What I'd like to talk about is really the biggest problems in the world. I'm not going to talk about "The Skeptical Environmentalist" -- probably that's also a good choice. (Laughter)
Bugün dünyanın en büyük sorunları üzerine konuşmak istiyorum. “Kuşkulu Çevreci”den (The Skeptical Environmentalist) bahsetmeyeceğim, belki o da iyi bir seçim olabilirdi ama. (Kahkahalar)
But I am going talk about: what are the big problems in the world? And I must say, before I go on, I should ask every one of you to try and get out pen and paper because I'm actually going to ask you to help me to look at how we do that. So get out your pen and paper. Bottom line is, there is a lot of problems out there in the world. I'm just going to list some of them. There are 800 million people starving. There's a billion people without clean drinking water. Two billion people without sanitation. There are several million people dying of HIV and AIDS. The lists go on and on. There's two billions of people who will be severely affected by climate change -- so on. There are many, many problems out there.
Ama şununla ilgili konuşacağım, dünyadaki büyük sorunlar neler? Ve konuya girmeden önce sizlerden şunu isteyeceğim, hepinizin birer kalem kağıt almanızı istiyorum, çünkü aslında sizden bunu nasıl yapacağımıza dair yardım isteyeceğim. Şimdi, kağıt ve kalemlerinizi çıkarın. Mesele şu, dünyada pek çok sorun var. Ben sadece bunların birkaçını sıralayacağım. 800 milyon insan açlıkla yüz yüze. 1 milyar insan temiz içme suyu bulamıyor. 2 milyar insan hijyen koşullarından yoksun. Milyonlarca insan HIV ve AIDS nedeniyle ölüyor. Liste böyle uzayıp gidiyor. İki milyar insan iklim değişikliklerinden ciddi şekilde etkilenecek... Dünyanın pek çok sorunu var.
In an ideal world, we would solve them all, but we don't. We don't actually solve all problems. And if we do not, the question I think we need to ask ourselves -- and that's why it's on the economy session -- is to say, if we don't do all things, we really have to start asking ourselves, which ones should we solve first? And that's the question I'd like to ask you. If we had say, 50 billion dollars over the next four years to spend to do good in this world, where should we spend it? We identified 10 of the biggest challenges in the world, and I will just briefly read them: climate change, communicable diseases, conflicts, education, financial instability, governance and corruption, malnutrition and hunger, population migration, sanitation and water, and subsidies and trade barriers. We believe that these in many ways encompass the biggest problems in the world. The obvious question would be to ask, what do you think are the biggest things? Where should we start on solving these problems? But that's a wrong problem to ask. That was actually the problem that was asked in Davos in January.
İdeal bir dünyada, bu sorunların hepsini çözebilmeliyiz, ama çözmüyoruz. Bütün sorunları çözmüyoruz. Ve madem hepsini çözemiyoruz, kendimize sormalıyız - ki bu konuşma bu yüzden ekonomi oturumunda yapılıyor- hepsini çözemeyeceksek, kendimize sormaya başlamalıyız, önce hangilerini çözmeliyiz? Ve size bugün sormak istediğim soru bu. Diyelim ki önümüzdeki 4 sene içinde, dünyaya faydalı işler yapmamız için ayrılmış 50 milyar dolarımız var, bu parayı nereye harcamalıyız? Gelecekte dünyayı bekleyen 10 ana sorunu belirledik, sizlere kısaca bunları okuyacağım. İklim değişiklikleri, bulaşıcı hastalıklar, çatışmalar, eğitim, ekonomik dalgalanmalar, devlet yönetiminde yolsuzluk, yetersiz beslenme ve açlık, nüfus göçleri, hijyen ve temiz su, sübvansiyonlar ve ticari engellemeler. Bunların birçok yönden, dünyanın en büyük sorunlarını da kapsayan sorunlar olduğunu düşünüyoruz. Aslında sorulması gereken soru şudur, size göre dünyadaki en büyük meseleler nelerdir? Bu sorunların çözümüne nereden başlamalıyız? Ama aslında bu yanlış bir soru. Bu, Ocak ayında Davos’ta sorulan soruydu.
But of course, there's a problem in asking people to focus on problems. Because we can't solve problems. Surely the biggest problem we have in the world is that we all die. But we don't have a technology to solve that, right? So the point is not to prioritize problems, but the point is to prioritize solutions to problems. And that would be -- of course that gets a little more complicated. To climate change that would be like Kyoto. To communicable diseases, it might be health clinics or mosquito nets. To conflicts, it would be U.N.'s peacekeeping forces, and so on. The point that I would like to ask you to try to do, is just in 30 seconds -- and I know this is in a sense an impossible task -- write down what you think is probably some of the top priorities. And also -- and that's, of course, where economics gets evil -- to put down what are the things we should not do, first. What should be at the bottom of the list? Please, just take 30 seconds, perhaps talk to your neighbor, and just figure out what should be the top priorities and the bottom priorities of the solutions that we have to the world's biggest issues.
