 ay verdi Böylece her gece hipoksik çadırda uyuyacaktım. Hipoksik çadır 15.000 feet yükseklikteki rakımı taklit eder, bu Everest'de kamp kurmak gibi bir şey. Peki bu ne sağlar; vücudunuzda oksijeni taşıyan kırmızı kan hücresi sayınız artar ve daha çok oksiyenlenirsiniz. Her sabah, tekrar ve tekrar o çadırdan çıktığınızda beyniniz silinmiş gibi olursunuz. İlk saf O2 solumayı denediğimde en çok 15 dakika devam edebilmiştim. Büyük başarı sayılabilir.
The neurosurgeon pulled me out of the water because in his mind, at 15 minutes your brain is done, you're brain dead. So, he pulled me up, and I was fine. There was one person there that was definitely not impressed. It was my ex-girlfriend. While I was breaking the record underwater for the first time, she was sifting through my Blackberry, checking all my messages.
Beyin cerrahı beni sudan çekip aldı, çünkü cerraha göre 15 dakikada beyninizin işi bitmiştir, beyin ölümü gerçekleşir. Yani beni yukarı çekti ama ben iyiydim. Orada olup da bundan kesinlikle etkilenmeyen tek bir kişi vardı. Eski kız arkadaşımdı. Ben ilk defa su altı rekorumu kırmakla uğraşırken o benim Blackberry'mi eline almış tüm mesajlarımı kontrol etmekle meşguldü.
(Laughter)
(Kahkaha)
My brother had a picture of it. It is really --
Hatta erkek kardeşim fotoğrafını çekmiş, cidden...,
(Laughter)
(Kahkaha)
(Laughter ends)
Daha sonra basına Sietas'ın rekorunu
I then announced that I was going to go for Sietas' record, publicly. And what he did in response, is he went on Regis and Kelly, and broke his old record. Then his main competitor went out and broke his record. So, he suddenly pushed the record up to 16 minutes and 32 seconds. Which was three minutes longer than I had prepared. It was longer than the record.
kıracağımı duyurdum. O da buna cevap olarak Regis ve Kelly'e gidip kendisine ait eski rekoru kırdı. Sonra da onun en güçlü rakibi çıkıp bu rekoru kırdı. Ve Sietas'da aniden rekoru 16 dakika 32 saniyeye yükseltti. Bu benim hazırlandığımdan üç dakika daha uzundu.
I wanted to get the Science Times to document this. I wanted to get them to do a piece on it. So, I did what any person seriously pursuing scientific advancement would do. I walked into the New York Times offices and did card tricks to everybody.
Yani rekordan daha fazlaydı. Şimdi, Science Times'ın bunu dokümente etmesini istedim. Bunun üstüne bir yazı hazırlamalarını. Yani, her ikna edici ve ciddi bilimsel gelişimci ne yaparsa ben de onu yaptım. New York times ofisine gidip
(Laughter)
herkese kartlarla numara yaptım.
So, I don't know if it was the magic or the lure of the Cayman Islands, but John Tierney flew down and did a piece on the seriousness of breath-holding.
(Kahkaha) Yani, sihir mi yoksa Cayman adalarının ilim irfanı mı bilmiyorum ama John Tierney inanılmaz etkilendi ve nefes tutmanın ciddiyeti üzerine bir yazı hazırladı.
While he was there, I tried to impress him, of course. And I did a dive down to 160 feet, which is basically the height of a 16 story building, and as I was coming up, I blacked out underwater, which is really dangerous; that's how you drown. Luckily, Kirk had seen me and he swam over and pulled me up.
O henüz oradayken, onu elbette etkilemeye çalıştım. 160 feet derinliğine daldım, ki bu yaklaşık 16 katlı bir bina yüksekliğidir, ve yukarı çıkarken suyun altında bayıldım, bu oldukça tehlikeliydi, insanlar böyle boğuluyor. Şansıma Kirk beni görmüş, bana doğru yüzüp beni yukarı çekti.
So, I started full focus. I completely trained to get my breath-hold time up for what I needed to do. But there was no way to prepare for the live television aspect of it, being on Oprah. But in practice, I would do it face down, floating on the pool. But for TV they wanted me to be upright so they could see my face, basically. The other problem was the suit was so buoyant that they had to strap my feet in to keep me from floating up. So, I had to use my legs to hold my feet into the straps that were loose, which was a real problem for me. That made me extremely nervous, raising the heart rate.
