Something called the Danish Twin Study established that only about 10 percent of how long the average person lives, within certain biological limits, is dictated by our genes. The other 90 percent is dictated by our lifestyle. So the premise of Blue Zones: if we can find the optimal lifestyle of longevity we can come up with a de facto formula for longevity.
"Danimarkalı İkizler Araştırması" adındaki bir çalışma göstermiştir ki belirli biyolojik limitler dahilinde bir insanın kaç yıl yaşayacağının yalnızca %10'u, genler tarafından belirlenmektedir. Geriye kalan %90'lık kısım ise, yaşam tarzımıza bağlıdır. Dolayısıyla, Mavi Bölgeleri araştırmaktaki amacımız şu: Uzun bir ömür sürme olanağı veren optimal yaşam tarzlarını bulabilirsek uzun yaşam için bir formül de ortaya koyabiliriz.
But if you ask the average American what the optimal formula of longevity is, they probably couldn't tell you. They've probably heard of the South Beach Diet, or the Atkins Diet. You have the USDA food pyramid. There is what Oprah tells us. There is what Doctor Oz tells us.
Sıradan bir Amerikalıya uzun yaşam formülünün ne olduğunu sorarsanız, muhtemelen cevap alamazsınız. Büyük olasılıkla, Güney Sahili Diyeti veya Atkins Diyeti'ni duymuşlardır. Ortada, Tarım Bakanlığı'nın yayımlamış olduğu besin piramidi var. Oprah'ın söyledikleri var. Doktor Oz'un tavsiyeleri var.
The fact of the matter is there is a lot of confusion around what really helps us live longer better. Should you be running marathons or doing yoga? Should you eat organic meats or should you be eating tofu? When it comes to supplements, should you be taking them? How about these hormones or resveratrol? And does purpose play into it? Spirituality? And how about how we socialize?
Ancak daha uzun ve sağlıklı bir yaşam sürmemize yardımcı olacak şeylerin ne olduğu hakkında net bir bilgi yok. Maratonlara mı katılmalısınız yoksa yoga mı yapmalısınız? Organik etler mi tüketmelisiniz yoksa tofu mu yemelisiniz? Takviye besinler almalı mısınız? Peki ya hormonlar veya resveratrol? Yaşama amacının ömür ile ilgisi var mı peki? Ya da dini inançların veya sosyal yaşamın?
Well, our approach to finding longevity was to team up with National Geographic, and the National Institute on Aging, to find the four demographically confirmed areas that are geographically defined. And then bring a team of experts in there to methodically go through exactly what these people do, to distill down the cross-cultural distillation.
Uzun yaşamın sırlarını bulmakta kullandığımız yöntemin ilk aşaması, National Geographic ve National Institute on Aging ile işbirliği yaparak uzun ömürlü bireylerin yaşadığı, coğrafi olarak tanımlanmış dört bölgeyi bulmaktı. Daha sonra bu bölgelere uzmanlardan oluşan bir ekip göndererek oradaki insanların, bizlerden farklı olarak neler yaptıklarını inceledik.
And at the end of this I'm going to tell you what that distillation is. But first I'd like to debunk some common myths when it comes to longevity. And the first myth is if you try really hard you can live to be 100. False. The problem is, only about one out of 5,000 people in America live to be 100. Your chances are very low. Even though it's the fastest growing demographic in America, it's hard to reach 100. The problem is that we're not programmed for longevity. We are programmed for something called procreative success. I love that word. It reminds me of my college days.
Bu sunumun sonunda, o farklılığın ne olduğunu sizlere söyleyeceğim. Fakat öncelikle, uzun yaşam konusuyla ilgili bazı yaygın hurafelerden bahsetmek istiyorum. İlk hurafemiz şu: Eğer gerçekten çok çaba sarf edersen, 100 yaşını görebilirsin. Yanlış. Sorun şu ki, Amerika'daki her 5000 insandan yalnızca bir tanesi 100 yaşına dek yaşayabiliyor. Şansınız oldukça az. 100 yaşını geçenler, Amerika'daki en hızlı büyüyen nüfus dilimi olsa da 100 yaşına dek yaşamak zordur. Problem şu ki, bizler uzun yaşamak için programlanmadık. Bizler, "prokreatif başarı" adı verilen bir şey için programlandık. O sözcüğe bayılıyorum. Bana üniversite günlerimi hatırlatıyor.
Biologists term procreative success to mean the age where you have children and then another generation, the age when your children have children. After that the effect of evolution completely dissipates. If you're a mammal, if you're a rat or an elephant, or a human, in between, it's the same story. So to make it to age 100, you not only have to have had a very good lifestyle, you also have to have won the genetic lottery.