Ama tabii, insanlardan sorunlara yoğunlaşmalarını istemekte bir sorun var. Çünkü sorunların hepsini çözemiyoruz. Şüphesiz dünyadaki en büyük sorun hepimizin bir gün ölecek olması. Ama bunu çözecek bir teknolojiye sahip değiliz, değil mi? Yani mesele sorunlar için öncelikleri belirlemek değil, sorunların çözümlerine yönelik önceliklerin sıralaması yapmaktır. Örneğin, tabii bu giderek karmaşık hale geliyor olabilir, İklim değişiklikleri için Kyoto gibi bir çözüm önerisi olabilir. Bulaşıcı hastalıklar için sağlık klinikleri veya sineklikler önerilebilir. Çatışmalar için çözüm önerisi Birleşmiş Milletler’in barış gücü olabilir vesaire... Sizden yapmanızı istediğim, 30 saniye içinde, biliyorum bu bir yandan imkansız bir iş gibi görünüyor ama, size göre en yüksek önceliklerin neler olduğunu yazmanızı istiyorum. Ve önce, ki bu ekonominin kötücülleştiği bir nokta tabii, neleri yapmamamız gerektiğini yazmanızı istiyorum. Hangi maddeler listenin sonunda yer almalı? Şimdi lütfen, 30 saniye içinde, isterseniz komşunuzla konuşun, ve dünyanın en büyük sorunları için listenin başında ve sonunda hangi çözümler bulunmalı belirleyin.
The amazing part of this process -- and of course, I mean, I would love to -- I only have 18 minutes, I've already given you quite a substantial amount of my time, right? I'd love to go into, and get you to think about this process, and that's actually what we did. And I also strongly encourage you, and I'm sure we'll also have these discussions afterwards, to think about, how do we actually prioritize? Of course, you have to ask yourself, why on Earth was such a list never done before? And one reason is that prioritization is incredibly uncomfortable. Nobody wants to do this. Of course, every organization would love to be on the top of such a list. But every organization would also hate to be not on the top of the list. And since there are many more not-number-one spots on the list than there is number ones, it makes perfect sense not to want to do such a list. We've had the U.N. for almost 60 years, yet we've never actually made a fundamental list of all the big things that we can do in the world, and said, which of them should we do first? So it doesn't mean that we are not prioritizing -- any decision is a prioritization, so of course we are still prioritizing, if only implicitly -- and that's unlikely to be as good as if we actually did the prioritization, and went in and talked about it.
Burada yaptığım bu konuşmanın en olağanüstü tarafı, elbette yapmaktan keyif aldığım bir iş bu ama, bunun için sadece 18 dakikam var. Şimdiden oldukça büyük bir kısmını sizlere verdim, değil mi? Bu süreçle ilgili daha detaya inmek ve sizleri biraz düşündürmek istiyorum, ve aslında şimdiye kadar yaptığımız da buydu. Sizleri aynı zamanda cesaretlendirmek istiyorum. Eminim konuşmanın ardından da fikir alışverişi yapacağız ama, düşünmenizi istediğim asıl konu, öncelik sıralamasını nasıl yaptığımız? Tabii önce kendinize şu soruyu sormanız gerekecek, acaba neden daha önce böyle bir liste yapılmadı? Bunun bir sebebi, öncelikleri sıralamanın çok rahatsızlık verici olmasıdır. Kimse bunu yapmak istemez. Elbette tüm örgütler böyle bir listenin en başında olmak isterler. Ama aynı zamanda, bu örgütler listebaşı olmamaktan nefret de edebilirler. Ve listebaşı olanlardan çok daha fazla liste başı olmayan bulunacağı için, böyle bir listenin yapılmak istenmeyişi anlaşılırdır. Birleşmiş Milletler 60 yıldır faaliyette, buna rağmen BM’de dünyanın sorunları için yapılabilecek temel katkıların bir listesini çıkarmış değiliz, ve tabii, hangilerini önce yapmamız gerektiğini de belirlemedik. Bu demek değil ki, öncelikleri belirlemiyoruz verilen her karar bir önceliklendirmedir aslında, dolaylı yoldan da olsa öncelikleri belirliyoruz- ama tabii bunların detaylandırılıp, üzerinde konuşularak yapılan önceliklendirmeler kadar etkili olması mümkün olmuyor.
So what I'm proposing is really to say that we have, for a very long time, had a situation when we've had a menu of choices. There are many, many things we can do out there, but we've not had the prices, nor the sizes. We have not had an idea. Imagine going into a restaurant and getting this big menu card, but you have no idea what the price is. You know, you have a pizza; you've no idea what the price is. It could be at one dollar; it could be 1,000 dollars. It could be a family-size pizza; it could be a very individual-size pizza, right? We'd like to know these things.
