I'm going to tell you a little bit about my TEDxHouston Talk. I woke up the morning after I gave that talk with the worst vulnerability hangover of my life. And I actually didn't leave my house for about three days.
Size biraz TEDxHouston konuşmamdan bahsedeceğim. Konuşmayı yaptığım günün ertesi sabahı hayatımın en kötü incinebilirlik düşüşü ile uyandım. Ve üç gün evimden çıkmadım.
The first time I left was to meet a friend for lunch. And when I walked in, she was already at the table. I sat down, and she said, "God, you look like hell." I said, "Thanks. I feel really -- I'm not functioning." And she said, "What's going on?" And I said, "I just told 500 people that I became a researcher to avoid vulnerability. And that when being vulnerable emerged from my data, as absolutely essential to whole-hearted living, I told these 500 people that I had a breakdown. I had a slide that said 'Breakdown.' At what point did I think that was a good idea?"
İlk çıkışım bir arkadaşımla öğle yemeği yemek içindi. Ve içeri girdiğimde o masaya oturmuştu bile. Ve oturdum, o da, "Aman Allahım, berbat görünüyosun." dedi. Dedim ki, "Sağol, cidden çok -- fonksiyon göstermiyorum." O da, "N'oluyor?" dedi. Ben de, "Demin 500 kişiye incinebilirlikten kaçmak için araştırmacı olduğumu anlattım. Ve incinebilir olmanın kişinin tüm benliğinle yaşaması için kesinlikle gerekli olduğunun veri tabanımdan çıkmasından sonra, bu 500 kişiye çöküş yaşadığımı anlattım. Çöküş yazan bir sunumum vardı. Bunun iyi bir fikir olduğunu nerden çıkardım?"
(Laughter)
(Kahkaha)
And she said, "I saw your talk live-streamed. It was not really you. It was a little different than what you usually do. But it was great." And I said, "This can't happen. YouTube, they're putting this thing on YouTube. And we're going to be talking about 600, 700 people."
O da dedi ki, "Konuşmanı canlı olarak internetten seyrettim. Aslında sen değildin. Normalde yaptığından biraz daha farklıydı. Ama harikaydı." Ben de dedim ki, "Bu olamaz. YouTube, bunu YouTube'a koyuyorlar." Ve 600, 700 kişi bunu konuşuyor olacak."
(Laughter)
(Kahkaha)
And she said, "Well, I think it's too late."
O da, "Eh, artık çok geç." dedi.
And I said, "Let me ask you something." And she said, "Yeah." I said, "Do you remember when we were in college, really wild and kind of dumb?" She said, "Yeah." I said, "Remember when we'd leave a really bad message on our ex-boyfriend's answering machine? Then we'd have to break into his dorm room and then erase the tape?"
Ben de, "Sana bir şey soracağım." dedim. O da, "Tamam." dedi. Dedim ki, "Üniversitede olduğumuz zamanları çok çılgın ve biraz da salak olduğumuz zamanları hatırlıyor musun?" O da, "Evet." dedi. Dedim ki, "Hani eski erkek arkadaşlarımızın telesekreterlerine çok kötü mesajlar bırakırdık? Sonra onun yatakhanedeki odasına girip mesajları silmek zorunda kalırdık?"
(Laughter)
(Kahkaha)
And she goes, "Uh... no."
O da, "Ooh.. hayır." oldu.
(Laughter)
(Kahkaha)
Of course, the only thing I could say at that point was, "Yeah, me neither. Yeah -- me neither."
Tabi o noktada söylemeyi düşünebildiğim tek şey, "Evet, aynen ben de. Yani .. ben de."
And I'm thinking to myself, "Brené, what are you doing? Why did you bring this up? Have you lost your mind? Your sisters would be perfect for this."
Ve bir yandan düşünüyorum, "Brené, ne yapıyorsun? Ne yapıyorsun? Bu konuyu niye açtın? Delirdin mi? Kız kardeşlerin bu iş için biçilmiş kaftan."
(Laughter)
Kafamı kaldırdım, dedi ki,
So I looked back up and she said, "Are you really going to try to break in and steal the video before they put it on YouTube?"
"Cidden YouTube'a koymadan, içeri zorla girip videoyu çalmayı deneyecek misin?"
