When I was a kid, my parents would tell me, "You can make a mess, but you have to clean up after yourself." So freedom came with responsibility. But my imagination would take me to all these wonderful places, where everything was possible. So I grew up in a bubble of innocence -- or a bubble of ignorance, I should say, because adults would lie to us to protect us from the ugly truth. And growing up, I found out that adults make a mess, and they're not very good at cleaning up after themselves.
Ben bir çocukken, anne babam bana derdi ki, "Ortalığı berbat edebilirsin, ama sonrasında kendin toparlamalısın." Yani özgürlük sorumlulukla birlikte geldi. Ancak hayal gücüm beni her şeyin mümkün olduğu harika yerlere götürürdü. Böylece masumiyet balonunda yetiştim ya da bir cahiliyet balonunda mı demeliyim? Çünkü yetişkinler bizi çirkin gerçeklerden korumak için yalan söyler. Büyürken, yetişkinlerin ortalığı berbat ettiğini ve karışıklığı toparlama konusunda çok iyi olmadıklarını anladım.
Fast forward, I am an adult now, and I teach citizen science and invention at the Hong Kong Harbour School. And it doesn't take too long before my students walk on a beach and stumble upon piles of trash. So as good citizens, we clean up the beaches -- and no, he is not drinking alcohol, and if he is, I did not give it to him.
Aradan çok zaman geçti, şimdi yetişkin biriyim ve Hong Kong Harbour Okulu'nda Vatandaşlık Bilimi ve Yaratıcılık dersi veriyorum. Öğrencilerimin bir sahilde yürür yürümez, bir çöp yığınlarına rastlamaları uzun sürmüyor. İyi vatandaşlar olarak sahilleri temizliyoruz ve hayır, o alkol almıyor, alıyorsa da ben vermedim.
(Laughter)
(Kahkahalar)
And so it's sad to say, but today more than 80 percent of the oceans have plastic in them. It's a horrifying fact. And in past decades, we've been taking those big ships out and those big nets, and we collect those plastic bits that we look at under a microscope, and we sort them, and then we put this data onto a map. But that takes forever, it's very expensive, and so it's quite risky to take those big boats out.
Ayrıca şunu üzülerek söylemeliyim ki okyanusların yüzde 80'inde plastik bulunuyor. Bu korkunç bir gerçek. Geçmiş yıllarda, büyük gemileri ve ağları çıkarıp mikroskopla incelediğimiz bu plastik parçaları toplar; onları sınıflandırır, sonra bu bilgileri bir haritaya koyardık. Ama çok pahalı olan bu işlem sonsuza kadar sürer ve bu büyük gemileri çıkarmak epey riskli bir iş.
So with my students, ages six to 15, we've been dreaming of inventing a better way. So we've transformed our tiny Hong Kong classroom into a workshop. And so we started building this small workbench, with different heights, so even really short kids can participate. And let me tell you, kids with power tools are awesome and safe.
Dolayısıyla yaşları 6-15 arasında değişen öğrencilerim ve ben daha iyi bir yol bulmanın hayalini kuruyoruz. Böylece Hong Kong'taki küçük sınıfımızı bir atölyeye dönüştürdük. Çok kısa olan çocuklar bile katılabilsin diye bu tezgâhı farklı boyutlarda yaptık. Şunu söyleyeyim, bu elektrikli aletleri kullanan çocuklar müthiş ve güvende.
(Laughter)
(Kahkahalar)
Not really. And so, back to plastic. We collect this plastic and we grind it to the size we find it in the ocean, which is very small because it breaks down. And so this is how we work. I let the imaginations of my students run wild. And my job is to try to collect the best of each kid's idea and try to combine it into something that hopefully would work. And so we have agreed that instead of collecting plastic bits, we are going to collect only the data. So we're going to get an image of the plastic with a robot -- so robots, kids get very excited. And the next thing we do -- we do what we call "rapid prototyping." We are so rapid at prototyping that the lunch is still in the lunchbox when we're hacking it.
Pek sayılmaz. Plastiğe dönecek olursak, plastiği topluyoruz ve onları parçalandıklarından dolayı okyanuslarda bulduğumuz gibi, çok küçük parçalara öğütüyoruz. İşte çalışma şeklimiz bu. Öğrencilerimin hayal güçlerini serbest bıraktım, benim işim her çocuğun en iyi fikrini toplamak ve çalışacağını umduğum şeylerle birleştirmek. Mesela plastik parçaları toplamak yerine, sadece bilgileri toplamak için anlaştık. Böylece robotlarla plastiğin resmini alacağız, robotlar olunca çocuklar çok heyecanlanıyor. Sonra yaptığımız şey, hızlı prototipleme olarak adlandırdığımız aşama. Hızlı prototiplemede o kadar hızlıyız ki kesip yontarken öğle yemeğimiz hâlâ beslenme çantamız içinde.
