I'd like to take you to another world. And I'd like to share a 45 year-old love story with the poor, living on less than one dollar a day. I went to a very elitist, snobbish, expensive education in India, and that almost destroyed me. I was all set to be a diplomat, teacher, doctor -- all laid out. Then, I don't look it, but I was the Indian national squash champion for three years. (Laughter) The whole world was laid out for me. Everything was at my feet. I could do nothing wrong. And then I thought out of curiosity I'd like to go and live and work and just see what a village is like.
Sizi başka bir dünyaya götürmek istiyorum. ve sizinle günde 1 dolardan az kazanan fakir insanlarla aramdaki 45 yıllık aşk öyküsünü paylaşmak istiyorum. Hindistan'da çok elitist, züppece pahalı bir eğitim aldım, ve bu beni neredeyse mahvetti. Diplomat, öğretmen ya da doktor olmaya yönlendirilmiştim ve her şey planlanmıştı. Sonra bunları bırakıp 3 yıl boyunca Hindistan squash şampiyonu oldum. (Gülüşmeler) Bütün dünya önümdeydi. Her şey ayaklarımın altındaydı. Hiçbir şeyi yanlış yapamazdım. Ama sonra şüphelenmeye başladım. Bir köye gidip yaşamak, çalışmak ve neye benzediğini görmek istedim.
So in 1965, I went to what was called the worst Bihar famine in India, and I saw starvation, death, people dying of hunger, for the first time. It changed my life. I came back home, told my mother, "I'd like to live and work in a village." Mother went into a coma. (Laughter) "What is this? The whole world is laid out for you, the best jobs are laid out for you, and you want to go and work in a village? I mean, is there something wrong with you?" I said, "No, I've got the best eduction. It made me think. And I wanted to give something back in my own way." "What do you want to do in a village? No job, no money, no security, no prospect." I said, "I want to live and dig wells for five years." "Dig wells for five years? You went to the most expensive school and college in India, and you want to dig wells for five years?" She didn't speak to me for a very long time, because she thought I'd let my family down.
Bu yüzden 1965 yılında Hindistan'ın Bihar eyaletinde yaşanan kıtlığı görmeye gittim. Ve hayatımda ilk defa açlığı, ölümü, açlıktan ölen insanları gördüm. Bu benim hayatımı değiştirdi. Eve döndüm ve anneme şöyle söyledim: "Bir köyde yaşamak ve çalışmak istiyorum." Annem komaya girdi. (Gülüşmeler) "Bu da nesi? Bütün dünya ayaklarının altında, en iyi işler seni bekliyor, ve sen bir köye gidip orada yaşamak mı istiyorsun? Yolunda gitmeyen bir şeyler mi var?" Ben de ona "Hayır, çok iyi bir eğitim aldım ve bu beni düşünmeye sevk etti. Ben de kendimce insanlara bir şeyler vermek istiyorum." dedim. "Köyde ne yapmak istiyorsun? Orada ne iş ne de para ne güvenlik ne de umut var" dedi. Ben de "Ben orada yaşamak ve 5 yıl boyunca kuyu kazmak istiyorum." "5 yıl boyunca kuyu kazmak mı? Hindistan'daki en pahalı okullara ve kolejlere gittin ve şimdi 5 yıl boyunca kuyu kazmak mı istiyorsun?" Uzun bir süre benimle konuşmadı, çünkü ailemi küçük düşüreceğimi düşünüyordu.
But then, I was exposed to the most extraordinary knowledge and skills that very poor people have, which are never brought into the mainstream -- which is never identified, respected, applied on a large scale. And I thought I'd start a Barefoot College -- college only for the poor. What the poor thought was important would be reflected in the college. I went to this village for the first time. Elders came to me and said, "Are you running from the police?" I said, "No." (Laughter) "You failed in your exam?" I said, "No." "You didn't get a government job?" I said, "No." "What are you doing here? Why are you here? The education system in India makes you look at Paris and New Delhi and Zurich; what are you doing in this village? Is there something wrong with you you're not telling us?" I said, "No, I want to actually start a college only for the poor. What the poor thought was important would be reflected in the college."
