If nothing else, at least I've discovered what it is we put our speakers through: sweaty palms, sleepless nights, a wholly unnatural fear of clocks. I mean, it's quite brutal.
Hiçbir şey değilse en azından hoparlörlerimizi bağladığımız şeyi keşfettim: terli avuçlar, uykusuz geceler, doğamıza aykırı olan saat korkumuz. Bence, bu çok zalim bir şey,
And I'm also a little nervous about this. There are nine billion humans coming our way. Now, the most optimistic dreams can get dented by the prospect of people plundering the planet. But recently, I've become intrigued by a different way of thinking of large human crowds, because there are circumstances where they can do something really cool. It's a phenomenon that I think any organization or individual can tap into. It certainly impacted the way we think about TED's future, and perhaps the world's future overall.
ve bu konuda biraz da gerginim. Insanlığın nüfusu 9 milyara çıkacak. En iyimser hayaller bile dünyayı talan eden insanlar olması durumunda çökebilir. Fakat kısa süre önce, bir şey ilgimi çekti. İnsan kitlelerinin düşünce yapılarının değişikliğine dair. Çünkü bazı durumlar vardır ve bu durumlarda bu insanlar harika şeyler yapabilir. Bence herhangi bir organizasyon ya da insanın yer alabileceği bir fenomen. Bu kesinlikle TED'in geleceğine dair düşüncelerimizi etkiledi ve hatta tüm dünyanın geleceğini bile.
So, let's explore. The story starts with just a single person, a child, behaving a little strangely. This kid is known online as Lil Demon. He's doing tricks here, dance tricks, that probably no six-year-old in history ever managed before. How did he learn them? And what drove him to spend the hundreds of hours of practice this must have taken? Here's a clue.
Öyleyse şimdi biraz keşfedelim. Hikaye tek bir kişi ile başlıyor. Biraz tuhaf davranan küçük bir çocukla. Bu çocuk internette Lil Demon(Küçük Şeytan) olarak biliniyor. Figürler yapıyor, dans figürleri. Muhtemelen tarihte hiç bir 6 yaşındaki çocuğun yapmadığı figürler. Nereden öğrendi bu figürleri? Bunu yapabilmesi için yaptığı yüzlerce saatlik çalışmaları yapmasına iten şey neydi? İşte bir ipucu.
(Video) Lil Demon: ♫ Step your game up. Oh. Oh. ♫ ♫ Step your game up. Oh. Oh. ♫
(Video) Lil Demon: ♫ Step your game up. Oh. Oh. ♫ ♫ Step your game up. Oh. Oh. ♫
Chris Anderson: So, that was sent to me by this man, a filmmaker, Jonathan Chu, who told me that was the moment he realized the Internet was causing dance to evolve. This is what he said at TED in February. In essence, dancers were challenging each other online to get better; incredible new dance skills were being invented; even the six-year-olds were joining in. It felt like a revolution. And so Jon had a brilliant idea: He went out to recruit the best of the best dancers off of YouTube to create this dance troupe -- The League of Extraordinary Dancers, the LXD. I mean, these kids were web-taught, but they were so good that they got to play at the Oscars this year. And at TED here in February, their passion and brilliance just took our breath away.
Chris Anderson: Bunu bana bir yönetmen olan Jonathan Chu gönderdi Ve dedi ki bu videoya bakınca internetin dansın gelişmesini sağladığını anladım. Jonathan bunu şubatta TED'de söyledi. Aslında, dansçılar daha iyi olabilmek için internet üzerinden birbirleriyle rekabet ediyorlar; 6 yaşındaki çocukların bile dahil olduğu muhteşem dans yetenekleri keşfediliyor. Bu bir devrim gibi. Ve Jon'un aklına harika bir fikir geldi: Youtube'un gördüğü en iyi dansçılarla anlaştı, ve Sıradışı Dansçılar Ligi (SDL) isimli dans grubunu oluşturdu. Demek istediğim bu çocuklar her şeyi web'den öğrenmişti ama o kadar iyilerdi ki bu sene Oscar ödüllerinde bile sahneye çıktılar. Ve şubatta burada TED'de, dansa olan tutkuları ve kabiliyetleri nefeslerimizi kesti.