(Laughter)
(Kahkahalar)
And we hack table lamps and webcams, into plumbing fixtures and we assemble that into a floating robot that will be slowly moving through water and through the plastic that we have there -- and this is the image that we get in the robot. So we see the plastic pieces floating slowly through the sensor, and the computer on board will process this image, and measure the size of each particle, so we have a rough estimate of how much plastic there is in the water.
Masa lambalarını ve bilgisayar kameralarını su tesisat malzemelerine monte ediyoruz, bunları su üzerinde ve orada bulunan plastikte yavaşça yüzerek giden bir robotla birleştiriyoruz ve robotta bu görüntüyü alıyoruz. Sensörün altında yavaşça yüzen plastik parçaları görüyoruz ve üzerindeki bilgisayar bu görüntüleri bazı işlemlerden geçirip her parçanın büyüklüğünü hesaplayacak. Sonuç olarak suyun içinde ne kadar plastik olduğunu kabaca hesaplıyoruz.
So we documented this invention step by step on a website for inventors called Instructables, in the hope that somebody would make it even better.
Buluşumuzu bu tarz buluşları yapanların bulunduğu "Instructables" adlı internet sitesinde, daha da iyisini birileri yapar umuduyla yayınladık.
What was really cool about this project was that the students saw a local problem, and boom -- they are trying to immediately address it.
Bu proje hakkında güzel olan şey şu ki, öğrenciler lokal bir problem tespit etti ve buum -- hemen çözmeye çalıştılar.
[I can investigate my local problem]
[Kendi lokal problemimi araştırabilirim]
But my students in Hong Kong are hyperconnected kids. And they watch the news, they watch the Internet, and they came across this image. This was a child, probably under 10, cleaning up an oil spill bare-handed, in the Sundarbans, which is the world's largest mangrove forest in Bangladesh. So they were very shocked, because this is the water they drink, this is the water they bathe in, this is the water they fish in -- this is the place where they live. And also you can see the water is brown, the mud is brown and oil is brown, so when everything is mixed up, it's really hard to see what's in the water. But, there's a technology that's rather simple, that's called spectrometry, that allows you see what's in the water. So we built a rough prototype of a spectrometer, and you can shine light through different substances that produce different spectrums, so that can help you identify what's in the water. So we packed this prototype of a sensor, and we shipped it to Bangladesh. So what was cool about this project was that beyond addressing a local problem, or looking at a local problem, my students used their empathy and their sense of being creative to help, remotely, other kids.
Ama Hong Kong'taki öğrencilerim aşırı bağlantılı çocuklar ve haberleri izliyorlar, interneti kullanıyorlar ve bu fotoğrafla karşılaşmışlar. Bu çocuk, -muhtemelen on yaşından küçük- Bangladeş'te, dünyanın en büyük mangrov ormanının bulunduğu Sundarbans'ta petrol sızıntısını çıplak elle temizliyor. Tabii ki şok oldular, çünkü bu su, içtikleri, banyo yaptıkları, balık tuttukları ve içinde yaşadıkları su. Gördüğünüz gibi su kahverengi, çamur ve petrol kahverengi ve hepsi birleştiğinde suyun içinde ne olduğunu görmek gerçekten çok zor. Ama spektrometre adı verilen, suyun içinde ne olduğunu görmenize yarayan oldukça basit bir teknoloji var. Böylece spektrometrenin bir prototipini yaptık ve farklı spektrumlar üreten farklı maddelere ışık tutarak suyun içinde ne olduğunu bulabilirsiniz. Hemen sensörün bir prototipini paketledik ve Bangladeş'e kargoyla gönderdik. Sonuç olarak, bu projeyle ilgili olarak en güzel şey, lokal bir problemi çözmenin veya ona bakmanın ötesinde, öğrencilerim empatilerini ve yaratıcılıklarını diğer çocuklara uzaktan yardım etmek için kullandılar.
[I can investigate a remote problem]
[Bir problemi uzaktan araştırabilirim]
So I was very compelled by doing the second experiments, and I wanted to take it even further -- maybe addressing an even harder problem, and it's also closer to my heart.
İkinci deneyleri yaparken çok zorlandım ve daha fazlasını yapmak istedim, -belki daha zor bir problemi çözmek gibi- ve bu benim için çok önemliydi.