Burada söylemeye niyet ettiğim şu ki; çok uzun bir süredir, bir menü dolusu seçeneğin olduğu bir durumla karşı karşıyayız. Yapmayı seçebileceğimiz bir yığın şey varken, bunların fiyatlarını ve porsiyonların büyüklüğünü bilmiyorduk. Hiçbir fikrimiz yoktu. Bir restoranta gittiğinizi ve büyük menü kartlarından birine baktığınızı hayal edin. ama fiyatlar hakkında hiçbir fikriniz yok. Bir pizza isteyeceksiniz, bunu biliyorsunuz, ama fiyatı hakkında en küçük fikriniz yok. 1 dolar olabilir, 1000 dolar olabilir. Aile boyu bir pizza gelebilir. Sadece 1 kişilik bir pizza olabilir, değil mi? Bunları bilmek isteriz.
And that is what the Copenhagen Consensus is really trying to do -- to try to put prices on these issues. And so basically, this has been the Copenhagen Consensus' process. We got 30 of the world's best economists, three in each area. So we have three of world's top economists write about climate change. What can we do? What will be the cost and what will be the benefit of that? Likewise in communicable diseases. Three of the world's top experts saying, what can we do? What would be the price? What should we do about it, and what will be the outcome? And so on.
Kopenhag Konsensus’unun yapmaya çalıştığı işte budur -- konuların üstlerine fiyat etiketlerini iliştirmeye çalışmak. Ve en temel hatlarıyla, Kopenhag Konsensus’unun işlevi de budur. Her alandan üçer tane olmak üzere, dünyanın en iyi 30 ekonomistiyle çalışıyoruz. Dünyanın en iyi ekonomistlerinden 3'ü, iklim değişiklikleriyle ilgili raporlar yazıyor. Neler yapabiliriz? Hangi bedelleri ödeyeceğiz? Ve bunların sağlayacağı faydalar neler olacak? Bulaşıcı hastalıklar için de aynı şekilde. Dünyanın alanında en iyi 3 uzmanı ne yapabiliriz diye soruyor? Ve bedeli ne olacak? Bu konuda ne yapmalıyız ve ortaya çıkan sonuç ne olur? Ve bunun gibi soruların cevaplarını veriyorlar.
Then we had some of the world's top economists, eight of the world's top economists, including three Nobel Laureates, meet in Copenhagen in May 2004. We called them the "dream team." The Cambridge University prefects decided to call them the Real Madrid of economics. That works very well in Europe, but it doesn't really work over here. And what they basically did was come out with a prioritized list. And then you ask, why economists? And of course, I'm very happy you asked that question -- (Laughter) -- because that's a very good question. The point is, of course, if you want to know about malaria, you ask a malaria expert. If you want to know about climate, you ask a climatologist. But if you want to know which of the two you should deal with first, you can't ask either of them, because that's not what they do. That is what economists do. They prioritize. They make that in some ways disgusting task of saying, which one should we do first, and which one should we do afterwards?
Sonrasında dünyanın en iyi ekonomistlerini 3'ü Nobel ödüllü olmak üzere, dünyanın en iyi 8 ekonomistini, Mayıs 2004'te Kopenhag'da buluşturduk. Onlara “rüya takım” diyorduk. Cambridge Üniversitesi Öğrenci Konseyi onlara “Ekonominin Real Madrid’i” demeye karar verdi. Bu, Avrupa’da geçerliliği olan bir tanım tabii, burada aynı etkiyi yaratmayabiliyor. Yaptıkları basitçe, önceliklerin belirlendiği bir liste ortaya çıkarmaktı. Tabii akla ilk şu soru geliyor, neden ekonomistler? Bu soruyu sorduğunuz için çok memnun oldum tabii --(Kahkahalar)-- Çünkü bu çok iyi bir soru. Mesele şu, sıtma hastalığını merak ediyorsanız, sıtma hastalıkları uzmanına danışırsınız. İklimle ilgili sorularınız varsa, bir iklimbilimciye sorarsınız. Ama bu iki sorundan hangisini daha önce çözmemiz gerektiğini bilmek istiyorsanız, ikisine de danışamazsınız, çünkü bu onların uzmanlık alanı değildir. Bu ekonomistlerin işidir. Onlar öncelikleri belirlerler. Önce hangi sorunları çözmemiz gerektiğini bulmak, son derece pis bir iş olsa da onların işi. Ve hangilerini daha sonraya bırakacağımızı bulmak?
So this is the list, and this is the one I'd like to share with you. Of course, you can also see it on the website, and we'll also talk about it more, I'm sure, as the day goes on. They basically came up with a list where they said there were bad projects -- basically, projects where if you invest a dollar, you get less than a dollar back. Then there's fair projects, good projects and very good projects. And of course, it's the very good projects we should start doing. I'm going to go from backwards so that we end up with the best projects.
Şimdi, listenin son hali bu ve bunu bugün sizlerle paylaşmak istiyorum. Bunu web sitesinde görmeniz de mümkün tabi, ve gün içinde de, eminim üstünde konuşmaya devam edeceğiz.. Bir liste ortaya çıkardılar, ki dediklerine göre listede kötü projeler var -- 1 dolar yatırdığınızda, karşılığında 1 dolardan daha az fayda sağlayan projeler. Listenin devamında vasat projeler, iyi projeler ve çok iyi projeler yer alıyor. Ve tabii, başlangıçta yapmamız gerekenler çok iyi olan projeler. Listenin tersinden gideceğim böylelikle en son, en iyi projelere geleceğiz.
