I arrived in the US from Kingston, Jamaica in the summer of '68. My family of six crammed into a small, two-bedroom apartment in a three-story walk-up in Brooklyn. The block had several children -- some spoke Spanish, some spoke English. Initially, I wasn't allowed to play with them because, as my parents said, "Them too rambunctious" --
ABD'ye Kingston, Jamaika'dan 1968 yazında geldim. Altı kişilik ailem, Brooklyn'deki üç katlı asansörsüz bir binada küçük, iki yatak odalı bir bir apartmana tıkışmıştı. Apartmanda birçok çocuk vardı, bazıları İspanyolca, bazıları İngilizce konuşuyordu. Başta, onlarla oynamama izin yoktu çünkü ebeveynlerimin de dediği gibi, ''Onlar çok gürültücü''.
(Laughter)
(Gülüşler)
so I could only watch them from my window. Rollerskating was one of their favorite activities. They loved hitching a ride at the back of the city bus, letting go of the rear bumper as the bus arrived at the bottom of the block in front of my building. One day there was a new girl with them. I heard the usual squeals of laughter interspersed with, "Mira, mira! Mira, mira!" Spanish for, "Look, look!" The group grabbed onto the back of the bus at the top of the block, and as they rolled down laughing and screaming, "Mira, mira, mira, mira," the bus abruptly stopped. The experienced riders adjusted and quickly let go, but the new girl lurched back and fell onto the pavement. She didn't move.
Dolayısıyla onları sadece penceremden izleyebiliyordum. Patenle kaymak en sevdikleri aktivitelerden birisiydi. Şehrin gerisindeki bir otobüse iple bağlanıp sitenin alt tarafına, benim apartmanımın önüne gelince arka tamponu bırakmayı severlerdi. Bir gün yanlarında yeni bir kız vardı. Her zamanki kahkahalı bağrışmaları duydum, araya ''Mira, mira! Mira, mira!'' yani İspanyolca ''Bak, bak!'' sözleri karışmıştı. Grup, sitenin üst tarafında bir otobüsü yakalayıp gülerek ve ''Mira, mira, mira, mira!'' diye çığlık atarak aşağı kaydı. Otobüs aniden durdu. Tecrübeli biniciler uyum sağladı ve hızlıca otobüsü bıraktılar ama yeni kız geriye sendeledi ve kaldırıma düştü. Hareket etmiyordu.
The adults outside ran to help her. The bus driver came out to see what had happened and call for an ambulance. There was blood coming from her head. She didn't open her eyes. We waited for the ambulance, and waited, and everyone said, "Where is the ambulance? Where is the ambulance?" The police finally arrived. An older black American man said, "Ain't no ambulance coming." He said it again loudly to the cop. "You know ain't no ambulance coming. They never send no ambulance here." The cop looked at my neighbors who were getting frustrated, lifted the girl into the patrol car and left.
Yetişkinler ona yardım etmek için koştular. Otobüs sürücüsü ne olduğunu görmek ve ambulans çağırmak için dışarı çıktı. Kızın kafasından kan geliyordu. Gözlerini açmadı. Ambulansı bekledik ve bekledik. Herkes, ''Ambulans nerede? Ambulans nerede?'' diyordu. Nihayet polis geldi. Yaşlı siyahi Amerikali bir adam ''Hiç ambulans gelmiyor.'' dedi. Tekrardan bunu yüksek sesle polise söyledi. ''Hiç ambulans gelmiyor biliyorsun değil mi? Buraya hiçbir zaman ambulans göndermezler.'' Polis sinirlenen komşularıma baktı, kızı polis arabasına koydu ve gitti.
I was 10 years old at the time. I knew this wasn't right. I knew there was something more we could do. The something I could do was become a doctor. I became an internist and committed my career to caring for those we often call the underserved, the vulnerable, like those neighbors I had when I first immigrated to America.
O zaman 10 yaşındaydım. Bunun doğru olmadığını biliyordum. Yapabileceğimiz daha çok şey olduğunu biliyordum. Benim yapabildiğim bir doktor olmaktı. Bir dahiliyeci oldum ve Amerika'ya ilk göç ettiğimde sahip olduğum komşularım gibi genelde ''az hizmet alan'' olarak nitelendirdiğimiz savunmasız kişilerle ilgilenmeye adadım.