So, this story of the evolution of dance seems strangely familiar. You know, a while after TEDTalks started taking off, we noticed that speakers were starting to spend a lot more time in preparation. It was resulting in incredible new talks like these two. ... Months of preparation crammed into 18 minutes, raising the bar cruelly for the next generation of speakers, with the effects that we've seen this week. It's not as if J.J. and Jill actually ended their talks saying, "Step your game up," but they might as well have. So, in both of these cases, you've got these cycles of improvement, apparently driven by people watching web video.
Böylelikle, bu dansın evrimi hikayesi garip bir şekilde tanıdık bir hikaye gibi duruyor. Biliyorsunuz, TEDTalks (TEDKonuşmaları) başladıktan bir süre sonra, şunu fark ettik ki konuşmacılar artık daha çok hazırlanıyorlardı konuşmalarına. Bu olay şu ki konuşmadaki gibi harika konuşmalarla sonuçlanıyordu. 18 dakikaya sığdırılmış aylarca süren hazırlık, bu hafta gördüğümüz etkiler ile bir sonraki konuşmacılar için çıtayı önemli ölçüde yükseltti. Aslında J.J ve Jill konuşmalarını "Daha iyi şeyler yapın" diyerek sonlandırmadılar, ama belki de öyle yapmaları gerekirdi. Yani, bu iki örnekte de web videoları izleyen insanlar tarafından güdümlenen gelişme döngülerini görebiliriz.
What is going on here? Well, I think it's the latest iteration of a phenomenon we can call "crowd-accelerated innovation." And there are just three things you need for this thing to kick into gear. You can think of them as three dials on a giant wheel. You turn up the dials, the wheel starts to turn. And the first thing you need is ... a crowd, a group of people who share a common interest. The bigger the crowd, the more potential innovators there are. That's important, but actually most people in the crowd occupy these other roles. They're creating the ecosystem from which innovation emerges. The second thing you need is light. You need clear, open visibility of what the best people in that crowd are capable of, because that is how you will learn how you will be empowered to participate. And third, you need desire. You know, innovation's hard work. It's based on hundreds of hours of research, of practice. Absent desire, not going to happen.
Ne oluyor burada? Bence bu "kalabalığın ivmelendirdiği yenileşim" diyebileceğimiz fenomenin son hali. Bunu harekete geçirmek için gerekli üç adım şunlardır: Bunu dev bir tekerlekteki üç bilye gibi düşünebilirsiniz Bilyeleri çevirirsiniz ve tekerlek dönmeye başlar. İhtiyacınız olan ilk şey bir topluluk. Ortak bir ilgiyi paylaşan bir topluluk. Topluluk büyüdükçe, potansiyel yenilikçi sayısıda çok olacaktır. Bu önemlidir, fakat topluluktaki çoğu insan diğer rolleri işgal edecektir. Onlar birlikte, yeniliğin ortaya çıktığı ekosistemi oluşturuyorlar. İhtiyacınız olan ikinci şey ışık. bu toplulukta bulunan en iyi insanların neler yapabileceğine dair net ve açık bir görünürlüğe ihtiyacınız var çünkü bu katılmak için nasıl yetki vereceğinizi öğrendiğiniz noktadır. Ve üçüncü olarak, arzuya ihtiyacınız var. Yenilikçilerin çok çalıştığını bilirsiniz. Yüzlerce saat araştırma ve pratik gerektirir. Arzu olmadan, bu olmaz.
Now, here's an example -- pre-Internet -- of this machine in action. Dancers at a street corner -- it's a crowd, a small one, but they can all obviously see what each other can do. And the desire part comes, I guess, from social status, right? Best dancer walks tall, gets the best date. There's probably going to be some innovation happening here. But on the web, all three dials are ratcheted right up. The dance community is now global. There's millions connected. And amazingly, you can still see what the best can do, because the crowd itself shines a light on them, either directly, through comments, ratings, email, Facebook, Twitter, or indirectly, through numbers of views, through links that point Google there. So, it's easy to find the good stuff, and when you've found it, you can watch it in close-up repeatedly and read what hundreds of people have written about it. That's a lot of light.
