I'm Chetan Bhatt and when I give my name, I'm often asked, "Where are you from?" And I normally say London.
Ben Chetan Bhatt ve genelde adımı söylediğimde "Nerelisin?" diye soruyorlar. Ben de Londralıyım diyorum.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
But of course, I know what they're really asking, so I say something like, "Well, my grandparents and my mum were born in India, my dad and I were born in Kenya, and I was brought up in London. And then they've got me mapped. "Ah, you're a Kenyan Asian. I've worked with one of those."
Tabii ki aslında neyi sorduklarını biliyorum. Bu nedenle de şöyle diyorum: "Aslında büyük annem, büyük babam ve annem Hindistan'da doğmuş, babam ve ben de Kenya'da doğduk, ama ben Londra'da büyüdüm. Sonra da beni etiketliyorlar. "Aa, demek Kenyalı Asyalısın. Onlardan biriyle çalışmıştım."
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And from my name they probably assume that I'm a Hindu. And this sort of fixes me for them.
İsmimden dolayı büyük ihtimalle Hindu olduğumu varsayıyorlar. Böylece beni tanıdıklarını sanıyorlar.
But what about the Christians and the Muslims and the atheists that I grew up with? Or the socialists and the liberals, even the occasional Tory?
Peki ya birlikte büyüdüğüm Hristiyan, Müslüman ya da ateistler ne olacak? Ya da sosyalistler, liberaller, hatta muhafazakarlar?
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Indeed, all kinds of women and men -- vegetable sellers, factory workers, cooks, car mechanics -- living in my working class area, in some profoundly important way, they are also a part of me and are here with me. Maybe that's why I find it hard to respond to questions about identity and about origin. And it's not just a sort of teenage refusal to be labeled. It's about our own most identities, the ones that we put our hands up to, the ones that we cheer for, the ones that we fight for, the ones that we love or hate. And it's about how we apprehend ourselves as well as others. And it's about identities we just assume that we have without thinking too much about them.
Aslında çevremde yaşayan tüm işçi sınıfından - manavlar, fabrika işçileri, aşçılar, araba tamircileri - tüm kadın ve erkekler son derece önemli bir şekilde onlar da benim bir parçam ve burada benimleler. Belki de bu nedenle kimlikle ya da kökenle ilgili sorulara cevap vermek benim için zor. Bu ergenlerin etiketlenmeyi reddetmesi gibi bir şey değil. Bu kendi öz kimliklerimizle ilgili, kendisi için uğraş verdiğimiz, adını sayıklayarak coştuğumuz, uğruna savaş verdiğimiz, sevdiğimiz ya da nefret ettiğimiz her şey. Hem kendimizi hem de diğerlerini nasıl algıladığımızla ilgili. Ve üzerinde fazla düşünmesek de sahip olduğumuzu varsaydığımız kimliklerle ilgili.
But our responses to questions of identity and origin have substantial social and political importance. We see the wars, the rages of identity going on all around us. We see violent religious, national and ethnic disputes. And often the conflict is based on old stories of identity and belonging and origins. And these identities are based on myths, typically about ancient, primordial origins. And these could be about Adam and Eve or about the supremacy of a caste or gender or about the vitality of a supposed race or about the past glories of an empire or civilization or about a piece of land that some imagined deity has gifted.
Ama kimlik ve köken ile ilgili sorulara cevabımız bazı önemli sosyal ve politik öneme sahip. Etrafımızda yaşanan savaşları, kimlik düşkünlüğünü görüyoruz. Vahşi dinsel, ulusal ve etnik çekişmeleri görüyoruz. Ve çoğunlukla bu çekişme eski kimlik, aidiyet ve köken hikayelerinden geliyor. Ve bu kimlikler mitlerden, genel olarak da eski, ilkel kökenlerden temel alınmış. Tüm bunlar Adem ve Havva ile ya da bir kast ya da cinsiyetle ya da belirli bir ırkın gücüyle ya da bir imparatorluğun eski şanıyla ya da hayal edilen ilahın hediyesi olan bir kara parçasıyla ilgili olabilir.