During my early training years in Harlem in the '80s, I saw a shocking increase in young men with HIV. Then when I moved [to] Miami, I noticed HIV included women and children, primarily, poor black and brown people. Within a few years, an infection seen in a select population became a worldwide epidemic. Again I got the urge to do something. Fortunately, with the help of activists and advocates and educators and physicians like me who treat the disease, we found a way forward. There was a massive education effort to reduce HIV transmission and provide legal protection for those with the disease. There was a political will to make sure that as many patients as possible worldwide, regardless of ability to pay, could get access to medication. Within a couple of decades there were new treatments that transformed this life-threatening infection to a chronic disease, like diabetes. Now there's a vaccine on the horizon.
80'lerde Harlem'deki ilk yıllarımda HIV'e yakalanmış genç erkeklerde şok edici bir artış gördüm. Daha sonra Miami'ye taşındım, HIV'in kadınlar ve çocukları da kapsadığını fark ettim. En çok da yoksul, siyahi ve esmer insanları. Belirli bir kesimde görülen bir enfeksiyon, birkaç yıl içerisinde dünya çapında bir salgına dönüştü. Yine, bir şeyler yapma dürtüsü hissettim. Neyse ki aktivistler, yandaşlar, eğitimciler ve benim gibi hastalığı tedavi eden hekimlerin yardımıyla bir yol bulduk. HIV yayılmasını azaltmak ve hastalığa yakalanmış olanlara yasal koruma sağlamak için muazzam bir eğitim çabası vardı. Ödeme gücüne bakılmaksızın dünyadaki mümkün olduğunca çok hastanın ilaç tedavisine eriştiğinden emin olmak için siyasi bir istek vardı. Yirmi yıl içerisinde bu ölümcül enfeksiyonu diyabet gibi kronik bir hastalığa dönüştüren tedaviler ortaya çıktı. Şimdi ufukta bir aşı var.
Over the last five to seven years, I've noticed a different epidemic among the patients in Florida, and it looks something like this. Ms. Anna Mae, a retired clerical worker living on a fixed income in Opa-locka, walked in for medication refills. She had common chronic conditions of high blood pressure, diabetes, heart disease and asthma with overlapping chronic obstructive pulmonary disease -- COPD. Ms. Anna Mae was one of my more adherent patients, so I was surprised she needed refills of her breathing medicines earlier than usual. Towards the end of the visit, she handed me a Florida Power and Light form and asked me to sign it. She was behind on her light bill. This form allowed physicians to document serious medical conditions requiring equipment that would be impacted if the patient's electricity was disconnected. "But Ms. Anna Mae," I said, "you don't use any medical devices for breathing. I don't think you qualify." Further questioning revealed she had been using her air conditioner day and night because of the heat so she could breathe. Needing to buy more asthma inhalers left her little money; she couldn't pay all the bills so it piled up. I filled out the form, but knowing she might be denied, I also sent her to the social worker.
Son 5-7 yıl içerisinde, Florida'daki hastalar arasında yeni bir salgın hastalık fark ettim ve bunun gibi bir şeye benziyor. Opa-locka'da yaşayan ve emekli bir sekreterlik çalışanı olan Bayan Anna Mae ilaçlarını yeniletmek için gelmişti. Kendisinde tansiyon, diyabet, kalp hastalığı gibi yaygın kronik hastalıklar ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı ile birlikte astım vardı. Bayan Anna Mae benim uyumlu hastalarımdan biriydi, bu yüzden solunum ilaçlarını yeniletmeye normalden daha erken geldiğinde şaşırmıştım. Muayanenin sonuna doğru bana bir Florida Elektrik formu uzattı ve imzalamamı istedi. Elektrik faturasında borç vardı. Bu form, hekimlerin hastanın elektriği kesilirse etkilenebilecek araçları gerektiren ciddi sağlık durumlarını belgelemelerini sağlıyordu. ''Ama Bayan Anna Mae,'' dedim, ''solunum için herhangi bir tıbbi cihaz kullanmıyorsunuz. Bu şekilde sınıflandırılabileceğinizi düşünmüyorum.'' Biraz sorgulama ortaya çıkardı ki sıcaktan ötürü nefes alabilmek için sabah akşam klima kullanıyordu. Çok astım ilacı aldığı için az parası kalmıştı, bu yüzden faturasını ödeyememiş ve borçları birikmişti. Formu doldurdum ama reddedilebileceğini bilerek onu aynı zamanda sosyal hizmet görevlisine gönderdim.