Örnek olarak, internetten önce bu makinenin nasıl olacağını düşünelim. Sokağın köşesinde dansçılar, etraflarında küçük bir topluluk, ama topluluğun tamamı neler olduğunu açıkca görebilmekte. Ve tahminimce arzu bölümü sosyal statüden gelir, değil mi? En iyi dansçılar gösterişli yürürler, en iyi kişilerle çıkarlar. Burada bir yenilik olduğu kesindir. Ama web'de, bu üç dişli artmış olacaktır. Dans topluluğu artık globaldir. Milyonlar birbirine bağlanmıştır. Ve şaşırtıcı biçimde, hala en iyilerin ne yapabildiğini görebilirsiniz, çünkü topluluğun kendisi onun üzerine bir ışık tutar, direk olarak yorumlar, oylamalar, email, Facebook, Twitter yoluylada olabilir ya da dolaylı olarak, izlenme sayıları, Google tarafından yapılan yönlendirmeler ile de olabilir Yani, iyi olanı keşfetmek kolaydır ve bir kez bulduktan sonra, onu defalaca izleyebilirsiniz ve yüzlerce insanın onun hakkında neler yazdığını okuyabilirsiniz. Bu çok fazla ışık demektir.
But the desire element is really dialed way up. I mean, you might just be a kid with a webcam, but if you can do something that goes viral, you get to be seen by the equivalent of sports stadiums crammed with people. You get hundreds of strangers writing excitedly about you. And even if it's not that eloquent -- and it's not -- it can still really make your day. So, this possibility of a new type of global recognition, I think, is driving huge amounts of effort. And it's important to note that it's not just the stars who are benefiting: because you can see the best, everyone can learn.
Ama arzu unsuru gerçekten de oluşmadı. Demek istediğim, sadace bir webcam'i olan bir çocuk olabilirsiniz ama viral olacak bir şey yapabilirseniz insanlarla dolmuş spor stadyumlarına eşit miktarda insan tarafından görülebilirsiniz. Sizin hakkınızda heyecanla yazmış insanlar olur. Güzel şeyler yazılmamış olsa bile, hala sizi sevindirebilir. Sanırım bu global farkına varılma olasılığı çok fazla çaba sarfetmeye teşvik ediyor. Ve şuna dikkat etmek gerekiyorki sadece starlar faydalanmıyor, en iyisini görebildiğiniz için, herkes öğrenebilir.
Also, the system is self-fueling. It's the crowd that shines the light and fuels the desire, but the light and desire are a lethal one-two combination that attract new people to the crowd. So, this is a model that pretty much any organization could use to try and nurture its own cycle of crowd-accelerated innovation. Invite the crowd, let in the light, dial up the desire. And the hardest part about that is probably the light, because it means you have to open up, you have to show your stuff to the world. It's by giving away what you think is your deepest secret that maybe millions of people are empowered to help improve it.
Ayrıca sistem kendiliğinden yakıtlı, ışığı yakan ve arzuyu besleyen topluluğun kendisidir, ancak ışık ve arzu aslında topluluğa yeni insanları çeken ölümcül bir ikili kombinasyondur. Yani bu, hemen hemen bütün organizasyonun "Kalabalığın ivmelendirdiği yenileşim" döngüsünü beslemek için kullanabileceği bir modeldir. Topluluğu davet edin, ışığa izin verin, arzuyu arayın. Muhtemelen bunun en zor kısmı ışık, çünkü bu açılmanızı gerektirir, elinizdekileri dünyaya göstermeniz gerekir. En derin olduğunu düşündüğünüz sırlarınızı milyonlarca insanın katkıda bulunması ihtimali için, açığa çıkarmanız ile olur.
And, very happily, there's one class of people who really can't make use of this tool. The dark side of the web is allergic to the light. I don't think we're going to see terrorists, for example, publishing their plans online and saying to the world, "Please, could you help us to actually make them work this time?"
Ne mutlu ki, bu araçtan faydalanamayan bir kesim insan var. Web'in karanlık yüzü ışığa karşı alerjiktir. Örneğin, teroristlerin planlarını online olarak yayımlayıp, dünyaya "Lütfen en azından bu sefer işe yaraması için yardım edebilir misiniz" diyeceklerini göreceğimizi zannetmiyorum.
