As a clergyman, you can imagine how out of place I feel. I feel like a fish out of water, or maybe an owl out of the air.
Bir rahip olarak, kendimi nasıl yabancı hissediyorum, tahmin edersiniz. Sudan çıkmış balık gibiyim
(Laughter)
(Gülüşmeler)
I was preaching in San Jose some time ago, and my friend Mark Kvamme, who helped introduce me to this conference, brought several CEOs and leaders of some of the companies here in the Silicon Valley to have breakfast with me, or I with them. And I was so stimulated. And had such -- it was an eye-opening experience to hear them talk about the world that is yet to come through technology and science. I know that we're near the end of this conference, and some of you may be wondering why they have a speaker from the field of religion. Richard can answer that, because he made that decision.
Bir süre önce San Jose'de vaaz veriyordum, beni bu konferansa tanıtan arkadaşım Mark Kwamme Buradaki Silikon Vadisindeki birkaç şirketin İcra Kurulu Üyelerini ve başkanlarını benimle kahvaltıda buluşturdu, ya da ben onlarla buluştum. Çok heyecanlıydım. Sanki bu-- yani onları teknoloji ve bilim ile gelen dünya hakkında konuşurlarken dinlemek benim için büyük bir deneyimdi. Konferansın bitimindeyiz biliyorum, belki de merak ediyorsunuzdur neden din alanından bir konuşmacı geldi diye. Buna Richard cevap verebilir, çünkü karar onun.
But some years ago I was on an elevator in Philadelphia, coming down. I was to address a conference at a hotel. And on that elevator a man said, "I hear Billy Graham is staying in this hotel." And another man looked in my direction and said, "Yes, there he is. He's on this elevator with us." And this man looked me up and down for about 10 seconds, and he said, "My, what an anticlimax!"
Ancak birkaç sene önce Philadelphia'da bir asansördeydim, aşağı iniyorduk. Otedeki bir konferansta konuşma yapacaktım. Asansördeki bir adam 'Billy Graham'ın bu otelde kaldığını duydum.'dedi. Diğer adam bana doğru baktı ve 'Evet burada. Bizimle aynı asansörde.' dedi Adam beni 10 saniye kadar baştan aşağı süzdü, ve 'ne büyük hayalkırıklığı.' dedi
(Laughter)
(Gülüşmeler)
I hope that you won't feel that these few moments with me is not a -- is an anticlimax, after all these tremendous talks that you've heard, and addresses, which I intend to listen to every one of them. But I was on an airplane in the east some years ago, and the man sitting across the aisle from me was the mayor of Charlotte, North Carolina. His name was John Belk. Some of you will probably know him. And there was a drunk man on there, and he got up out of his seat two or three times, and he was making everybody upset by what he was trying to do. And he was slapping the stewardess and pinching her as she went by, and everybody was upset with him. And finally, John Belk said, "Do you know who's sitting here?" And the man said, "No, who?" He said, "It's Billy Graham, the preacher." He said, "You don't say!" And he turned to me, and he said, "Put her there!" He said, "Your sermons have certainly helped me."
Umarım-- benimle geçireceğin bu birkaç dakika dinlediğiniz onca harika konuşma ve her birini duymak istediğim söylevlerden sonra hayal kırıklığı olmaz. Ancak, birkaç yıl önce Doğu'da bir uçaktaydım ve diğer koridor tarafında Kuzey Carolina, Charlotte belediye başkanı oturuyordu. Adı John Belk. Muhtemelen bazılarınız biliyordur. O tarafta bir de sarhoş bir adam oturuyordu adam birkaç defa yerinden kalktı ve yaptığı hareketlerle herkesi rahatsız ediyordu. Hostese dokunuyor, kız geçerken çimdik atıyor ve herkesi rahatsız ediyordu. En sonunda John Belk, 'Burda kim oturuyor biliyor musun?' dedi Adam: 'Hayır, kim?' diye sordu 'Billy Graham', hatip oturuyor diye cevap verdi. 'Hadi yaa!' dedi adam. Ve bana dönerek 'Çak dostum!' 'Vaazlarının bana çok yardımı oldu' dedi
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And I suppose that that's true with thousands of people.
Sanırım bu, binlerce insan için de doğru.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
I know that as you have been peering into the future, and as we've heard some of it here tonight, I would like to live in that age and see what is going to be. But I won't, because I'm 80 years old. This is my eightieth year, and I know that my time is brief. I have phlebitis at the moment, in both legs, and that's the reason that I had to have a little help in getting up here, because I have Parkinson's disease in addition to that, and some other problems that I won't talk about.