Then there was Jorge, such a sweet, kind man who often gifted our clinic with some of the fruits he sold on the streets of Miami. He had signs of worsening kidney function whenever he worked days on end on those hot streets due to dehydration -- just not enough blood getting to the kidneys. His kidneys worked much better whenever he took some days off. But with no other support, what could he do? As he says, "Rain or shine, cold or heat, I have to work."
Ondan sonra, Jorge vardı: Miami sokaklarında sattığı meyvelerin bazılarını zaman zaman kliniğimize hediye eden çok tatlı ve kibar bir adam. Ne zaman gün boyu o sıcak sokaklarda çalışsa sıvı kaybı ve böbreklerine yeterli kan ulaşamaması nedeniyle böbreklerinin işlevinde kötüleşme belirtileri görülürdü. Ne zaman birkaç gün izin alsa böbrekleri çok daha iyi çalışırdı. Ama başka hiçbir geçim kaynağı olmadan, ne yapabilirdi ki? Kendisinin de dediği gibi, ''Hava iyi de olsa kötü de olsa, çalışmak zorundayım.''
But the most damning case of all may be Ms. Sandra Faye Twiggs of Fort Lauderdale with COPD. She was arrested after fighting with her daughter over a fan. On her release from jail, she returned to her apartment, coughed nonstop and died three days later.
Ama vakaların en tahrip edicisi Fort Laurderdale'dan KOAH'lı Bayan Sandra Faye Twiggs olabilir. Kızıyla vantilatör üzerine ettiği bir kavga ardından tutuklanmıştı. Hapisten tahliyesinden sonra apartmanına döndü, sürekli öksürdü ve üç gün sonra öldü.
Here's what else I noticed: the data show allergy seasons are starting weeks earlier, nighttime temperatures are rising, trees are growing faster and mosquitos carrying dangerous diseases like Zika and dengue are showing up in areas they didn't exist before.
Fark ettiğim bir başka şey de şuydu: Veriler alerji sezonlarının haftalarca erkenden başladığını, gece vakti sıcaklığının arttığını, ağaçların daha hızlı büyüdüğünü ve Zika ve deng humması gibi tehlikeli hastalıkları taşıyan sivrisineklerin daha önce var olmadıkları bölgelerde ortaya çıktığını gösteriyor.
I also see signs of impending climate gentrification. That's when richer people move into poorer neighborhoods that are at higher elevation and less subject to flood damage from climate change. Like in my patient Madame Marie who came in stressed and anxious, because she was evicted from her apartment in Miami's Little Haiti to make room for a luxury apartment complex whose developers understood that Little Haiti would not flood because it's ten feet above sea level.
Ayrıca iklimsel nezihleştirmenin yaklaştığı işaretlerini görüyorum. Bu, zengin insanlar daha yüksek rakımdaki ve iklim değişikliğinden doğan sel tahribatından daha az etkilenen fakir bölgelere taşındığında oluyor. Miami’nin Little Haiti semtindeki evinden çıkartıldığı için stresli ve gergin bir şekilde gelen hastam Bayan Marie gibi. Oraya lüks bir apartman yapılacaktı çünkü apartmanın geliştiricileri Little Haiti deniz seviyesinden üç metre yüksekte olduğu için selden etkilenmeyeceğini fark etmişlerdi.
An undeniable, clear and consistent warming trend is on the way. A health emergency even bigger than HIV/AIDS seems to be in the works, and it was my low-income patients that were dropping clues of what this would look like. This new epidemic is climate change, and it has a variety of health effects. Climate change impacts us in four major ways. Directly, through heat, extreme weather and pollution; through the spread of the disease; through disruption of our food and water supply; and through disruption of our emotional well-being. In medicine we use mnemonics to aid our memory, and this mnemonic, "heatwave," shows the eight significant health effects of climate change.
İnkar edilemez, bariz ve istikrarlı bir ısınma eğilimi yolda. HIV/AIDS'ten bile büyük olan bir sağlık tehlikesi gelişmekte ve bu tehlikenin nasıl görüneceğine dair ipuçları verenler benim dar gelirli hastalarımdı. Bu yeni salgın iklim değişikliği ve sağlığa çeşitli etkileri var. İklim değişikliği bizi dört başlıca şekilde etkiliyor. Doğrudan ısı, ağır hava şartları ve kirlilikle; hastalıkların yayılmasıyla; yemek ve su miktarının bozulmasıyla ve duygusal sağlığımızın bozulmasıyla. Tıpta, hafızamıza yardımcı olmak için ipucular kullanıyoruz ve ısı dalgası anlamına gelen ''heatwave'' ipucusu bize iklim değişikliğinin sağlığa sekiz önemli etkisini gösteriyor.