But you can publish your stuff online. And if you can get that wheel to turn, look out.
Ama siz elinizdekileri online olarak yayımlayabilirsiniz. Ve çarkın dönmesini sağlayabilirseniz, dikkat edin.
So, at TED, we've become a little obsessed with this idea of openness. In fact, my colleague, June Cohen, has taken to calling it "radical openness," because it works for us each time. We opened up our talks to the world, and suddenly there are millions of people out there helping spread our speakers' ideas, and thereby making it easier for us to recruit and motivate the next generation of speakers. By opening up our translation program, thousands of heroic volunteers -- some of them watching online right now, and thank you! -- have translated our talks into more than 70 languages, thereby tripling our viewership in non-English-speaking countries. By giving away our TEDx brand, we suddenly have a thousand-plus live experiments in the art of spreading ideas. And these organizers, they're seeing each other, they're learning from each other. We are learning from them. We're getting great talks back from them. The wheel is turning.
Bizler TED'de bu açıklık fikrine biraz takıntılıyız. Meslektaşım June Cohen bu fikre "radikal açıklık" diyor çünkü bu fikir bizim için her seferinde işe yarıyor. Biz konuşmaları dünyaya açtık ve birden dünyada milyonlarca insan konuşmacılarımızın fikirlerini yaymaya ve böylece bizim için yeni nesil konuşmacıları üye yapmayı ve motive etmeyi kolaylaştırdılar. Çeviri programımızı açmamızla birlikte binlerce kahraman gönüllü -- bazıları şu anda online olarak izliyor, sizlere teşekkür ediyoruz -- konuşmalarımızı 70 den fazla dile çevirdiler, böylece ingilizce konuşulmayan ülkelerdeki izleyici sayımızı 3 katına çıkardılar. TEDx markasını hediye etmekle aniden fikir yayma sanatıyla ilgili deneylerde binlerce sayıda artış gördük. Bu organizatörler, birbirlerini görüyor ve birbirlerinden öğreniyorlar. Bizler de onlardan öğreniyoruz. Onlardan harika konuşmalar elde ediyoruz. Çark dönüyor.
Okay, step back a minute. I mean, it's really not news for me to tell you that innovation emerges out of groups. You know, we've heard that this week -- this romantic notion of the lone genius with the "eureka!" moment that changes the world is misleading. Even he said that, and he would know. We're a social species. We spark off each other. It's also not news to say that the Internet has accelerated innovation. For the past 15 years, powerful communities have been connecting online, sparking off each other. If you take programmers, you know, the whole open-source movement is a fantastic instance of crowd-accelerated innovation. But what's key here is, the reason these groups have been able to connect is because their work output is of the type that can be easily shared digitally -- a picture, a music file, software. And that's why what I'm excited about, and what I think is under-reported, is the significance of the rise of online video.
Bir dakikalığına geri adım atalım. Yani, size yeniliğin gruplardan çıktığı haberini vermeye çalışmıyorum. Biliyorsunuz, bu hafta öğrendik ki dünyayı değiştiren "eureka" anını yaşayan romantik yalnız deha kavramı aslında yanıltıcı. O bile söyledi ki bizler sosyal canlı türleriyiz, biz birbirimize neden oluruz. Ayrıca internetin yeniliği hivmelendirdiğini söylemeye de gerek yok. Son 15 yıldır, güçlü komuniteler online olarak birbiriyle iletişim kuruyor, ve birbirlerini besliyor. Programcıları ele alırsanız, bilirsiniz, tüm açık-kaynak dünyası, kalabalığın ivmelendirdiği yenileşimin müthiş bir örneğidir. Ama burada anahtar nokta şu ki; bu komunitenin birbirlerine bağlanabilmesinin sebebi iş olarak ortaya çıkardığı şeyin dijital yolla çok kolay paylaşılabilmesidir; bir resim, bir müzik dosyası veya bir yazılım. Beni heyecanlandıran da bu ve düşündüğüm şeyler değeri anlaşılmamış, online videonun yüklelişinin önemidir.