Yoksul insanların sahip olduğu ve asla ortaya konmamış, hiçbir zaman tanınmamış, saygı duyulmamış, geniş alanlarda uygulanmamış en sıradışı bilgi ve becerilere eriştim. Ve yoksullar için bir Yalınayaklar Koleji açmaya karar verdim. Okul yoksul insanların önemli olduğunu düşündüğü şeyleri öğretecekti. Köye ilk defa gittiğimde köyün yaşlılar geldiler ve "Polis için mi çalışıyorsun?" diye sordular. "Hayır" dedim. (Gülüşmeler) "Sınavlarında başarısız mı oldun?" "Hayır" dedim. "Hükümet görevlisi değil misin?" diye sordular, "Hayır." dedim. "Burada ne işin var? Neden buradasın? Hindistan'ın eğitim sistemi sizi Paris, Yeni Delhi ya da Zürih'e yöneltir. Sen bu köyde ne arıyorsun? Senin bize söylemediğin bir sorunun mu var?" "Hayır, açıkçası sadece yoksullar için bir kolej kurmak istiyorum. Okulda sadece yoksulların önemli olduğunu düşündüğü şeyler öğretilecek" dedim.
So the elders gave me some very sound and profound advice. They said, "Please, don't bring anyone with a degree and qualification into your college." So it's the only college in India where, if you should have a Ph.D. or a Master's, you are disqualified to come. You have to be a cop-out or a wash-out or a dropout to come to our college. You have to work with your hands. You have to have a dignity of labor. You have to show that you have a skill that you can offer to the community and provide a service to the community. So we started the Barefoot College, and we redefined professionalism.
Yaşlılar bana derin ve anlamlı nasihatlerde bulundular. "Lütfen kuracağın koleje diplomalı ve kalifiye birini getirme" dediler. Bu yüzden Yalınayaklar Koleji Hindistan'da bir master ya da doktora dereceniz varsa kabul edilmeyeceğiniz tek kolejdir. Bizim okulumuzda eğitim görebilmeniz için üniversiteden ayrılmış ya da kovulmuş olmanız gerekiyor. Ellerinizle ve haysiyetinizle çalışmak zorundasınız. Topluma sunacağınız bir yeteneğiniz olduğunu ve onlara hizmet edeceğinizi göstermek zorundasınız. Böylece Yalınayaklar Koleji'ni kurduk ve profesyonelliği yeniden tanımladık.
Who is a professional? A professional is someone who has a combination of competence, confidence and belief. A water diviner is a professional. A traditional midwife is a professional. A traditional bone setter is a professional. These are professionals all over the world. You find them in any inaccessible village around the world. And we thought that these people should come into the mainstream and show that the knowledge and skills that they have is universal. It needs to be used, needs to be applied, needs to be shown to the world outside -- that these knowledge and skills are relevant even today.
Profesyonel kimdir? Profesyonel yetenek, güven ve inancın bir bileşimidir. Su kahini bir profesyoneldir. Ebe bir profesyoneldir. Kırık-çıkıçı bir profesyoneldir. Bunlar dünyanın her yerinden profesyoneller. Ulaşımı zor olan her köyde onları bulabilirsiniz. Bu kişileri ortaya çıkararak sahip oldukları bilgi ve yeteneklerin evrensel olduğunu göstermek istedik. Bu bilgi ve yetenekler kullanılmalı, bugün bile önemli oldukları tüm dünyaya gösterilmeli.