These were the bad projects. As you might see the bottom of the list was climate change. This offends a lot of people, and that's probably one of the things where people will say I shouldn't come back, either. And I'd like to talk about that, because that's really curious. Why is it it came up? And I'll actually also try to get back to this because it's probably one of the things that we'll disagree with on the list that you wrote down.
Bunlar kötü olan projelerdi. Gördüğünüz gibi listenin sonunda iklim değişikliği yer alıyor. Bu birçok insanı kızdırıyor, bir de muhtemelen bu, insanların, benim de dönmemi istemeyecekleri bir konu. Ben de bunun hakkında konuşmak istiyorum çünkü gerçekten ilginç. Neden bu gündeme geldi? Aslında buna konuşmanın devamında da geri dönmeye çalışacağım çünkü bu muhtemelen yazdığınız listelerde fikir ayrılığına düştüğümüz konulardan biri olacak.
The reason why they came up with saying that Kyoto -- or doing something more than Kyoto -- is a bad deal is simply because it's very inefficient. It's not saying that global warming is not happening. It's not saying that it's not a big problem. But it's saying that what we can do about it is very little, at a very high cost. What they basically show us, the average of all macroeconomic models, is that Kyoto, if everyone agreed, would cost about 150 billion dollars a year. That's a substantial amount of money. That's two to three times the global development aid that we give the Third World every year. Yet it would do very little good. All models show it will postpone warming for about six years in 2100. So the guy in Bangladesh who gets a flood in 2100 can wait until 2106. Which is a little good, but not very much good. So the idea here really is to say, well, we've spent a lot of money doing a little good.
Kyoto’nun --veya Kyoto’dan daha kapsamlı bir işin-- başarısız birer uygulama olacağını söylemelerinin nedeni Kyoto’nun verim alınamayacak bir çalışma olmasıdır. Bu küresel ısınma yoktur demek anlamına gelmiyor. Bunun büyük bir problem olmadığı da söylenmiyor. Ama deniliyor ki, bu konuda yapabileceğimiz büyük harcamalar sonucu çok küçük faydalar göreceğiz. Makro ekonomik modellemelerin çoğunun bize gösterdiği sonuç şu ki, herkes de buna katılıyor sanırım, Kyoto yılda 150 milyar dolara maloluyor. Bu çok ciddi bir rakam. Her yıl Üçüncü Dünya ülkelerine yaptığımız global gelişim yardım paketinin 2-3 katı. Buna karşın sağladığı fayda da çok küçük. Tüm modellemeler, bu çalışmanın küresel ısınmayı 2100'e gelindiğinde sadece 6 yıl için ertelenmiş olacağını gösteriyor. Yani Bangladeş’deki biri 2100’de başına gelecek bir sel felaketini 2106’da yaşayacak. Ki bu küçük bir fayda, ama yeterli bir fayda değil. Yani buradaki fikirle, büyük paralar karşılığında çok küçük faydalar elde edebildiğimiz.
And just to give you a sense of reference, the U.N. actually estimate that for half that amount, for about 75 billion dollars a year, we could solve all major basic problems in the world. We could give clean drinking water, sanitation, basic healthcare and education to every single human being on the planet. So we have to ask ourselves, do we want to spend twice the amount on doing very little good? Or half the amount on doing an amazing amount of good? And that is really why it becomes a bad project. It's not to say that if we had all the money in the world, we wouldn't want to do it. But it's to say, when we don't, it's just simply not our first priority.
Bu konuyu biraz somutlaştırabilmek adına şu örneği vereceğim, BM’in değerlendirmelerine göre bu rakamın yarısı ile, yani yılda 75 milyar dolarla, Dünya’nın tüm temel sorunlarını çözebiliyoruz. Yaşayan her birey için temiz içme suyu, hijyenik koşullar, temel sağlık ve eğitim ihtiyaçlarını sağlayabiliyoruz. Burada kendimize sormamız gereken soru şu, çok küçük fayda sağlayabildiğimiz bu işe, bu rakamın iki katı kadar harcama yapmak istiyor muyuz? Yoksa yarısı ile inanılmaz faydalar sağlayabileceğimiz başka işlere mi yatırım yapmalıyız? Ve bu, bu bir projenin neden başarısız sayıldığının göstergesidir. Bu demek değil ki, bütün bu paraya sahip olsaydık bunu da yapmak istemezdik. Ama bu şu demek, maalesef sahip değiliz ve önceliğimiz de şimdilik bu değil.
The fair projects -- notice I'm not going to comment on all these -- but communicable diseases, scale of basic health services -- just made it, simply because, yes, scale of basic health services is a great thing. It would do a lot of good, but it's also very, very costly. Again, what it tells us is suddenly we start thinking about both sides of the equation. If you look at the good projects, a lot of sanitation and water projects came in. Again, sanitation and water is incredibly important, but it also costs a lot of infrastructure. So I'd like to show you the top four priorities which should be at least the first ones that we deal with when we talk about how we should deal with the problems in the world.