This is the technology that's going to allow the rest of the world's talents to be shared digitally, thereby launching a whole new cycle of crowd-accelerated innovation. The first few years of the web were pretty much video-free, for this reason: video files are huge; the web couldn't handle them. But in the last 10 years, bandwidth has exploded a hundredfold. Suddenly, here we are. Humanity watches 80 million hours of YouTube every day. Cisco actually estimates that, within four years, more than 90 percent of the web's data will be video. If it's all puppies, porn and piracy, we're doomed. I don't think it will be. Video is high-bandwidth for a reason. It packs a huge amount of data, and our brains are uniquely wired to decode it.
Bu yetenekli insanların dijital olarak paylaşılmasına izin vercek ve böylece kalabalığın ivmelendirdiği yenleşimde yeni bir döngü başlatcak teknolojidir. Web'in ilk yılları videodan yoksun gibiydi çünkü video dosyaları büyüktü, web onları kaldıramıyordu. Ama son 10 yıldır, bantgenişliği yüz misli arttı ve birden bu noktaya geldik. İnsanlık her gün 80 milyon saat youtube videousu izliyor. Cisco, 4 yıl içerisinde web'de ki datanın yüzde doksanından fazlasının video olacağını tahmin ediyor. Eğer hepsi porno ve korsan olursa mahvoluruz. Olacağını zannetmiyorum. Videonun geniş bant aralıklı olmasının bir sebebi var, çok fazla data içeriyor ve beyinlerimiz eşsiz biçimde onu çözebilme yeteneğine sahip.
Here, let me introduce you to Sam Haber. He's a unicyclist. Before YouTube, there was no way for him to discover his sport's true potential, because you can't communicate this stuff in words, right? But looking at video clips posted by strangers, a world of possibility opens up for him. Suddenly, he starts to emulate and then to innovate. And a global community of unicyclists discover each other online, inspire each other to greatness. And there are thousands of other examples of this happening -- of video-driven evolution of skills, ranging from the physical to the artful. And I have to tell you, as a former publisher of hobbyist magazines, I find this strangely beautiful. I mean, there's a lot of passion right here on this screen.
Sizi Sam Haber ile tenıştırmama izin verin. O bir ünisiklet göstericisi. Youtube'den önce, Onun için yaptığı sporun potansiyelini keşfetmenin hiç bir yolu yoktu, çünkü bu iş ile kelimerle iletişime geçemezsiniz değil mi? Ama yabancıların yayımladığı videoları görmek ona bir olasılık dünyası açar. Aniden özenmeye ve yeni şeyler denemeye başlar. Dünyadaki unisiklet kullanıcıları birbirlerini online olarak keşfeder ve mükemmellik için birbirlerine ilham kaynağı olurlar. Ve burada video güdümlü evrimin fizikselden sanatsala, birsürü alanda binlerce örneğini gerçekleşiyor. Ve eski bir hobi dergisi editöru olarak size şunu söylemeliyim ki bunu garip bir şekilde güzel buluyorum. Demek istediğim, bu ekranda çok fazla tutku var.
But if Rube Goldberg machines and video poetry aren't quite your cup of tea, how about this. Jove is a website that was founded to encourage scientists to publish their peer-reviewed research on video. There's a problem with a traditional scientific paper. It can take months for a scientist in another lab to figure out how to replicate the experiments that are described in print. Here's one such frustrated scientist, Moshe Pritsker, the founder of Jove. He told me that the world is wasting billions of dollars on this. But look at this video. I mean, look: if you can show instead of just describing, that problem goes away. So it's not far-fetched to say that, at some point, online video is going to dramatically accelerate scientific advance.
Rube Goldberg makineleri ve video şiiri sizin bir bardak çayınız değilse bir de buna göz atın. Jove, bilim adamlarını araştırmalarını video üzerinden yayınlamaları için teşvik etmek üzere kurulmuş bir web sitesi. Geleneksel makaleyle ilgili bir sorun var. Başka bir labratuardaki bilim adamı için basılı kağıtta bulunan bir deneyin aynısının nasıl yapacağını çözmek aylar sürebilir. Karşınızda bu şekilde engele uğramış bir bilim adamı, Jove'un kurucusu Moshe Pritsker. Moshe bana, bunun için insanların milyarlarca doları heba ettiğini söylüyor. Ama şu videoya bakın. Bir bakın, eğer sadece tasvir etmek yerine gösterebilirseniz bu problem ortadan kalkıyor. Online videonun bilimsel gelişimi bir noktadan sonra çok önemli miktarda etkileyeceğini söylemek yanlış olmaz.