Now, people say that origin stories and identity myths make us feel secure. What's wrong with that? They give us a sense of belonging. Identity is your cultural clothing, and it can make you feel warm and fuzzy inside. But does it really? Do we really need identity myths to feel safe? Because I see religious, national, ethnic disputes as adding to human misery.
İnsanlara göre köken hikayeleri, kimlik mitleri bizleri daha güvende hissettiriyor. Bunda yanlış olan ne? Bize aidiyet duygusu aşılıyorlar. Kimlik sizin kültürel kıyafetinizdir ve sizi sıcak ve korunmuş hissettirebilir. Peki bu doğru mu? Güvende hissetmek için gerçekten de kimlik mitleri mi lazım? Çünkü dini, milliyetçi ve etnik tartışmaların insanın acısını arttırdığını görüyorum.
Can I dare you to refuse every origin myth that claims you? What if we reject every single primordial origin myth and develop a deeper sense of personhood, one responsible to humanity as a whole rather than to a particular tribe, a radically different idea of humanity that exposes how origin myths mystify, disguise global power, rapacious exploitation, poverty, the worldwide oppression of women and girls, and of course massive, accelerating inequalities?
Peki ya size sizi tanımlayan tüm köken mitlerini reddetmenizi söylesem? Tüm ilkel köken mitlerini reddetsek ve daha derin bir kişilik hissiyatı geliştirsek? Belirli bir gruba özgü değil de tüm insanlığa karşı sorumlu olsak, bu tamamen farklı insanlık anlayışımızla köken mitlerinin nasıl küresel gücü, açgözlü sömürgeciliği, yoksulluğu, kadınların ve kızların tüm dünyada ezilmesi ve tabii ki de büyük ölçüde artan eşitsizlikleri gizlediğini ortaya çıkarsak.
Now, origin myths are closely linked to tradition, and the word tradition points to something old and permanent, almost natural, and people assume tradition is just history, simply the past condensed into a nice story. But let's not confuse tradition with history. The two are often in severe conflict. Origin stories are usually recently created fictions of ancient belonging, and they're absurd given the complexity of humanity and our vastly interconnected, even if very unequal world. And today we see claims to tradition that claim to be ancient changing rapidly in front of our eyes.
Şu anda köken mitleri gelenekle yakından ilişkili ve gelenek kelimesi eski, değişmez, neredeyse doğal bir şey anlamına geliyor ve insanlar geleneğin sadece tarih olduğunu, geçmişin güzel bir hikaye olarak sunulması varsayıyorlar. Ama geleneği tarihle karıştırmayalım. Bu ikisi sıklıkla şiddetli bir çekişmenin içindedir. Köken hikayeleri genellikle eski aidiyetlerin yakın geçmişteki kurgularıdır ve insanlığın karmaşıklığı, ve eşitsizliklerle dolu olsa da birbirleriyle çok iç içe dünyamız dikkate alındığında saçmadırlar. Bugün de çok eski olduklarını iddia eden geleneklerin bile gözlerimizin önünde hızla değiştiğini görüyoruz.
I was brought up in the 1970s near Wembley with Asian, English, Caribbean, Irish families living in our street, and the neo-Nazi National Front was massive then with regular marches and attacks on us and a permanent threat and often a frequent reality of violence against us on the streets, in our homes, typically by neo-Nazis and other racists. And I remember during a general election a leaflet came through our letter box with a picture of the National Front candidate for our area. And the picture was of our next-door neighbor. He threatened to shoot me once when I played in the garden as a kid, and many weekends, shaven-headed National Front activists arrived at his house and emerged with scores of placards screaming that they wanted us to go back home. But today he's one of my mum's best mates. He's a very lovely, gentle and kind man, and at some point in his political journey out of fascism he embraced a broader idea of humanity.