Ve artık tamamen odaklandım. Nefes tutma zamanımı kazanmak için ne yapmam gerekiyorsa, tam olarak yaptım. Ama canlı televizyon yayını kısmına, yani Oprah'a hazırlanmanın yolu yoktu. Ama pratik olsun diye havuzda yüzüstü yatarak yapıyordum. TV ise benden ayakta durmamı istedi böylece yüzümü görebileceklerdi. Öbür problem elbisenin yüzerliğinin fazla oluşuydu, yukarıya çıkmamam için ayaklarımı bağlamak zorunda kaldılar. Yani bantlara gevşekce bağlanmış ayaklarımı tutmak için bacaklarımı kullanmak zorundaydım ve bu problemdi. Bu beni korkunç strese soktu,
Then, what they also did was, which we never did before, is there was a heart-rate monitor. And it was right next to the sphere. So, every time my heart would beat, I'd hear the beep-beep-beep-beep, you know, the ticking, really loud. Which was making me more nervous. And there was no way to slow my heart rate down. Normally, I would start at 38 beats per minute, and while holding my breath, it would drop to 12 beats per minute, which is pretty unusual.
ve kalp hızımı arttırdı. Daha sonra da önceden hiç yapmadığımız şekilde bir kalp hızı monitörü yerleştirdiler. Kürenin tam sağına koydular. Yani kalbim her attığında beep-beep-beep'lerini duyuyordum, sesi gerçekten yüksekti. Bu beni daha da gerdi. Bu şekilde kalp hızımı yavaşlatmanın yolu kalmadı. Ve, normalde dakikada 38 atımla başlardım, nefesimi tuttuğum sırada da dakikada 12 atıma dek inerdi, ve bu aslında bayağı tuhaf.
(Laughter)
(Kahkaha)
This time it started at 120 beats, and it never went down. I spent the first five minutes underwater desperately trying to slow my heart rate down. I was just sitting there thinking, "I've got to slow this down. I'm going to fail." And I was getting more nervous. And the heart rate just kept going up and up, all the way up to 150 beats. Basically it's the same thing that created my downfall at Lincoln Center. It was a waste of O2. When I made it to the halfway mark, at eight minutes, I was 100 percent certain that I was not going to be able to make this. There was no way for me to do it.
Bu defa 120 ile başladım ve asla düşmedi. İlk beş dakikamı suyun altında çaresizce kalp hızımı yavaşlatmaya çalışarak geçirdim. Orada oturuyor ve "Bunu yavaşlatmam lazım, yoksa yine kaybedeceğim, yine başarısız olacağım" diye düşünüyordum Ve elbette daha da geriliyordum. Kalp hızım yükseldikçe yükseldi, dakikada 150'ye dek çıktı. Lincoln Merkezinde çöküşüme sebep olan şeyle aynıydı. O2 kaybı yaşıyordum. 8. dakikada yolu yarılamışken bunu başaramayacağımdan %100 emindim. Bunu yapmamın hiçbir yolu yoktu.
I figured, Oprah had dedicated an hour to doing this breath-hold thing, if I had cracked early, it would be a whole show about how depressed I am.
Sonra Oprah'ın bu nefes tutma işine 1 saatini ayırdığını erken çatlarsam bütün gösterinin benim depresyonum üzerine kurulacağını düşündüm.
(Laughter)
(Kahkaha)
So, I figured I'm better off just fighting and staying there until I black out, at least then they can pull me out and take care of me and all that.
Yani savaşa devam edip bayılana kadar orada kalırsam, en azından, onlar beni çekip çıkarır, benimle ilgilenirler filan diye düşündüm.
(Laughter)
(Kahkaha)
I kept pushing to 10 minutes. At 10 minutes you start getting all these really strong tingling sensations in your fingers and toes. And I knew that that was blood shunting, when the blood rushes away from your extremities to provide oxygen to your vital organs. At 11 minutes I started feeling throbbing sensations in my legs, and my lips started to feel really strange.
10 dakikayı zorlamaya başladım. 10. dakikada tüm eller ve ayaklardaki karıncalanmaları güçlü bir şekilde hissetmeye başlıyorsunuz. Ve hayati organlarıma oksijen sağlamak için kol ve bacaklarımdan kanımın uzaklaştığını, kan akımımın yön değiştirdiğini biliyordum. 11. dakikada bacaklarımda zonlama hissi oluştu, dudaklarımı da cidden tuhaf hissetmeye başladım.
At minute 12 I started to have ringing in my ears, and I started to feel my arm going numb. And I'm a hypochondriac, and I remember arm numb means heart attack. So, I started to really get really paranoid. Then at 13 minutes, maybe because of the hypochondria, I started feeling pains all over my chest. It was awful.
12. dakikada kulaklarım çınlamaya ve kollarımda hissizlik oluşmaya başladı. Ve ben bir hipokondriak'ım (hastalık hastası), kollarda hissizlik kalp krizi demektir!! Yani cidden paranoyaklaştım. 13. dakikada hipokondriaklıktan olacak bütün göğsüm ağrımaya başladı. Korkunçtu.
(Laughter)
14. dakikada
At 14 minutes, I had these awful contractions, like this urge to breathe.
berbat kasılmalar başladı, sanki nefes almak zorunda gibiydim.