Here's another example that's close to our hearts at TED, where video is sometimes more powerful than print -- the sharing of an idea. Why do people like watching TEDTalks? All those ideas are already out there in print. It's actually faster to read than to view. Why would someone bother? Well, so, there's some showing as well as telling. But even leaving the screen out of it, there's still a lot more being transferred than just words. And in that non-verbal portion, there's some serious magic. Somewhere hidden in the physical gestures, the vocal cadence, the facial expressions, the eye contact, the passion, the kind of awkward, British body language, the sense of how the audience are reacting, there are hundreds of subconscious clues that go to how well you will understand, and whether you're inspired -- light, if you like, and desire. Incredibly, all of this can be communicated on just a few square inches of a screen.
TED deki kalplerimize yakın bir yerden, bir fikri paylaşmada videonun baskıdan daha güçlü olduğunu gösteren bir örnek daha var. İnsanlar neden TED konuşmalarını izlemeyi sever? Bütün bu fikirler zaten basılı olarak bulunabilir. Aslında okumak izemekten daha hızlıdır. Neden böyle bişey yapıyor ki insanlar? Yani evet birşeyler söylemenin yanında bazı şeyler de gösteriliyor evet ama ekranı aradan çıkarsak bile hala sadece kelimelerden öte aktarılan bir şeyler var ve bu sözlü olmayan kısım, fiziksel jestlerde saklı önemli bir sihir var. sözlü ritim, yüz ifadeleri, göz teması, tutku, garip, ingiliz vücüt dili, seyircinin tepki verme hissi, nasıl anlayacağınıza ve ne kadar ilham ışık ve arzu alacağınıza dair binlerce bilinçaltı ipucu var. Mucizevi şekilde tüm bunlar bir kaç santimlik bir ekran üzerinden iletilebilir.
Reading and writing are actually relatively recent inventions. Face-to-face communication has been fine-tuned by millions of years of evolution. That's what's made it into this mysterious, powerful thing it is. Someone speaks, there's resonance in all these receiving brains, the whole group acts together. I mean, this is the connective tissue of the human superorganism in action. It's probably driven our culture for millennia. 500 years ago, it ran into a competitor with a lethal advantage. It's right here. Print scaled. The world's ambitious innovators and influencers now could get their ideas to spread far and wide, and so the art of the spoken word pretty much withered on the vine. But now, in the blink of an eye, the game has changed again. It's not too much to say that what Gutenberg did for writing, online video can now do for face-to-face communication. So, that primal medium, which your brain is exquisitely wired for ... that just went global.
Okuma ve yazma aslında göreceli olarak daha yakın zamana ait bir keşif. Yüz yüze iletişim milyonlarca yıllık evrim ile ince ayar yapılmıştır. Bu onu gizemli ve güçlü kılan şeydir. Bazıları, birlikte hareket ettiğini ve bu beyinlerde bütün grubun bir direnç olduğunu söylüyor. Yani bu, hareket halindeki insan süper organizmasının bağlayıcı dokusudur. Bu muhtemelen bizi milenyum kültürüne götürüyor. 500 yıl önce çok avantajlı bir şeyle rekabete maruz kaldı. Tam burada basılı. Dünyanın hırslı yenilikçileri ve söz sahipleri atık fikirlerini daha uzağa ve geniş alanlara yayabilirler, yani söz söyleme sanatı asma üzerinde soldu sayılır. Ama şimdi, bir göz kırpması süresinde oyun tekrar değişti. Gutenberg'in yazı için yaptığını bugün online videonun yüz yüze iletişim için yaptığını söylemek çok olmaz. Yani bu beyninizin üstün bir biçimde donanımlı olduğu eski medya küresel hale geldi.
Now, this is big. We may have to reinvent an ancient art form. I mean, today, one person speaking can be seen by millions, shedding bright light on potent ideas, creating intense desire for learning and to respond -- and in his case, intense desire to laugh. For the first time in human history, talented students don't have to have their potential and their dreams written out of history by lousy teachers. They can sit two feet in front of the world's finest.