So I'm half Japanese and half French, and maybe you remember in 2011 there was a massive earthquake in Japan. It was so violent that it triggered several giant waves -- they are called tsunami -- and those tsunami destroyed many cities on the eastern coast of Japan. More than 14,000 people died in an instant. Also, it damaged the nuclear power plant of Fukushima, the nuclear power plant just by the water. And today, I read the reports and an average of 300 tons are leaking from the nuclear power plant into the Pacific Ocean. And today the whole Pacific Ocean has traces of contamination of cesium-137. If you go outside on the West Coast, you can measure Fukushima everywhere. But if you look at the map, it can look like most of the radioactivity has been washed away from the Japanese coast, and most of it is now -- it looks like it's safe, it's blue. Well, reality is a bit more complicated than this.
Ben yarı Japon, yarı Fransızım ve belki hatırlarsınız, 2011'de Japonya'da çok büyük bir deprem oldu. Felaket o kadar şiddetliydi ki tsunami adında dev dalgaları tetikledi ve bu tsunami Japonya'nın doğu sahilindeki şehirleri darmadağın etti. Olay anında 14.000'den fazla insan hayatını kaybetti. Ayrıca Fukushima'da suya yakın bir yerdeki nükleer enerji santraline zarar verdi ve bugün, okuduğum raporlara göre nükleer enerji santralinden Pasifik Okyanusu'na ortalama 300 tonluk bir sızıntı oluyor. Bugün Pasifik Okyanusu'nda hâlâ sezyum 137 kirliliğin izleri var. Batı sahilinden dışa doğru çıkarsanız, Fukushima'yı her yerde ölçebilirsiniz. Ama eğer haritaya bakarsanız, radyoaktivitenin çoğu Japonya sahilinden temizlenmiş gibi duruyor ve çoğu şu an, güvenli gibi duruyor, çünkü mavi. Aslında durum bundan daha karışık.
So I've been going to Fukushima every year since the accident, and I measure independently and with other scientists, on land, in the river -- and this time we wanted to take the kids. So of course we didn't take the kids, the parents wouldn't allow that to happen.
Bu yüzden felaketten sonra her sene Fukushima'ya gittim, toprakta ve nehirde bağımsız olarak ve diğer bilim insanlarıyla birlikte ölçümler yaptım. Bu sefer çocukları da götürmek istedik. Tabii ki çocukları götürmedik, aileleri buna izin vermezdi.
(Laughter)
(Kahkahalar)
But every night we would report to "Mission Control" -- different masks they're wearing. It could look like they didn't take the work seriously, but they really did because they're going to have to live with radioactivity their whole life. And so what we did with them is that we'd discuss the data we collected that day, and talk about where we should be going next -- strategy, itinerary, etc... And to do this, we built a very rough topographical map of the region around the nuclear power plant. And so we built the elevation map, we sprinkled pigments to represent real-time data for radioactivity, and we sprayed water to simulate the rainfall. And with this we could see that the radioactive dust was washing from the top of the mountain into the river system, and leaking into the ocean. So it was a rough estimate.
Ama her gece "Görev Kontrolü"ne rapor verirdik. Farklı maskeler giyiyorlar. İşi ciddiye almıyorlarmış gibi görünebilir, ama gerçekten ciddi bir şekilde yaptılar, çünkü hayatlarının sonuna kadar radyoaktivite ile yaşamak zorunda kalacaklar. Evet, onlarla yaptığımız şey, gün içinde topladığımız bilgileri tartışmak ve bir sonraki aşamada nereye gideceğimizi konuşmak, strateji ve yol belirlemek, vs... Bunu yapmak için nükleer santralin etrafındaki bölgenin kaba bir topografik haritasını yaptık ve yükselti haritasını elde ettik. Gerçek zamanlı radyoaktivite ölçümlerini temsil etmesi için renk maddesi serptik ve yağış miktarını canlandırmak için su sıktık. Böylece radyoaktif tozun dağlardan temizlenip nehirlere doğru aktığını ve okyanusa sızdığını gördük. Bu kaba bir tahmindi.
But with this in mind, we organized this expedition, which was the closest civilians have been to the nuclear power plant. We are sailing 1.5 kilometers away from the nuclear power plant, and with the help of the local fisherman, we are collecting sediment from the seabed with a custom sediment sampler we've invented and built. We pack the sediment into small bags, we then dispatch them to hundreds of small bags that we send to different universities, and we produce the map of the seabed radioactivity, especially in estuaries where the fish will reproduce, and I will hope that we will have improved the safety of the local fishermen and of your favorite sushi.