Biliyorum, geleceğe baktıkça, ve bunu bugece burada dinledikçe, O devirde yaşamak ve neler olacağını görmek istiyorum. Ancak göremeyeceğim, çünkü 80 yaşındayım ve bu benim 80.yılım az zamanım kaldı biliyorum. Şuanda iki bacağımda da filebitisler var, ve buyüzden buraya çıkarken biraz yardım aldım, Ayrıca, Parkinson hastalığım ve burada söylemeyeceğim bazı başka problemlerim var.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
But this is not the first time that we've had a technological revolution. We've had others. And there's one that I want to talk about. In one generation, the nation of the people of Israel had a tremendous and dramatic change that made them a great power in the Near East. A man by the name of David came to the throne, and King David became one of the great leaders of his generation. He was a man of tremendous leadership. He had the favor of God with him. He was a brilliant poet, philosopher, writer, soldier -- with strategies in battle and conflict that people study even today.
Ancak bu teknolojik devrimin yaşandığı ilk sefer değildir. Başka seferler de oldu. Bahsetmek istediğim bir tane devrim var. Bir nesil, Israil halkı, onları Yakın Doğu'nun en önemli gücü haline getiren büyük ve etkileyici bir değişim yaşadı. David adındaki bir adam tahta çıktı, ve Kral David neslinin en önemli liderlerinden biri haline geldi. Çok başarılı bir liderdi. Allah'ın da sevdiği kuluydu. Yetenekli bir şair, filozof, yazar, ve insanların bugün bile üzerinde çalıştıkları savaş ve çatışma stratejilerine sahip bir askerdi.
But about two centuries before David, the Hittites had discovered the secret of smelting and processing of iron, and, slowly, that skill spread. But they wouldn't allow the Israelis to look into it, or to have any. But David changed all of that, and he introduced the Iron Age to Israel. And the Bible says that David laid up great stores of iron, and which archaeologists have found, that in present-day Palestine, there are evidences of that generation. Now, instead of crude tools made of sticks and stones, Israel now had iron plows, and sickles, and hoes and military weapons. And in the course of one generation, Israel was completely changed. The introduction of iron, in some ways, had an impact a little bit like the microchip has had on our generation. And David found that there were many problems that technology could not solve.
Ancak David'den 2 yüzyıl önce Hititler demiri eritmenin ve işlemenin sırrını buldular, ve bu yetenek yavaşça yayıldı. Ancak İsraillilerin bunu araştırmasına ve sahip olmasına izin vermediler. Ancak David bütün bunları değiştirdi, ve İsrail'e Demir Çağını tanıttı. İncil David'in büyük demir yığınağı yaptığını söyler, Arkeologlar bunları bugünkü Filistin'de bulmuşlar ve o nesilden kalıntılar vardır. Tahta ve taştan yapılmış basit aletler yerine, İsrail şimdi demir saban, orak ve çapa ve askeri silahlara sahiptir. İsrail bir nesil boyunca tamamen değişmiştir. Demirin icadı, bazı yönlerden, mikroçipin bizim neslimize yaptığı etki gibi bir etki yaratmıştır. Ve, David anladı ki; teknolojinin çözemediği birçok problem var.
There were many problems still left. And they're still with us, and you haven't solved them, and I haven't heard anybody here speak to that. How do we solve these three problems that I'd like to mention? The first one that David saw was human evil. Where does it come from? How do we solve it? Over again and again in the Psalms, which Gladstone said was the greatest book in the world, David describes the evils of the human race. And yet he says, "He restores my soul." Have you ever thought about what a contradiction we are? On one hand, we can probe the deepest secrets of the universe and dramatically push back the frontiers of technology, as this conference vividly demonstrates. We've seen under the sea, three miles down, or galaxies hundreds of billions of years out in the future.
Hala bu problemler devam ediyordu. Bunlar hala çözülmedi, henüz çözemedik bunları, ve burada da kimsenin bunlardan bahsettiğini duymadım. Bu bahsetmek istediğim üç problemi nasıl çözerdiniz? İlki David'in belirttiği insan belası. Bu nereden geliyor? Nasıl çözeriz bunu? Tekrar ve tekrar Gladstone'un dünyanın en iyi kitabı dediği Psalms'da David insanlığın belasını tanımlar. Ve, 'Benim ruhumu onarıyor' demiştir. Nasıl bir çelişkide olduğumuzu hiç düşündünüz mü? Bir yandan evrenin en derin sırlarını araştırabiliriz, ve bu konferansın açıkça gösterdiği gibi teknolojinin sınırlarını zorlayabiliriz. Denizin 3 mil dibini gördük, veya gelecekteki milyarlarca galaksiyi gördük.