(Laughter)
Dedim ki, "Yani, biraz düşünüyorum."
And I said, "I'm just thinking about it a little bit."
(Kahkaha)
(Laughter)
Dedi ki, "Gelmiş geçmiş en kötü incinebilirlik rol modeli falansın."
She said, "You're like the worst vulnerability role model ever."
(Kahkaha)
(Laughter)
Then I looked at her and I said something that at the time felt a little dramatic, but ended up being more prophetic than dramatic. "If 500 turns into 1,000 or 2,000, my life is over."
Ona baktım ve birşey söyledim. Söylediğim o zaman biraz dramatik gelmişti, ama dramatikten çok, öngörülü çıktı. Dedim ki, "Eğer o 500 kişi, 1000'e, 2000'e dönüşürse hayatım biter."
(Laughter)
(Kahkaha)
I had no contingency plan for four million.
Dört milyon için muhtemel durum planım yoktu.
(Laughter)
(Kahkaha)
And my life did end when that happened. And maybe the hardest part about my life ending is that I learned something hard about myself, and that was that, as much as I would be frustrated about not being able to get my work out to the world, there was a part of me that was working very hard to engineer staying small, staying right under the radar. But I want to talk about what I've learned.
Ve bu olduğunda gerçekten hayatım sona erdi. Ve hayatımın sona ermesinin en zor kısmı kendim hakkımda zor birşeyi öğrenmem oldu. Ve bu da, her ne kadar çalışmalarımın yayılmamasına sinir oluyor olsam da, bir parçam küçük kalmak için, farkedilmemek için, büyük bir çaba harcıyor. Ama ne öğrendiğim hakkında konuşmak istiyorum.
There's two things that I've learned in the last year. The first is: vulnerability is not weakness. And that myth is profoundly dangerous. Let me ask you honestly -- and I'll give you this warning, I'm trained as a therapist, so I can out-wait you uncomfortably -- so if you could just raise your hand that would be awesome -- how many of you honestly, when you're thinking about doing or saying something vulnerable think, "God, vulnerability is weakness." How many of you think of vulnerability and weakness synonymously? The majority of people. Now let me ask you this question: This past week at TED, how many of you, when you saw vulnerability up here, thought it was pure courage? Vulnerability is not weakness. I define vulnerability as emotional risk, exposure, uncertainty. It fuels our daily lives. And I've come to the belief -- this is my 12th year doing this research -- that vulnerability is our most accurate measurement of courage -- to be vulnerable, to let ourselves be seen, to be honest.
Son bir sene içerisinde öğrendiğim iki şey oldu. Birincisi incinebilirliğin bir zayıflık olmadığı. Ve o efsanenin tepeden tırnağa tehlikeli olduğu. Size dürüstçe birşey sorayım -- ve uyarıyorum, terapist olmak için eğitildim, yani rahatça sizden daha uzun bekleyebilirim -- elinizi kaldırırsanız süper olur -- dürüstçe, içinizden kaçınız incinebileceğiniz bir şey yapmayı düşünürken, ya da incinebileceğiniz bir şey söylerken "Allahım, incinebilirlik bir zayıflık. Bu zayıflık." diye düşünüyor? Kaçınız incinebilirliği ve zayıflığı eş anlamlı olarak görüyor? Çoğunluk. Peki size şunu sorayım: Bu geçen TED'de kaçınız, sahnede incinebilirliği gördüğünde bunun saf cesaret olduğunu düşündü? İncinebilirlik bir zayıflık değil. Ben incinebilirliği duygusal risk olarak tanımlıyorum, dış etkenlere açıklık, belirsizlik. Günlük hayatımızın yakıtı. Ve inanıyorum ki, -- bu, bu araştırmayı yapmamın 12. yılı -- incinebilirlik, bizim cesaret için en kesin ölçütümüz -- incinebilir olmak, başkaları tarafından görülmeye izin vermek, dürüst olmak.
One of the weird things that's happened is, after the TED explosion, I got a lot of offers to speak all over the country -- everyone from schools and parent meetings to Fortune 500 companies. And so many of the calls went like this, "Dr. Brown, we loved your TED talk. We'd like you to come in and speak. We'd appreciate it if you wouldn't mention vulnerability or shame."