Sırada, vasat projeler var, fark etmişsinizdir hepsiyle ilgili uzun uzun konuşmayacağım, ama bulaşıcı hastalıklar, temel sağlık hizmeti bu listede yerini aldı çünkü evet, temel sağlık hizmeti önemlidir. Çok ciddi faydalar sağlanabilirdi, ama bu da çok ama çok büyük maliyetli bir iş. Yine buradan da görünen şu ki, bir anda denklemin iki tarafını birden düşünmeye başlıyoruz. İyi projelere baktığınızda, hijyenik koşullar ve temiz su ile ilgili birçok proje var. Hijyen ve temiz su elbette çok önemli, ama altyapı maliyetleri çok yüksek. Bu yüzden sizlere dünyadaki sorunlarla nasıl başa çıkmalıyız konusu gündeme geldiğinde en azından ilk sıralarda dikkate almamız gereken dört öncelikli sorundan bahsetmek istiyorum.
The fourth best problem is malaria -- dealing with malaria. The incidence of malaria is about a couple of [million] people get infected every year. It might even cost up towards a percentage point of GDP every year for affected nations. If we invested about 13 billion dollars over the next four years, we could bring that incidence down to half. We could avoid about 500,000 people dying, but perhaps more importantly, we could avoid about a [million] people getting infected every year. We would significantly increase their ability to deal with many of the other problems that they have to deal with -- of course, in the long run, also to deal with global warming.
Dikkate alınması gereken öncelikli dördüncü sorun sıtma - sıtmayla başa çıkma. Sıtma, dünyada her yıl milyonlarca insanın yakalandığı bir hastalık. Hatta mağduru olan ülkelerde her yıl gayri safi milli hasıladan aldığı yüzdeyi yükseltmeye neden olabiliyor. Önümüzdeki 4 yıl içinde 13 milyar dolar yatırım yaptığımızda, sıtma vakalarını yarıya düşürebiliriz. 500.000 kişiyi ölümden döndürebiliriz, ama daha da önemlisi, her yıl bir milyar kadar insana sıtma bulaşmasının önüne geçebiliriz. Böylelikle, bu insanların, mücadele etmeleri gereken başka birçok sorunla uğraşmaları için gereken gücü önemli ölçüde sağlamış oluruz. Elbette, uzun vadede de küresel ısınmayla mücadele edebilmelerini.
This third best one was free trade. Basically, the model showed that if we could get free trade, and especially cut subsidies in the U.S. and Europe, we could basically enliven the global economy to an astounding number of about 2,400 billion dollars a year, half of which would accrue to the Third World. Again, the point is to say that we could actually pull two to three hundred million people out of poverty, very radically fast, in about two to five years. That would be the third best thing we could do.
Üçüncü en iyi proje, serbest ticaret. Temel olarak model, serbest ticaret ortamı sağlayabilirsek, özellikle Avrupa ve Amerika’daki sübvansiyonları kısıtlayabilirsek, global ekonomiyi canlandırmış oluruz. Bu canlanma 2,400 milyar dolar gibi şaşırtıcı bir rakama mukabil ki bunun yarısı Üçüncü Dünya ülkelerinin payına düşecektir. Bir kez daha tekrarlarsak, söylemeye çalıştığım şu ki; aslında 200-300 milyon insanı 2 ile 5 yıl arasında bir süre içinde, radikal bir hızla, yoksulluktan kurtarabiliriz. Bu yapabileceğimiz en iyi üçüncü şey olur.
The second best thing would be to focus on malnutrition. Not just malnutrition in general, but there's a very cheap way of dealing with malnutrition, namely, the lack of micronutrients. Basically, about half of the world's population is lacking in iron, zinc, iodine and vitamin A. If we invest about 12 billion dollars, we could make a severe inroad into that problem. That would be the second best investment that we could do.
Yapabileceğimiz ikinci en iyi şey, yetersiz ve kötü beslenme üzerine yoğunlaşmaktır. Sadece genel olarak yetersiz beslenme değil, bunu yapmanın çok ucuz bir yolu var - ki bu mineraller gibi mikro besinlerin eksikliğiyle mücadeleden geçiyor. Temel olarak, dünya nüfusunun yarısı demir, çinko, iyot ve A vitamini eksikliğinden muzdarip. 12 milyar dolar civarında bir yatırım yaptığımızda, bu sorunun önüne güçlü bir set çekebiliyoruz. -- ki bu da yapacağımız en iyi ikinci yatırım oluyor.
And the very best project would be to focus on HIV/AIDS. Basically, if we invest 27 billion dollars over the next eight years, we could avoid 28 new million cases of HIV/AIDS. Again, what this does and what it focuses on is saying there are two very different ways that we can deal with HIV/AIDS. One is treatment; the other one is prevention. And again, in an ideal world, we would do both. But in a world where we don't do either, or don't do it very well, we have to at least ask ourselves where should we invest first. And treatment is much, much more expensive than prevention. So basically, what this focuses on is saying, we can do a lot more by investing in prevention. Basically for the amount of money that we spend, we can do X amount of good in treatment, and 10 times as much good in prevention. So again, what we focus on is prevention rather than treatment, at first rate.