So the college works following the lifestyle and workstyle of Mahatma Gandhi. You eat on the floor, you sleep on the floor, you work on the floor. There are no contracts, no written contracts. You can stay with me for 20 years, go tomorrow. And no one can get more than $100 a month. You come for the money, you don't come to Barefoot College. You come for the work and the challenge, you'll come to the Barefoot College. That is where we want you to try crazy ideas. Whatever idea you have, come and try it. It doesn't matter if you fail. Battered, bruised, you start again. It's the only college where the teacher is the learner and the learner is the teacher. And it's the only college where we don't give a certificate. You are certified by the community you serve. You don't need a paper to hang on the wall to show that you are an engineer.
Kolej Mahatma Gandhi'nin yaşam ve iş yapma biçimini örnek alarak işliyor. Yerde yemek yer, yerde uyur, yerde çalışırsınız. Yazılı kontrat yoktur. Benimle 20 yıl yaşayabilir ya da yarın gidebilirsiniz. Ve kimse aylık 100 dolardan fazla kazanamaz. Yalınayaklar Koleji'ne para için geliyorsanız, hiç gelmeyin. Yalınayaklar Koleji'ne çalışmak ve mücadele etmek için gelebilirsiniz. Burası çabalayarak düşünceler üretmenizi istediğimiz bir yer. Düşünceniz ne olursa olsun, gelin ve deneyin. Başarısız olmanız hiç önemli değil. Yaralı bereli tekrar başlayın. Burası öğretmenin öğrenci, öğrencinin de öğretmen olduğu tek kolejdir. Ve diploma vermeyen tek kolej. Diplomanızı hizmet ettiğiniz toplum verir. Duvara mühendis olduğunuzu gösteren bir kağıt parçası asmanıza gerek yoktur.
So when I said that, they said, "Well show us what is possible. What are you doing? This is all mumbo-jumbo if you can't show it on the ground." So we built the first Barefoot College in 1986. It was built by 12 Barefoot architects who can't read and write, built on $1.50 a sq. ft. 150 people lived there, worked there. They got the Aga Khan Award for Architecture in 2002. But then they suspected, they thought there was an architect behind it. I said, "Yes, they made the blueprints, but the Barefoot architects actually constructed the college." We are the only ones who actually returned the award for $50,000, because they didn't believe us, and we thought that they were actually casting aspersions on the Barefoot architects of Tilonia.
Bunu söylediğimde "Peki bize bu yaptığının mümkün olup olmadığını göster. Gösteremezsen hepsi lagalugadan başka bir şey değildir" dediler. Böylece ilk Yalınayaklar Koleji'ni 1986 yılında kurduk. Kolej okuma yazması olmayan 12 yalınayak mimar tarafından metrekaresi 16,5 dolara inşa edildi. Binada 150 kişi yaşadı ve çalıştı. 2002 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü'nü kazandılar. Hemen sonra işin arkasında bir mimar olduğundan şüphelendiler. Onlara "Evet planları bir mimar yaptı ama koleji inşa eden yalınayak mimarlardı" dedim. Bize inanmadıkları için 50.000 dolarlık ödülü iade eden tek kuruluş olduk. ve açıkçası Tilonia'nın yalınayak mimarlarına çamur atmaya çalıştıklarını düşündük.
I asked a forester -- high-powered, paper-qualified expert -- I said, "What can you build in this place?" He had one look at the soil and said, "Forget it. No way. Not even worth it. No water, rocky soil." I was in a bit of a spot. And I said, "Okay, I'll go to the old man in village and say, 'What should I grow in this spot?'" He looked quietly at me and said, "You build this, you build this, you put this, and it'll work." This is what it looks like today.
Oldukça etkili, kağıt üstünde işinin uzmanı olan bir çiftçiye "Burada nasıl bir şey yetiştirebilirsin?" diye sordum. Toprağa şöyle bir baktı ve "Unut bunu, buradan bir şey çıkmaz. Değmez. Su yok, sadece taşlı toprak." dedi. Gözler bana çevrilince "Tamam, köydeki yaşlı adama gidip burada ne yetiştirebileceğimi soracağım" dedim. Sessizce bana bakıp şöyle dedi: "Şunları, şunları ve şunları ekersen yetişecektir." Bu resim oranın şu anda neye benzediğini gösteriyor.