Biyologlar, "prokreatif başarı" terimini şu şekilde tanımlıyor: Çocuk sahibi olduğunuz yaş ve sonraki nesilde, çocuklarınızın çocuk sahibi olduğu yaş. Bu noktadan sonra evrimin etkisi tamamen yok oluyor. Eğer memeliyseniz, fare de olsanız fil de olsanız, insan da olsanız, sonuç aynı. Yani 100 yaşına dek yaşayabilmek için yalnızca çok iyi bir yaşam tarzına sahip olmanız yetmez, aynı zamanda genetik açıdan da şanslı olmanız lâzım.
The second myth is, there are treatments that can help slow, reverse, or even stop aging. False. When you think of it, there is 99 things that can age us. Deprive your brain of oxygen for just a few minutes, those brain cells die, they never come back. Play tennis too hard, on your knees, ruin your cartilage, the cartilage never comes back. Our arteries can clog. Our brains can gunk up with plaque, and we can get Alzheimer's. There is just too many things to go wrong.
İkinci hurafe ise, yaşlanmayı geciktiren, tersine çeviren ve hatta durduran tedavilerin mevcut olduğu. Yanlış. Şöyle bir düşünürseniz, yaşlanmamıza neden olabilecek 99 tane şey var. Yalnızca birkaç dakikalığına beyninize oksijen gitmesini engellerseniz beyin hücreleriniz ölür ve geri gelmezler. Tenis oynarken kendinizi çok fazla zorlarsanız, dizlerinizdeki kıkırdak hasar görür ve kendini yenilemez. Damarlarımız tıkanabilir. Beynimiz plak tabakası ile kaplanabilir ve Alzheimer hastası olabiliriz. Ters gidebilecek o kadar çok şey var ki.
Our bodies have 35 trillion cells, trillion with a "T." We're talking national debt numbers here. (Laughter) Those cells turn themselves over once every eight years. And every time they turn themselves over there is some damage. And that damage builds up. And it builds up exponentially. It's a little bit like the days when we all had Beatles albums or Eagles albums and we'd make a copy of that on a cassette tape, and let our friends copy that cassette tape, and pretty soon, with successive generations that tape sounds like garbage. Well, the same things happen to our cells. That's why a 65-year-old person is aging at a rate of about 125 times faster than a 12-year-old person.
Vücudumuzda 35 trilyon hücre var. Trilyon. Ulusal borcumuz ile aşık atabilecek seviyede rakamlar bunlar. (Gülüşmeler) Bu hücreler sekiz yılda bir kendilerini yeniliyorlar. Ve her yenileme sırasında, bir miktar hasar görüyorlar. Ve bu hasar birikiyor. Üstel olarak birikiyor. Tıpkı hepimizde Beatles ya da Eagles albümlerinin olduğu günler gibi. Birinden bir albüm ödünç alırdık ve kasede kopyalardık. Daha sonra arkadaşlarımız da o kasedi bizden alır ve kopyalarlardı. Kısa bir süre sonra, yeni kopyaların sesi rezalet olurdu. İşte hücrelerimizde olan şey de bunun aynısı. 65 yaşındaki bir insanın 12 yaşındaki bir çocuğa oranla 125 kat daha hızlı yaşlanmasının sebebi de bu.
So, if there is nothing you can do to slow your aging or stop your aging, what am I doing here? Well, the fact of the matter is the best science tells us that the capacity of the human body, my body, your body, is about 90 years, a little bit more for women. But life expectancy in this country is only 78. So somewhere along the line, we're leaving about 12 good years on the table. These are years that we could get. And research shows that they would be years largely free of chronic disease, heart disease, cancer and diabetes.
O halde, yaşlanmayı durduracak ya da yavaşlatacak hiçbir şey yoksa ben ne yapıyorum ki burada? Gerçek şu ki, modern bilim, bizlere insan vücudunun kapasitesinin -yani benim veya sizin vücudunuzun- 90 yıl olduğunu söylüyor. Bu sayı, kadınlar için biraz daha fazla. Ancak bu ülkedeki yaşam beklentisi yalnızca 78 yıl. Yani bir yerlerde, yaklaşık 12 güzel yılımızı bırakıp gidiyoruz. Bu yılları geri alabiliriz. Ve araştırma gösteriyor ki bu geri alacağımız yıllar, kronik hastalıklardan, kalp hastalıklarından, kanserden ve diyabetten uzak olacak.
We think the best way to get these missing years is to look at the cultures around the world that are actually experiencing them, areas where people are living to age 100 at rates up to 10 times greater than we are, areas where the life expectancy is an extra dozen years, the rate of middle age mortality is a fraction of what it is in this country.
Bize göre bu kayıp yılları geri almanın en iyi yolu, dünyanın çeşitli yerlerindeki, o kayıp yılları deneyimleyen kültürlere göz atmak. Bu bölgelerde 100 yaşını geçen insanların sayısı, bizim ülkemizdekinin 10 katı. Yaşam beklentisi 12 sene daha fazla. Orta yaş ölüm oranı ise bu ülkedekine oranla çok çok daha az.