Ve en iyi proje, HIV/AIDS sorununa yoğunlaşmak olacaktır. Temel olarak, önümüzdeki sekiz sene içinde 27 milyar dolar yatırım yaparsak, 28 milyon yeni HIV/AIDS vakasının önüne geçmiş oluyoruz. Bir kez daha, burada yapılacak iş ve yoğunlaşılacak olan şu; HIV/AIDS ile mücadelede birbirinden tamamen farklı iki yöntem var. Biri tedavi, diğeri ise korunma. Ve yine, ideal bir dünyada, ikisini birden yapardık. Ama ikisini de yapamadığımız, veya ikisinde de pek başarılı olamadığımız bir dünyada, kendimize en azından, ilk önce hangisine yatırım yapacağımızı sormalıyız. Ve tedavi, korunmaya nispeten çok çok daha pahalı bir yöntem. Yani odak noktamız, korunmaya yapacağımız yatırımlarla çok daha büyük faydalar sağlayabilecek olmamız. Kısacası, harcayacağımız para ile tedavi yönteminde X kadar fayda sağlayabilecekken, korunma yöntemiyle bunun 10 katı kadar fazla fayda sağlayabiliyoruz. Yani bir kez daha tekrarlarsak, ilk aşamada, tedavi etmektense korunmaya odaklanıyoruz.
What this really does is that it makes us think about our priorities. I'd like to have you look at your priority list and say, did you get it right? Or did you get close to what we came up with here? Well, of course, one of the things is climate change again. I find a lot of people find it very, very unlikely that we should do that.
Bütün bunlar bizi, önceliklerimizle ilgili düşündürmeye yöneltiyor. Sizden öncelik listenize bakıp karar vermenizi istiyorum, doğru bir liste yaptınız mı? Burada ortaya çıkan listeye yaklaşabildiniz mi? Tabii eminim ki, burada yine iklim değişikliği sorunu gündeme geliyor. Birçok insanın bunu yapmamızın gerekliliği konusunda tereddütleri olduğunu fark ediyorum.
We should also do climate change, if for no other reason, simply because it's such a big problem. But of course, we don't do all problems. There are many problems out there in the world. And what I want to make sure of is, if we actually focus on problems, that we focus on the right ones. The ones where we can do a lot of good rather than a little good. And I think, actually -- Thomas Schelling, one of the participants in the dream team, he put it very, very well. One of things that people forget, is that in 100 years, when we're talking about most of the climate change impacts will be, people will be much, much richer. Even the most pessimistic impact scenarios of the U.N. estimate that the average person in the developing world in 2100 will be about as rich as we are today. Much more likely, they will be two to four times richer than we are. And of course, we'll be even richer than that.
İklim değişikliği sorununa da eğilmeliyiz tabii, başka hiçbir sebebi olmasa bile, sadece gerçekten büyük bir sorun olduğu için bu konuya değinmeliyiz. Ama tabii, bütün sorunlara eğilemiyoruz. Dünyada çözülmeyi bekleyen pek çok sorun var. Aslında yapmaya çalıştığım, sorunlara gerçekten odaklanacaksak doğru sorunlara odaklanmamızı sağlamak. Daha az yararlı olabileceklerimizdense, çok daha fazla yararlı olabileceklerimize. Ve bence, rüya takımdan Thomas Schelling bunu çok çok güzel ifade etmişti. “İnsanların unuttukları bir şey var; önümüzdeki 100 yıl içinde, ki iklim değişikliğinin çoğu etkileri bu süreçte ortaya çıkacak, insanlık çok çok daha zengin olacak. Birleşmiş Milletler’in en karamsar değerlendirmelerine göre bile, 2100 yılında, gelişmekte olan ülkelerde, sıradan bir insanın geliri bugün bizim elde ettiğimiz gelir kadar olacak. Daha büyük ihtimalle, bizim mevcut halimizden 2 ile 4 katımız kadar daha zengin olacaklar. Ve tabii, bizlerin, bundan çok daha zengin olacağız.”
But the point is to say, when we talk about saving people, or helping people in Bangladesh in 2100, we're not talking about a poor Bangladeshi. We're actually talking about a fairly rich Dutch guy. And so the real point, of course, is to say, do we want to spend a lot of money helping a little, 100 years from now, a fairly rich Dutch guy? Or do we want to help real poor people, right now, in Bangladesh, who really need the help, and whom we can help very, very cheaply? Or as Schelling put it, imagine if you were a rich -- as you will be -- a rich Chinese, a rich Bolivian, a rich Congolese, in 2100, thinking back on 2005, and saying, "How odd that they cared so much about helping me a little bit through climate change, and cared so fairly little about helping my grandfather and my great grandfather, whom they could have helped so much more, and who needed the help so much more?"