H: Heat illnesses.
H: Sıcaklık hastalıkları.
E: Exacerbation of heart and lung disease.
E: Kalp ve akciğer hastalıklarının şiddetlenmesi.
A: Asthma worsening.
A: Astımın kötüleşmesi.
T: Traumatic injuries, especially during extreme weather events.
T: Travmatik yaralar, özellikle ağır hava şartlarında olanlar.
W: Water and foodborne illnesses.
W: Su ve yemekten kaynaklı hastalıklar.
A: Allergies worsening.
A: Alerjilerin kötüye gitmesi.
V: Vector-borne diseases spreading, like Zika, dengue and Lyme.
V: Vektör aracılı Zika, dang humması ve Laym gibi hastalıkların yayılması.
And E: Emotional stresses increasing.
E: Duygusal stresin artması.
Poor, vulnerable people are already feeling the effects of climate change. They are the proverbial canary in a coal mine. Truly, their experiences are like oracles or prophecies. The guiding light for us to pay attention that we are doing something to our world first that's hurting them first. But in a matter of time, we are next.
Fakir, savunmasız insanlar şimdiden iklim değişikliğinin etkilerini hissediyorlar. Onlar deyimdeki gibi ''felaket habercileri''. Gerçekten, deneyimleri vahiyler veya kehanetler gibi. Dünyamıza, ilk olarak onlara zarar veren, yanlış bir şey yaptığımıza dikkat çeken bir yol gösterici. Ama bizim sıradaki olmamız an meselesi.
If we act together -- doctors, patients and other health professionals -- we will find solutions. We have done this with the HIV crisis. There [it] was thanks to the activism of patients with HIV that demanded medications and better research, and the collaboration of doctors and scientists that we were able to control the epidemic. And then it was thanks to international health agencies, NGOs, politicians and pharmaceutical companies that HIV medication became available in low-income countries. There is no reason we can't also apply this model of collaboration to address the health effects of climate change before it's too late.
Eğer birlikte hareket edersek, doktorlar, hastalar ve diğer sağlık çalışanları olarak çözümler bulacağız. Bunu HIV krizinde yaptık. Orada, ilaç tedavisi ve daha iyi araştırma talep eden aktivist HIV hastaları ile doktorlar ve bilim insanlarının işbirliği sayesinde salgını kontrol altına alabildik. Uluslararası sağlık kuruluşları, STK'lar, siyasetçiler ve HIV ilaçlarını düşük gelirli ülkelerde ulaşılabilir hale getiren ilaç şirketleri sayesindeydi. Bu işbirliği modelini, çok geç olmadan iklim değişikliğinin sağlık üzerindeki etkilerine de uygulayamamamız için bir sebep yok.
Climate change is here. It's already damaging the health and homes of poor people. Like my patient Jorge, most of us will have to work, whether rain or shine, cold or heat. But together these patients and their doctors, hand-in-hand, with some basic tools, can do so much to make this climate transition less brutal for all of us.
İklim değişikliği burada. Çoktan yoksul insanların sağlığına ve evlerine zarar veriyor. Hastam Jorge'nin yaptığı gibi, soğuk sıcak demeden her halükarda, çoğumuz çalışmak zorunda kalacağız. Ama hastalar ve doktorlar el ele vererek bazı basit aletlerle hepimiz için iklim geçişini daha az şiddetli hale getirecek birçok şey yapabilirler.
These patients inspired me to found a clinicians' organization to fight climate change. We focus on understanding the health effects of climate change, learning to advocate for patients with climate-related illnesses and encouraging real-world solutions.
Bu hastalar bana iklim değişikliğiyle savaşmak için bir klinisyen kuruluşu kurma ilhamı verdi. İklim değişikliğinin sağlığa olan etkilerini anlamaya, iklimle alakalı hastalığı olanları korumayı öğrenmeye ve gerçek dünya çözümlerini desteklemeye odaklanıyoruz
A recent Gallup study showed three of the most respected professions are nurses, doctors and pharmacists. So as respected members of society, we have amplified voices to influence climate change policy and politics. There is so much we can do. As clinicians, our many patient contacts allows us to see things before others. And this puts us in an ideal position to be on the frontlines of change.