Went to the roof, and all the women said, "Clear out. The men should clear out because we don't want to share this technology with the men. This is waterproofing the roof." (Laughter) It is a bit of jaggery, a bit of urens and a bit of other things I don't know. But it actually doesn't leak. Since 1986, it hasn't leaked. This technology, the women will not share with the men.
Çatıya çıktığımda kadınlar bana şöyle dedi: "Burayı temizleyin. Bu işi erkekler yapmalı çünkü biz bu teknolojiyi erkeklerle paylaşmak istemiyoruz. Bu sayede çatı su geçirmez olacak." (Gülüşmeler) Bir miktar palmiye özü, bir miktar idrar ve bilmediğim başka malzemelerden oluşuyordu. Ama sızıntıyı önlüyordu. 1986'dan beri sızdırmadı. Kadınlar bu teknolojiyi erkeklerle paylaşmayacaklar.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
It's the only college which is fully solar-electrified. All the power comes from the sun. 45 kilowatts of panels on the roof. And everything works off the sun for the next 25 years. So long as the sun shines, we'll have no problem with power. But the beauty is that is was installed by a priest, a Hindu priest, who's only done eight years of primary schooling -- never been to school, never been to college. He knows more about solar than anyone I know anywhere in the world guaranteed.
Tamamen güneş enerjisiyle çalışan tek kolejdi. Tüm enerji güneşten sağlanıyor. Çatıda 45 kilowattlık paneller var. Önümüzdeki 25 yıl daha böyle olacak. Güneş parladıkça enerji problemimiz olmayacak. İşin güzel yanı bu sistem hiç koleje gitmemiş, sadece 8 yıllık temel eğitim almış bir Hindu din adamı tarafından kuruldu. Güneş enerjisi hakkında tanıdığım herkesten daha fazla bilgisi olduğunu garanti ederim.
Food, if you come to the Barefoot College, is solar cooked. But the people who fabricated that solar cooker are women, illiterate women, who actually fabricate the most sophisticated solar cooker. It's a parabolic Scheffler solar cooker. Unfortunately, they're almost half German, they're so precise. (Laughter) You'll never find Indian women so precise. Absolutely to the last inch, they can make that cooker. And we have 60 meals twice a day of solar cooking.
Yalınayaklar Kolej'nde yemekler güneş enerjisiyle pişer. Güneş enerjisiyle çalışan bu fırını kadınlar kurar. Okuma yazması olmayan kadınlar bu sofistike fırın sistemini kurdular. Güneş enerjisiyle çalışan parabolik bir Scheffler fırın. Ne yazık ki yarı yarıya Alman olsalar da çok hassaslardı. (Gülüşmeler) Bu kadar hassas bir Hindistanlı kadın bulamazsınız. Bu fırını kesinlikle son santimetresine kadar yapabilirler. Güneş enerjiyle çalışan fırın sayesinde her gün iki, ayda 60 öğün yemek çıkarıyoruz.
We have a dentist -- she's a grandmother, illiterate, who's a dentist. She actually looks after the teeth of 7,000 children. Barefoot technology: this was 1986 -- no engineer, no architect thought of it -- but we are collecting rainwater from the roofs. Very little water is wasted. All the roofs are connected underground to a 400,000 liter tank, and no water is wasted. If we have four years of drought, we still have water on the campus, because we collect rainwater.