Söylemeye çalıştığım, insan hayatı kurtarmaktan bahsettiğimiz zaman, ya da 2100 yılında Bangladeş’teki insanlara yardım etmekten, fakir bir Bangladeşliden bahsetmiyoruz. Aslında, bugünün oldukça zengin bir Hollandalısından bahsediyoruz. Yani esas nokta şu, günümüzden 100 yıl sonrasında yaşayacak, oldukça zengin bir Hollandalıya, yüklü bir para harcayıp küçük bir yardımda mı bulunmak istiyoruz? Yoksa şu anda, Bangladeş’te, gerçekten yoksulluk içinde yaşayan, gerçekten yardıma ihtiyacı olan ve bizim çok ucuza yardım eli uzatabileceğimiz insanlara mı yardım etmek istiyoruz? Veya Schelling’in ifade ettiği gibi, 2100’de yaşayıp 2005'i düşünen zengin bir Çinli, Bolivyalı ya da zengin bir Kongolu --öyle olacakları varsayılıyor--olduğunuzu düşünün ve şöyle diyorsunuz: “O dönemde yardıma asıl ihtiyacı olan ve daha faydalı olabilecekleri büyük dedelerim dururken, iklim değişikliği için bana faydası olacağını düşündükleri bu küçücük yardımla, bu kadar çok uğraşmış olmaları ne tuhaf?”
So I think that really does tell us why it is we need to get our priorities straight. Even if it doesn't accord to the typical way we see this problem. Of course, that's mainly because climate change has good pictures. We have, you know, "The Day After Tomorrow" -- it looks great, right? It's a good film in the sense that I certainly want to see it, right, but don't expect Emmerich to cast Brad Pitt in his next movie digging latrines in Tanzania or something. (Laughter) It just doesn't make for as much of a movie. So in many ways, I think of the Copenhagen Consensus and the whole discussion of priorities as a defense for boring problems. To make sure that we realize it's not about making us feel good. It's not about making things that have the most media attention, but it's about making places where we can actually do the most good.
Sanırım bu gerçekten bize, önceliklendirme işini neden yapmamız gerektiğini açıkça anlatıyor. Her ne kadar bu bizim, sorunları en yalın haliyle ele almamıza izin vermese de. Tabii bunun ana sebebi, iklim değişikliği sorunu ile ilgili kafamızda çok net resimlemeler var. Biliyorsunuz, “Yarından Sonra” filmi var --çok iyi görünüyor, değil mi? İzlemek istiyorum o anlamda, iyi bir film, evet, ama Emmerich’in bir sonraki filminde Brad Pitt’e Tanzanya’da bir yerlerde tuvalet kazdırmasını filan beklemeyin. (Kahkaha) Bunun filme kazandıracağı pek fazla bir şey yok tabii. Şimdi birçok yönden, Kopenhag Konsensüs’ü ve bütün bu önceliklendirme konuşmalarının sıkıcı sorunlara karşı bir savunma olduğunu düşünüyorum. Bunları, bize kendimizi daha iyi hissettirdikleri ya da medyanın daha çok ilgisini çeken sorunlar oldukları için değil, en büyük faydayı sağlayabileceğimiz projeler olduklarını bildiğimiz için ele almalıyız.
The other objections, I think, that are important to say, is that I'm somehow -- or we are somehow -- positing a false choice. Of course, we should do all things, in an ideal world -- I would certainly agree. I think we should do all things, but we don't. In 1970, the developed world decided we were going to spend twice as much as we did, right now, than in 1970, on the developing world. Since then our aid has halved. So it doesn't look like we're actually on the path of suddenly solving all big problems.
Diğer itirazlar, ki bence bunlara değinmek önemli -- benim veya bizim, bir şekilde varsayımlarımızı yanlış seçimlere göre yapıyor olmamız. İdeal bir dünyada, elbette bütün sorunları çözmeliyiz kesinlikle aynı fikirdeyim. Bence hepsini birden çözmeliyiz, ama çözemiyoruz. 1970’te gelişmiş dünya bizlerin, onların gelişmekte olan dünyalarında yaptıklarının iki katı kadar harcama yapacağımızı öngörmüştü. O günden beri yaptığımız yardımlar yarıya indi. Yani ortada, bütün büyük sorunları bir anda çözebilecekmişiz gibi bir durum yok.
Likewise, people are also saying, but what about the Iraq war? You know, we spend 100 billion dollars -- why don't we spend that on doing good in the world? I'm all for that. If any one of you guys can talk Bush into doing that, that's fine. But the point, of course, is still to say, if you get another 100 billion dollars, we still want to spend that in the best possible way, don't we? So the real issue here is to get ourselves back and think about what are the right priorities. I should just mention briefly, is this really the right list that we got out? You know, when you ask the world's best economists, you inevitably end up asking old, white American men. And they're not necessarily, you know, great ways of looking at the entire world.