1970'lerde Wembley yakınlarında sokağımızda yaşayan Asyalı, İngiliz, Karayipli ve İrlandalı ailelerle büyüdüm ve o sıralar neo-Nazi Ulusal Cephe çok yaygındı ve bizlere düzenli olarak saldırılarda bulunurlardı, sürekli tehdit ederlerdi, sıklıkla da sokaklarımızda, evlerimizde neo-Naziler ve diğer ırkçı grupların vahşi saldırılarına maruz kaldık. Posta kutumuza genel seçimler sırasında gelen bir broşürü hatırlıyorum, üzerinde Ulusal Cephe partisinin bizim bölge adayının resmi vardı. Resimdeki adam ise yan komşumuzdu. Ben çocukken bahçelerinde oynadığımda beni vurmakla tehdit etmişti. Hafta sonları da dazlak Ulusal Cephe aktivistleri evine gelirlerdi ve ellerinde birçok afişle ortaya çıkar, bağırarak memleketimize geri dönmemizi söylerlerdi. Ama bugün kendisi annemin en iyi arkadaşlarından biri. Çok sevecen, kibar ve nazik bir adam ve faşizmden geçen siyasi yolculuğunun bir noktasında daha geniş bir insanlık anlayışını benimsedi.
There was a Hindu family that we got to know well -- and you have to understand that life in our street was a little bit like the setting for an Asian soap opera. Everyone knew everyone else's business, even if they didn't want it to be known by anyone at all. You really had no choice in this matter. But in this family, there was a quiet little boy who went to the same school as I did, and after I left school, I didn't hear much more about him, except that he'd gone off to India. Now around 2000, I remember seeing this short book. The book was unusual because it was written by a British supporter of Al Qaeda, and in it the author calls for attacks in Britain. This is in 1999, so 9/11 and the invasion of Iraq was still in the future, and he helped scout New York bombing targets. He taught others how to make a dirty bomb to use on the London Underground, and he plotted a massive bombing campaign in London's shopping areas. He's a very high-risk security prisoner in the UK and one of the most important Al Qaeda figures to be arrested in Britain.
Çok iyi tanıdığımız bir Hindu aile vardı -- Sokağımızdaki yaşamın biraz Asyalı bir pembe dizi gibi olduğunu da söyleyebilirim. Herkes herkesin ne iş yaptığını bilirdi, kimse tarafından tanınmak istemeseniz de tanınırdınız. Çok fazla şansınız yoktu. Bahsettiğim bu ailede de çok sessiz küçük bir çocuk vardı, benimle aynı okula gidiyordu, okuldan ayrıldıktan sonra onun hakkında fazla şey duymadım, sadece Hindistan'a gittiğini duydum. 2000'li yıllarda, bu kısa kitabı gördüğümü hatırlıyorum. Kitap sıradışıydı çünkü El-Kaide yanlısı bir İngiliz tarafından yazılmıştı ve Britanya'da saldırılar yapılmasını öneriyordu. Bu 1999'daydı. 9/11 olayı ve Irak istilası daha gerçekleşmemişti ve o da casuslara New York bombalama hedeflerinde yardım etmişti. Londra Metrolarında insanlara nasıl bomba yapılacağını öğretiyordu ve Londra'nın alışveriş yerlerinde büyük bombalamalar planlamıştı. Şu anda Birleşik Krallıkta yüksek riskli bir mahkum ve Britanya'da tutuklanan en önemli El-Kaide figürlerinden biri.
The author of that book was the very same quiet little boy who went to my school. So a Hindu boy from Britain became an Al Qaeda fighter and a most-wanted international terrorist, and he rejected what people would call his Hindu or Indian or British identity, and he became someone else. He refused to be who he was. He recreated himself, and this kind of journey is very common for young men and women who become involved in Al Qaeda or Islamic State or other transnational armed groups. Al Qaeda's media spokesman is a white American from a Jewish and Catholic mixed background, and neither he nor the boy from my school were from Muslim backgrounds. There's no point in asking them where are they from. A more important question is where they're going.