We found our first Blue Zone about 125 miles off the coast of Italy, on the island of Sardinia. And not the entire island, the island is about 1.4 million people, but only up in the highlands, an area called the Nuoro province. And here we have this area where men live the longest, about 10 times more centenarians than we have here in America. And this is a place where people not only reach age 100, they do so with extraordinary vigor. Places where 102 year olds still ride their bike to work, chop wood, and can beat a guy 60 years younger than them. (Laughter)
İlk Mavi Bölgemizi, İtalya sahilinin yaklaşık 125 mil açığında yer alan Sardinya adasında bulduk. Ancak 1.4 milyon kişinin yaşadığı adanın tamamı Mavi Bölge'ye dahil değil. Mavi Bölge'ye dahil olan kısım, yükseklerde yer alan Nuoro bölgesi. Bu bölgedeki erkeklerin ömrü oldukça uzun. 100 yaşını geçenlerin sayısı, Amerika'dakilerden 10 kat daha fazla. Ayrıca buradaki insanlar yalnızca 100 yaşını geçmekle kalmıyor, bunu yaparken zinde ve güçlü olmayı da başarıyor. 102 yaşındaki bir insanın işe bisiklet sürerek gidebildiği, odun kesebildiği ve kendinden 60 yaş küçük birini yenebildiği yerler bunlar. (Gülüşmeler)
Their history actually goes back to about the time of Christ. It's actually a Bronze Age culture that's been isolated. Because the land is so infertile, they largely are shepherds, which occasions regular, low-intensity physical activity. Their diet is mostly plant-based, accentuated with foods that they can carry into the fields. They came up with an unleavened whole wheat bread called carta musica made out of durum wheat, a type of cheese made from grass-fed animals so the cheese is high in Omega-3 fatty acids instead of Omega-6 fatty acids from corn-fed animals, and a type of wine that has three times the level of polyphenols than any known wine in the world. It's called Cannonau.
Tarihleri, İsa'nın yaşadığı döneme dek uzanıyor. Bu insanlar, yalıtılmış bir Bronz Çağı kültürüne sahip. Toprak çok verimsiz olduğundan, birçoğu çobanlık yapıyor. yani düzenli ve fazla yorucu olmayan fiziksel aktiviteler yapıyorlar. Çoğunlukla yanlarında taşıyabilecekleri bitkisel besinleri tüketiyorlar. Notamusica adını verdikleri, kepekli buğday ile yapılan mayasız bir ekmek üretiyorlar, otlarla beslenen hayvanlardan elde edilen bir peynirleri var, böylece mısır ile beslenen hayvanlardan yapılan peynirlerin aksine, Omega-6 yağ asitleri yerine Omega-3 yağ asitleri daha fazla. Tükettikleri şarapta ise, dünyada bilinen tüm şaraplardan daha fazla polifenol var. Bu şaraba Cannonau diyorlar.
But the real secret I think lies more in the way that they organize their society. And one of the most salient elements of the Sardinian society is how they treat older people. You ever notice here in America, social equity seems to peak at about age 24? Just look at the advertisements. Here in Sardinia, the older you get the more equity you have, the more wisdom you're celebrated for. You go into the bars in Sardinia, instead of seeing the Sports Illustrated swimsuit calendar, you see the centenarian of the month calendar.
Ancak bana kalırsa işin gerçek sırrı toplumlarını nasıl düzenlediklerinde yatıyor. Sardinya halkının en göze çarpan özelliklerinden biri yaşlı insanlara karşı davranış şekilleri. Hiç fark ettiniz mi, Amerika'da insanların en çok saygı gördüğü yaş yaklaşık olarak 24. Reklamlara bakın yeter. Sardinya'da ise yaşlandıkça daha fazla saygı görüyorsunuz ve bildikleriniz daha fazla takdir ediliyor. Sardinya'da bir bara girerseniz, Sports Illustrated'in mayo takvimini değil "ayın yaşlı insanı" takvimini görürsünüz.
This, as it turns out, is not only good for your aging parents to keep them close to the family -- it imparts about four to six years of extra life expectancy -- research shows it's also good for the children of those families, who have lower rates of mortality and lower rates of disease. That's called the grandmother effect.
Bu durum, yalnızca yaşlanan ebeveynlerinizi aileye yakın kalmasını sağlamıyor, aynı zamanda dört ile altı yıl arası fazladan yaşam beklentisi sağlıyor. Araştırmalar gösteriyor ki, bu durum ayrıca çocuklara da faydalı. Ölüm oranları ve hastalığa yakalanma oranları düşüyor. Buna "büyükanne etkisi" adı veriliyor.
We found our second Blue Zone on the other side of the planet, about 800 miles south of Tokyo, on the archipelago of Okinawa. Okinawa is actually 161 small islands. And in the northern part of the main island, this is ground zero for world longevity. This is a place where the oldest living female population is found. It's a place where people have the longest disability-free life expectancy in the world. They have what we want. They live a long time, and tend to die in their sleep, very quickly, and often, I can tell you, after sex.