TED patlamasından sonra olan acaip şeylerden biri de ülkenin her yerinde konuşma yapmam için davet almamdı -- okullar ve veli toplantılarından tutun, Fortune 500 şirketlerine kadar. Ve telefon konuşmalarının çoğu şöyleydi, "Merhaba, Dr. Brown. TED konuşmanızı çok sevdik. Gelip konuşmanızı çok isteriz. İncinebilirlikten yada utançtan bahsetmezseniz seviniriz."
(Laughter)
(Kahkaha)
What would you like for me to talk about? There's three big answers. This is mostly, to be honest with you, from the business sector: innovation, creativity and change.
Ne hakkında konuşmamı istersiniz? Üç büyük cevap var. Bu, dürüst olmak gerekirse, daha çok iş dünyası tarafından: inovasyon, yaratıcılık
(Laughter)
ve değişim.
So let me go on the record and say, vulnerability is the birthplace of innovation, creativity and change.
Şunu söyleyerek kayda geçirmek istiyorum, incinebilirlik inovasyon, yaratıcılık ve değişimin doğum yeri.
(Applause)
(Alkış)
To create is to make something that has never existed before. There's nothing more vulnerable than that. Adaptability to change is all about vulnerability.
Bir şeyi yaratmak, daha önce varolmamış bir şeyi yapmak demektir. Bundan daha incinebilir bir şey yok. Değişime adapte olabilmek tamamen incinebilirlikle alakalı.
The second thing, in addition to really finally understanding the relationship between vulnerability and courage, the second thing I learned, is this: We have to talk about shame. And I'm going to be really honest with you. When I became a "vulnerability researcher" and that became the focus because of the TED talk -- and I'm not kidding.
İkinci şey, incinebilirlik ve cesaret arasındaki ilişkiyi nihayetinde anlamamın yanı sıra öğrendiğim ikinci şey şu: Utanç hakkında konuşmamız gerek. Ve sizinle çok dürüst olacağım. "İncinebilirlik araştırmacısı" olduğumda ve bu da bir TED konuşması yüzünden odak noktası olduğunda -- ve şaka yapmıyorum.
I'll give you an example. About three months ago, I was in a sporting goods store buying goggles and shin guards and all the things that parents buy at the sporting goods store. About from a hundred feet away, this is what I hear: "Vulnerability TED! Vulnerability TED!"
Bir örnek vereyim. Üç ay kadar önce bir spor eşyaları mağazasında koruma gözlükleri ve tekmelik, ve tüm velilerin spor eşyaları mağazalarından aldığı şeylerden alıyordum. Yaklaşık yüz adım öteden bir ses: "İncinebilirlik TED! İncinebilirlik TED!"
(Laughter)
(Kahkaha)
(Laughter ends)
I'm a fifth-generation Texan. Our family motto is "Lock and load." I am not a natural vulnerability researcher. So I'm like, just keep walking, she's on my six.
Ben beşinci kuşak Texaslıyım. Ailemdeki düstur "Kurşunu namluya sür" 'dür. Doğuştan incinebilirlik araştırmacısı değilim. O yüzden ben, "Çaktırmadan ilerle, tam arkamda." falanım.
(Laughter)
(Kahkaha)
And then I hear, "Vulnerability TED!" I turn around, I go, "Hi." She's right here and she said, "You're the shame researcher who had the breakdown."
Sonra duydum ki, "İncinebilirlik TED!" Dönüp, "Merhaba," oldum. Kadın tam burada, dedi ki, "Sen o çöküş yaşayan utanç araştırmacısısın."
(Laughter)
(Kahkaha)
At this point, parents are, like, pulling their children close.
Artık bu noktada veliler çocuklarını çekiştirip
(Laughter)
"Bakma," falanlar.
"Look away." And I'm so worn out at this point in my life, I look at her and I actually say, "It was a fricking spiritual awakening."
Ve hayatımın bu noktasında artı o kadar bıkmışım ki, kadına baktım ve cidden şöyle dedim: "Harbi ruhsal uyanıştı."
(Laughter)
(Kahkaha)
(Applause)
(Alkış)
And she looks back and does this, "I know."
O da bana bakıp, "Biliyorum" yaptı.