But on the other hand, something is wrong. Our battleships, our soldiers, are on a frontier now, almost ready to go to war with Iraq. Now, what causes this? Why do we have these wars in every generation, and in every part of the world? And revolutions? We can't get along with other people, even in our own families. We find ourselves in the paralyzing grip of self-destructive habits we can't break. Racism and injustice and violence sweep our world, bringing a tragic harvest of heartache and death. Even the most sophisticated among us seem powerless to break this cycle. I would like to see Oracle take up that, or some other technological geniuses work on this. How do we change man, so that he doesn't lie and cheat, and our newspapers are not filled with stories of fraud in business or labor or athletics or wherever?
Ancak diğer yandan, yanlış olan bir şey var. Savaş gemilerimiz, askerlerimiz, şu anda sınırda Irak ile savaşa girmeye hazır bekliyor. Bunun nedeni nedir? Neden her nesilde ve dünyanın her yerinde bu savaşlar oluyor? Ve devrimler? Diğer insanlarla anlaşamıyoruz, kendi ailemizle bile. Kendimizi bırakamadığımız zararlı alışkanlıklarımızın çıkmazında buluyoruz. Irkçılık, haksızlık ve şiddet dünyamızı çevrelemiş, korkunç ıstırap ve ölüme neden olmuştur. En bilge olanımız bile bu döngüyü kırmakta yetersizdir. Oracle 'a bakalım, bunu ele alalım. Veya, bunun üzerine çalışan diğer teknolojik dahilere. İnsanı nasıl değiştirebiliriz ki, yalan söyleyip hile yapmasın, gazetelerimiz ticarette yada işte, sporda ya da başka alanda sahtecilik haberleri ile dolmasın?
The Bible says the problem is within us, within our hearts and our souls. Our problem is that we are separated from our Creator, which we call God, and we need to have our souls restored, something only God can do. Jesus said, "For out of the heart come evil thoughts: murders, sexual immorality, theft, false testimonies, slander." The British philosopher Bertrand Russell was not a religious man, but he said, "It's in our hearts that the evil lies, and it's from our hearts that it must be plucked out." Albert Einstein -- I was just talking to someone, when I was speaking at Princeton, and I met Mr. Einstein. He didn't have a doctor's degree, because he said nobody was qualified to give him one.
İncil, sorunun bizim içimizde kalplerimizde ve ruhlarımızda olduğunu söylüyor. Sorun bizim Tanrı dediğimiz Yaradanımızdan ayrı olmamızda, ruhlarımızı yeniletmeliyiz, bunu da sadece Tanrı yapabilir. İsa, 'Kötü düşünceler: cinayetler, cinsel istismar, iftira, kalplerimizin eseridir.' der. İngiliz filozof Bertrand Russell bir din adamı değildi, ancak ' Kötülük bizim kalbimizde yatıyor ve bunu kaplerimizden çıkarmalıyız.' demiştir. Albert Einstein-- Princeton'da konuşma yaparken--biriyle konuşuyordum ve sayın Einstein ile karşılaştım. Doktorası yoktu; çünkü, dedi ki, ona bu invanı verecek vasıfta kimse yoktu.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
But he made this statement. He said, "It's easier to denature plutonium than to denature the evil spirit of man." And many of you, I'm sure, have thought about that and puzzled over it. You've seen people take beneficial technological advances, such as the Internet we've heard about tonight, and twist them into something corrupting. You've seen brilliant people devise computer viruses that bring down whole systems. The Oklahoma City bombing was simple technology, horribly used. The problem is not technology. The problem is the person or persons using it. King David said that he knew the depths of his own soul. He couldn't free himself from personal problems and personal evils that included murder and adultery. Yet King David sought God's forgiveness, and said, "You can restore my soul."
