Hi. So, this chap here, he thinks he can tell you the future. His name is Nostradamus, although here the Sun have made him look a little bit like Sean Connery. (Laughter)
Merhaba. Burada gördüğünüz bu adam, geleceği görebildiğini sanıyor. Her ne kadar Sun gazetesi onu Sean Connery'e epey benzetmiş olsa da, adı Nostradamus. (Gülüşmeler)
And like most of you, I suspect, I don't really believe that people can see into the future. I don't believe in precognition, and every now and then, you hear that somebody has been able to predict something that happened in the future, and that's probably because it was a fluke, and we only hear about the flukes and about the freaks. We don't hear about all the times that people got stuff wrong. Now we expect that to happen with silly stories about precognition, but the problem is, we have exactly the same problem in academia and in medicine, and in this environment, it costs lives.
Ve ben de pek çoğunuz gibi, şüphe duyuyorum insanların geleceği görebileceklerine inanmıyorum. Önsezi denen şeye inanmıyorum. Siz zaman zaman birilerinin, gelecekte olan bir olayı öngörebildiğini duyuyor olabilirsiniz. ama bunun nedeni büyük ihtimalle tamamen rastlantı ve bizler sadece rastlantısal ve acayip olayları duyarız. İnsanların yanlış tahminlerde bulundukları zamanları ise duymayız bile. Şimdi, bizler bu durumun önsezi ile ilgili saçma hikayelerde ortaya çıkmasını bekleriz, ama esas sorun şu, bu sorunun aynısı akademik ortamlarda veya tıp dünyasında da mevcut ve bu ortamlarda görüldüğünde ölümcül olabiliyor.
So firstly, thinking just about precognition, as it turns out, just last year a researcher called Daryl Bem conducted a piece of research where he found evidence of precognitive powers in undergraduate students, and this was published in a peer-reviewed academic journal and most of the people who read this just said, "Okay, well, fair enough, but I think that's a fluke, that's a freak, because I know that if I did a study where I found no evidence that undergraduate students had precognitive powers, it probably wouldn't get published in a journal. And in fact, we know that that's true, because several different groups of research scientists tried to replicate the findings of this precognition study, and when they submitted it to the exact same journal, the journal said, "No, we're not interested in publishing replication. We're not interested in your negative data." So this is already evidence of how, in the academic literature, we will see a biased sample of the true picture of all of the scientific studies that have been conducted.
Şimdi ilk önce, sadece önsezi konusuna bakacak olursak, geçen yıl, Daryl Bem isimli bir araştırmacı bir araştırma yayınladı. Bu araştırmada, üniversite öğrencilerinin önsezi yetisi olduğuna ilişkin kanıtlar bulduğunu iddia etti ve araştırmasının sonucu hakemli bilimsel dergilerden birinde yayınlandı. Bu makaleyi okuyan insnaların çoğu, "Tamam, ilginç ama bence bu tamamen rastlantısal, çıkan sonuç tamamen şansa bağlı çünkü ben bir deney yapsam ve üniversite öğrencilerinin önsezi yeteneği olmadığını gösteren bir makale yazsam bu makale muhtemelen bir dergide yayınlanmazdı. Aslında, bunun tam da böyle olduğunu biliyoruz, çünkü birkaç farklı bilim insanı, bu önsezi deneyini tekrar etmek ve bulgularını yayınlamak istediler, ancak, yazdıkları makaleleri, daha önceki çalışmayı yayınlayan dergiye ilettiklerinde dergi "Hayır, biz tekrar edilen çalışmaları yayınlama konusunda istekli değiliz. Herhangi bir şey bulmayan makaleleri yayınlamıyoruz." dedi. İşte bu, akademik yayınlarda, yapılan tüm bilimsel çalışmaların ortak sonucu olan gerçeklerin ne denli saptırılmış ve yanlı olarak gördüğümüzün güzel bir örneği.
But it doesn't just happen in the dry academic field of psychology. It also happens in, for example, cancer research. So in March, 2012, just one month ago, some researchers reported in the journal Nature how they had tried to replicate 53 different basic science studies looking at potential treatment targets in cancer, and out of those 53 studies, they were only able to successfully replicate six. Forty-seven out of those 53 were unreplicable. And they say in their discussion that this is very likely because freaks get published. People will do lots and lots and lots of different studies, and the occasions when it works they will publish, and the ones where it doesn't work they won't. And their first recommendation of how to fix this problem, because it is a problem, because it sends us all down blind alleys, their first recommendation of how to fix this problem is to make it easier to publish negative results in science, and to change the incentives so that scientists are encouraged to post more of their negative results in public.