Bir diş hekimimiz var. Kendisi bir büyükanne, okuma yazması olmayan bir diş hekimi. 7.000 çocuğun diş sağlığıyla ilgileniyor. Yalınayak teknolojisi: 1986'dan beri çatıda biriken yağmur sularını topluyoruz -bunu mimarlar ya da mühendisler olmadan kendi başımıza düşündük- Bu sayede çok az su israf oluyor. Tüm çatı yeraltında bulunan 400.000 litrelik bir tanka akıyor ve böylece suyu israf etmemiş oluyoruz. Yağmur sularını topladığımız için, 4 yıllık kuraklık olsa bile hala yeterli içme suyumuz olacak.
60 percent of children don't go to school, because they have to look after animals -- sheep, goats -- domestic chores. So we thought of starting a school at night for the children. Because the night schools of Tilonia, over 75,000 children have gone through these night schools. Because it's for the convenience of the child; it's not for the convenience of the teacher. And what do we teach in these schools? Democracy, citizenship, how you should measure your land, what you should do if you're arrested, what you should do if your animal is sick. This is what we teach in the night schools. But all the schools are solar-lit.
Çocukların yüzde 60'ı okula gitmiyor, çünkü koyunlara, keçilere ve diğer hayvanlara bakmaları gerekiyor. Biz de buçocuklar için geceleri ders yapılacak bir okul kurmaya karar verdik. Tilonia'nın gece okulları sayesinde 75.000'den fazla çocuk eğitim aldı. Okul çocukların hayatlarına uygun hale gelmişti, öğretmenlerinkine değil. Bu okullarda ne öğretiyoruz? Demokrasi, yurttaşlık, tarlanızı nasıl ölçebilirsiniz, tutuklanırsanız ne yapmalısınız, hayvanınız hastalanırsa ne yapmalısınız. Gece okullarında öğrettiklerimiz bunlar. Tüm okullar güneş enerjisiyle aydınlatılıyor.
Every five years we have an election. Between six to 14 year-old children participate in a democratic process, and they elect a prime minister. The prime minister is 12 years old. She looks after 20 goats in the morning, but she's prime minister in the evening. She has a cabinet, a minister of education, a minister for energy, a minister for health. And they actually monitor and supervise 150 schools for 7,000 children. She got the World's Children's Prize five years ago, and she went to Sweden. First time ever going out of her village. Never seen Sweden. Wasn't dazzled at all by what was happening. And the Queen of Sweden, who's there, turned to me and said, "Can you ask this child where she got her confidence from? She's only 12 years old, and she's not dazzled by anything." And the girl, who's on her left, turned to me and looked at the queen straight in the eye and said, "Please tell her I'm the prime minister."
Her beş yılda bir seçimler düzenliyoruz. 6-14 yaş arası çocukları demokratik bir sürece dahil ediyoruz, ve bir başkan seçiyorlar. Başkanları 12 yaşında. Gündüzleri 20 keçi güdüyor ama akşamları başkanlık yapıyor. Kabinesi var, eğitim bakanı, enerji bakanı, sağlık bakanı var. 7.000 çocuğun eğitim gördüğü 150 okulu gözlemliyor ve denetliyorlar. 5 yıl önce Dünya Çocukları Ödülü'nü kazandı ve İsveç'e gitti. Hayatında ilk defa köyünden dışarı çıkmıştı. İsveç'i hiç görmemişti. Olanlardan dolayı gözleri büyülenmedi. Orada bulunan İsveç Kraliçesi bana döndü ve şöyle dedi: "Bu çocuğa kendine güveninin nereden geldiğini sorar mısın? Sadece 12 yaşında ama hiçbir şey gözlerini kamaştıramadı." Hemen solunda bulunan kız bana döndü, dimdik kraliçeye bakarak şöyle dedi: "Lütfen kendisine benim başkan olduğumu söyleyin."
(Laughter)
(Gülüşmeler)
(Applause)
(Alkışlar)
Where the percentage of illiteracy is very high, we use puppetry. Puppets is the way we communicate. You have Jokhim Chacha who is 300 years old. He is my psychoanalyst. He is my teacher. He's my doctor. He's my lawyer. He's my donor. He actually raises money, solves my disputes. He solves my problems in the village. If there's tension in the village, if attendance at the schools goes down and there's a friction between the teacher and the parent, the puppet calls the teacher and the parent in front of the whole village and says, "Shake hands. The attendance must not drop." These puppets are made out of recycled World Bank reports.