Ancak bu ifadeyi kullandı. Plütonyumun tabiatını değiştirmenin insanın kötü ruhunun tabiatını değiştirmekten kolay olduğunu söyledi. Eminimki bir çoğunuz bunu düşündü ve çözmeye çalıştı. İnsanların, teknolojiyi bu gece duyduğumuz gibi avantaja dönüştürdüklerini veya zararlı hale getirdiklerini gördünüz. Dahi insanların sistemleri çökerten bilgisayar virüsleri geliştirdiklerini de gördünüz. Oklahoma'daki bombalı saldırı basit bir teknolojiydi, ama korkunç şekilde kullanıldı. Sorun teknolojide değil. Sorun onu kullanan kişi ya da kişilerde. Kral David, kendi ruhunun derinliklerini bildiğini söylemiştir. O, kendini cinayet ve zina içeren kişisel kötülük ve problemlerinden soyutlayamamıştır. Ancak Kral David Tanrı'dan af dilemiş ve 'Ruhumu sen yenileyebilirsin.' demiştir.
You see, the Bible teaches that we're more than a body and a mind. We are a soul. And there's something inside of us that is beyond our understanding. That's the part of us that yearns for God, or something more than we find in technology. Your soul is that part of you that yearns for meaning in life, and which seeks for something beyond this life. It's the part of you that yearns, really, for God. I find [that] young people all over the world are searching for something. They don't know what it is. I speak at many universities, and I have many questions and answer periods, and whether it's Cambridge, or Harvard, or Oxford -- I've spoken at all of those universities. I'm going to Harvard in about three or four -- no, it's about two months from now -- to give a lecture. And I'll be asked the same questions that I was asked the last few times I've been there. And it'll be on these questions: where did I come from? Why am I here? Where am I going? What's life all about? Why am I here?
Gördüğünüz gibi, İncil bizlerin beden ve beyinden daha öte olduğumuzu belirtiyor. Bizler ruhuz. İçimizde aklımızın alamayacağı bir şey var. Bir parçamız ya da teknolojide bulduğumuzdan daha büyük bir şey Tanrı'yı arzuluyor. Ruhunuz sizin bu parçanızdır ve hayatın anlamını özlüyor, bu hayatından ötesindeki bir şeyi arıyor. Tanrı'yı gerçekten özleyen sizin bir parçanız. Dünyanın her yerinde bir şeyler arayan genç insanlar gördüm. Ne aradıklarını bilmiyorlar.Bir çok üniversitede konuştum, -ve Cambridge veya Harvard ya da Oxford olsun- soru cevap kısımlarım vardır, Bu üniversitelerin hepsinde de konuştum. Harvard'da yaklaşık 3 ya da 4-- yok, bundan yaklaşık 2 ay sonra, bir konferans vereceğim. Ve bana yine eskiden sordukları aynı soruları soracaklar. Ve bunlar, şu gibi sorular olacak: Nereden geldim? Niçin burdayım? Nereye gidiyorum? Hayat nedir? Niçin burdayım?
Even if you have no religious belief, there are times when you wonder that there's something else. Thomas Edison also said, "When you see everything that happens in the world of science, and in the working of the universe, you cannot deny that there's a captain on the bridge." I remember once, I sat beside Mrs. Gorbachev at a White House dinner. I went to Ambassador Dobrynin, whom I knew very well. And I'd been to Russia several times under the Communists, and they'd given me marvelous freedom that I didn't expect. And I knew Mr. Dobrynin very well, and I said, "I'm going to sit beside Mrs. Gorbachev tonight. What shall I talk to her about?" And he surprised me with the answer. He said, "Talk to her about religion and philosophy. That's what she's really interested in." I was a little bit surprised, but that evening that's what we talked about, and it was a stimulating conversation. And afterward, she said, "You know, I'm an atheist, but I know that there's something up there higher than we are."
Hiç bir dini inancınız olmasa bile, bir yerde bir şeylerin olduğunu düşünmüşsünüzdür. Thomas Edison, 'ilim dünyasında olanlara ve evrenin işleyişine baktığınızda köprüyü kuran bir kaptanın olduğunu inkar edemezsiniz.'demiştir. Hatırlıyorum da, bir keresinde Beyaz Saray'da yemekte Sayın Gorbachev'in yanına oturmuştum. Çok iyi tanıdığım Büyükelçi Dobrynin'in yanına gittim, Komünistlerin yönetimde Rusya'da birkaç defa bulundum, ve bana hiç beklemediğim kadar özgürlük tanıdılar. Sayın Dobrynin'i çok iyi tanıyorum, 'Bu akşam Sayın Gorbachev'in yanına oturacağım. Onunla ne konuşayım?' dedim. Verdiği cevap beni çok şaşırttı. 'Din ve felsefeden bahset. Bu konulara gerçekten ilgi duyar.' dedi. Biraz şaşırmıştım, ancak o akşam hakkında konuştuğumuz şeyler, aydınlatıcı bir konuşmaydı, ve daha sonra bana, 'Bildiğiniz gibi ben bir ateistim, ama biliyorum ki bir yerlerde bizden üstün olan bir şey var.' dedi.