(Laughter)
(Kahkaha)
(Laughter ends)
At 15 minutes I was suffering major O2 deprivation to the heart. And I started having ischemia to the heart. My heartbeat would go from 120 to 50, to 150, to 40, to 20, to 150 again. It would skip a beat. It would start. It would stop. And I felt all this. And I was sure that I was going to have a heart attack.
15. dakikada kalbimin O2 yoksunluğundan dolayı artık acı çekiyordum. Ve kalbimde iskemi başladı. Kalp hızım 120'den 50'ye, 150'ye, 40'a, 20'ye ve yine 150'ye inip çıkıyordu. Bir vuruş atlayabiliyordu. Tekrar çalışmaya başlayıp duruyordu. Hepsini hissediyordum. Kalp krizi geçireceğimden emindim.
So, at 16 minutes what I did is I slid my feet out because I knew that if I did go out, if I did have a heart attack, they'd have to jump into the binding and take my feet out before pulling me up. I was really nervous. I let my feet out, and I started floating to the top. And I didn't take my head out. But I was just floating there waiting for my heart to stop, just waiting.
Bu nedenle 16. dakikada ayağımı banttan kurtardım. Çünkü biliyordum ki, eğer dışarıya çıkarsam, kalp krizi geçirisem beni yukarıya çekmelerinden önce yanıma atlayıp bağlantı yerinden ayağımı kurtarmaları gerekliydi. Yani gerçekten inanılmaz gerilmiş haldeydim. Ayağımı çıkardım ve yüzeye doğru yükselmeye başladım. Kafamı sudan çıkarmadım. Orada öyle suyun üstünde yüzüp kalbimin durmasını bekledim. Sadece bunu bekledim. Orada "Pst"li doktorlar var, bilirsiniz,
They had doctors with the "Pst," you know, sitting there waiting. And then suddenly I hear screaming. And I think that there is some weird thing -- that I had died or something had happened. And then I realized that I had made it to 16:32. So, with the energy of everybody that was there, I decided to keep pushing. And I went to 17 minutes and four seconds.
oturup bekliyorlar. Ve aniden çığlıklar duydum. Ve tuhaf bir şey var galiba diye düşündüm-- ya ben öldüm veya bir şey oldu. Ve sonra 16:32'ye vardığımı farkettim. Oradaki herkesin enerjisi sayesinde zorlamaya devam ettim. Ve 17 dakika 4 saniyeye ulaştım.
(Applause)
(Alkış)
(Applause ends)
As though that wasn't enough, what I did immediately after is I went to Quest Labs and had them take every blood sample that they could to test for everything and to see where my levels were, so the doctors could use it, once again. I also didn't want anybody to question it. I had the world record and I wanted to make sure it was legitimate.
Bu sanki yetmezmiş gibi, oradan çıkar çıkmaz Quest labs'a gidip alınabilecek tüm kan örneklerinin alınmasını, yapılabilecek tüm testlerin yapılmasını ve sonuçların da yine doktorlar tarafından kullanılmasını sağladım. Ayrıca kimsenin bunu sorgulamasını da istemedim. Dünya rekoru benimdi ve ben
So, I get to New York City the next day, I'm walking out of the Apple store, and this kid walks up to me he's like, "Yo, D!" I'm like "Yeah?" He said, "If you really held your breath that long, why'd you come out of the water dry?" I was like "What?"
bunun geçerli olduğundan emin olmalıydım. Ertesi gün New york City'e geldim, ve bi' ufaklık bana doğru geldi--Apple mağazasından çıkıyordum-- bu ufaklık bana doğru yürüyerek "N'aber!" der gibi oldu. Ben "Eyvallah?" der oldum. Bana baktı ve "Eğer nefesini o kadar uzun süre tuttuysan, sudan nasıl kuru çıktın?" diye sordu. Ben "Nee?" diyebildim ancak.
(Laughter)
(Kahkaha)
And that's my life. So --
Ve işte bu benim hayatım. Yani...
(Laughter)
(Kahkaha)
As a magician, I try to show things to people that seem impossible. And I think magic, whether I'm holding my breath or shuffling a deck of cards, is pretty simple. It's practice, it's training, and it's -- (Sobs) It's practice, it's training and experimenting,
Bir sihirbaz olarak insanlara imkansız gelen bazı şeyler gösteriyorum. Ve bence sihir, nefesimi tutsam da, bir deste kağıt karıştırıyor olsam da gayet basittir. Pratik yapmak, çalışmak ve-- pratik yapmak, çalışmak ve deney yapmak,
(Sobs)
elimden gelenin en iyisi olmak için zorlayarak acının içinden geçmek.
while pushing through the pain to be the best that I can be. And that's what magic is to me, so, thank you.
Ve benim için sihirin anlamı budur, yani, teşekkür ederim. (alkışlar)
(Applause)