Okuma yazma oranı çok düşükken bazı şeyleri kuklalarla anlatırdık. Kuklalar bizim iletişim araçlarımızdı. Jokhim CHacha adında 300 yıllık bir kuklamız var. Kendisi benim psikoanalistim ve öğretmenim. Doktorum ve avukatım. Bağışçım. Aslında bağış toplar ve anlaşmazlıklarımı çözer. Köyümdeki sorunlara çözüm bulur. Köyde bir gerginlik varsa, okula devam azaldıysa, öğretmenle veli arasında bir sürtüşme yaşandıysa kukla tüm köyün gözü önünde öğretmeni ve veliyi yanına çağırır ve şöyle der: "Tokalaşın. Okula devam düşmemeli." Bu kuklalar Dünya Bankası raporlarının geri dönüşüm ürünlerinden yapıldı.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
(Applause)
(Alkışlar)
So this decentralized, demystified approach of solar-electrifying villages, we've covered all over India from Ladakh up to Bhutan -- all solar-electrified villages by people who have been trained. And we went to Ladakh, and we asked this woman -- this, at minus 40, you have to come out of the roof, because there's no place, it was all snowed up on both sides -- and we asked this woman, "What was the benefit you had from solar electricity?" And she thought for a minute and said, "It's the first time I can see my husband's face in winter."
Güneş enerjisiyle çalışan köylerin bu yerelleştirilmiş ve açıklığa kavuşturulmuş yaklaşımlarını bu eğitimli insanlar sayesinde Ladakh'tan Bhutan'a tüm Hindistan'a yaydık. Ladakh'a gittiğimizde hava -40 dereceydi altına gireceğiniz bir çatı bulmalıydınız çünkü her yer kar kaplıydı. Oradaki bir kadına şunu sorduk: Güneş enerjisinden elde edilen elektrikten nasıl faydalandınız? Kadın bir dakika düşündükten sonra yanıt verdi: "İlk defa kışın kocamın yüzünü görebiliyorum."
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Went to Afghanistan. One lesson we learned in India was men are untrainable. (Laughter) Men are restless, men are ambitious, men are compulsively mobile, and they all want a certificate. (Laughter) All across the globe, you have this tendency of men wanting a certificate. Why? Because they want to leave the village and go to a city, looking for a job. So we came up with a great solution: train grandmothers. What's the best way of communicating in the world today? Television? No. Telegraph? No. Telephone? No. Tell a woman.
Afganistan'a giderken, Hindistan'dan aldığımız bir ders vardı: Erkekler eğitilemezdi. (Gülüşmeler) Erkekler huzursuz, hırslı dürtüsel olarak değişkendirler ve tüm istedikleri bir diplomadır. (Gülüşmeler) Dünyanın her yerinde aynı eğilim vardır, erkekler diploma isterler. Neden? Çünkü onlar köyü terkederek şehirde çalışmak isterler. Harika bir çözüm yolu geliştirdik: Büyükanneleri eğitmek. Bugün dünyada en iyi iletişim yolu nedir? Televizyon? Hayır. Telgraf? Hayır. Telefon? Hayır. Bir kadına anlatın.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
(Applause)
(Alkışlar)
So we went to Afghanistan for the first time, and we picked three women and said, "We want to take them to India." They said, "Impossible. They don't even go out of their rooms, and you want to take them to India." I said, "I'll make a concession. I'll take the husbands along as well." So I took the husbands along. Of course, the women were much more intelligent than the men. In six months, how do we train these women? Sign language. You don't choose the written word. You don't choose the spoken word. You use sign language. And in six months they can become solar engineers. They go back and solar-electrify their own village.