The second problem that King David realized he could not solve was the problem of human suffering. Writing the oldest book in the world was Job, and he said, "Man is born unto trouble as the sparks fly upward." Yes, to be sure, science has done much to push back certain types of human suffering. But I'm -- in a few months, I'll be 80 years of age. I admit that I'm very grateful for all the medical advances that have kept me in relatively good health all these years. My doctors at the Mayo Clinic urged me not to take this trip out here to this -- to be here. I haven't given a talk in nearly four months. And when you speak as much as I do, three or four times a day, you get rusty. That's the reason I'm using this podium and using these notes. Every time you ever hear me on the television or somewhere, I'm ad-libbing. I'm not reading. I never read an address. I never read a speech or a talk or a lecture. I talk ad lib. But tonight, I've got some notes here so that if I begin to forget, which I do sometimes, I've got something I can turn to.
Kral David'in çözemediğini farkettiği ikinci sorun ise insanlığın acı çekmesiydi. Dünyanın en eski kitabını yazan Job, 'Kederin içine doğması insanın kaderidir.' demiştir. Tabi ki, bilim insanın bazı acılarını dindirmek için çok şey yapmıştır. Ancak ben-- birkaç ay sonra 80 yaşıma gireceğim. Bu yaşıma kadar sağlıklı yaşamamı sağlayan bütün tıbbi gelişmelere minnettar olduğumu kabul ediyorum. Mayo Kliniğindeki doktorlarım burada olmak için bu seyahati yapmamam için ısrar ettiler. Yaklaşık 4 aydır hiç konuşma yapmadım. Günde benim gibi üç ya da dört defa konuşursanız paslanırsınız. Bu yüzden bu kürsüyü ve notları kullanıyorum. Beni televizyonda ya da başka yerlerde gördüğünüzde her defasında doğaçlama konuşuyorum. Hazır değilim. Hiç hitap okumam. Hiç bir zaman hitabemi, konuşmamı ya da dersi okumam. Doğaçlama konuşurum. Ancak bu akşam, bazı notlar aldım eğer unutmaya başlarsam ki sıklıkla bu oluyor, bunlara geri dönebilirim.
But even here among us, most -- in the most advanced society in the world, we have poverty. We have families that self-destruct, friends that betray us. Unbearable psychological pressures bear down on us. I've never met a person in the world that didn't have a problem or a worry. Why do we suffer? It's an age-old question that we haven't answered. Yet David again and again said that he would turn to God. He said, "The Lord is my shepherd." The final problem that David knew he could not solve was death. Many commentators have said that death is the forbidden subject of our generation. Most people live as if they're never going to die. Technology projects the myth of control over our mortality. We see people on our screens. Marilyn Monroe is just as beautiful on the screen as she was in person, and our -- many young people think she's still alive. They don't know that she's dead. Or Clark Gable, or whoever it is. The old stars, they come to life. And they're -- they're just as great on that screen as they were in person. But death is inevitable.
Ancak burada aramızda bile, en-- dünyanın en gelişmiş toplumunda bile yoksulluk vardır. Kendine zarar veren ailelere ve bize ihanet eden dostlara sahibiz. Katlanılmaz psikolojik baskılar bizi çok etkilemektedir. Dünyada bir sorunu veya kaygısı olmayan birine hiç sartlamadım. Neden acı çekeriz? Bu henüz cevaplayamadığımız asırlık bir sorudur. Ancak David tekrar ve tekrar Tanrı'ya döneceğini söylemiştir. 'Tanrı benim kılavuzumdur.' demiştir David'in çözemediğini bildiği son problem ise ölümdü. Birçok eleştirmen ölümün bizim neslimizde yasak kelime olduğunu söylüyor. Birçok insan sanki hiç ölmeyecek gibi yaşıyor. Teknoloji ölüm üzerinde kontrol sağlama efsanesini gerçeğe dönüştürmeyi planlıyor. Ekranlarımızda birçok insanı görüyoruz. Marilyn Monroe ekranda normal hayatında olduğu kadar güzel, ve bizim-- bazı gençler onun hala hayatta olduğunu düşünüyor. Öldüğünü bilmiyorlar. Ya da Clark Gable veya herkimse. Eski yıldızlar. Hepsi canlandı. Ve onlar-- ekranda normal hayatlarında oldukları kadar muhteşemler. Ancak ölüm kaçınılmaz.