İkinci Mavi Bölgemizi, dünyanın diğer ucunda, Tokyo'nun 800 mil güneyindeki Okinawa Takım Adaları'nda bulduk. Okinawa, 161 küçük adadan oluşuyor. Ve merkez adanın kuzey kesiminde dünyadaki en uzun ömüre sahip insanlar yaşıyor. Burası, en uzun ömürlü kadın popülasyonunun bulunduğu yer. Buradaki insanlar, dünya üzerindeki en uzun sağlıklı yaşam beklentisine sahip. Bizim istediğimiz şeye sahipler. Uzun bir ömürleri var ve genellikle uyku sırasında, çok çabuk ölüyorlar. ve sıklıkla bu ölümler seks sonrası gerçekleşiyor.
They live about seven good years longer than the average American. Five times as many centenarians as we have in America. One fifth the rate of colon and breast cancer, big killers here in America. And one sixth the rate of cardiovascular disease. And the fact that this culture has yielded these numbers suggests strongly they have something to teach us. What do they do? Once again, a plant-based diet, full of vegetables with lots of color in them. And they eat about eight times as much tofu as Americans do.
Ortalama bir Amerikalıdan yaklaşık 7 sağlıklı yıl fazla yaşıyorlar. 100 yılı geçen insanların sayısı, Amerikadakilerin beş katı. Amerika'da önde gelen ölüm sebebi bağırsak ve kolon kanserine yakalanma oranları 5'te 1'i. Kalp hastalıklarında ise bu oran 6'da 1. Bu kültürün sahip olduğu bütün bu istatistikler, bizlere öğretebilecek bir şeyleri olduğunu gösteriyor. Peki, ne yapıyorlar? Bitkisel besleniyorlar. Tükettikleri sebzeler birçok farklı renkte. Ve Amerikalılara oranla 8 kat daha fazla tofu yiyorlar.
More significant than what they eat is how they eat it. They have all kinds of little strategies to keep from overeating, which, as you know, is a big problem here in America. A few of the strategies we observed: they eat off of smaller plates, so they tend to eat fewer calories at every sitting. Instead of serving family style, where you can sort of mindlessly eat as you're talking, they serve at the counter, put the food away, and then bring it to the table.
Ne yediklerinden daha önemli olan şey ise, nasıl yedikleri. Fazla yememek için birçok farklı taktikleri var. Bildiğiniz gibi, Amerika'da büyük bir sorun bu. İşte gözlemlediğimiz birkaç taktik: Küçük tabaklar kullanıyorlar, böylece her oturuşta daha az kalori tüketiyorlar. Yemekleri, aile tarzı sunmuyorlar. Böylece konuşurken bir yandan şuursuz biçimde yemiyorsunuz. Yemekleri tezgahda sunuyorlar ve oradan masaya getiriyorlar.
They also have a 3,000-year-old adage, which I think is the greatest sort of diet suggestion ever invented. It was invented by Confucius. And that diet is known as the Hara, Hatchi, Bu diet. It's simply a little saying these people say before their meal to remind them to stop eating when their stomach is [80] percent full. It takes about a half hour for that full feeling to travel from your belly to your brain. And by remembering to stop at 80 percent it helps keep you from doing that very thing.
Ayrıca 3000 yıllık bir özdeyişleri var. Bence bu, gelmiş geçmiş en iyi beslenme önerisi. Konfiçyus tarafından ortaya atılmış. Adı ise "Hara, Hatchi, Bu" diyeti. Bu, yemeklerden önce söyledikleri bir deyiş. Mideleri %80 dolu olduğunda, onlara yemeyi bırakmalarını hatırlatıyor. Tokluk hissinin midenizden beyninize ulaşması yaklaşık yarım saat alır. %80'de durmak, böylece sizleri fazla yemekten koruyor.
But, like Sardinia, Okinawa has a few social constructs that we can associate with longevity. We know that isolation kills. Fifteen years ago, the average American had three good friends. We're down to one and half right now. If you were lucky enough to be born in Okinawa, you were born into a system where you automatically have a half a dozen friends with whom you travel through life. They call it a Moai. And if you're in a Moai you're expected to share the bounty if you encounter luck, and if things go bad, child gets sick, parent dies, you always have somebody who has your back. This particular Moai, these five ladies have been together for 97 years. Their average age is 102.
Ancak, tıpkı Sardinya gibi, Okinawa'nın da uzun yaşam ile ilişkilendirebileceğimiz birkaç sosyal yapısı var. Yalnızlığın öldürdüğünü biliyoruz. 15 yıl önce, ortalama bir Amerikalının üç iyi arkadaşı vardı. Şu an ise bu sayı 1.5'e inmiş durumda. Okinawa'da doğacak kadar şanslı olsaydınız, ömrünüz boyunca sizin yanınızda olacak 6 arkadaşa otomatik olarak sahip olmanızı sağlayan bir sistem içinde yaşıyor olacaktınız. Buna "Moai" diyorlar. Eğer bir Moai'ye dâhilseniz, piyangodan kazandığınız serveti paylaşmanız beklenir. Ve işler kötü giderse, örneğin çocuğunuz hastalanırsa veya ebeveynlerinizden biri ölürse, daime size destek olacak birileri vardır. Ekrandaki Moai, yani bu 5 kadın 97 yıldır birlikteler. Yaşlarının ortalaması 102.
Typically in America we've divided our adult life up into two sections. There is our work life, where we're productive. And then one day, boom, we retire. And typically that has meant retiring to the easy chair, or going down to Arizona to play golf. In the Okinawan language there is not even a word for retirement. Instead there is one word that imbues your entire life, and that word is "ikigai." And, roughly translated, it means "the reason for which you wake up in the morning."
Amerika'da genel olarak yetişkin hayatımızı iki kısma bölüyoruz. Bir yanda iş hayatımız var, yani bir şeyler ürettiğimiz dönem. Ve bir gün, aniden, emekli oluyoruz. Ve genellikle bu emeklilik rahat bir koltuğa uzanmak veya Arizona'ya giderek golf oynamak anlamına geliyor. Okinawa dilinde ise emeklilik anlamına gelen bir sözcük bile yok. Bunun yerine, hayatınıza anlam katan bir sözcükleri var: "İkigai." Bu sözcüğün yaklaşık olarak anlamı, "sabahları yataktan kalkmanızın sebebi."
For this 102-year-old karate master, his ikigai was carrying forth this martial art. For this hundred-year-old fisherman it was continuing to catch fish for his family three times a week. And this is a question. The National Institute on Aging actually gave us a questionnaire to give these centenarians. And one of the questions, they were very culturally astute, the people who put the questionnaire. One of the questions was, "What is your ikigai?" They instantly knew why they woke up in the morning. For this 102 year old woman, her ikigai was simply her great-great-great-granddaughter. Two girls separated in age by 101 and a half years. And I asked her what it felt like to hold a great-great-great-granddaughter. And she put her head back and she said, "It feels like leaping into heaven." I thought that was a wonderful thought.
Bu 102 yaşındaki karate ustasının ikigai'si, savaş sanatında daha da uzmanlaşmak. Bu 100 yaşındaki balıkçınınki ise haftada üç kez ailesi için balık tutmaya devam etmek. National Institute On Aging bizlere bu yaşlı insanlara sormamız için bir anket verdi. Anketteki sorular oldukça kurnaz şekilde hazırlanmıştı. Sorulardan biri şuydu: "İkigai'niz nedir?" hemen bildiler sabahlari kalkmalarin nedenini Bu 102 yaşındaki kadının ikigai'si, torununun torununun torunu idi. Bu iki kadının arasında 101 buçuk yıl var. Torununun torununun torununu kucağında tutmanın nasıl bir his olduğunu sordum ona. Geriye yaslandı ve dedi ki: "cennete gitmek gibi." Bence bu müthiş bir düşünce.
My editor at Geographic wanted me to find America's Blue Zone. And for a while we looked on the prairies of Minnesota, where actually there is a very high proportion of centenarians. But that's because all the young people left. (Laughter) So, we turned to the data again. And we found America's longest-lived population among the Seventh-Day Adventists concentrated in and around Loma Linda, California. Adventists are conservative Methodists. They celebrate their Sabbath from sunset on Friday till sunset on Saturday. A "24-hour sanctuary in time," they call it. And they follow five little habits that conveys to them extraordinary longevity, comparatively speaking.
Geographic'teki editörüm Amerika'nın Mavi Bölgesi'ni bulmamı istedi. Bir süre boyunca Minnesota çevresindeki çiftlikleri inceledik. Burada yüz yaşını geçenlerin oranı oldukça fazlaydı. Ancak bunun sebebi bütün gençlerin bölgeyi terk etmesiymiş. (Gülüşmeler) Dolayısıyla aramaya devam ettik. Ve Amerika'nın en uzun ömürlü popülasyonunu Loma Linda, Kaliforniya çevresinde yaşamakta olan Seventh-Day Adventistleri arasında bulduk. Adventisler muhfazakar Methodistlerdir. Cuma günü güneşin batışından Cumartesi günü güneşin batışında dek sabbath'ı kutlarlar. "24 saatlik bir tapınma zamanı" diyorlar buna. Ve onlara göreceli olarak oldukça uzun bir ömür veren beş adet alışkanlıkları var.
In America here, life expectancy for the average woman is 80. But for an Adventist woman, their life expectancy is 89. And the difference is even more pronounced among men, who are expected to live about 11 years longer than their American counterparts. Now, this is a study that followed about 70,000 people for 30 years. Sterling study. And I think it supremely illustrates the premise of this Blue Zone project.
Amerika'daki yaşam beklentisi ortalama bir kadın için 80 yıl. Ancak Adventist bir kadın için yaşam beklentisi 89 yıl. Erkekler için bu sayılar arasındaki fark daha da fazla. Adventist erkekler diğer Amerikalılara oranla 11 yıl daha fazla yaşıyor. Bu ise, yaklaşık 70.000 insanı 30 yıl boyunca takip eden bir araştırma. Adı da Steerling araştırması. Ve bence, Mavi Bölge Proje'sinin amacını çok açık olarak ortaya koyuyor.
This is a heterogeneous community. It's white, black, Hispanic, Asian. The only thing that they have in common are a set of very small lifestyle habits that they follow ritualistically for most of their lives. They take their diet directly from the Bible. Genesis: Chapter one, Verse [29], where God talks about legumes and seeds, and on one more stanza about green plants, ostensibly missing is meat. They take this sanctuary in time very serious.
Bu, heterojen bir topluluk. Aralarında siyahlar, beyazlar, hispanikler ve uzakdoğulular var. Aralarındaki tek ortak nokta ise aynı küçük alışkanlıklara hayatlarının büyük bölümünde sıkı bir biçimde bağlı kalmaları. Beslenme şekillerini doğrudan doğruya İncil'den alıyorlar. Yaratılış: Birinci bölüm. 29. Ayet. Bu ayette Tanrı, baklagillerden ve tohumlardan bahsediyor. Yeşil bitkiler hakkında bir dörtlük daha var. Görünen o ki, et tüketmekten hiç bahsedilmiyor. Bu ibadeti oldukça ciddiye alıyorlar.
For 24 hours every week, no matter how busy they are, how stressed out they are at work, where the kids need to be driven, they stop everything and they focus on their God, their social network, and then, hardwired right in the religion, are nature walks. And the power of this is not that it's done occasionally, the power is it's done every week for a lifetime. None of it's hard. None of it costs money. Adventists also tend to hang out with other Adventists. So, if you go to an Adventist's party you don't see people swilling Jim Beam or rolling a joint. Instead they're talking about their next nature walk, exchanging recipes, and yes, they pray. But they influence each other in profound and measurable ways.
Her hafta 24 saatliğine ne kadar meşgul olurlarsa olsunlar, işyerinde ne kadar stresli olurlarsa olsunlar, her şeyi bırakıp Tanrılarına odaklanıyorlar. Sosyalleşirken kullandıkları yöntem de, yine din ile yoğun ilişkili olan doğa yürüyüşleri. Bunun gücü, arada sırada yapılan bir şey olmasından değil bütün hayat boyunca her hafta yapılan bir şey olmasından geliyor. Bunların hiçbiri zor değil. Hiçbiri için para gerekmiyor. Adventistler genellikle diğer Adventistlerle vakit geçiriyor. Yani, bir Adventist'in düzenlediği bir partiye gittiğinizde deli gibi içki içen ya da esrar kullanan insanlar göremiyorsunuz. Bu tip şeyler yerine, bir sonraki doğa yürüyüşleri hakkında konuşuyorlar, birbirlerine yemek tarifleri veriyorlar, ve evet, dua ediyorlar. Birbirleri üzerindeki etkileri oldukça derin ve ölçülebilir.
This is a culture that has yielded Ellsworth Whareham. Ellsworth Whareham is 97 years old. He's a multimillionaire, yet when a contractor wanted 6,000 dollars to build a privacy fence, he said, "For that kind of money I'll do it myself." So for the next three days he was out shoveling cement, and hauling poles around. And predictably, perhaps, on the fourth day he ended up in the operating room. But not as the guy on the table; the guy doing open-heart surgery. At 97 he still does 20 open-heart surgeries every month.
Bu kültüre dâhil olan insanlardan birisi de Ellsworth Wheram. Ellsworth Wheram 97 yaşında. Ve bir multi-milyoner. Yine de bir koruma çiti yapmak için inşaat firması ondan 6.000 dolar istediğinde, "O kadar paraya kendim de yaparım." dedi. Ve sonraki üç gün boyunca çimento karıştırdı ve demir kazıkları ordan oraya taşıdı. Ve beklendiği üzere, dördüncü gün kendisini bir ameliyathanede buldu. Ancak sedye üzerindeki adam olarak değil, açık kalp ameliyatı yapan cerrah olarak. 97 yaşında bile hâlâ her ay 20 açık kalp ameliyatı yapıyor.
Ed Rawlings, 103 years old now, an active cowboy, starts his morning with a swim. And on weekends he likes to put on the boards, throw up rooster tails.
103 yaşındaki Ed Rawlings, aktif bir kovboy. Güne yüzerek başlıyor. Haftasonları ise sörf yapmaktan hoşlanıyor.
And then Marge Deton. Marge is 104. Her grandson actually lives in the Twin Cities here. She starts her day with lifting weights. She rides her bicycle. And then she gets in her root-beer colored 1994 Cadillac Seville, and tears down the San Bernardino freeway, where she still volunteers for seven different organizations. I've been on 19 hardcore expeditions. I'm probably the only person you'll ever meet who rode his bicycle across the Sahara desert without sunscreen. But I'll tell you, there is no adventure more harrowing than riding shotgun with Marge Deton. "A stranger is a friend I haven't met yet!" she'd say to me.
Bir de Marge Deton var. Marge 104 yaşında. Torunu, buradaki Twin Cities'de (Minnesota) yaşıyor. Güne ağırlık kaldırarak başlıyor. Bisiklete biniyor. Daha sonra kahverengi 94 model Cadillac Seville'ine atlıyor ve San Bernardino otoyolunda hız yaparak gönüllü olarak çalıştığı yedi farklı organizasyona gidiyor. Daha önce 19 kez ciddi seyahatlare katıldım. Sahara Çölü'nü bisikletiyle geçerken güneş kremi kullanmamış ender insanlardan biriyim. Ancak size söylemeliyim ki, Marge Deton arabayı kullanırken yanında oturmaktan daha heyecanlı bir macera yok. "Yabancı demek, henüz tanımadığım bir arkadaş demektir" dedi bana.
So, what are the common denominators in these three cultures? What are the things that they all do? And we managed to boil it down to nine. In fact we've done two more Blue Zone expeditions since this and these common denominators hold true. And the first one, and I'm about to utter a heresy here, none of them exercise, at least the way we think of exercise. Instead, they set up their lives so that they are constantly nudged into physical activity. These 100-year-old Okinawan women are getting up and down off the ground, they sit on the floor, 30 or 40 times a day.
Öyleyse, tüm bu üç kültürdeki ortak noktalar neler? Hepsinin yaptığı şeyler neler? Bu şeyleri belirledik ve karşımıza 9 maddelik bir liste çıktı. Aslında o zamandan beri iki tane daha Mavi Bölge keşfi yaptık ve bu listedekilerin doğru olduğu görüldü. İnanmakta zorlanabilirsiniz ama, bu listedekilerin hiçbiri egzersiz değil. En azından bizim bildiğimiz şekildeki egzersiz değil. Hayatlarını öyle bir şekilde kurmuşlar ki sürekli bir fiziksel aktivite içindeler. 100 yaşındaki bu Okinawalı kadınlar günde 30 veya 40 defa, aşağı iniyorlar, yukarı çıkıyorlar, yere oturup kalkıyorlar.
Sardinians live in vertical houses, up and down the stairs. Every trip to the store, or to church or to a friend's house occasions a walk. They don't have any conveniences. There is not a button to push to do yard work or house work. If they want to mix up a cake, they're doing it by hand. That's physical activity. That burns calories just as much as going on the treadmill does. When they do do intentional physical activity, it's the things they enjoy. They tend to walk, the only proven way to stave off cognitive decline, and they all tend to have a garden. They know how to set up their life in the right way so they have the right outlook.
Sardinyalılar çok katlı evlerde yaşıyorlar, dolayısıyla merdiven inip çıkıyorlar. Markete, kiliseye veya arkadaşlarını ziyarete gitmek için yürüyüş yapmaları gerekiyor. Başka şansları yok. Ev ya da bahçe işlerini yaptırmak için bir buton yok. Kek hamuru karıştırmak istiyorlarsa, bunu el ile yapıyorlar. Bunların tümü fiziksel aktivite. Koşu bandında koşmak ne kadar kalori yakıyorsa, bu aktiviteler de o kadar kalori yakıyor. Kendi istekleriyle fiziksel aktiviye yapmak isterlerse bunlar, hoşlandıkları şeyler oluyor. Genellikle yürüyüş yapıyorlar. Beyin fonksiyonlarının azalmasını engellediği kanıtlanan tek şey yürüyüş yapmak. Ve genellikle hepsinin bir bahçesi var. Hayatlarını nasıl doğru yola sokmaları gerektiğini biliyorlar.
Each of these cultures take time to downshift. The Sardinians pray. The Seventh-Day Adventists pray. The Okinawans have this ancestor veneration. But when you're in a hurry or stressed out, that triggers something called the inflammatory response, which is associated with everything from Alzheimer's disease to cardiovascular disease. When you slow down for 15 minutes a day you turn that inflammatory state into a more anti-inflammatory state.
Tüm bu kültürler, dinlenmek için zaman ayırıyorlar. Sardinyalılar dua ediyor. Seventh-Day Adventistleri dua ediyor. Okinawalılarda yaşlı insanlara hürmet var. Ancak aceleniz varsa ya da stresliyseniz, bu durum Alzheimer hastalığından kalp hastalıklarına kadar birçok şeyi tetikleyebiliyor. Günde 15 dakikayı dinlenmek için harcadığınızda, bu tetikleyici durumun biraz da olsa önüne geçiyorsunuz.
They have vocabulary for sense of purpose, ikigai, like the Okinawans. You know the two most dangerous years in your life are the year you're born, because of infant mortality, and the year you retire. These people know their sense of purpose, and they activate in their life, that's worth about seven years of extra life expectancy.
Amaçlarını açıklayan sözcükleri var. Tıpkı Okinawalıların kullandığı "ikigai" sözcüğü gibi. Bildiğiniz üzere, hayatınızdaki en tehlikeli yıllardan biri, çocuk ölümü riski nedeniyle, doğdunuz yıl. Diğeri ise emekli olduğunuz yıl. Bu insanlar hayattaki amaçlarını biliyorlar, ve bu amaç doğrultusunda yaşıyorlar. Bu da fazladan yedi yıl demek.
There's no longevity diet. Instead, these people drink a little bit every day, not a hard sell to the American population. (Laughter) They tend to eat a plant-based diet. Doesn't mean they don't eat meat, but lots of beans and nuts. And they have strategies to keep from overeating, little things that nudge them away from the table at the right time.
Uzun yaşam için bir diyet yok. Ancak, her gün birazcık içki içiyorlar. Amerikalılar için uyum sağlaması zor bir şey değil bu. (Gülüşmeler) Genellikle bitkisel besinler tüketiyorlar. Bu, et yemedikleri anlamına gelmiyor. Ancak bol miktarda fasulye ve fındık yiyorlar. Ayrıca fazla yemeyi önleyen stratejilere sahipler.
And then the foundation of all this is how they connect. They put their families first, take care of their children and their aging parents. They all tend to belong to a faith-based community, which is worth between four and 14 extra years of life expectancy if you do it four times a month. And the biggest thing here is they also belong to the right tribe. They were either born into or they proactively surrounded themselves with the right people.
Ve, tüm bunların temelinde, birbirleriyle nasıl iletişim kurdukları yatıyor. Önceliği ailelerine veriyorlar. Çocuklarına ve yaşlı ebeveynlerine bakıyorlar. Tamamı inanç bazlı bir topluluğa dahil. Eğer ayda dört kez bu toplantılara katılırsanız, fazladan 4 ile 14 yıl anlamına geliyor bu. Buradaki en büyük olay ise, doğru topluluğa ait olmaları. Ya doğru topluluğun içinde büyümüşler, ya da kendilerini doğru topluluklardan birileriyle çevrelemişler.
We know from the Framingham studies, that if your three best friends are obese there is a 50 percent better chance that you'll be overweight. So, if you hang out with unhealthy people, that's going to have a measurable impact over time. Instead, if your friend's idea of recreation is physical activity, bowling, or playing hockey, biking or gardening, if your friends drink a little, but not too much, and they eat right, and they're engaged, and they're trusting and trustworthy, that is going to have the biggest impact over time.
Framingham Araştırmasından öğrendiğimiz üzere eğer en iyi arkadaşlarınızdan üçü obez ise sizin de fazla kilolu olmanızın olasılığı %50 daha fazla. Yani, eğer sağlıksız insanlarla vakit geçirirseniz bu durumun zamanla büyük bir etkisi olacaktır. Arkadaşlarınızın vakit geçirme yöntemi bowling oynamak, bisiklete binmek ya da bahçeyle ilgilenmek gibi fiziksel aktiviteler ise, eğer arkadaşlarınız içkiyi fazla kaçırmıyorsa, doğru şekilde yiyorlarsa, bir aileye aitlerse ve güvenilirlerse bu durumun da zaman içinde büyük bir etkisi olacaktır.
Diets don't work. No diet in the history of the world has ever worked for more than two percent of the population. Exercise programs usually start in January; they're usually done by October. When it comes to longevity there is no short term fix in a pill or anything else. But when you think about it, your friends are long-term adventures, and therefore, perhaps the most significant thing you can do to add more years to your life, and life to your years. Thank you very much. (Applause)
Diyetler hiçbir işe yaramaz. Tarihteki hiçbir diyet insanların yüzde 2'sinden daha fazlasında işe yaramamıştır. Spor salonlarındaki programlar Ocak'ta başlar ama genellikle Ekim'de katılmaya başlarız. Uzun yaşam konusunda bir kısayol ya da hap gibi bir şey yok. Ancak, bir düşünürseniz arkadaşlarınız da aslında uzun süreli birer macera olduğunu göreceksiniz. Dolayısıyla, belki de yapabileceğiniz en önemli şey hayatınıza fazladan biraz yıl yıllarınıza ise hayat katmanız. Çok teşekkürler. (Alkış)