I have one more reason for optimism: climate change. Maybe you don't believe it, but here is the fact.
İyimserlik için bir sebebim daha var: İklim değişikliği. Belki buna inanmayacaksınız ama, işte gerçek.
On December 12, 2015, in Paris, under the United Nations, 195 governments got together and unanimously -- if you've worked with governments, you know how difficult that is -- unanimously decided to intentionally change the course of the global economy in order to protect the most vulnerable and improve the life of all of us. Now, that is a remarkable achievement.
12 Aralık 2015 tarihinde, Paris'te, Birleşmiş Milletler yönetiminde, 195 hükûmet bir araya geldi ve oy birliği ile -- hükûmetlerle çalıştıysanız, bunun ne kadar zor olduğunu bilirsiniz -- en savunmasız insanları korumak ve hepimizin hayatını iyileştirmek için küresel ekonomi rotasının kasıtlı olarak değiştirilmesine oy birliği ile karar verdi. İşte bu fevkalade bir başarıdır.
(Applause)
(Alkış)
But it is even more remarkable if you consider where we had been just a few years ago. 2009, Copenhagen. Who remembers Copenhagen? Well, after years of working toward a climate agreement, the same governments convened in Copenhagen and failed miserably.
Hatta, sadece birkaç yıl önce nerede olduğumuzu düşünürseniz daha fevkalade bir başarıdır. Kopenhag, 2009. Kopenhag'ı kim hatırlıyor? Bir iklim anlaşması için yıllarca çalıştıktan sonra, aynı hükûmetler Kopenhag'ta toplandı ve son derece başarısız oldu.
Why did it fail miserably? For many different reasons, but primarily because of the deeply entrenched divide between the global North and the global South. So now, six months after this failure, I was called in to assume the responsibility of the global climate change negotiations. You can imagine, the perfect moment to start this new job. The global mood on climate change was in the trash can. No one believed that a global agreement could ever be possible. In fact, neither did I. If you promise not to tell anyone outside of this wonderful TED audience, I'm going to divulge a secret that has been gratefully buried by history. On my first press conference, a journalist asked, "Um, Ms. Figueres, do you think that a global agreement is ever going to be possible?" And without engaging brain, I heard me utter, "Not in my lifetime." Well, you can imagine the faces of my press team who were horrified at this crazy Costa Rican woman who was their new boss. And I was horrified, too. Now, I wasn't horrified at me, because I'm kind of used to myself. I was actually horrified at the consequences of what I had just said, at the consequences for the world in which all our children are going to have to live. It was frankly a horrible moment for me, and I thought, well, no, hang on, hang on. Impossible is not a fact, it's an attitude. It's only an attitude. And I decided right then and there that I was going to change my attitude and I was going to help the world change its attitude on climate change.
Peki neden son derece başarısız oldu? Birçok farklı sebepten dolayı, ama temelde Küresel Kuzey ve Küresel Güney arasındaki derinden kök salmış ayrım yüzünden başarısız oldu. Şimdi, bu başarısızlıktan 6 ay sonra, küresel iklim değişikliği müzakerelerinin sorumluluğunu üstlenmek için çağrıldım. Hayal edebilirsiniz, bu yeni işe başlamak için en iyi zamanlama. İklim değişikliği üzerine olan küresel ruh hâli çöp kutusunun içindeydi. Küresel anlaşmanın mümkün olabileceğine hiç kimse inanmadı. Aslında, ben de inanmadım. Bu harika TED seyircisinin dışındaki kimseye söylemeyeceğinize söz verirseniz, tarih tarafından minnetle gömülen bir sırrı ortaya çıkaracağım. İlk basın toplantımda, bir gazeteci; ''Bayan Figueres, küresel bir anlaşmanın mümkün olabileceğini düşünüyor musunuz?'' diye sordu. Düşünmeksizin ağzımdan şu kelimeler döküldü: "Benim ömrüm elvermez." Basın ekibimin, Kosta Rikalı yeni patronlarına bakarken dehşete düşmüş yüzlerini tahmin edersiniz. Ben de dehşete düşmüştüm. Şimdi kendime şaşırmıyorum, çünkü artık kendime alıştım. Gerçekten de söylediğim şeylerin ve bütün evlatlarımızın yaşamak zorunda olduğu bir dünyanın varacağı sonuçlar konusunda dehşete düşmüştüm. Açık konuşmak gerekirse benim için feci bir andı ve düşündüm ki, şey, hayır, dur biraz, dur biraz. İmkânsızlık bir gerçek değildir, bir düşüncedir. Sadece bir düşünce. Böylece, o anda ve orada düşüncemi değiştirmeye karar verdim ve dünyanın küresel ısınma hakkındaki duruşunu değiştirmesine yardım edecektim.