(Laughter)
Ve dedi ki,
And she said, "We watched your TED talk in my book club. Then we read your book and we renamed ourselves 'The Breakdown Babes.'"
"Kitap kulübümde TED konuşmanızı seyrettik. Sonra kitabınızı okuduk ve adımızı "Çöküş Yavruları" olarak değiştirdik."
(Laughter)
Dedi ki, "Sloganımız:
And she said, "Our tagline is: 'We're falling apart and it feels fantastic.'"
'Dağılıyoruz ve bu fantastik bir his.'"
(Laughter)
(Kahkaha)
You can only imagine what it's like for me in a faculty meeting.
Fakülte toplantısı
(Sighs)
benim için nasıl bir şey, tahmin edersiniz.
So when I became Vulnerability TED, like an action figure -- Like Ninja Barbie, but I'm Vulnerability TED -- I thought, I'm going to leave that shame stuff behind, because I spent six years studying shame before I started writing and talking about vulnerability. And I thought, thank God, because shame is this horrible topic, no one wants to talk about it. It's the best way to shut people down on an airplane. "What do you do?" "I study shame." "Oh."
Yani İncinebilirlik TED olduktan sonra, aksiyon figürü gibi -- Ninja Barbie gibi, ama ben İncinebilirlik TED'im -- düşündüm ki, şu utanç olayını geride bırakacağım, çünkü incinebilirlik hakkında yazıp konuşmaya başlamadan önce altı yıl utanç çalışarak geçirdim. Ve düşündüm ki, Allahıma şükür, utanç o kadar berbat bir konu ki, kimse bu konuda konuşmak istemiyor. Uçakta insanları susturmanın en iyi yolu. "Ne iş yapıyorsunuz?" "Utanç çalışıyorum." "Oh."
(Laughter)
(Kahkaha)
And I see you.
Ve sizi görüyorum.
(Laughter)
(Kahkaha)
But in surviving this last year, I was reminded of a cardinal rule -- not a research rule, but a moral imperative from my upbringing -- "you've got to dance with the one who brung ya". And I did not learn about vulnerability and courage and creativity and innovation from studying vulnerability. I learned about these things from studying shame. And so I want to walk you in to shame. Jungian analysts call shame the swampland of the soul. And we're going to walk in. And the purpose is not to walk in and construct a home and live there. It is to put on some galoshes -- and walk through and find our way around. Here's why.
Ama bu geçtiğimiz yılı atlatırken, bir temel kuralı hatırladım -- araştırma kuralı değil, yetiştirilişimden gelen gelen ahlaki bir mecburiyet -- seni partiye getirenle dans edeceğen. Ve ben incinebilirliği ve cesareti ve yaratıcılığı ve inovasyonu incinebilirliği çalışırken öğrenmedim. Bütün bu şeyleri utanç çalışırken öğrendim. Ve bu yüzden sizlere utanç konusunda temel bilgiler vermek istiyorum. Jungcu analistlere göre utanç ruhun bataklığıdır. Ve buraya adımızı atmak üzereyiz. Ve amaç gidip ev inşa edip oturmak değil. Amaç, galoş giyip, dolaşıp, yolumuzu bulmak. Nedeni de bu.
We heard the most compelling call ever to have a conversation in this country, and I think globally, around race, right? Yes? We heard that. Yes? Cannot have that conversation without shame. Because you cannot talk about race without talking about privilege. And when people start talking about privilege, they get paralyzed by shame. We heard a brilliant simple solution to not killing people in surgery, which is, have a checklist. You can't fix that problem without addressing shame, because when they teach those folks how to suture, they also teach them how to stitch their self-worth to being all-powerful. And all-powerful folks don't need checklists.
Bu ülkede, ve bence dünyada, en çok konuşulması gereken konunun ırk olduğunu duyduk, değil mi? Evet? Bunu duyduk. Evet? Utanç olmadan o konuşmayı yapamazsınız, çünkü ayrıcalık hakkında konuşmadan ırk hakkında konuşamazsınız. Ve insanlar ayrıcalık hakkında konuşmaya başladıklarında utançtan paralize oluyorlar. Ameliyat sırasında insanları öldürmemenin zekice basit bir çözümünü dinledik, bir kontrol listesi yapmak. Utançtan bahsetmeden bu problemi çözemezsiniz, çünkü o insanlara dikiş atmasını öğretirken, kendilerine verdikleri değeri de kudretli olmaya dikmeyi öğretiyorlar. Ve kudretli kişiler kontrol listelerine ihtiyaç duymaz.