Ama aklımızdaki bu sonuçla nükleer santralin çevresine, sivillerin yanına en çok yaklaşmış olduğu bir sefer düzenledik. Nükleer santralden 1,5 kilometre uzaklıkta seyrüsefer yapıyoruz, yerel balıkçıların da yardımıyla kendi icadımız olan özel bir tortu toplayan aletle suyun dibinden tortular topluyoruz. Tortuları küçük paketlere dolduruyoruz, sonra onları üniversitelere gönderdiğimiz yüzlerce küçük pakete dolduruyoruz ve deniz tabanı radyoaktivite oranı haritasını çıkarıyoruz, özellikle balıkların yavruladığı nehir girişlerinde. Umarım bu deneyimiz yerel balıkçıların ve favori suşinizin güvenliğini artırır.
(Laughter)
(Kahkahalar)
You can see a progression here -- we've gone from a local problem to a remote problem to a global problem. And it's been super exciting to work at these different scales, with also very simple, open-source technologies. But at the same time, it's been increasingly frustrating because we have only started to measure the damage that we have done. We haven't even started to try to solve the problems. And so I wonder if we should just take a leap and try to invent better ways to do all these things.
Gelişimi buradan görebilirsiniz-- yerel bir problemle uzaktan ilgilenmeye başladık ve sonunda global bir problem elde ettik. Farklı ölçeklerde, basit ve açık-kaynaklı teknolojileri kullanmak heyecan verici. Ama aynı zamanda, giderek sinir bozucu oluyor, çünkü yalnızca kendi verdiğimiz zararların ölçümünü yapmaya başladık. Henüz problemleri çözmeye bile başlamadık. Artık bir sıçrama yapıp bütün bu işleri daha güzel bir şekilde yapmanın yolunu bulabilir miyiz diye düşünmeye başladım.
And so the classroom started to feel a little bit small, so we found an industrial site in Hong Kong, and we turned it into the largest mega-space focused on social and environmental impact. It's in central Hong Kong, and it's a place we can work with wood, metal, chemistry, a bit of biology, a bit of optics, basically you can build pretty much everything there. And its a place where adults and kids can play together. It's a place where kids' dreams can come true, with the help of adults, and where adults can be kids again.
Sınıf da küçük gelmeye başladı, [Önce] sonunda Hong Kong'ta endüstriyel bir alan bulduk ve o alanı sosyal ve çevresel etki araştırmalarına [Sonra] odaklanan en geniş yer hâline getirdik. Alan Hong Kong'un göbeğinde ve ahşapla, metalle, kimyayla, biraz biyolojiyle, biraz optikle çalışabileceğiniz, yani hemen hemen her şeyi yapabileceğiniz bir çalışma alanı. Yetişkinlerin ve çocukların beraber oynabileceği bir alan. Çocukların hayallerinin yetişkinlerin yardımıyla gerçek olduğu ve yetişkinlerin de tekrar çocuk olabildiği bir alan.
Student: Acceleration! Acceleration!
Öğrenci: Hızlı! Hızlı!
Cesar Harada: We're asking questions such as, can we invent the future of mobility with renewable energy? For example. Or, can we help the mobility of the aging population by transforming very standard wheelchairs into cool, electric vehicles?
Cesar Harada: Mobilitenin geleceğini yenilenebilir enerji ile geliştirebilir miyiz gibi sorular soruyoruz, örneğin. Ya da standart tekerlekli sandalyeleri elektrikli ve havalı sandalyelere çevirsek yaşlı nüfusun mobilitesine yardımcı olur mu?
So plastic, oil and radioactivity are horrible, horrible legacies, but the very worst legacy that we can leave our children is lies. We can no longer afford to shield the kids from the ugly truth because we need their imagination to invent the solutions.
Plastik, petrol ve radyoaktivite korkunç şeyler, korkunç kalıntılar, ama çocuklarımıza bırakabileceğimiz en kötü miras ise yalanlardır. Artık onları çirkin gerçeklerden korumaya gücümüz yetmez, çünkü çözüm üretmek için onların hayallerine ihtiyacımız var.
So citizen scientists, makers, dreamers -- we must prepare the next generation that cares about the environment and people, and that can actually do something about it.
Dolayısıyla vatandaş bilimcileri, yapıcılar, hayalciler olarak; ["Hayal bilgiden daha önemlidir" -Albert Einstein] yeni nesli çevre ve insanlar için endişelenen ve bununla ilgili bir şeyler yapabilen bir nesil olarak yetiştirmeliyiz.
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)