Afganistan'a ilk kez gittiğimizde üç kadın seçtik ve onları Hindistan'a götürmek istediğimizi söyledik. "İmkansız" dediler. "Evlerinden bile çıkamıyorlar ve siz onları Hindistan'a mı götürmek istiyorsunuz?" "Bir ayrıcalık tanıyarak onlarla birlikte kocalarını da götüreceğim." dedim. Kocalarını da onlarla birlikte götürdüm. Elbette kadınlar erkeklerden çok daha zekiydi. Bu kadınları altı ay içinde nasıl değiştirebilirdik? İşaret dili. Yazıyla anlaşamazsınız. Aynı dili konuşamazsınız. Ama işaret diliyle anlaşabilirsiniz. Ve altı ay içinde birer güneş enerjisi mühendisi olabilirler. Kendi köylerine geri döndüklerinde bu sistemi kurabilirler.
This woman went back and solar-electrified the first village, set up a workshop -- the first village ever to be solar-electrified in Afghanistan [was] by the three women. This woman is an extraordinary grandmother. 55 years old, and she's solar-electrified 200 houses for me in Afghanistan. And they haven't collapsed. She actually went and spoke to an engineering department in Afghanistan and told the head of the department the difference between AC and DC. He didn't know. Those three women have trained 27 more women and solar-electrified 100 villages in Afghanistan.
Geri dönen kadınlar gittikleri ilk köyde bir atölye çalışması düzenlediler. Afganistan'da enerji ihtiyacını güneşten karşılayan ilk köy bu üç kadın sayesinde bunu başardı. Bu kadın sıradışı bir büyükanne. 55 yaşında ve kendisi Afganistan'da 200 evi güneş enerjisiyle çalışır hale getirdi. Kurduğu sistemler çökmedi. Afganistan'da bir mühendislik firmasına gidip firmanın müdürüne AC ve DC akımlar arasındaki farkı anlattı. Adam bunu bilmiyordu. Bu üç kadın 27 başka kadını eğitti ve Afganistan'da güneş enerjisiyle çalışan köy sayısı 100'e çıktı.
We went to Africa, and we did the same thing. All these women sitting at one table from eight, nine countries, all chatting to each other, not understanding a word, because they're all speaking a different language. But their body language is great. They're speaking to each other and actually becoming solar engineers. I went to Sierra Leone, and there was this minister driving down in the dead of night -- comes across this village. Comes back, goes into the village, says, "Well what's the story?" They said, "These two grandmothers ... " "Grandmothers?" The minister couldn't believe what was happening. "Where did they go?" "Went to India and back." Went straight to the president. He said, "Do you know there's a solar-electrified village in Sierra Leone?" He said, "No." Half the cabinet went to see the grandmothers the next day. "What's the story." So he summoned me and said, "Can you train me 150 grandmothers?" I said, "I can't, Mr. President. But they will. The grandmothers will." So he built me the first Barefoot training center in Sierra Leone. And 150 grandmothers have been trained in Sierra Leone.
Afrika'ya gidip aynı şeyi yaptık. Bir masada oturan sekiz dokuz farklı ülkeden kadınlar birbirleriyle konuşuyor ancak söylediklerinden tek kelime bile anlamıyorlardı, çünkü hepsi farklı diller konuşuyorlardı. Ama beden dilleri mükemmeldi. Birbirleriyle anlaşabiliyor ve bu sayede güneş enerjisi mühendisi haline geliyorlardı. Sierra Leone'ye gittiğimde gecenin köründe köye gelen bir bakan olduğunu duydum. Köye girdiğinde "Nasıl oldu u iş?" demiş. Onlar da "Bu iki büyükanne..." diye anlatmaya başlamışlar. "Büyükanne mi?" Bakan olanlara inanamamış. "Nereye gittiler?" "Hindistan'a gittiler ve geri döndüler." Doğruca başbakana gidip "Sierra Leone'de güneş enerjisiyle elektrik üreten bir köy olduğunu biliyor muydun?" demiş. Başkan "Hayır" demiş ve kabinenin yarısı ertesi gün bu büyükanneleri görmeye gitmiş. "Nasıl oldu bu iş?" Daha sonra beni davet edip "Bana 150 büyükanne eğitebilir misin?" dedi. "Hayır Başkan, yapamam" dedim. "Ama onlar yapabilirler, eğittiğim büyükanneler yapabilirler." Başkan Sierra Leon'daki ilk Yalınayak eğitim merkezini kurdu. Burada 150 büyükanne eğitim aldı.