Bu kitabın yazarı benimle aynı okula giden o sessiz çocuğun kendisi. Yani Britanya'daki bir Hindu çocuk bir El-Kaide savaşçısı ve en çok aranan uluslararası teroristi oldu, İnsanların ona biçtiği Hindu, Hindistanlı ya da İngiliz kimliğini reddedip başka birisi oldu. Geçmişte kim olduğunu reddetti. Kendini yeniden yarattı ve bu tür yolculuklar El-Kaide, IŞİD ya da diğer uluslararası silahlı gruplara giren gençler arasında gerçekleşen çok yaygın bir deneyim. El-Kaide'nin medya sözcüsü beyaz bir Amerikalıydı, Yahudi ve Katolik bir aileden geliyordu ve ne o, ne de okulumdaki çocuk Müslüman bir geçmişe sahipti. Onlara sorulması gereken nereli oldukları değildi. Asıl sorulması gereken nereye gittikleri.
And I would also put it to you that exactly the same journey occurs for those young men and women who were brought up in Muslim family backgrounds. Most of those who join Al Qaeda and other Salafi jihadi groups from Europe, Asia, North America, even in many cases the Middle East are those who have comprehensively rejected their backgrounds to become, in essence, new people. They spend an enormous amount of time attacking their parents' backgrounds as profane, impure, blasphemous, the wrong type of Islam, and their vision instead is a fantastical view of cosmic apocalypse. It's a born again vision. Discard your past, your society, your family and friends since they're all impure. Instead, become someone else, your true self, your authentic self. Now, this isn't about a return to the past. It's about using a forgery of the past to envision an appalling future which begins today at year zero. This is why over 80 percent of the victims of Al Qaeda and Islamic State are people from Muslim backgrounds. The first act by Salafi jihadi groups when they take over an area is to destroy existing Muslim institutions including mosques, shrines, preachers, practices. Their main purpose is to control and punish people internally, to dictate the spaces that women may go, their clothing, family relations, beliefs, even the minute detail of how one prays. And you get the impression in the news that they are after us in the West, but they are actually mainly after people from other Muslim backgrounds. In their view, no other Muslim can ever be pure enough, so ordinary beliefs and practices that have existed for centuries are attacked as impure by teenagers from Birmingham or London who know nothing about the histories that they so joyously obliterate.
Ve size diyebilirim ki Müslüman ailelere mensup gençler de bu serüvenlerin aynısını yaşıyorlar. Avrupa'dan, Asya'dan, Kuzey Amerika'dan, hatta çoğunlukla Orta Doğu'dan El-Kaide'ye ve diğer selefi cihat topluluklarına katılan insanların çoğu esas itibariyle yeni insanlar olabilmek için geçmişlerini büyük oranda reddetmiş kişiler. Ailelerinin geçmişlerini o kadar çok eleştiriyorlar ki onlara göre aileleri kirli, saf olmayan, dine küfreden, yanlış bir İslam inancına sahip ve kendi görüşleri ise kozmik kıyametin fantastik bir kurgusu. Bir yeniden doğuş tasavvuru. Geçmişini, topluluğunu, aileni ve arkadaşlarını gözden çıkart çünkü hiçbiri saf değil. Sen ise başka biri olacaksın, kendi benliğini, gerçek kişiliğini bulacaksın. Yani bu geçmişe dönmekle ilgili değil. Bugün sıfırdan başlayarak korkunç bir gelecek hayal edebilmek için geçmişin aldatmacalarını kullanmak bu. Bu nedenle El-Kaide ve IŞİD kurbanlarının %80'inden fazlası Müslüman insanlardan oluşuyor. Selefi cihat gruplarının yaptıkları ilk şey, içinde cami, türbe, hoca ve ibadetlerin olduğu var olan Müslüman yerleşkeleri yok etmekti. Ana amaçları kendi içlerindeki insanları kontrol edip cezalandırarak, kadınların gidebileceği yerlere karar vererek, giyim kuşamı, aile ilişkilerini, inançlarını hatta en ufak detayına kadar ibadetlerini kontrol etmek. Sizlerin medyadan edindiğiniz intiba onların Batı'nın peşinde olduğu yönünde, ama aslında asıl peşinde oldukları Müslüman insanların kendileri. Onlara göre kendileri dışındaki hiçbir Müslüman tam saf değil, bu nedenle yüzyıllarca var olmuş olan inançlar ve ibadetler, hevesle yok ettikleri tarih hakkında hiç bir şey bilmeyen Birmingham'lı ve Londra'lı gençler tarafından saf olmamakla suçlanıyorlar.