And I had to write down the name of this TED Fellow so I didn't mess it up here. Myshkin Ingawale, I hope I did right by you.
Ve bu TED üyesinin adını karıştırmamak için buraya yazmam gerekti. Myshkin Ingawale, Umarım, hakkınızı vermişimdir.
(Applause)
(Alkış)
I saw the TED Fellows my first day here. And he got up and he explained how he was driven to create some technology to help test for anemia, because people were dying unnecessarily. And he said, "I saw this need. So you know what I did? I made it." And everybody just burst into applause, and they were like "Yes!" And he said, "And it didn't work.
Buradaki ilk günümde TED üyelerini gördüm. Ve o kalkıp, anemi testi yapmaya yardımcı olacak bir teknolojiyi yaratmaya nasıl itildiğini açıkladı, çünkü insanlar gereksiz yere ölüyorlardı. Ve dedi ki, "Bu ihtiyacı gördüm. Ve ne yaptım biliyor musunuz? Onu yaptım." Ve herkesden bir alkış koptu, ve herkes "Evet!" falan oldu. Ve dedi ki, "Ama işe yaramadı.
(Laughter)
32 kere daha yaptım,
And then I made it 32 more times, and then it worked."
sonra işe yaradı."
You know what the big secret about TED is? I can't wait to tell people this. I guess I'm doing it right now.
TED hakkındaki büyük sır ne biliyor musunuz? Bunu insanlara anlatmak için sabırsızlanıyorum. Sanırım hemen şimdi yapacağım.
(Laughter)
(Kahkaha)
This is like the failure conference.
Bu başarısızlık konferansı gibi birşey.
(Laughter)
Yo, öyle.
No, it is.
(Alkış)
(Applause)
Burası neden inanılmaz biliyor musunuz?
You know why this place is amazing? Because very few people here are afraid to fail. And no one who gets on the stage, so far that I've seen, has not failed. I've failed miserably, many times. I don't think the world understands that, because of shame.
Çünkü buradaki çok az insan başarısız olmaktan korkuyor. Ve sahneye çıkanların hepsi, gördüğüm kadarıyla, başarısız olmuş. Ben birçok kez berbat bir şekilde başarısız oldum. Ama dünyanın bunu anladığını sanmıyorum, utanç yüzünden.
There's a great quote that saved me this past year by Theodore Roosevelt. A lot of people refer to it as the "Man in the Arena" quote. And it goes like this: "It is not the critic who counts. It is not the man who sits and points out how the doer of deeds could have done things better and how he falls and stumbles. The credit goes to the man in the arena whose face is marred with dust and blood and sweat. But when he's in the arena, at best, he wins, and at worst, he loses, but when he fails, when he loses, he does so daring greatly."
Beni bu geçtiğimiz sene kurtaran bir özlü söz var Theodore Roosevelt'in. Genellikle "Arena'daki Adam" özlü sözü olarak bilinir. Ve şöyle birşey: "Önemli olan eleştirmen değil. Oturup, iş yapanların nasıl daha iyi yapabileceklerini ve nasıl düşüp tökezlediklerini işaret eden değil. Başarı, arenadaki adama ait, yüzü toz, kan ve ter içinde kalmış. Ama arenadayken en iyi ihtimalle kazanır, en kötü ihtimalle kaybeder, ama başaramadığında, kaybettiğinde fazlasıyla cüret edererek kaybeder."
And that's what this conference, to me, is about. Life is about daring greatly, about being in the arena. When you walk up to that arena and you put your hand on the door, and you think, "I'm going in and I'm going to try this," shame is the gremlin who says, "Uh, uh. You're not good enough. You never finished that MBA. Your wife left you. I know your dad really wasn't in Luxembourg, he was in Sing Sing. I know those things that happened to you growing up. I know you don't think that you're pretty, smart, talented or powerful enough. I know your dad never paid attention, even when you made CFO." Shame is that thing.
