15th century Europeans believed they had hit upon a miracle cure: a remedy for epilepsy, hemorrhage, bruising, nausea, and virtually any other medical ailment. This brown powder could be mixed into drinks, made into salves or eaten straight up. It was known as mumia and made by grinding up mummified human flesh.
15. yüzyıl Avrupalıları mucize bir kür keşfettiklerini sanıyorlardı: epilepsi, kanama, morarma, bulantı ve neredeyse diğer tüm hastalıklar için bir çare. Bu kahverengi toz, içeceklere karıştırılabiliyor, merhem hâline getirilebiliyor veya doğrudan yenilebiliyordu. Mumya olarak biliniyordu ve mumyalanmış insan eti öğütülerek yapılıyordu.
The word "cannibal" dates from the time of Christopher Columbus; in fact, Columbus may even have coined it himself. After coming ashore on the island of Guadaloupe, Columbus' initial reports back to the Queen of Spain described the indigenous people as friendly and peaceful— though he did mention rumors of a group called the Caribs, who made violent raids and then cooked and ate their prisoners. In response, Queen Isabella granted permission to capture and enslave anyone who ate human flesh. When the island failed to produce the gold Columbus was looking for, he began to label anyone who resisted his plundering and kidnapping as a Caribe. Somewhere along the way, the word "Carib" became "Canibe" and then "Cannibal." First used by colonizers to dehumanize indigenous people, it has since been applied to anyone who eats human flesh.
"Yamyam" kelimesi, Kristof Kolomb'un zamanına ait. Hatta Kolomb'un kendisi bile uydurmuş olabilir. Guadeloupe adasında karaya çıktıktan sonra Kolomb'un İspanya Kraliçesi'ne verdiği ilk raporlar yerli halkı dostane ve barışçıl olarak nitelendirdi. Gerçi, şiddetli baskınlar yapan ve daha sonra tutsaklarını pişirip yiyen Caribler adlı bir grubun rivayetinden de bahsetti. Buna karşılık, Kraliçe Isabella, insan eti yiyenleri yakalamaya ve esir etmeye izin verdi. Ada, Kolomb'un istediği altını üretemediğinde Kolomb, yağmalamaya ve kaçırılmaya direnen herkesi Carib olarak sınıflandırmaya başladı. Zaman içinde "Carib" kelimesi "Canibe", sonra da "Cannibal" yani "yamyam" oldu. İlk kez, yerli halkı canavarlaştırmak için sömürgeciler tarafından kullanılan bu kelime o zamandan beri, insan eti yiyenler için kullanılıyor.
So the term comes from an account that wasn't based on hard evidence, but cannibalism does have a real and much more complex history. It has taken diverse forms— sometimes, as with mumia, it doesn't involved recognizable parts of the human body. The reasons for cannibalistic practices have varied, too. Across cultures and time periods, there's evidence of survival cannibalism, when people living through a famine, siege or ill-fated expedition had to either eat the bodies of the dead or starve to death themselves. But it's also been quite common for cultures to normalize some form of eating human flesh under ordinary circumstances. Because of false accounts like Columbus's, it's difficult to say exactly how common cultural cannibalism has been— but there are still some examples of accepted cannibalistic practices from within the cultures practicing them.
Yani bu terim, kesin kanıtlara dayanmayan bir açıklamadan geliyor. Ancak yamyamlığın gerçek ve çok daha karmaşık bir geçmişi var. Değişik biçimler aldı. Bazen mumyalardaki gibi insan vücudunun tanınabilir kısımlarını içermiyordu. Yamyamlığın uygulanması da değişiklik gösterdi. Farklı kültürler ve dönemler boyunca, hayatta kalma yamyamlığının kanıtları var. Kıtlık, kuşatma veya bahtsız bir keşif zamanında yaşayanlar ya ölenlerin cesetlerini yemek ya da açlıktan ölmek zorunda kalıyorlardı. Fakat kültürlerin normal koşullarda yamyamlığın bazı çeşitlerini normalleştirmesi de oldukça yaygındı. Kolomb gibilerin yanlış açıklamaları yüzünden, kültürel yamyamlığın tam olarak ne kadar yaygın olduğunu söylemek güçtür. Ancak hâlâ bunları uygulayan kültürlerin kabul ettiği yamyamlık uygulamaları var.