Now here, their claim to tradition is at war with history, but they're nevertheless very certain about their purity and about the impurity of others. Purity, certainty, the return to authentic tradition, the quest for these can lead to lethal visions of perfect societies and perfected people.
Yani gelenekten anladıkları tarihle bir savaşa girmek, ama yine de kendilerinin kesinlikle saf olduklarından ve diğerlerinin saf olmadıklarından eminler. Saflık, kesinlik, eski geleneğe dönüş, bunların peşindeyken mükemmel topluluk ve mükemmel insanın ölümcül hayallerine kapılıyorlar.
This is what the main Hindu fundamentalist organization in India looks like today at its mass rally. Maybe it reminds you of the 1930s in Italy or Germany, and the movement's roots are indeed in fascism. It was a member of the same Hindu fundamentalist movement who shot dead Mahatma Gandhi. Hindu fundamentalists today view this murderer as a national hero, and they want to put up statues of him throughout India. They've been involved for decades in large-scale mass violence against minorities. They ban books, art, films. They attack romantic couples on Valentine's Day, Christians on Christmas Day. They don't like others talking critically about what they see as their ancient culture or using its images or caricaturing it or drawing cartoons about it. But the people making the strongest possible claims about ancient, timeless Hindu religion are dressed in brown shorts and white shirts while claiming, oddly, to be the original Aryan race, just like the violent Salafi jihadis who make their claims about their primordial religion while dressed in black military uniforms and wearing balaclavas.
Hindistan'ın şu anki yobaz Hindu organizasyonunun nasıl toplandığını görüyorsunuz. Belki de sizlere 1930'lardaki İtalya'yı veya Almanya'yı hatırlatıyordur ve bu hareketin kökleri de aslında faşizmden geliyor. Bu yobaz Hindu harekete ait üyelerden bir tanesi Mahatma Gandhi'yi vurmuştu. Bugün yobaz Hindular bu katili ulusal bir kahraman olarak görüyorlar ve tüm Hindistan'da onun heykelinin dikilmesini istiyorlar. Yıllardır azınlıklara karşı büyük çaplı vahşi şiddetler uyguluyorlar. Kitapları, resimleri, filmleri yasaklıyorlar. Sevgililer gününde çiftlere saldırıyorlar, yılbaşında ise Hristiyanlara. Kendilerinin eski kültürleri olarak gördükleri şeyleri diğerlerinin eleştirmesinden, resimlerle, karikatürlerle ya da çizgi filmlerle yapılan ifadelerden hoşlanmıyorlar. Ama asıl eski ve ölümsüz Hindu dini hakkında en güçlü iddiaya sahip olan kahverengi şortlu ve beyaz gömlekliler Ari ırka mensup oldukları gibi garip bir düşüncedeyken, vahşi Selefi cihatçılar da kendi dinlerinin orijinal olan din olduğunu ileri sürerek siyah askeri üniformalar giyiyor ve yüzlerine maske takıyorlar.
These people are manufacturing pure, pristine identities of conviction and of certainty. Fundamentalists see religion and culture as their sole property, a property. But religions and cultures are processes. They're not things. They're impermanent. They're messy. They're impure. Look at any religion and you'll see disputes and arguments going all the way down.
Bu insanlar inancın ve mutlak gerçeğin saf ve özgün halini kendileri üretiyorlar. Bu yobaz insanlar dini ve kültürü kendilerine ait bir mal gibi görüyorlar. Ama dinler ve kültürler bir süreçtir. Eşya değillerdir. Daimi değillerdir. Karmaşıktırlar. Saf değillerdir. Hangi dine bakarsanız bakın sürekli tekrarlanan kavgaları tartışmaları görürsünüz.