Yakın zamandaki bir Gallup araştırması, en çok saygı duyulan üç mesleğin hemşireler, doktorlar ve eczacılar olduğunu gösterdi. Bu yüzden toplumun saygı duyulan üyeleri olarak, iklim değişikliği politikasını ve siyaseti etkilemek için sesimizi yükseltiyoruz. Yapabileceğimiz çok fazla şey var. Klinisyenler olarak, hastalarımızla olan iletişimimiz olanları diğerlerinden önce görmemizi sağlıyor. Bu bizi değişimin önde gelenleri olmak için uygun bir pozisyona koyuyor.
We can teach climate-related illnesses in our health-professional schools. We can collect data on our patients' climate-related conditions by making sure there are billing codes to identify them. We can do climate-related health research. We can teach how to have green practices in homes. We can advocate for our patient energy needs. We can help them get safer homes. We can help them get necessary equipment in those homes when conditions worsen. We can testify in front of lawmakers as to the findings, and we can medically treat our patients' climate-related illnesses. Most importantly, we can help prepare our patients mentally and physically for the health challenges they will face, using a model of medicine that incorporates economic and social justice.
Sağlık meslek okullarımızda iklimle ilgili hastalıkları öğretebiliriz. Onları tanımlayacak faturalama kodlarının olduğundan emin olarak hastalarımızın iklimle alakalı durumlarından bilgi toplayabiliriz. İklimle alakalı sağlık araştırmaları yapabiliriz. Evlerde nasıl yeşil uygulamalar olabileceğini öğretebiliriz. Hastamızın enerji ihtiyacını savunabiliriz. Daha güvenli evlere sahip olmaları için yardım edebiliriz. O evlerde durumlar kötüleşirse gerekli ekipmanı almalarında yardımcı olabiliriz. Bulgular konusunda meclis üyelerinin önünde tanıklık edebiliriz ve hastalarımızın iklimle ilgili rahatsızlıklarını tedavi edebiliriz. En önemlisi, ekonomik ve sosyal adaleti içeren bir sağlık modeli kullanarak hastalarımızı karşılacakları zihinsel ve fiziksel zorluklara hazırlayabiliriz.
This would mean Ms. Sandra Faye Twiggs with COPD, who died after being released from jail after a fight with her daughter over a fan, would have known that the heat in her apartment made her sick and angry and seek a safer place to go for cooling. Even better, her apartment would never have been so hot.
Bu, hapisten çıktıktan sonra kızı ile bir vantilatör üzerine kavga edip ölen KOAH Bayan Sandra Faye Twiggs, apartmanındaki sıcaklığın onu hasta ve sinirli yaptığını bilir ve serinlemek için daha iyi bir yere giderdi anlamına geliyor. Hatta daha iyisi, apartmanı asla çok sıcak olmazdı.
From the poor, I've learned our lives are not only vulnerable but are stories of resilience, innovation and survival. Like that wise old man who loudly spoke truth to the cop that summer night: "Ain't no ambulance coming," and compelled him to deliver that little girl to the hospital instead.
Yoksullardan, hayatlarımızın sadece hassas olmadığını ama aynı zamanda direnç, yenilik ve hayatta kalma hikayeleri olduğunu öğrendim. Tıpkı o yaz gecesi yüksek sesle polise gerçeği söyleyen yaşlı bilge adam gibi: ''Hiç ambulans gelmiyor,'' ve onun yerine polisi küçük kızı hastaneye götürmesi için zorlamıştı.
You know what? Listen up. If there's going to be a medical response to climate change, it is not going to be just waiting for an ambulance. It is going to happen because we the clinicians take the first step. We make so much noise that the issue cannot be ignored or misunderstood. It is going to start with the stories our patients tell and the stories we tell on their behalf. We're going to do what is right for our patients like we've always done, but also what is right for our environment, for ourselves and for all the people on this planet -- all of them.
Bakın ne diyeceğim. Hepiniz dinleyin. Eğer iklim değişikliğine karşı tıp bir cevap verecekse bu sadece bir ambulansı bekleyerek olmayacak. Biz klinisyenler ilk adımı attığımız için olacak. O kadar ses çıkaracağız ki, mesele ihmal edilemeyecek veya yanlış anlaşılamayacak. Hastalarımızın anlattığı hikayelerle ve bizim onların adına anlattığımız hikayelerle başlayacak. Her zamanki gibi hastalarımız için doğrusu neyse onu yapacağız; ama aynı zamanda çevremiz için, kendimiz için, bu gezegendeki tüm insanlar için, hepsi için doğrusu neyse onu yapacağız.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause and cheers)
(Alkış ve tezahüratlar)