I spoke some time ago to a joint session of Congress, last year. And we were meeting in that room, the statue room. About 300 of them were there. And I said, "There's one thing that we have in common in this room, all of us together, whether Republican or Democrat, or whoever." I said, "We're all going to die. And we have that in common with all these great men of the past that are staring down at us." And it's often difficult for young people to understand that. It's difficult for them to understand that they're going to die. As the ancient writer of Ecclesiastes wrote, he said, there's every activity under heaven. There's a time to be born, and there's a time to die. I've stood at the deathbed of several famous people, whom you would know. I've talked to them. I've seen them in those agonizing moments when they were scared to death.
Bir süre önce, geçen sene Kongre birleşik oturumuna konuştum. Bu odada- statü odasında, toplantı yapıyorduk, 300 kişi bulunuyordu. 'Bu odada, Cumhuriyetçi ya da Demokrat veya her kim olursa olsun hepimizin ortak bir paydası var.'dedim. 'Hepimiz öleceğiz.' dedim Ve gökyüzünden bizleri izleyen geçmişteki büyük insanlarla da ortak bir paydamız var. Gençler için bunu anlamak her zaman zordur. Bir gün öleceklerini anlamak onlar için zordur. Eski ahitte Hz. Süleyman'ın yazdığı düşünülen kitapta, "Hayatta her türlü eylem vardır." Doğmanın ve ölümün belli bir zamanı vardır. Tanıdığınız birkaç ünlünün ölüm döşeğinde yanındaydım. Onlarla konuştum. Ölümden korkarken çektikleri o acılı anları gördüm.
And yet, a few years earlier, death never crossed their mind. I talked to a woman this past week whose father was a famous doctor. She said he never thought of God, never talked about God, didn't believe in God. He was an atheist. But she said, as he came to die, he sat up on the side of the bed one day, and he asked the nurse if he could see the chaplain. And he said, for the first time in his life he'd thought about the inevitable, and about God. Was there a God? A few years ago, a university student asked me, "What is the greatest surprise in your life?" And I said, "The greatest surprise in my life is the brevity of life. It passes so fast." But it does not need to have to be that way. Wernher von Braun, in the aftermath of World War II concluded, quote: "science and religion are not antagonists. On the contrary, they're sisters." He put it on a personal basis. I knew Dr. von Braun very well. And he said, "Speaking for myself, I can only say that the grandeur of the cosmos serves only to confirm a belief in the certainty of a creator." He also said, "In our search to know God, I've come to believe that the life of Jesus Christ should be the focus of our efforts and inspiration. The reality of this life and His resurrection is the hope of mankind."
Ancak, birkaç yıl önce ölüm akıllarının ucundan geçmezdi. Geçen hafta, babası ünlü bir doktor olan bir bayanla konuştum. Bana babasının Tanrı'yı hiç düşünmediğini, O'nun hakkında konuşmadığını ve Tanrı'ya inanmadığını söyledi. Babası bir ateistmiş. Ancak ölümü yaklaştığında, bir gün yatağın bir kenarına oturduğunu ve hemşireye vaizi görüp görmediğini sorduğunu söledi. Ve hayatında ilk defa kaçınılmazı ve Tanrı'yı düşündüğünü söylemiş. Orada bir Tanrı var mıydı? Birkaç yıl önce, bir üniversite öğrencisi, 'Hayatınızda en büyük sürpriz ne?' diye sordu Ben ise hayatımdaki en büyük sürprizin yaşamın kısalığı olduğunu söyledim. Hayat çok hızlı geçiyor. Ancak bu böyle olmak zorunda değil. Werner von Braun, 2.Dünya Savaş'ı bittikten sonra, 'Bilim ve din birbirine zıt değildir. Aksine, kardeştir.' demiştir Bunu kişisel temele dayandırmıştır. Dr. von Braun'u çok iyi tanıyorum. Dr. von Braun,'Kendi adıma konuşmak gerekirse, söyleyebileceğim tek şey; kainatın ihtişamının bir yaratıcının kesinliğini doğrulamaya hizmet ettiğidir.' demiştir Ayrıca, 'Tanrı'yı anlamaya çalışırken, İsa'nın hayatının bizim çaba ve fikirlerimizin odağı olması inancına vardım' demiştir Bu hayatın gerçeği ve O'nun dirilişi insanlığın umududur.'