Any criticism of religion in any form has to therefore be part of the expansive sense of humanity we should aspire to. I respect your right to have and to express your religion or your culture or your opinion, but I don't necessarily have to respect the content. I might like some of it. I might like how an old church looks, for example, but this isn't the same thing. Similarly, I have a human right to say something that you may find offensive, but you do not have a human right not to be offended. In a genuine democracy, we're constantly offended since people express different views all the time. They also change their views, so their views are impermanent. You cannot fix someone's political views based on their religious or national or cultural background.
Her türdeki din eleştirisi amaç edinmemiz gereken geniş bir insanlık anlayışının bir parçası olmalıdır. Kendi dininize, kültürünüze ya da düşüncenize sahip olma ve bunu ifade etme hakkınıza saygı duyuyorum ama bunların içerdiği her şeye saygı duymak zorunda değilim. Bazı şeyleri sevebilirim. Örneğin eski bir kilisenin görünüşünü beğenebilirim, ama bu aynı şey değildir. Benzer olarak sizlerin alınabileceği bir şeyi söyleme gibi bir insani hakkım var, ama sizin alınmama gibi bir insan hakkınız yok. Tam bir demokraside daima bir şeylere alınıyoruz çünkü insanlar daima farklı görüşlere sahip. İnsanların görüşleri de değişiyor yani görüşleri de daimi değil. İnsanların dini, milli ya da kültürel geçmişlerinin yarattığı siyasi fikirlerini değiştiremezsiniz.
Now, these points about religious purity also apply to nationalism and to racism. I'm always puzzled to have pride in your national or ethnic identity, pride in the accident of birth from a warm and cozy womb, belief in your superiority because of the accident of birth.
Dinin saflığı ile ilgili anlattıklarım aynı zamanda milliyetçilik ve ırkçılık için de geçerli. Belirli bir ulusal ya da kültürel bir kimliğe sahip olmanın gururunu, şans eseri çıktığınız sıcak rahim için duyulan gururu, ya da şans eseri doğumunuzun sizi üstün yaptığı inancını anlayamıyorum.
These people have very firm ideas about what belongs and what doesn't belong inside the cozy national cultures that they imagine. And I'm going to caricature a bit here, but only a little bit. I want you to imagine the supporter of some Little Englander or British nationalist political party, and he's sitting at home and he's screaming about foreigners invading his country while watching Fox News, an American cable channel owned by an Australian on his South Korean television set which was bought by his Spanish credit card which is paid off monthly by his high-street British bank which has its headquarters in Hong Kong. He supports a British football team owned by a Russian. His favorite brand of fish and chips is owned by a Swedish venture capitalist firm. The church he sometimes goes to has its creed decided in meetings in Ghana. His Union Jack underpants were made in India.
Bu insanlar hayal ettikleri harika ulusal kültürün içinde neyin olup neyin olmadığı hakkında kesin fikirlere sahip. Bu noktada bu durumu birazcık karikatürleştirmek istiyorum. Bir aşırı-milliyetçi ya da İngiliz milliyetçiliği siyasi partisinin bir üyesini hayal edin. Evinde oturmuş Fox Haberlerini izlerken yabancıların ülkesini işgal ettiğini bağırıyor. Fox bir Amerikan kanalı, sahibi de Avusturalyalı, izlediği televizyon ise Güney Kore'den, onu aldığı kredi kartı da İspanya'dan, borçlarını da her ay ana caddedeki İngiliz bankasına ödüyor, bu bankanın merkez binası da Hong Kong'da. Sahibinin Ruslar olduğu bir futbol takımını destekliyor. Favori balık-cips markası kapitalist bir İsveç yatırım şirketine ait. Bazen gittiği kilise öğretilerini Gana'daki toplantılardan almış. Union Jack iç çamaşırı Hindistan'da yapılmış.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And --
Ve --
(Applause)
(Alkışlar)
Thank you.
Teşekkürler.
And they're laundered regularly by a very nice Polish lady.