Ve, bence, bu konferansın konusu bu. Hayatın konusu bu, fazlasıyla cüret etmek hakkında, arenada olmak hakkında. O arenaya yaklaştığınızda ve kapıya elinizi koyduğunuzda, ve "İçeri gireceğim ve bunu deneyeceğim," diye düşündüğünüzde, utanç "Uh, oh. Yeterince iyi değilsin. MBA'ini bitirmedin. Karın seni terk etti. Babanın gerçekten Luxemburg'da olmadığını, Sing Sing'de olduğunu biliyorum. Büyürken sana olanları biliyorum. Kendinin yeterince güzel, yada yeterince zeki yada yeterince yetenekli olmadığını düşündüğünü biliyorum. CFO olduğunda bile baban ilgilenmemişti." diyen gremlin. Utanç o şey işte.
And if we can quiet it down and walk in and say, "I'm going to do this," we look up and the critic that we see pointing and laughing, 99 percent of the time is who? Us. Shame drives two big tapes -- "never good enough" -- and, if you can talk it out of that one, "who do you think you are?" The thing to understand about shame is, it's not guilt. Shame is a focus on self, guilt is a focus on behavior. Shame is "I am bad." Guilt is "I did something bad." How many of you, if you did something that was hurtful to me, would be willing to say, "I'm sorry. I made a mistake?" How many of you would be willing to say that? Guilt: I'm sorry. I made a mistake. Shame: I'm sorry. I am a mistake.
Ve onu susturabilir de içeri girip, "Bunu yapacağım," diyebilirsek, yukarı bakıp, işaret edip gülerken gördüğümüz eleştirmen olayın yüzde 99'unda kim? Biziz. Utancın iki büyük kayıtlı mesajı var -- "asla yeterince iyi değilsin" -- ve, ondan vazgeçirebilirseniz, "kendini kim sanıyorsun?" Utanç hakkında anlaşılması gereken şey, onun suçluluk olmadığı. Utanç benlik üzerine yoğunlaşır, suçluluk ise davranış. Utanç, "Ben kötüyüm," demek. Suçluluk ise, "Ben kötü birşey yaptım." Kaçınız, bana zarar veren bir şey yapsa, "Üzgünüm, bir hata yaptım," demeye gönüllü olur? Kaçınız bunu söylemeye gönüllü olur? Suçluluk: Üzgünüm. Bir hata yaptım. Utanç: Üzgünüm. Ben bir hatayım.
There's a huge difference between shame and guilt. And here's what you need to know. Shame is highly, highly correlated with addiction, depression, violence, aggression, bullying, suicide, eating disorders. And here's what you even need to know more. Guilt, inversely correlated with those things. The ability to hold something we've done or failed to do up against who we want to be is incredibly adaptive. It's uncomfortable, but it's adaptive.
Utanç ve suçluluk arasında büyük bir fark var. Ve bilmeniz gereken de şu: Utanç ile bağımlılık, depresyon, şiddet, agresyon, ezicilik, intihar, yeme bozuklukları arasında oldukça, oldukça yüksek bir korelasyon var. Ve daha da bilmeniz gereken şey de şu: Suçluluk, bu şeylerle ters korele. Yaptığımız yada yapmayı başaramadığımız bir şeyi olmak istediğimiz kişi ile karşılaştırabilmek inanılmaz uyumsal. Rahatsızlık verici, ama uyumsal.
The other thing you need to know about shame is it's absolutely organized by gender. If shame washes over me and washes over Chris, it's going to feel the same. Everyone sitting in here knows the warm wash of shame. We're pretty sure that the only people who don't experience shame are people who have no capacity for connection or empathy. Which means, yes, I have a little shame; no, I'm a sociopath. So I would opt for, yes, you have a little shame. Shame feels the same for men and women, but it's organized by gender.
Utanç hakkında bilmeniz gereken diğer şey ise tamamen cinsiyete göre organize olduğu. Eğer ben utanç içinde kalsam ve Chris utanç içinde kalsa aynı şeyi hissederiz. Burada oturan herkes utancın o ılık yıkamasını biliyor. Utancı deneyimlemeyen kişilerin bağlılık veya empati kapasitesi olmadığına neredeyse eminiz. Ki bu demek ki, evet, biraz utancım var; hayır, sosyopat değilim. O yüzden ben bunu tercih ederim, evet, biraz utancınız var Utanç kadın ve erkekler için aynı his, ama cinsiyete göre organize oluyor.