I've done a lot of speaking in Germany and in France, and in different parts of the world -- 105 countries it's been my privilege to speak in. And I was invited one day to visit Chancellor Adenauer, who was looked upon as sort of the founder of modern Germany, since the war. And he once -- and he said to me, he said, "Young man." He said, "Do you believe in the resurrection of Jesus Christ?" And I said, "Sir, I do." He said, "So do I." He said, "When I leave office, I'm going to spend my time writing a book on why Jesus Christ rose again, and why it's so important to believe that." In one of his plays, Alexander Solzhenitsyn depicts a man dying, who says to those gathered around his bed, "The moment when it's terrible to feel regret is when one is dying." How should one live in order not to feel regret when one is dying?
Almanya'da, Fransa'da ve ve dünyanın birçok yerinde-105 ülkede konuşma yapma ayrıcalığına eriştim. Bir gün, savaştan sonra modern Almanya'nın kurucusu olarak bilinen Şansölye Adenauer'i ziyaret etmem için davet aldım. Bir keresinde bana--- bana dedi ki, 'Genç adam,' 'İsa'nın dirilişine inanıyor musun?' 'İnanıyorum efendim.' dedim 'Ben de.' dedi 'İşten ayrıldığımda, İsa'nın neden tekrar doğduğu ve buna inanmanın neden bu kadar önemli olması üzerine bir kitap yazacağım.' dedi Oyunlarından birinde Alexander Solzhenitsyn ölmek üzere olan bir adamın yatağının etrafına toplananlara 'Pişmanlık duymanın en berbat zamanı bir insanın ölüm anıdır.'diyen birini canlandırmıştır. Bir insan ölürken pişmanlık duymamak için nasıl yaşamalıdır?
Blaise Pascal asked exactly that question in seventeenth-century France. Pascal has been called the architect of modern civilization. He was a brilliant scientist at the frontiers of mathematics, even as a teenager. He is viewed by many as the founder of the probability theory, and a creator of the first model of a computer. And of course, you are all familiar with the computer language named for him. Pascal explored in depth our human dilemmas of evil, suffering and death. He was astounded at the phenomenon we've been considering: that people can achieve extraordinary heights in science, the arts and human enterprise, yet they also are full of anger, hypocrisy and have -- and self-hatreds. Pascal saw us as a remarkable mixture of genius and self-delusion. On November 23, 1654, Pascal had a profound religious experience. He wrote in his journal these words: "I submit myself, absolutely, to Jesus Christ, my redeemer."
Blais Pascal 17. yüzyılda Fransa'da tam da bu soruyu sormuştur. Pascal modern medeniyetin mimarı olarak bilinir. Henüz çok gençken bile matematik alanında parlak bir bilim adamıydı. Birçokları tarafından olasılık kuramının kurucusu ve ilk bilgisayar modelinin yaratıcısı olarak görülür. Elbette hepiniz onun adını almış olan bilgisayar dilini biliyorsunuz. Pascal bizim kötülük, acı çekme ve ölüm ile olan çelişkilerimizi derinlemesine araştırmıştır. O bizim farkında olduğumuz fenomeniye çok şaşırmıştır: insanlar bilimde, sanatta ve beşeri girişimde sıradışı yükseklikleri başarabilir, ancak aynı zamanda öfke dolu, iki yüzlü ve kendinden nefret eden kişilerdir. Pascal bizi dahilik ve kendini kandırmanın önemli bir karışımı olarak görür. 23 Kasım 1654 yılında, Pascal, büyük bir dini deneyim yaşadı. Pascal seyir defterine şu cümleleri yazmıştır: 'Kendimi tamamen İsa'ya Kurtarıcıma teslim ediyorum.'
A French historian said, two centuries later, "Seldom has so mighty an intellect submitted with such humility to the authority of Jesus Christ." Pascal came to believe not only the love and the grace of God could bring us back into harmony, but he believed that his own sins and failures could be forgiven, and that when he died he would go to a place called heaven. He experienced it in a way that went beyond scientific observation and reason. It was he who penned the well-known words, "The heart has its reasons, which reason knows not of."
Fransız bir tarihçi, iki yüzyıl sonra, 'İsa'nın otoritesine bu kadar alçakgönüllükle bağlı olan böylesine bir akıl çok nadir bulunur.' demiştir Pascal hem sevginin ve Tanrı'nın yardımının bizi tekrar birlik içine sokacağına, hem de kendi günah ve hatarının affedileceğine, ve öldüğünde cennet adı verilen yere gideceğine inanıyordu. O bunu bilimsel gözlem ve nedenlerin ötesinde olan yolla bizzat yaşamıştır. Şu çok bilinen sözleri kaleme alan da o olmuştur, 'Kalp, sebebin bilmediği sebeplere sahiptir.'