Bu çamaşırları da çok hoş bir Polonyalı bayan yıkıyor.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
There is no pure ethnicity, national culture, and the ethical choices we have today are far wider than being forced to choose between racist right and religious right visions, dismal visions of culture.
Saf bir etnik köken veya ulusal kültür yoktur, bugün sahip olduğumuz etik seçimler ise ırkçı sağ ya da dindar sağ görüşlerinden birini seçmeye zorlanmaktan çok daha fazlasıdır, bunlar karamsar kültür görüşleridir.
Now, culture isn't just about language, food, clothing and music, but gender relations, ancient monuments, a heritage of sacred texts. But culture can also be what has been decided to be culture by those who have a political stake in pounding culture into the shape of a prison. Big political identity claims are elite bids for power. They're not answers to social or economic or political injustices. They often obscure them. And what about the large number of people across the globe who can't point to a monument from their past, who don't possess a sacred written text, who can't hark back to the past glories of a civilization or empire? Are these people less a part of humanity?
Artık kültürde sadece dil, yemek, kıyafet ya da müzik yok, aynı zamanda cinsiyet ilişkileri, antik eserler, kutsal metin mirasları var. Ama kültürün tanımı aynı zamanda politik kararlar verenler tarafından belirlenebiliyor ve bu insanlar da kültürü bir hapishane biçimine sokmaya çalışıyorlar. Büyük siyasi kimliklerin iddiaları elitlerin güç söylemleridir. Sosyal, ekonomik ya da siyasi haksızlıklara bir cevap değil. Bunları genelde örtbas ederler. Peki ya tüm dünyadaki şu insanlar için ne diyeceksiniz; geçmişlerinden gelen bir heykeli gösteremeyen, kutsal bir metni olmayan, eski medeniyeti, ya da imparatorluğunun şanlı geçmişi hakkında konuşamayanlar? Bu insanlar insanlığın küçük bir kısmı mı?
What about you, now, listening to this? What about you and your identity, because you stitch your experiences and your thoughts into a continuous person moving forward in time. And this is what you are when you say, "I," "am," or "me." But this also includes all of your hopes and dreams, all of the you's that could have been, and it includes all the other people and the things that are in the biography of who you are. They, the others, are also a part of you, moving forward with you. Your authentic self, if such a thing exists, is a complex, messy and uncertain self, and that is a very good thing. Why not value those impurities and uncertainties? Maybe clinging to pure identities is a sign of immaturity, and ethnic, nationalist and religious traditions are bad for you. Why not be skeptical about every primordial origin claim made on your behalf? Why not reject the identity myths that call on you to belong, that politicians and community leaders, so-called community leaders, place on you? If we don't need origin stories and fixed identities, we can challenge ourselves to think creatively about each other and our future.
Peki ya siz, şu anda beni dinleyenler? Ya siz ve kimliğinize ne demeli? Çünkü deneyimleriniz ve düşüncelerinizi zamanda kesintisiz ilerleyen bir kişide birleştiriyorsunuz. İşte bu yüzden, "ben" dediğinizde olduğunuz şey bu. Ama aynı zamanda umutlarınız ve hayalleriniz de buna dahil, olabileceğiniz tüm sizler ve tüm diğer insanlar da dahil ve kim olduğunuzu anlatan biyografinizde yazanlar da. Onlar, diğerleri, onlar da sizin bir parçanız, sizinle ilerliyorlar. Özgün benliğiniz, eğer böyle bir şey varsa, karmaşık, dağınık ve belirsiz bir benlik ve bu da çok güzel bir şey. Neden bu safsızlığa ve belirsizliğe değer vermiyoruz? Belki de saf kimliklere bağlı kalmak bir gelişmemişlik göstergesidir ve etnik, ulusal ve dini gelenekler de size iyi gelmiyordur. Neden hakkınızda olan her ilkel köken iddiasına şüpheci yaklaşmıyorsunuz? Siyasetçilerin ve topluluk liderlerinin ait olmanızı söyledikleri köken mitlerini neden reddetmiyorsunuz? Bunlar sizi etkileyen, sözde topluluk liderleri. Köken hikayeleri ya da sabit kimliklere gerek duymazsak birbirimiz ve geleceğimiz hakkında daha yaratıcı düşünmek için kendimizi zorlayabiliriz.