Gambia: we went to select a grandmother in Gambia. Went to this village. I knew which woman I would like to take. The community got together and said, "Take these two women." I said, "No, I want to take this woman." They said, "Why? She doesn't know the language. You don't know her." I said, "I like the body language. I like the way she speaks." "Difficult husband; not possible." Called the husband, the husband came, swaggering, politician, mobile in his hand. "Not possible." "Why not?" "The woman, look how beautiful she is." I said, "Yeah, she is very beautiful." "What happens if she runs off with an Indian man?" That was his biggest fear. I said, "She'll be happy. She'll ring you up on the mobile." She went like a grandmother and came back like a tiger. She walked out of the plane and spoke to the whole press as if she was a veteran. She handled the national press, and she was a star. And when I went back six months later, I said, "Where's your husband?" "Oh, somewhere. It doesn't matter." (Laughter) Success story.
Gambiya: Gambiya'ya bir büyükanne seçmeye gittik. Köye vardığımda hangi büyükanneyi seçmem gerektiğini biliyordum. Halk bana birilerini göstererek "Bu iki kadını al" dedi. Ben "Hayır" dedim. "Şu kadını almak istiyorum." "Neden?" dediler. O dil bilmiyor ve onu tanımıyorsun. Onlara "Beden dilini sevdim, konuşma tarzını beğendim" dedim. "Kocası aksi biridir, göndermesi zor" dediler. Kocasını çağırdım, geldi, kasıntı, politik, eli kolu oynayan biriydi. "Mümkün değil" dedi. "Neden?" "Ne kadar güzel olduğuna bak, olmaz" "Evet, gerçekten çok güzel" dedim. "Ya Hindisyanlı bir adamla kaçarsa?" En büyük kokusu buydu. Ona "Mutlu olacak ve seni telefonla arayacak" dedim. Bir büyükanne olarak gitti ama bir kaplan gibi geri döndü. Uçaktan indi ve deneyimli biriymişcesine basınla konuştu. Ulusal basını etkiledi ve bir yıldız oldu. Altı ay sonra geri döndüğümde "Kocan nerede?" dedim. "Bilmem, bir yerlerdedir. Hiç önemli değil" dedi. (Gülüşmeler) Başarı öyküsü.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
(Applause)
(Alkışlar)
I'll just wind up by saying that I think you don't have to look for solutions outside. Look for solutions within. And listen to people. They have the solutions in front of you. They're all over the world. Don't even worry. Don't listen to the World Bank, listen to the people on the ground. They have all the solutions in the world.
Şunu söyleyerek bitirmek istiyorum: Çözümleri dışınızda aramayın, içinizde arayın. Ve daha önce bu sorunları çözmüş insanları dinleyin. Onlar dünyanın her yerindeler. Üzülmeyin. Dünya Bankası'nı değil sahadaki insanları dinleyin. Dünyadaki tüm çözümler onların ellerinde.
I'll end with a quotation by Mahatma Gandhi. "First they ignore you, then they laugh at you, then they fight you, and then you win."
Mahatma Gandhi'nin bir sözüyle bitiriyorum: "Önce sizi umursamazlar, sonra size gülerler, sonra savaş açarlar, sonra siz kazanırsınız."
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)