Take the medicinal cannibalism in Europe during Columbus's time. Starting in the 15th century, the demand for mumia increased. At first, stolen mummies from Egypt supplied the mumia craze, but soon the demand was too great to be sustained on Egyptian mummies alone, and opportunists stole bodies from European cemeteries to turn into mumia. Use of mumia continued for hundreds of years. It was listed in the Merck index, a popular medical encyclopedia, into the 20th century. And ground up mummies were far from the only remedy made from human flesh that was common throughout Europe. Blood, in either liquid or powdered form, was used to treat epilepsy, while human liver, gall stones, oil distilled from human brains, and pulverized hearts were popular medical concoctions.
Kolomb döneminde Avrupa’daki tıbbi yamyamlığı ele alalım mesela. 15. yüzyıldan başlayarak mumyalar için talep arttı. İlk başta, Mısır'dan çalınan mumyalar mumya çılgınlığını karşıladı ama kısa sürede talep, yalnızca Mısır mumyalarının karşılayamayacağı kadar arttı ve fırsatçılar Avrupa mezarlıklarından mumya yapmak için cesetler çaldılar. Mumya kullanımı yüzlerce yıl devam etti. Popüler bir tıp ansiklopedisi olan Merck indeksinde mumya kullanımı 20. yüzyılda girdi. Öğütülmüş mumyalar, Avrupa genelinde yaygın olan ve insan etinden yapılan tek kür değildi. Epilepsiyi tedavi etmek için ya sıvı ya da toz hâlde kan kullanılırken, insan karaciğeri, safra taşları, insan beyninden damıtılmış yağ ve öğütülmüş kalpler popüler tıbbi karışımlardı.
In China, the written record of socially accepted cannibalism goes back almost 2,000 years. One particularly common form of cannibalism appears to have been filial cannibalism, where adult sons and daughters would offer a piece of their own flesh to their parents. This was typically offered as a last-ditch attempt to cure a sick parent, and wasn't fatal to their offspring— it usually involved flesh from the thigh or, less often, a finger.
Çin'de sosyal olarak kabul gören yamyamlığın yazılı kaydı neredeyse 2.000 yıl öncesine dayanıyor. Özellikle yaygın bir yamyamlık biçimi yetişkin oğulların ve kızların ebeveynlerine kendi etlerinin bir parçasını sunduğu evlat yamyamlığı. Bu, genellikle hasta bir ebeveyni tedavi etmek için son bir çare olarak öneriliyordu ve çocuklar için ölümcül değildi. Çoğunlukla uyluktan, bazen de parmaktan et verilirdi.
Cannibalistic funerary rites are another form of culturally sanctioned cannibalism. Perhaps the best-known example came from the Fore people of New Guinea. Through the mid-20th century, members of the community would, if possible, make their funerary preferences known in advance, sometimes requesting that family members gather to consume the body after death. Tragically, though these rituals honored the deceased, they also spread a deadly disease known as kuru through the community.
Yamyam cenaze törenleri, kültürel olarak onaylanmış yamyamlığın diğer bir şeklidir. Belki de bunun en çok bilinen örneği Yeni Gine'nin Fore halkıdır. 20. yüzyılın ortaları boyunca, bu topluluğun üyeleri, eğer mümkünse cenaze törenlerini nasıl istediklerini önceden belirtirlerdi. Bazen, aile üyelerinin, naaşını yemek için toplaşmasını isterlerdi. Trajik bir biçimde, bu ritüeller ölenleri onurlandırsa da halk arasında kuru olarak bilinen ölümcül bir hastalığı yaydılar.
Between the fictionalized stories, verifiable practices, and big gaps that still exist in our knowledge, there's no one history of cannibalism. But we do know that people have been eating each other, volunteering themselves to be eaten, and accusing others of eating people for millennia.
Kurgusal hikâyeler, doğrulanabilen uygulamalar ve hâlâ eksik olan bilgilerimiz arasında yamyamlığın tek bir tarihi yoktur. Ama biliyoruz ki insanlar binlerce yıldır birbirlerini yiyorlar, yenilmek için gönüllü oluyorlar ve başkalarını insan yemekle suçluyorlar.