And here culture always takes care of itself. I'm not worried about culture. Cultures are creative, dynamic processes, not imposed laws and boundaries.
İşte bu noktada kültür kendi başının çaresine bakar. Kültürü umursamıyorum ben. Kültürler yaratıcı, dinamik süreçlerdir, kural ya da sınır dayatmazlar.
This is Abu al-Walid Muhammad ibn Ahmad ibn Rushd, a very senior Muslim judge and thinker in Cordoba in the 12th century, and his writings were considered deeply blasphemous, heretical and evil. Long after he died, followers of his work were ruthlessly hunted down, banished and killed over several centuries by the most powerful religious institution of the medieval period. That institution was the Roman Catholic Church. Why? Because ibn Rushd said that something true in religion may conflict with something that your reason finds to be true on earth, but the latter is still true. There are two distinct worlds of truth, one based on our reason and evidence, and one that is divine, and the state, political power, social law are in the realm of reason. Religious life is a different realm. They should be kept separated. Social and political life should be governed by our reason, not by religion. And you can see why the church was upset by his writings, as indeed were some Muslims during his lifetime, because he gives us a strong statement of secularism of a kind which is normal in Europe today.
Buradaki Abu al-Walid Muhammad ibn Ahmad ibn Rushd, Cordoba'da 12. yüzyılda yaşamış Müslüman kıdemli bir hakim ve düşünür ve yazıları da son derece kafirce, tanrı tanımazca ve kötü görülmüş. Öldükten uzun zaman sonra, müritleri de yüzyıllar boyunca zalimce avlanmış, sürgün edilmiş ve öldürülmüş, bunları da orta çağın en güçlü dini kurumu gerçekleştirmiş. Bu kurum Roma Katolik Kilisesiymiş. Neden? Çünkü İbn Rüşd şöyle diyordu; dinde doğru olan bir şey dünya üzerinde mantığınızın doğru bulduğu bir şeyle çelişebilir, ama asıl doğru olan dünyadakilerdir. İki hakikat dünyası vardır, biri mantığımıza ve kanıtlara dayalıdır, diğeri de ilahidir ve devlet, siyasi güç, sosyal hukuk mantık dünyasındadırlar. Dini hayat ise başka bir aleme aittir. İkisi ayrı tutulmalıdır. Sosyal ve siyasi hayat mantığımızla yönetilmelidir, din ile değil. Ve kilisenin neden bu söylenenlere kızdığını görüyorsunuz tıpkı hayatı boyunca Müslümanların da kızdığı gibi, çünkü bize laiklikle ilgili güçlü ifadeler kullanmıştı bugünün Avrupa'sında normal gördüğümüz bir laiklik.
Now, history plays many tricks on us. It undermines our fixed truths and what we believe to be our culture and their culture. Ibn Rushd, someone who happens to be a Muslim, is considered one of the key influences in the introduction and spread of secularism in Europe.
Şimdi tarih bizi aldatıyor. Değişmez gerçeklerimizi ve bizim ve onların kültürü olarak bildiklerimizi küçümser. İbn Rüşd, bir Müslüman, Avrupa'da laikliğin tanınması ve yayılmasını sağlayan ana figürlerden biriydi.
So against religious, nationalist and racial purists of all kinds, can you make his story a part of your own, not because he happened to be a Muslim, not because he happened to be an Arab, but because he was a human being with some very good ideas that shook his world and ours.
Yani tüm dini, milliyetçi ve ırksal saflığı savunanlara karşı, onun hikayesini kendi yaşamınıza katabilir misiniz? Bir Müslüman olduğu için değil, Arap olduğu için de değil, sadece bir insan olduğu için, kendinin ve bizim dünyamızı etkileyen güzel fikirleri olan bir insan.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)