For women, the best example I can give you is Enjoli, the commercial. "I can put the wash on the line, pack the lunches, hand out the kisses and be at work at five to nine. I can bring home the bacon, fry it up in the pan and never let you forget you're a man." For women, shame is, do it all, do it perfectly and never let them see you sweat. I don't know how much perfume that commercial sold, but I guarantee you, it moved a lot of antidepressants and anti-anxiety meds.
Kadınlar için, verebileceğim en iyi örnek Enjoli reklamı: "Çamaşırları tele asar, yemekleri beslenme çantalarına koyar, öpücükleri dağıtır ve dokuza beş kala işe olabilirim. Eve ekmek götürüp, yemeği pişirip, sana erkek olduğunu asla unutturmayabilirim." Kadınlar için utanç, herşeyi yap, mükemmel yap, ve seni terlerken görmelerine asla izin verme. O reklam ne kadar parfüm sattı bilmiyorum, ama size garanti ederim, bayağı fazla antidepresan ve antianksiete ilacı satmıştır.
(Laughter)
(Kahkaha)
Shame, for women, is this web of unobtainable, conflicting, competing expectations about who we're supposed to be. And it's a straight-jacket.
Utanç, kadınlar için, kim olmamız gerektiği hakkında ulaşılamaz, çelişkili, biriyle yarışan beklentiler ağı Ve bu bir deli gömleği.
For men, shame is not a bunch of competing, conflicting expectations. Shame is one, do not be perceived as what? Weak. I did not interview men for the first four years of my study. It wasn't until a man looked at me after a book signing, and said, "I love what say about shame, I'm curious why you didn't mention men." And I said, "I don't study men." And he said, "That's convenient."
Erkekler için utanç birsürü kendiyle yarışan, çelişkili beklentiler değil. Utanç tek, ne gibi algılanma? Zayıf. Çalışmamın ilk dört yılı erkeklerle görüşme yapmadım. Ve bu, bir imza gününde bir adam bana bakıp, "Utanç hakkında söylediklerinize bayılıyorum, ancak neden erkeklerden hiç bahsetmediğinizi merak ediyorum," diyene kadardı. Dedim ki, "Erkekleri çalışmıyorum." Dedi ki, "İyiymiş."
(Laughter)
(Kahkaha)
And I said, "Why?" And he said, "Because you say to reach out, tell our story, be vulnerable. But you see those books you just signed for my wife and my three daughters?" I said, "Yeah." "They'd rather me die on top of my white horse than watch me fall down. When we reach out and be vulnerable, we get the shit beat out of us. And don't tell me it's from the guys and the coaches and the dads. Because the women in my life are harder on me than anyone else."
Dedim ki, "Neden?" Ve dedi ki, "Çünkü elinizi uzatın, hikayenizi anlatın, incinebilir olun, diyorsunuz. Ama karım ve üç kızım için demin imzaladığınız şu kitaplar var ya? Dedim, "Evet." "Beni düşerken göreceklerine beyaz atımın tepesinde ölmemi tercih ederler. Biz elimizi uzatıp incinebilip olduğumuzda ağzımız burnumuz kırılır. Ve gelip de bana, erkekler ve koçlar ve babalardan deme, çünkü hayatımdaki kadınlar herkesten daha zor."
So I started interviewing men and asking questions. And what I learned is this: You show me a woman who can actually sit with a man in real vulnerability and fear, I'll show you a woman who's done incredible work. You show me a man who can sit with a woman who's just had it, she can't do it all anymore, and his first response is not, "I unloaded the dishwasher!"
O yüzden erkeklerle görüşmeler yapmaya ve sorular sormaya başladım. Ve öğrendiğim şu oldu: Bana bir erkeğin yanında gerçek incinebilirlik ve korku ile oturabilen bir kadın göster, sana inanılmaz çalışma yapmış bir kadın göstereyim. Bana artık canına tak etmiş, artık herşeyi yapamayan bir kadının yanında olup da ilk tepkisi "Bulaşık makinesini ben boşalttım," olmayan
(Laughter)
ve gerçekten dinleyen --
But he really listens -- because that's all we need -- I'll show you a guy who's done a lot of work.