So I don't know -- No, just this? Thanks. I don't know -- what you would do if you were told your job is to save the planet. Put that on the job description. And you have full responsibility, but you have absolutely no authority, because governments are sovereign in every decision that they take.
Yani bilemiyorum -- Hayır, sadece bu mu? Teşekkürler. Eğer size işinizin dünyayı kurtarmak olduğu söylenseydi, neler yapardınız bilemiyorum. İşte bunu iş tanımınızın içine yerleştirin. Ayrıca bütün sorumluluk sizde ancak hiçbir yetkiniz yok, çünkü hükûmetler aldıkları her kararda bağımsızdır.
Well, I would really love to know what you would do on the first Monday morning, but here's what I did: I panicked.
Gerçekten de ilk Pazartesi gününüzde ne yapacağınızı çok merak ediyorum fakat benim yaptığım şuydu: Panik oldum.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And then I panicked again, because I realized I have no idea how we're going to solve this problem. And then I realized I have no idea how we're going to solve this problem, but I do know one thing: we have got to change the tone of this conversation. Because there is no way you can deliver victory without optimism.
Tekrar panik oldum, çünkü bu problemi nasıl çözeceğimiz konusunda hiçbir fikrim olmadığını fark ettim. Ayrıca sonra yine bu problemi nasıl çözeceğimiz konusunda hiçbir fikrim olmadığını fark ettim. Ancak tek bir şey biliyordum: Bu konuşmanın üslubunu değiştirmek zorundayız. Çünkü iyimserlik olmadan zafer kazanmanın bir yolu yok.
And here, I use optimism as a very simple word, but let's understand it in its broader sense. Let's understand it as courage, hope, trust, solidarity, the fundamental belief that we humans can come together and can help each other to better the fate of mankind. Well, you can imagine that I thought that without that, there was no way we were going to get out of the paralysis of Copenhagen. And for six years, I have stubbornly, relentlessly injected optimism into the system, no matter what the questions from the press -- and I have gotten better at those -- and no matter what the evidence to the contrary. And believe you me, there has been a lot of contrary evidence. But relentless optimism into the system.
İşte, iyimserliği basit bir kelime olarak kullanıyorum fakat gelin bunu daha geniş bir şekilde anlayalım. Hadi bunu cesaret olarak, umut olarak, güven olarak, dayanışma olarak, biz insanları, bir araya getiren temel inançlar olarak anlayalım ve insanlığın kaderini daha iyiye götürmek için birbirimize yardım edebilelim. Bu olmadan Kopenhag felcinden kurtulabilememiz için bir yol olmadığını düşündüğümü tahmin edebiliyorsunuzdur. Altı yıldır, inatla, bıkmadan usanmadan, medyadan gelen sorular ne olursa olsun, --daha da iyiye gittim-- ve deliller ne kadar aksini işaret etse de bu düzene iyimserlik aşıladım. Bana güvenin, aksi yönde çok fazla kanıt vardı. Ancak karşısında da düzene doğru sonu gelmeyen bir iyimserlik vardı.
And pretty soon, we began to see changes happening in many areas, precipitated by thousands of people, including many of you here today, and I thank you. And this TED community will not be surprised if I tell you the first area in which we saw remarkable change was ... technology. We began to see that clean technologies, in particular renewable energy technologies, began to drop price and increase in capacity, to the point where today we are already building concentrated solar power plants that have the capacity to power entire cities, to say nothing of the fact of what we are doing on mobility and intelligent buildings. And with this shift in technologies, we were able to begin to understand that there was a shift in the economic equation, because we were able to recognize that yes, there are huge costs to climate change, and yes, there are compounded risks. But there also are economic advantages and intrinsic benefits, because the dissemination of the clean technologies is going to bring us cleaner air, better health, better transportation, more livable cities, more energy security, more energy access to the developing world. In sum, a better world than what we have now.