Artık çok büyük. Belki de eski bir versiyonunu tekrar keşfetmemiz gerekebilir. Yani, bugün bir kişinin konuşması milyonlarca insan tarafından izlenebiliyor. potansiyel fikirler üzerine ışık tutuyor öğrenmek ve cevap vermek için yoğun arzu yaratıyor ve onun durumunda, gülmek için yoğun arzu yaratıyor. İnsanlık tarihinde ilk defa yetenekli öğrenciler yetenekleri ve potansiyelleri kötü öğretmenler tarafından tarihe yazılmıyor. Dünyanın en iyileri karşısında iki ayak üstünde durabiliyorlar.
Now, TED is just a small part of this. I mean, the world's universities are opening up their curricula. Thousands of individuals and organizations are sharing their knowledge and data online. Thousands of people are figuring out new ways to learn and, crucially, to respond, completing the cycle. And so, as we've thought about this, you know, it's become clear to us what the next stage of TED's evolution has to be. TEDTalks can't be a one-way process, one-to-many. Our future is many-to-many. So, we're dreaming of ways to make it easier for you, the global TED community, to respond to speakers, to contribute your own ideas, maybe even your own TEDTalks, and to help shine a light on the very best of what's out there. Because, if we can bubble up the very best from a vastly larger pool, this wheel turns.
TED bunun sadece küçük bir kısmı. Dünya üniversiteleri derslerini binlerce kişi ve organizasyona açıyorlar ve bilgiyi online olarak paylaşıyorlar. Binlerce insan öğrenmenin ve önemli bir miktarda cevap vermenin halkayı tamamlamanın yeni yollarını buluyor. Biz bunu düşündük, Bizim için TED'in bir sonraki gelişim aşaması ne olmalı, artık belli. TED konuşmaları tek yönlü olamaz, birden çoğa da olmamalı, geleceğimiz çoktan çoğa olmalı Bizler küresel TED topluluğunu sizlerinde cevap verebileceği kendi fikirlerinizi ifade edebileceğiniz hatta kendi TED konuşmalarınızı yapabileceğiniz ve en iyiler vüzerine ışık tutabileceiğiniz bir hale getirmenin yollarını hayal ediyoruz. Çünkü eğer biz bu büyük havuzda en iyileri yukarıya taşıyabilirsek çark döner.
Now, is it possible to imagine a similar process to this, happening to global education overall? I mean, does it have to be this painful, top-down process? Why not a self-fueling cycle in which we all can participate? It's the participation age, right? Schools can't be silos. We can't stop learning at age 21. What if, in the coming crowd of nine billion ... what if that crowd could learn enough to be net contributors, instead of net plunderers? That changes everything, right? I mean, that would take more teachers than we've ever had. But the good news is they are out there. They're in the crowd, and the crowd is switching on lights, and we can see them for the first time, not as an undifferentiated mass of strangers, but as individuals we can learn from. Who's the teacher? You're the teacher. You're part of the crowd that may be about to launch the biggest learning cycle in human history, a cycle capable of carrying all of us to a smarter, wiser, more beautiful place.
Peki aynı bunun gibi bir süreci küresel eğitim için de olduğunu düşünmek mümkün mü? Yani bu işlem bu kadar zor olmalı mı? Neden hepimizin katkıda bulunabildiği kendiliğinden yakıtlı olmayan bir süreç olmasın? Katılım çağını yaşıyoruz değil mi? Okullar ambar olamaz 21 yaşında öğrenmeyi durduramayız. 9 milyarlık nüfus için olabilir mi? bu topluluk yağmalayıcı yerine katılımcı olacak katar eğitilebilir mi? Bu herşeyi değiştirir değil mi? Yani bu şu ana kadar sahip olduğumuzdan daha fazla öğretmen demek. Ama iyi haberler var. Onlar topluluğun içinde ve topluluk ışıkları açmış durumda ve bizler ilk defa onları ayrımlaştırılmış yabancı insan kitleleri olarak değil de, onlardan bir şeyler öğrenebileceğimiz bireyler olarak görüyoruz. Öğretmen kim? Öğretmen sizsiniz. Sizler de insanlık tarihindeki en büyük öğrenme döngüsünü başlatma ihtimali olan topluluğun bir parçasısınız, bir döngü ki hepimizi daha zeki, daha bilge, daha güzel bir yere götürebilecek kapasitede.
