In March of 1892, three Black grocery store owners in Memphis, Tennessee, were murdered by a mob of white men. Lynchings like these were happening all over the American South, often without any subsequent legal investigation or consequences for the murderers. But this time, a young journalist and friend of the victims set out to expose the truth about these killings. Her reports would shock the nation and launch her career as an investigative journalist, civic leader, and civil rights advocate. Her name was Ida B. Wells.
Mart 1892'de Memphis, Tennessee'deki üç siyahi market sahibi beyaz adamlardan oluşan bir çete tarafından öldürüldü. Amerika'nın güneyinde bu tür linçler gerçekleşiyordu ve genelde adli inceleme yapılmıyordu ya da katillere hukuki yaptırım uygulanmıyordu. Fakat bu kez, genç bir gazeteci ve kurbanların arkadaşı, bu ölümlerle ilgili gerçeği ortaya çıkarmayı amaçladı. Raporları ülkeyi şok etmişti ve kariyerini de araştırmacı gazeteci, yurttaş lider ve insan hakları avukatı olarak değiştirdi. İsmi Ida B. Wells'di.
Ida Bell Wells was born into slavery in Holly Springs, Mississippi on July 16, 1862, several months before the Emancipation Proclamation released her and her family. After losing both parents and a brother to yellow fever at the age of 16, she supported her five remaining siblings by working as a schoolteacher in Memphis, Tennessee.
Ida Bell Wells 16 Temmuz 1862'de Holy Springs, Mississippi'de köle olarak doğmuştu ve bu, Özgürlük Bildirgesi kendisini ve ailesini özgür bırakmadan birkaç ay önceydi. 16 yaşında sarı hummadan ebeveynlerini ve erkek kardeşini kaybettikten sonra, Memphis, Tennessee'de öğretmen olarak çalışarak hayatta kalan beş kardeşini destekledi.
During this time, she began working as a journalist. Writing under the pen name “Iola,” by the early 1890s she gained a reputation as a clear voice against racial injustice and become co-owner and editor of the Memphis Free Speech and Headlight newspaper. She had no shortage of material: in the decades following the Civil War, Southern whites attempted to reassert their power by committing crimes against Black people including suppressing their votes, vandalizing their businesses, and even murdering them.
Bu esnada, gazeteci olarak çalışmaya başladı. "Lola" takma adıyla yazarken 1890'ların başında ırksal adaletsizliğe karşı açık konuşan bir ses olarak ün kazandı ve Memphis Free Speech ve Headlight gazetesinin ortağı ve editörü oldu. Materyal sıkıntısı çekmiyordu: İç savaşı takip eden on yılda güneyli beyazlar, siyahilere karşı suç işleyerek güçlerini göstermeye kalktılar. Suçlar arasında siyahilerin oylarını yok etmek, iş yerlerini yakıp yıkmak ve hatta onları öldürmek vardı.
After the murder of her friends, Wells launched an investigation into lynching. She analyzed specific cases through newspaper reports and police records, and interviewed people who had lost friends and family to lynch mobs. She risked her life to get this information. As a Black person investigating racially motivated murders, she enraged many of the same southern white men involved in lynchings.
Arkadaşlarının ölümünün ardından, Wells linçe karşı inceleme başlattı. Gazete ve polis raporları aracılığıyla belli vakaları inceledi ve arkadaş ile ailelerini linç çeteleri yüzünde kaybetmiş insanlarla konuştu. Bu bilgiyi elde edebilmek için hayatını riske attı. Irk yüzünden meydana gelen cinayetleri inceleyen siyahi bir insan olarak linçlere dahil olan birçok güneyli beyaz erkeği öfkelendirdi.
Her bravery paid off. Most whites had claimed and subsequently reported that lynchings were responses to criminal acts by Black people. But that was not usually the case. Through her research, Wells showed that these murders were actually a deliberate, brutal tactic to control or punish black people who competed with whites. Her friends, for example, had been lynched when their grocery store became popular enough to divert business from a white competitor.
Cesurca başardı. Birçok beyaz, linçlerin siyahilerin işlediği suçların karşılığı olduğunu iddia ve rapor etti. Fakat genellikle konu bu değildi. Araştırmasında bu cinayetlerin aslında kasti olduğunu ortaya koydu. Beyazlarla rekabet eden siyahileri kontrol edip cezalandırmak için taktikti. Örneğin, arkadaşları marketleri yeterince popüler olup beyaz rakiplerinden iş çaldıklarında lince uğradılar.