Yakın bir zaman sonra, binlerce insanın zemin hazırladığı birçok alanda meydana gelen değişiklikleri görmeye başladık, buna bugün burada bulunan sizler de dâhilsiniz ve sizlere teşekkür ediyorum. Bu TED topluluğu, önemli değişikliğin meydana geldiği ilk alanı söylediğimde şaşırmayacaktır. O alan, teknolojiydi. Bizler, temiz teknolojide, özellikle de yenilenebilir enerji teknolojilerinde, şu an şehrin tamamının elektrik ihtiyacını karşılayacak kapasiteye sahip yoğunlaştırılmış güneş enerjili elektrik santrallerini inşa ettiğimiz süreçte fiyatların düştüğünü ve kapasitenin arttığını görmeye başladık. Taşınabilirlik ve akıllı binalar konusunda neler yaptığımızdan bahsetmiyorum bile. Teknolojideki bu değişimle, ekonomik dengede bir değişikliğin olduğunu anlayabildik. Çünkü; evet biz iklim değişikliği için yüksek maliyetlerin söz konusu olduğunu ve yine evet karmaşık riskler olduğunu fark edebiliyorduk. Ancak, ekonomik avantajlar ve hakiki faydalar da var, çünkü temiz teknolojinin yayılması bizlere daha temiz bir hava, daha iyi bir sıhhat, daha iyi ulaşım, daha yaşanılabilir şehirler, daha iyi bir enerji güvencesi, gelişmekte olan ülkeler için daha fazla enerjiye ulaşım imkânı sağlayacak. Kısaca, şu an yaşadığımız dünyadan daha iyi bir dünya.
And with that understanding, you should have witnessed, in fact, part of you were, the spread of ingenuity and excitement that went through, first through nonnational governments, the private sector, captains of industry, insurance companies, investors, city leaders, faith communities, because they all began to understand, this actually can be in their interest. This can actually improve their bottom line.
Bu anlayışla aslında bir kısmınız, öncelikle ulusal olmayan hükûmetler olmak üzere, özel sektör, endüstrinin ileri gelenleri, sigorta şirketleri, yatırımcılar, şehirlerin öncüleri, inanç topluluklarından geçerek hünerin ve heyecanın yayılmasına tanıklık etmiş olmalısınız. Çünkü bu grupların hepsi bu durumun gerçekte kendi yararlarına olduğunu anlamaya başladı. Bu esasında onların kâr-zarar hanesini düzeltebilir.
And it wasn't just the usual suspects. I have to tell you I had the CEO of a major, major oil and gas company come to me at the beginning of last year and say -- privately, of course -- he did not know how he was going to change his company, but he is going to change it, because he's interested in long-term viability. Well, now we have a shift in the economic equation, and with that, with broader support from everyone, it did not take very long before we saw that national governments woke up to the fact that this is in their national interest. And when we asked countries to begin to identify how they could contribute to global efforts but based on their national interest, 189 countries out of 195, 189 countries sent their comprehensive climate change plans, based on their national interest, concurrent with their priorities, consistent with their national sustainable development plans.
Ayrıca burada sadece olağan şüpheliler yoktu. Size söylemeliyim ki; büyük ama çok büyük bir petrol ve gaz şirketinin CEO'su geçen yılın başında bana geldi ve, tabii ki gizlice, şirketini nasıl değiştireceğini bilmediğini, fakat değiştireceğini söyledi. Çünkü uzun süre ayakta kalmak istiyordu. Yani, şimdi biz ekonomi dengesinde bir değişiklik yaşıyoruz ve bununla birlikte, herkesten gelen destekle ulusal hükûmetlerin bu durumun kendi yararlarına olduğunu anlamalarını görmemiz çok uzun sürmedi. Ayrıca ülkelere evrensel çabaya, kendi yararlarına olacak şekilde, nasıl katkı sağlayabileceklerini belirlemek adına talepte bulunduk, 195 ülkenin 189'u 189 ülke, kendi öncelikleri ile kesişen ve kendi milli sürdürülebilir kalkınma planları ile uyumlu, kendi yararlarını temel alan geniş çaplı küresel değişiklik planlarını gönderdiler.