Benzer şekilde, insanlar, “Peki Irak savaşı ne olacak?” diye soruyor. Biliyorsunuz, 100 milyar dolar harcadık. Neden o parayı dünyaya faydalı olacak işlerde kullanmıyoruz? Hepsine katılıyorum. Eğer herhangi biriniz Bush’u bunu yapmaya ikna edebilirse iyi olur. Ama yine söylemeye çalıştığım şey şu, eğer başka bir 100 milyar dolar bulursanız, bunu yine elimizden gelen en iyi şekilde kullanmak isteriz, değil mi? Yani burada asıl mesele, en başa dönüp doğru önceliklerin ne olduğu üzerine düşünmek. Kısaca özetleyerek belirtmeliyim, bu ortaya çıkardığımız liste gerçekten doğru bir liste mi? Bilirsiniz, dünyanın en iyi ekonomistlerine danıştığınızda, bu insanların yaşlı beyaz Amerikalılar olması kaçınılmaz oluyor. Ve bilirsiniz, onlar da dünyanın geri kalanına dönüp bakmak için her zaman en iyi adamlar olmayabiliyorlar.
So we actually invited 80 young people from all over the world to come and solve the same problem. The only two requirements were that they were studying at the university, and they spoke English. The majority of them were, first, from developing countries. They had all the same material but they could go vastly outside the scope of discussion, and they certainly did, to come up with their own lists. And the surprising thing was that the list was very similar -- with malnutrition and diseases at the top and climate change at the bottom. We've done this many other times. There's been many other seminars and university students, and different things. They all come out with very much the same list. And that gives me great hope, really, in saying that I do believe that there is a path ahead to get us to start thinking about priorities, and saying, what is the important thing in the world? Of course, in an ideal world, again we'd love to do everything. But if we don't do it, then we can start thinking about where should we start?
Sonuç olarak dünyanın her yerinden 80 genç insana gelip aynı sorunu çözmeleri için davette bulunduk. Koyulan iki koşul vardı, birincisi bir üniversitede okuyor olmaları, ve ikincisi İngilizce konuşuyor olmalarıydı. Başta, büyük bir çoğunluğu, gelişmiş ülkelerdendi. Hepsinin ele alacağı konu aynıydı ama kendi listelerini oluştururken konuşmaların kapsamının çok dışına da çıkabileceklerdi, ve öyle de yaptılar. Ve işin şaşırtıcı yanı, listeler çok benzerdi-- yetersiz beslenme ve hastalıklar en başta ve iklim değişikliği listenin sonunda. Bunu pek çok kez tekrarladık. Başka birçok seminerler ve üniversite öğrencileri oldu ve başka birçok değişik şey. Her seferinde ortaya çıkan liste hemen hemen aynıydı. Ve bu bana, önümüzde bizi önceliklerimize dair düşünmeye iten bir yolda ilerlediğimize inanmam için büyük umut veriyor. Ve dünyada önemli olan şey nedir derken. tabii ideal dünyada, tekrar ediyorum, bütün sorunları birden çözmek isteriz. Ama bunu yapamıyorsak, o zaman nereden başlamamız gerektiğini düşünmeye başlayabiliriz.
I see the Copenhagen Consensus as a process. We did it in 2004, and we hope to assemble many more people, getting much better information for 2008, 2012. Map out the right path for the world -- but also to start thinking about political triage. To start thinking about saying, "Let's do not the things where we can do very little at a very high cost, not the things that we don't know how to do, but let's do the great things where we can do an enormous amount of good, at very low cost, right now."
Kopenhag Konsensus’unu bir süreç olarak düşünüyorum. 2004’te yaptık, 2008 ve 2012 için çok daha fazla insanı bir araya getirmeyi ve çok daha faydalı bilgiler elde etmeyi umut ediyoruz. Dünya için doğru olan yolun haritasını çıkarmak diğer yandan politik koşulları ve öncelikleri de düşünmek. Söylemeye başlamamız gereken, “Büyük bedeller ödeyip küçük faydalar sağlayacağımız işler değil; nasıl yapacağımızı bilmediklerimizi de değil; ama hemen şimdi, düşük bedellerle, en büyük faydayı sağlayacağımız muhteşem işleri yapalım hadi” olmalıdır.
At the end of the day, you can disagree with the discussion of how we actually prioritize these, but we have to be honest and frank about saying, if there's some things we do, there are other things we don't do. If we worry too much about some things, we end by not worrying about other things. So I hope this will help us make better priorities, and think about how we better work for the world. Thank you.
Günün sonunda, bunların hepsini nasıl önceliklendirdiğimize dair yaptığımız tartışmalara itiraz edebilirsiniz, ama yaptıklarımız kadar yapmadığımız şeyler de olduğu konusunda dürüst ve açıksözlü olmalıyız. Bazı şeyler için gereğinden fazla endişelenirsek, diğer şeyler için endişelenemeyecek duruma gelebiliriz. Umarım bu konuşma bize daha iyi önceliklendirmeler yapmamızda, ve dünya için nasıl daha iyi işler yapabiliriz diye düşünmemizde yardımcı olur. Teşekkür ederim.