Equally well known is Pascal's Wager. Essentially, he said this: "if you bet on God, and open yourself to his love, you lose nothing, even if you're wrong. But if instead you bet that there is no God, then you can lose it all, in this life and the life to come." For Pascal, scientific knowledge paled beside the knowledge of God. The knowledge of God was far beyond anything that ever crossed his mind. He was ready to face him when he died at the age of 39. King David lived to be 70, a long time in his era. Yet he too had to face death, and he wrote these words: "even though I walk through the valley of the shadow of death, I will fear no evil, for you are with me."
Pascal'ın Kumarı da bu kadar iyi bilinir. Öncelikle 'Eğer Tanrı'nın üzerine oynarsanız, ve kendinizi O'nun aşkına açarsanız, yanılsanız bile hiçbir şey kaybetmezsiniz. Ancak Tanrı'nın olmağı üzerine oynarsanız, bu dünyada ve öbür dünyada her şeyi kaybedebilirsiniz.' Pascal'a göre bilimsel bilgi, Tanrı bilgisinin yanında sönük kalmaktadır. Tanrı bilgisi aklına gelen her şeyden daha ötedeydi. 39 yaşında öldüğünde O'nunla karşılaşmaya hazırdı. Kral David 70 yaşına girecekti, onun devrinde uzun bir zaman. Ancak o da ölümle yüzleşmek zorunda kaldı ve şu sözleri yazdı: 'Ölümün gölgesindeki vadide yürüsem de, korkmuyorum, çünkü Sen benimlesin.'
This was David's answer to three dilemmas of evil, suffering and death. It can be yours, as well, as you seek the living God and allow him to fill your life and give you hope for the future. When I was 17 years of age, I was born and reared on a farm in North Carolina. I milked cows every morning, and I had to milk the same cows every evening when I came home from school. And there were 20 of them that I had -- that I was responsible for, and I worked on the farm and tried to keep up with my studies. I didn't make good grades in high school. I didn't make them in college, until something happened in my heart.
Bu David'in kötülük, acı çekme ve ölüm üçlü çelişkisine cevabıydı. Bu, Tanrı'yı yaşamayı ararken ve O'na hayatınızı doldurup gelecek için umut vermesine izin verirseniz aynı zamanda sizin de cevabınız olur. 17 yaşındayken, Kuzey Karolina'da bir çiftlikte doğup büyüdüm. Her sabah inekleri sağardım ve okuldan dönünce aynı inekleri tekrar sağmak zorundaydım, sağmam gereken, sorumlusu olduğum 20 tane inek vardı, çiftlikte çalışıyor ve derslerimle de ilgilenmeye çalışıyordum. Lisedeyken iyi bir derecem yoktu, Kolejde de kalbime bir şey olana kadar iyi bir derece yapamadım.
One day, I was faced face-to-face with Christ. He said, "I am the way, the truth and the life." Can you imagine that? "I am the truth. I'm the embodiment of all truth." He was a liar. Or he was insane. Or he was what he claimed to be. Which was he? I had to make that decision. I couldn't prove it. I couldn't take it to a laboratory and experiment with it. But by faith I said, I believe him, and he came into my heart and changed my life. And now I'm ready, when I hear that call, to go into the presence of God. Thank you, and God bless all of you.
Bir gün İsa ile karşı karşıya geldim. 'Yol da doğru da hayat da benim.' dedi Düşünebiliyor musunuz?' Ben doğruyum. Ben bütün doğruların kendisiyim.' Bir yalancıydı. ya da akıl hastası. Ya da ne dediyse gerçekten oydu. Hangisi O'ydu? Bu kararı vermek zorundaydım. Bunu kanıtlayamadım. Bunu laboratuvara götürüp deney yapamadım. Ancak inançla dedimki O'na inanıyorum, ve O da benim kalbime girip hayatımı değiştirdi. Şimdi o çağrıyı duyduğumda, Tanrı'nın varlığına sığınmak için hazırım. Teşekkür ederim, Tanrı hepinizi korusun.
(Applause)
(Alkış)
Thank you for the privilege. It was great.
Bu şeref için teşekkür ederim. Çok güzeldi.
Richard Wurman: You did it. Thanks.
Richard Wurman: Bunu sen yaptın. Teşekkürler.
(Applause)
(Alkış)