Well, once you protect the core interests of nations, then you can understand that nations were ready to begin to converge onto a common path, onto a common direction of travel that is going to take us probably several decades, but over those several decades is going to take us into the new economy, into a decarbonized, highly resilient economy, And the national contributions that are currently on the table on behalf of national governments are insufficient to get us to a stabilized climate, but they are only the first step, and they will improve over time. And the measurement, reporting and verification of all of those efforts is legally binding. And the checkpoints that we're going to have every five years to assess collective progress towards our goal are legally binding, and the path itself toward a decarbonized and more resilient economy is legally binding.
Pekâlâ, bir kere ülkelerin temel çıkarlarını koruduğunuz zaman, anlıyorsunuz ki; ülkeler ortak bir yolda, ortak bir güzergâhta birleşmeye hazırlarmış ki bu güzergâh bizleri muhtemelen birkaç on yıl ileriye götürecek ve bu sürede de yeni bir ekonomiye, hayli dirençli, karbondan arındırılmış bir ekonomiye geçiş olacak. Ulusal hükûmetler adına hâlihazırda elimizde olan ulusal destekler istikrarlı bir iklimi sağlamakta yetersiz. Ancak bunlar sadece ilk adımlar ve zamanla gelişecekler. Ayrıca önlemler, tüm bu çabaların raporlanması ve doğrulanması yasal olarak bağlayıcı. Amacımızına doğru kümülatif gelişimi değerlendirmek için her beş yılda bir ele alacağımız kontrol noktaları yine yasal olarak bağlayıcı ve karbondan arındırılmış ve daha dirençli bir ekonomiye giden bu güzergâh da yasal olarak bağlayıcı.
And here's the more important part: What did we have before? A very small handful of countries who had undertaken very reduced, short-term emission reduction commitments that were completely insufficient and furthermore, largely perceived as a burden. Now what do we have? Now we have all countries of the world contributing with different intensities from different approaches in different sectors, but all of them contributing to a common goal and along a path with environmental integrity. Well, once you have all of this in place and you have shifted this understanding, then you see that governments were able to go to Paris and adopt the Paris agreement.
İşte size en önemli kısım: Daha önce elimizde neler vardı? Tamamen yetersiz ve dahası büyük ölçekte bir yük olarak algılanan kısıtlı, kısa dönem karbon yayılımını azaltma taahütlerini ortaya koyan bir avuç dolusu ülke. Şimdi ise elimizde neler var? Şimdi, hepsinin çevresel bütünlükle ortak bir amaca hizmet ettiği; farklı alanlarda, farklı yaklaşımlarla, farklı yoğunlukta katkıda bulunan dünyanın tüm ülkelerine sahibiz. Yani, hepsini bir araya getirdiğinizde ve anlayışı değiştirdiğinizde hükûmetlerin Paris'e gidebileceklerini ve Paris Anlaşması'nı kabul edeceklerini görürsünüz.
(Applause)
(Alkış)
So, as I look back over the past six years, first I remember the day the Paris agreement was adopted. I cannot tell you the euphoria in the room. 5,000 people jumping out of their seats, crying, clapping, screaming, yelling, torn between euphoria and still disbelief at what they had just seen, because so many people had worked for years towards this, and this was finally their reality.
Böylece, şöyle 6 yıl geriye doğru baktığımda, ilk aklıma gelen şey Paris Anlaşması'nın kabul edildiği gün. Odadaki mutluluğu size tarif edemem. 5.000 insan mutluluk ve hâlâ gördükleri şeye olan inançsızlıkları arasındaki uçurumda yerlerinden zıpladı, ağladı, alkışladı, bağırdı, çağırdı. Çünkü bu iş için birçok insan yıllarca çaba sarf etti ve sonunda bu iş gerçek oldu.