Here's a group of kids in a village in Pakistan near where I grew up. Within five years, each of these kids is going to have access to a cellphone capable of full-on web video and capable of uploading video to the web. I mean, is it crazy to think that this girl, in the back, at the right, in 15 years, might be sharing the idea that keeps the world beautiful for your grandchildren? It's not crazy; it's actually happening right now.
Burada, benim büyüdüğüm yere yakın bir yerde Pakistan'daki bir köydeki bir grup çocuk var. 5 yıl içerisinde bu çocukların her biri web de video izlenebilen ve web e video yükleyebilecekleri bir cep telefonuna sahip olacaklar. Yani şu arkada sağ tarafta duran 15 yaşındaki kızın, torunlarımız için dünyayı daha güzel bir yer kılabilecek fikirleri paylaşabilecek olmasını düşünmek çok çılgınca. Aslında çok çılgınca değil, bu olay şu anda oluyor.
I want to introduce you to a good friend of TED who just happens to live in Africa's biggest shantytown.
Sizlere Afrikanın en büyük gecekondu bölgesinde gerçekleşen TED'in en büyük arkadaşlarından biriyle tanıştırmak istiyorum.
(Video) Christopher Makau: Hi. My name is Christopher Makau. I'm one of the organizers of TEDxKibera. There are so many good things which are happening right here in Kibera. There's a self-help group. They turned a trash place into a garden. The same spot, it was a crime spot where people were being robbed. They used the same trash to form green manure. The same trash site is feeding more than 30 families. We have our own film school. They are using Flip cameras to record, edit, and reporting to their own channel, Kibera TV. Because of a scarcity of land, we are using the sacks to grow vegetables, and also [we're] able to save on the cost of living. Change happens when we see things in a different way. Today, I see Kibera in a different way. My message to TEDGlobal and the entire world is: Kibera is a hotbed of innovation and ideas.
(Video) Christopher Makau: Merhaba, benim adım Christopher Makau. TEDxKibera organizatörlerinden birisiyim. Şu anda tam burada, Kibera'da gerçekleşen çok güzel şeyler var. Kendi kendine yardım eden bir grup var. Onlar çöplük bir bölgeyi bir bahçeye dönüştürdüler. Burası insanların gasp edildiği bir suç bölgesiydi. Suç bölgesinde bulunan çöpleri bahçeyi gübrelemek için kullandılar. Bu bölge şu anda 30 dan fazla aileyi besliyor. Kendi film okulumuz var. Videoları kayıt etmek, düzenlemek ve kendi kanalları olan KebiraTV'ye rapor etmek için el kameraları kullanıyorlar. Yerin az olmasından dolayı sebze yetiştirmek için çuvallar kullanıyoruz ve ayrıca yaşama maliyetini düşürmeyi başarıyoruz. Biz olayları farklı görmeye başladığımızda, değişim gerçekleşir. Bugün ben Kebira'yı farklı görüyorum. Benim TEDGlobal'e ve tüm dünyaya mesajım şudur: Kibera, yenilikler ve fikirler için bir fırsat yuvasıdır.
(Applause)
(Alkış)
CA: You know what? I bet Chris has always been an inspiring guy. What's new -- and it's huge -- is that, for the first time, we get to see him, and he can see us. Right now, Chris and Kevin and Dennis and Dickson and their friends are watching us, in Nairobi, right now. Guys, we've learned from you today. Thank you.
CA: Siz ne biliyorsunuz? İddia ediyorum Chris her zaman ilham verici bir insan oldu. Yeni olan -- ve bu çok büyük -- şu ki; biz onu ilk defa görebiliyoruz ve oda bizi görebiliyor. Şu anda Chris, Kevin, Dennis, Dickson ve onların arkadaşları bizleri şu anda Nairobi'de izliyorlar. Beyler, bizler bugün sizden birşeyler öğrendik. Teşekkürler.
And thank you.
Ve sizlere de teşekkürler.
(Applause)
(Alkış)