Wells published her findings in 1892. In response, a white mob destroyed her newspaper presses. She was out of town when they struck, but they threatened to kill her if she ever returned to Memphis. So she traveled to New York, where that same year she re-published her research in a pamphlet titled Southern Horrors: Lynch Law in All Its Phases. In 1895, after settling in Chicago, she built on Southern Horrors in a longer piece called The Red Record. Her careful documentation of the horrors of lynching and impassioned public speeches drew international attention.
Wells bulduklarını 1892''de yayınladı. Cevaben, beyazlardan oluşan bir çete gazete baskısını yok etti. Saldırdıklarında kasaba dışındaydı ama bir daha Memphis'e dönerse onu öldüreceklerini söylediler. Bunun ardından New York'a seyahat etti ve aynı yıl araştırmayı Güneyin Dehşeti: Her Yönüyle Linç Kanunu adlı bir broşürde tekrar yayımladı. Chicago'ya yerleştikten sonra 1895'te Southern Horrors'a ekleme yaparak The Red Record adlı bir eser üretti. Linç felaketleri hakkındaki detaylı belgeleri ve coşkulu halk konuşmaları uluslararası dikkat topladı.
Wells used her newfound fame to amplify her message. She traveled to Europe, where she rallied European outrage against racial violence in the American South in hopes that the US government and public would follow their example. Back in the US, she didn’t hesitate to confront powerful organizations, fighting the segregationist policies of the YMCA and leading a delegation to the White House to protest discriminatory workplace practices.
Eline geçen bu yeni ünü, mesajını kuvvetlendirmek için kullandı. ABD hükûmetinin ve halkının onların izinden geleceği umuduyla Amerika'nın güneyindeki ırksal şiddete karşı gösterilere katılmak üzere Avrupa'ya gitti. ABD'de güçlü organizasyonlarla yüzleşmekten çekinmedi. Genç Hristiyan Erkekler Birliği'nin ırkçı politikaları ile savaştı ve iş yerlerindeki ırkçılığa karşı Beyaz Saray'a bir delegasyon iletti.
She did all this while disenfranchised herself. Women didn’t win the right to vote until Wells was in her late 50s. And even then, the vote was primarily extended to white women only. Wells was a key player in the battle for voting inclusion, starting a Black women’s suffrage organization in Chicago. But in spite of her deep commitment to women’s rights, she clashed with white leaders of the movement. During a march for women’s suffrage in Washington D.C., she ignored the organizers’ attempt to placate Southern bigotry by placing Black women in the back, and marched up front alongside the white women.
Bütün bunları oy kullanma hakkından mahrumken yaptı. Wells 50'lerinin sonuna gelene dek kadınlar oy kullanamadılar. O zaman bile oy kullanma hakkı sadece beyaz kadınlarla sınırlıydı. Chicago'da Siyah kadınların oy kullanma hakkı organizasyonunun kurulmasına öncülük eden Wells oy kullanma savaşında önemliydi. Fakat kadın haklarına duyduğu derin bağlılığına rağmen hareketin liderleri ile karşı karşıya geldi. Washington D.C.'deki kadın hakları yürüyüşünde organizatörlerin güneyli bağnazları yatıştırmak için en arkaya siyahi kadınları koymasını takmadı ve beyaz kadınlarla beraber en önde yürüdü.
She also chafed with other civil rights leaders, who saw her as a dangerous radical. She insisted on airing, in full detail, the atrocities taking place in the South, while others thought doing so would be counterproductive to negotiations with white politicians. Although she participated in the founding of the NAACP, she was soon sidelined from the organization.
Aynı zamanda onu tehlikeli bir radikal olarak gören diğer insan hakları liderleri ile de sürtüşmeler yaşadı. Güney'de yaşanan vahşeti tüm detaylarıyla anlatmakta ısrar etti. Diğerleri ise bunun beyaz politikacılarla yapılan anlaşmalara zarar vereceğini düşündü. Siyahi İnsanların Gelişmesi için Ulusal Birliğin kurulmasında rol oynasa da yakın zamanda organizasyonun gözünden düştü.
Wells’ unwillingness to compromise any aspect of her vision of justice shined a light on the weak points of the various rights movements, and ultimately made them stronger— but also made it difficult for her to find a place within them. She was ahead of her time, waging a tireless struggle for equality and justice decades before many had even begun to imagine it possible.
Wells'in adalet görüşünden hiçbir şekilde ödünç vermemesi haklarla ilgili diğer hareketlerin zayıf noktalarına ışık tuttu. Bu hareketler güçlendi fakat onların içinde kendisi için yer bulması zorlaştı. Zamanın ilerisindeydi insanlar mümkün olduğunu bile düşünemezken eşitlik ve adalet adına zorlu bir mücadele verdi.