And it wasn't just those who had participated directly. A few weeks ago, I was with a colleague who was trying to decide on a Tahitian pearl that he wanted to give to his wonderful wife Natasha. And once he had finally decided what he was going to buy, the jeweler said to him, "You know, you're very lucky that you're buying this now, because these pearls could go extinct very soon because of climate change." "But," the jeweler said, "have you heard, the governments have just come to a decision, and Tahiti could have a chance." Well, what a fantastic confirmation that perhaps, perhaps here is hope, here is a possible chance. I'm the first one to recognize that we have a lot of work still to do. We've only just started our work on climate change. And in fact, we need to make sure that we redouble our efforts over the next five years that are the urgent five years. But I do believe that we have come over the past six years from the impossible to the now unstoppable. And how did we do that? By injecting transformational optimism that allowed us to go from confrontation to collaboration, that allowed us to understand that national and local interests are not necessarily at odds with global needs, and that if we understand that, we can bring them together and we can merge them harmoniously.
Sadece doğrudan katkıda bulunanlarla da sınırlı değildi. Birkaç hafta önce, eşi Natasha'ya vermek istediği Tahiti incisi hakkında karar vermeye çalışan bir meslektaşımla birlikteydim. En sonunda neyi almaya karar verdiğinde, kuyumcu ona dedi ki: "Bilin ki şu an bunu aldığınız için çok şanslısınız, çünkü bu inciler iklim değişikliğinden dolayı yok olma tehlikesi altındalar." "Ancak" dedi kuyumcu, "duydunuz mu? hükûmetler ortak bir karar almışlar ve Tahiti'nin bir şansı olabilir." Haklı olarak, belki de, belki de işte size umudun, olası bir ihtimalin olduğuna dair ne mükemmel bir delil. Hâlâ yapmamız gereken çok iş olduğunun farkına varan ilk kişi benim. Küresel ısınma hakkında yapacağımız işe daha yeni başladık. Aslına bakarsanız, önümüzdeki kaçınılmaz beş yıl için çabamızı ikiye katladığımızdan emin olmalıyız. Ama inanıyorum ki; geçen altı yılı imkânsızdan, durmak bilmez bir hâle getirdik. Peki bunu nasıl yaptık? Bizi karşı karşıya olmaktan ortaklığa götüren, milli ve yerel menfaatlerin evrensel ihtiyaçlar karşısında çok da farklı bir konumda olmadığını ve eğer bunu anlayabilirsek bunları bir araya getirebileceğimizi ve ahenkli bir şekilde kaynaştırabileceğimizi anlamamıza yardımcı olan
And as I look forward to other global issues
dönüşümsel iyimserliği başkalarına aktararak.
that will require our attention this century -- food security, water security, home security, forced migration -- I see that we certainly do not know how we are going to solve those problems yet. But we can take a page out of what we have done on climate change and we can understand that we have got to reinterpret the zero-sum mentality. Because we were trained to believe that there always are winners and losers, and that your loss is my gain. Well, now that we're in a world in which we have reached planetary boundaries and that we are not just so interconnected, but increasingly interdependent on each other, your loss is no longer my gain. We're either all losers or we all can be winners. But we are going to have to decide between zero and sum. We're going to have to decide between zero benefit for all or living life as the sum of all of us. We've done it once. We can do it again.
Dikkatimizi vermemiz gereken diğer küresel meselelere -- gıda güvencesi, su güvencesi, ev güvencesi, zorunlu göç -- baktığımda, hâlâ daha bu problemleri nasıl çözeceğimizi tam olarak bilmediğimizi görüyorum. Ancak iklim değişikliği için yaptığımız şeylerden bir şeyler çıkarabiliriz ve sıfır toplam anlayışını yeniden yorumlamamız gerektiğini anlayabiliriz. Çünkü bizlere her daim bir kazanan ve bir kaybeden olduğu ve sizin kaybınızın benim kazancım olduğu öğretildi. Ama şimdilerde öyle bir dünyada yaşıyoruz ki gezegensel sınırlara ulaştık ve sadece birbirimize bağlı değil ve fakat artan bir şekilde birbirimize bağımlıyız, sizin kaybınız artık benim kazancım değil. Ya hepimiz kaybedeniz ya da hepimiz kazanan olabiliriz. Ancak sıfır ile toplam arasında bir karar vermemiz gerekiyor. Hepimiz için hiçbir yararın olmadığı veyahut da hepimizin yararına bir yaşam sürmek arasında bir seçim yapmamız gerekiyor. Bunu bir kere yaptık. Tekrar başarabiliriz.
Thanks.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkış)