I'm going to read a few strips. These are, most of these are from a monthly page I do in and architecture and design magazine called Metropolis.
Sizlere bir kaç karikatür göstereceğim. Bunlar, bunların çoğu, benim "Metropolis" adlı aylık mimarlık ve tasarım dergisine yaptığım çalışmalar.
And the first story is called "The Faulty Switch."
Ve ilk hikayenin adı "Bozuk Elektrik Düğmesi".
Another beautifully designed new building ruined by the sound of a common wall light switch. It's fine during the day when the main rooms are flooded with sunlight. But at dusk everything changes.
Çok güzel tasarlanmış bir bina daha duvardaki bilindik bir elektrik düğmesinin sesiyle mahvoldu. Her şey yolundadır, odalar gündüz vakti güneş ışığına boğulurken. Ama günbatımında herşey değişir.
The architect spent hundreds of hours designing the burnished brass switchplates for his new office tower. And then left it to a contractor to install these 79-cent switches behind them.
Mimar, yeni kule ofisinin pirinçten yapılmış parlayan anahtar levhasını tasarlamak için saatlerini harcamıştır. Ve sonra da bu 79 cent'lik anahtarları yerleştirmesi için bir müteahhite bırakmıştır.
We know instinctively where to reach when we enter a dark room. We automatically throw the little nub of plastic upward. But the sound we are greeted with, as the room is bathed in the simulated glow of late-afternoon light, recalls to mind a dirty men's room in the rear of a Greek coffee shop. (Laughter)
Karanlık bir odaya girdiğimizde içgüdüsel olarak nereye uzanmamız gerektiğini biliriz. Otomatik olarak o küçük plastik parçasını yukarı kaldırırız. Ama bizi karşılayan bu ses, oda akşam saatlerinin sahte ışığı ile parıldarken, aklımıza bir Yunan kahve dükkanının arka tarafındaki pis bir adamın odasını getirir. (Gülüşmeler)
This sound colors our first impression of any room; it can't be helped. But where does this sound, commonly described as a click, come from? Is it simply the byproduct of a crude mechanical action? Or is it an imitation of one half the set of sounds we make to express disappointment? The often dental consonant of no Indo-European language.
Bu ses herhangi bir oda hakkındaki ilk izlenimimizi belirler. Başka türlüsü olamaz. Peki ama genel olarak "klik" diye tarif edilen bu ses nereden gelmektedir? Bu yalnızca basit bir mekanik işlemin yan ürünü müdür? Yoksa hayal kırıklığımızı ifade etmek için çıkardığımız seslerin yarım bir taklidi midir? Genellikle Hint-Avrupa ailesinden olmayan dillerin dedental* (dilin dişe vurmadan çıkardığı) sessiz harfidir.
Or is it the amplified sound of a synapse firing in the brain of a cockroach? In the 1950s they tried their best to muffle this sound with mercury switches and silent knob controls.
Yoksa bir karafatmanın beynindeki hücrelerin çarpışmasının abartılmış sesi midir? 1950'lerde civa anahtarlar ve sessiz düğme kontrolleri ile bu sesi susturmak için ellerinden geleni yaptılar.
But today these improvements seem somehow inauthentic. The click is the modern triumphal clarion proceeding us through life, announcing our entry into every lightless room.
Fakat bugün bu gelişmeler bir şekilde sıradan gözüküyor. Bu klikler, her ışıksız odaya girişimizde zaferimizi ilan eden, bizi hayata götüren modern savaş borularıdır.
The sound made flicking a wall switch off is of a completely different nature. It has a deep melancholy ring. Children don't like it. It's why they leave lights on around the house. (Laughter) Adults find it comforting.
Elektrik düğmesini kapamanın yarattığı ses ise tamamen farklı bir yapıdadır. Derin bir melankolik sese sahiptir. Çocuklar bu sesi sevmezler. Bu yüzden evin içinde ışıkları açık bırakırlar. Yetişkinler rahatlatıcı bulur.
But wouldn't it be an easy matter to wire a wall switch so that it triggers the muted horn of a steam ship? Or the recorded crowing of a rooster? Or the distant peel of thunder?
Peki ya elektrik düğmesini buharlı vapurun sessiz kornasını harekete geçirecek şekilde dizayn etmek nasıl olurdu? Veya bir horozun ötme kaydını? Veya uzaktaki bir gök gürültüsünü?
Thomas Edison went through thousands of unlikely substances before he came upon the right one for the filament of his electric light bulb. Why have we settled so quickly for the sound of its switch? That's the end of that. (Applause)
Thomas Edison ampülünün filamenti için doğrusunu bulana kadar binlerce başarı olasılığı olmayan fikri denedi. Biz neden elektrik düğmesinin sesini bu kadar çabuk kabul ettik? Bu hikayenin sonu. (Alkış)
The next story is called "In Praise of the Taxpayer."
Sıradaki hikayenin adı "Vergi Mükellefinin Övgüsü"
That so many of the city's most venerable taxpayers have survived yet another commercial building boom, is cause for celebration.
Şehrin saygıdeğer vergi mükelleflerinin çoğunun ticari binaların ani artışına rağmen hayatta kalmayı başarmaları bir kutlama nedenidir.
These one or two story structures, designed to yield only enough income to cover the taxes on the land on which they stand, were not meant to be permanent buildings. Yet for one reason or another they have confounded the efforts of developers to be combined into lots suitable for high-rise construction.
Bu kalıcı binalar olarak tasarlanmayan bir veya iki yapı aslında bulundukları ülkede yeterli miktarda vergi sağlamaları için tasarlanmıştı. Şimdi o veya bu sebeple onları bir sürü çok katlı binaya döndürme gayretindeki plan sahiplerini hayrete düşürdüler.
Although they make no claim to architectural beauty, they are, in their perfect temporariness, a delightful alternative to the large-scale structures that might someday take their place. The most perfect examples occupy corner lots. They offer a pleasant respite from the high-density development around them. A break of light and air, an architectural biding of time.
Her ne kadar mimari açıdan bir iddiaları olmasada onlar, o mükemmel geçiciliklerinde, bir gün yerlerini alacak olan büyük binalar için müthiş bir alternatif sunmaktalar. En mükkemmel örnekler köşe başlarını işgal edenler. Etraflarındaki yüksek yoğunluklu yapılaşma arasında güzel bir dinlenme mekanı sundular. Işık ve havaya bir ara, zamanın mimari bir bekleyişi.
So buried in signage are these structures, that it often takes a moment to distinguish the modern specially constructed taxpayer from its neighbor: the small commercial building from an earlier century, whose upper floors have been sealed, and whose groundfloor space now functions as a taxpayer. The few surfaces not covered by signs are often clad in a distinctive, dark green-gray, striated aluminum siding. Take-out sandwich shops, film processing drop-offs, peep-shows and necktie stores.
İşaretler arasında gömülü böyle yapıları, komşusu tarafından özellikle inşa ettirilen modern yapılardan ayırt etmek bazen bir dakika sürer. Önceki yüzyıldan kalma üst katları mühürlenmiş küçük ticari bina aynı binanın giriş katı şimdi bir vergi mükellefi olarak işliyor. İşaretlerle kaplanmamış az sayıdaki dış yüzeylerde de genellikle koyu yeşil-gri renkle kaplanmış alüminyum kaplama yapılmış. Sandviç dükkanları film banyo dükkanları dikiz şovları ve kravat dükkanları.
Now these provisional structures have, in some cases, remained standing for the better part of a human lifetime. The temporary building is a triumph of modern industrial organization, a healthy sublimation of the urge to build, and proof that not every architectural idea need be set in stone. That's the end. (Laughter)
Şimdi bu iğreti binalardan bazıları oldukları gibi kaldılar insan hayatının daha iyi bir dönemi için. Geçici binalar modern endüstriyel organizasyonun bir zaferidir. İnşa etme güdüsünün sağlıklı bir şekilde iyiye yönlendirilmesi. Ve de her mimari düşüncenin bir taşa kazınması gerekmediğinin bir kanıtıdır. Hikayenin sonu. (Gülüşmeler)
And the next story is called, "On the Human Lap." For the ancient Egyptians the lap was a platform upon which to place the earthly possessions of the dead -- 30 cubits from foot to knee.
Sıradaki hikayenin adı "İnsan Kucağında" Eski Mısırlılar için için kucak ölünün dünyevi vanlıklarının üzerine konulduğu ayaktan dize kadar 15 metre yüksekliğini bulan bir platformdu.
It was not until the 14th century that an Italian painter recognized the lap as a Grecian temple, upholstered in flesh and cloth. Over the next 200 years we see the infant Christ go from a sitting to a standing position on the Virgin's lap, and then back again. Every child recapitulates this ascension, straddling one or both legs, sitting sideways, or leaning against the body.
İlk kez 14. yy'da İtalyan bir ressam kucağı et ve giysi ile kaplanmış eski bir Yunan tapınağı olarak tanımladı. Sonraki 200 yılda çocuk İsa'nın bir bakirenin kucağında oturur pozisyondan ayağa kalktığını gördük. Ve tekrardan. Bu yükseliş her çocuk tarafından yinelendi, bacaklarını ayırarak oturanlar, yan oturanlar, veya vücuda yaslanarak yatanlar.
From there, to the modern ventriloquist's dummy, is but a brief moment in history. You were late for school again this morning. The ventriloquist must first make us believe that a small boy is sitting on his lap. The illusion of speech follows incidentally. What have you got to say for yourself, Jimmy?
Bu o zamandan modern vantrologların kuklalarına kadar geçen sürenin kısa tarihçesidir. Bu sabah okula yine geç kaldın. Vantrolog öncelikle küçük bir çocuğun kucağında oturduğuna bizi inandırmalıdır. Bunu konuşmanın ilüzyonu takip edecektir. Bize kendin hakkında ne anlatacaksın Jimmy?
As adults we admire the lap from a nostalgic distance. We have fading memories of that provisional temple, erected each time an adult sat down. On a crowded bus there was always a lap to sit on. It is children and teenage girls who are most keenly aware of its architectural beauty. They understand the structural integrity of a deep avuncular lap, as compared to the shaky arrangement of a neurotic niece in high heels.
Bizler yetişkinler olarak kucağa nostaljik açıdan hayran kalırız. Bu geçici tapınak için her bir yetişkin oturduğunda yeniden ayaklanan unutmaya yüz tutmuş anılarımız vardır. Kalabalık bir otobüste her zaman oturulacak bir kucak vardır. Onun mimari güzelliğinin en çok farkında olanlar çocuklar ve genç kızlardır. Onlar babacan bir kucağın ne kadar iyi olduğunu çok iyi anlarlar hele ki yüksek topuklar yüzünden sallanan kucağa oranla.
The relationship between the lap and its owner is direct and intimate. I envision a 36-story, 450-unit residential high-rise -- a reason to consider the mental health of any architect before granting an important commission. The bathrooms and kitchens will, of course, have no windows. The lap of luxury is an architectural construct of childhood, which we seek, in vain, as adults, to employ. That's the end. (Laughter)
Kucak ve sahibi arasındaki ilişki doğrudan ve samimidir. 450 daireli 36 katlı bir bina tasarlıyorum-- Önemli bir iş öncesi herhangi bir mimarın akıl sağlığını göz önüne getirmesine bir nedendir. Banyoların ve mutfağın tabi ki camı olmayacak. Biz yetişkinler, boş yere çocukluğumuzun mimari inşası olan kucağın lüksünü uygulamaya çalışırız. Ve son. (Gülüşmeler)
The next story is called "The Haverpiece Collection" A nondescript warehouse, visible for a moment from the northbound lanes of the Prykushko Expressway, serves as the temporary resting place for the Haverpiece collection of European dried fruit.
Sıradaki hikayenin adı "Haverpiece Koleksiyonu" Alelade bir depo Prykusho* ekspress yolunun kuzeyinden bir an için görünür, Avrupa'dan gelen kuru meyvelerin Haverpiece koleksiyonu için geçici olarak toplandığı yer olarak hizmet verir.
The profound convolutions on the surface of a dried cherry. The foreboding sheen of an extra-large date.
Kuru kirazın dış yüzeyindeki derin kıvrımlar. Çok büyük bir günün geleceğinin önsezisi.
Do you remember wandering as a child through those dark wooden storefront galleries? Where everything was displayed in poorly labeled roach-proof bins.
Çocukken bu karanlık tahtadan mağaza önlerinde dolaştığınızı hatırlıyor musunuz? Her şeyin hamamböcekli bölmelerde yetersiz işaretlerle sergilendiği.
Pears dried in the form of genital organs. Apricot halves like the ears of cherubim.
Armutlar genital organlar şeklinde kurudular. Melek çocukların kulakları gibi kayısı yarıları.
In 1962 the unsold stock was purchased by Maurice Haverpiece, a wealthy prune juice bottler, and consolidated to form the core collection. As an art form it lies somewhere between still-life painting and plumbing.
1962 yılında satılmamış olan stok zengin bir kuru meyve satıcısı olan Maurice Haverpiece tarafından alındı, ve çekirdek koleksiyonu oluşturmak için takviye edildi. Bir sanatsal açıdan natürmort ile sıhhi tesisat arasında yer alıyor.
Upon his death in 1967, a quarter of the items were sold off for compote to a high-class hotel restaurant. (Laughter) Unsuspecting guests were served stewed turn-of-the-century Turkish figs for breakfast. (Laughter)
1967'de ölümünden sonra, stokun ¼'ü komposto için 1. sınıf bir hotelin restoranına satıldı. (Gülüşmeler) Masum misafirlere yüzyılın sonunda güveç sunuldu. Kahvaltı için de Türk inciri. (Gülüşmeler)
The rest of the collection remains here, stored in plain brown paper bags until funds can be raised to build a permanent museum and study center.
Koleksiyonun kalanı burada, basit kahverengi kağıt poşetlerde saklandı, ta ki fonlar kalıcı bir müze ve eğitim merkezi inşasına yetecek seviyeye gelene kadar.
A shoe made of apricot leather for the daughter of a czar.
Çarın kızı için kayısı derisinden yapılma bir ayakkabı.
That's the end. Thank you. (Applause)
Hepsi bu. Teşekkürler (Alkışlar)