çünkü tüm ihtiyacımız bu -- bir erkek gösterin, size çok çalışma yapmış bir erkek göstereyim.
Shame is an epidemic in our culture. And to get out from underneath it -- to find our way back to each other, we have to understand how it affects us and how it affects the way we're parenting, the way we're working, the way we're looking at each other. Very quickly, some research by Mahalik at Boston College. He asked, what do women need to do to conform to female norms? The top answers in this country: nice, thin, modest and use all available resources for appearance.
Utanç kültürümüzde bir salgın. Ve altından kalkabilmek için, birbirimize geri dönemenin bir yolunu bulmak için, bizi nasıl etkilediğini, ebeveynliğimizi nasıl etkilediğini, çalışma şeklimizi, birbirimize bakışımızı nasıl etkilediğini anlamamız lazım. Çok çabuk, Boston Koleji'nde Mahalik tarafından yapılan bir araştırma. Sordu ki, kadınların dişi normlarına uyması için ne yapmaları lazım? Bu ülkede en sık rastlanılan cevaplar: iyi, zayıf, alçakgönüllü ve kullanılabilir tüm kaynakları görüntüsü için kullanmalı.
(Laughter)
Erkekler ve bu ülkede erkeklerin
When he asked about men, what do men in this country need to do to conform with male norms, the answers were: always show emotional control, work is first, pursue status and violence.
erkek normlarına uymak için ne yapmaları gerektiğini sorduğunda cevaplar şöyle: her zaman duygusal kontrol göstermeli, iş önceliklidir, statü kovalamalı ve şiddet. Eğer birbirimize geri dönmenin bir yolunu bulacaksak,
If we're going to find our way back to each other, we have to understand and know empathy, because empathy's the antidote to shame. If you put shame in a Petri dish, it needs three things to grow exponentially: secrecy, silence and judgment. If you put the same amount in a Petri dish and douse it with empathy, it can't survive. The two most powerful words when we're in struggle: me too.
anlamalı ve empatiyi bilmeliyiz, çünkü empati utancın atidotudur. Eğer utancı bir Petri kabına koyarsanız, üssel olarak büyümesi için üç şey gerekir: gizlilik, sessizlik ve yargılama. Ama aynı miktar utancı bir Petri kabına koyup üstüne empati dökerseniz hayatta kalamaz. Zorlandığımız zamanların en güçlü iki kelimesi: ben de.
And so I'll leave you with this thought. If we're going to find our way back to each other, vulnerability is going to be that path. And I know it's seductive to stand outside the arena, because I think I did it my whole life, and think to myself, I'm going to go in there and kick some ass when I'm bulletproof and when I'm perfect. And that is seductive. But the truth is, that never happens. And even if you got as perfect as you could and as bulletproof as you could possibly muster when you got in there, that's not what we want to see. We want you to go in. We want to be with you and across from you. And we just want, for ourselves and the people we care about and the people we work with, to dare greatly.
Sizden ayrılırken sizi bu düşünce ile başbaşa bırakıyorum. Eğer birbirimize geri dönmenin bir yolunu bulacaksak, bu yol incinebilirlik olacak. Arenanın dışında oturmanın baştan çıkarıcı olduğunu biliyorum, çünkü sanırım bütün hayatım boyunca öyle yaptım, ve kendi kendine, "Oraya çıkacağım ve ortalığı dağıtacağım, kurşun geçirmez ve mükemmel olduğumda," demenin baştan çıkarıcı olduğunu biliyorum. Ama işin gerçeği, bu asla olmaz. Olabildiğince mükemmel ve toplarlayabileceğiniz kadar kurşun geçirmez olduğunuzda bile oraya çıktığınızda, görmek istediğimiz o olmuyor. İçeri girmenizi istiyoruz. Sizin yanınızda ve karşınızda olmak istiyoruz. Ve istediğimiz sadece, kendimiz ve sevdiklerimiz ve beraber çalıştıklarımız için, fazlasıyla cüret etmek.
So thank you all very much. I really appreciate it.
Hepinize çok teşekkür ederim. Gerçekten minnettarım.
(Applause)
(Alkış)