Ancak, bu sadece sıkıcı bir akademik alan olan psikoloji için geçerli değil. mesela kanser araştırmalarında da bu böyle. Mart 2012'de, bundan yaklaşık bir ay önce, bazı araştırmacılar Nature dergisinde bir makale yayınlayarak, kanser hastalığının potansiyel tedavi hedeflerine ilişkin 53 adet basit bilimsel çalışmayı tekrar etmeye çalıştıklarını aktardılar. Bu 53 çalışmadan sadece 6 tanesini başarılı bir şekilde tekrar edebildiler. 53 çalışmadan 47 tanesi tekrar edilemedi. Bu durumun, muhtemelen sadece beklenmeyen, anormal bulgu veren çalışmaların yayınlanması ile açıklanabildiğini aktarıyorlar. İnsanlar pek çok farklı araştırmalar yapıyorlar, yaptıkları çalışmadan bir sonuç çıkıyor, işe yarıyorsa yayınlanıyor, sonuç çıkmayanlar ise yayınlanmıyor. Bu durumu ne şekilde düzelteceğimize ilişkin önerileri ise, çünkü bu bir sorun ve bu sorun bizi çıkmaz sokaklara sürüklüyor, onların bu sorunu çözmek için getirdikleri öneri bilim dünyasında negatif sonuç veren çalışmalarının yayınlanmasını kolaylaştırmak, ve bilim adamlarını motive eden dürtüyü değiştirerek sonuç vermeyen çalışmalarının da kamuya açıklanmasını sağlamak.
But it doesn't just happen in the very dry world of preclinical basic science cancer research. It also happens in the very real, flesh and blood of academic medicine. So in 1980, some researchers did a study on a drug called lorcainide, and this was an anti-arrhythmic drug, a drug that suppresses abnormal heart rhythms, and the idea was, after people have had a heart attack, they're quite likely to have abnormal heart rhythms, so if we give them a drug that suppresses abnormal heart rhythms, this will increase the chances of them surviving. Early on its development, they did a very small trial, just under a hundred patients. Fifty patients got lorcainide, and of those patients, 10 died. Another 50 patients got a dummy placebo sugar pill with no active ingredient, and only one of them died. So they rightly regarded this drug as a failure, and its commercial development was stopped, and because its commercial development was stopped, this trial was never published.
Ancak bu, sadece kanser araştırmalarının klinik öncesi olan bu sıkıcı türlerinde olan bir durum değil. Aynı zamanda, gerçek hayatta, kanlı canlı akademik tıp dünyasında da karşımıza çıkıyor. 1980 yılında bir grup araştırmacı, lorcainide isimli bir ilaç üzerinde inceleme yaptı, bu bir anti-aritmi ilacı, yani anormal kalp ritmlerini baskılayan bir ilaç, insanlar kalp krizi geçirdikten sonra sıklıkla, kalplerinde tehlikeli ritm bozuklukları başlayabiliyor, eğer biz bu bozuk ritmleri baskılayan bir ilaç verirsek bu, hastaların hayatta kalma ihtimalini arttıracaktır. İlacın geliştirme sürecinin başında, çok küçük bir deney yapmışlar, 100 hastadan az katılımla. 50 hasta lorcainide almış ve bunlardan 10 tanesi ölmüş. diğer 50 hasta, içinde etken madde olmayan bir şeker tableti, bir plasebo ilacı almışlar, sadece bir tane hasta ölmüş. Bu nedenle, haklı olarak bu ilacın bir fiyasko olduğunu düşünmüşler ve ilacın ticari üretimi durdurulmuş, ticari üretimi durdurulduğu için de bu deney hiç bir yayında çıkmamış.
Unfortunately, over the course of the next five, 10 years, other companies had the same idea about drugs that would prevent arrhythmias in people who have had heart attacks. These drugs were brought to market. They were prescribed very widely because heart attacks are a very common thing, and it took so long for us to find out that these drugs also caused an increased rate of death that before we detected that safety signal, over 100,000 people died unnecessarily in America from the prescription of anti-arrhythmic drugs.
Ne yazık ki, bunu izleyen 5 - 10 yıl içinde diğer firmalar da kalp krizi geçiren hastaların kalbinde meydana gelen ritm bozukluğunu düzeltmek için ilaçlar geliştirmişler. bu ilaçlar piyasaya çıkmış. Çok fazla sayıda hastaya reçete edilmişler, çünkü kalp krizi oldukça yaygın bir hastalıktır. Ve bizim bu ilaçların aynı zamanda ölüm oranlarını artırdığını bulmamız o kadar uzun sürdü ki, bu ilaçların güvenilirliğine ilişkin bu sinyalleri alana dek, Amerika'da, anti-aritmik ilaçlar yüzünden yüz bin kişi yok yere hayatını kaybetti.
Now actually, in 1993, the researchers who did that 1980 study, that early study, published a mea culpa, an apology to the scientific community, in which they said, "When we carried out our study in 1980, we thought that the increased death rate that occurred in the lorcainide group was an effect of chance." The development of lorcainide was abandoned for commercial reasons, and this study was never published; it's now a good example of publication bias. That's the technical term for the phenomenon where unflattering data gets lost, gets unpublished, is left missing in action, and they say the results described here "might have provided an early warning of trouble ahead."
Şimdi, bu 1980'de yayınlanan makaleyi yazan bilim insanları, aynı ekip 1993 yılında bilimsel camiaya yönelik bir özür yazısı yayınlayarak "Biz, 1980 yılında ilk araştırmamızı yayınladığımızda, lorcainide kullanan hastalarda bulduğumuz artmış ölüm oranının rastlantısal bir bulgu olduğunu düşünmüştük." dediler. Lorcainide ilacının geliştirilmesi, ticari nedenlerle durmuştu, bu çalışma hiçbir yerde yayınlanmamıştı; Artık bu olay yayınlama sırasında taraf tutma (taraflı yayınlama) için iyi bir örnek teşkil ediyor. "Taraflı yayınlama", çok dikkati çekmeyen, ilginç olmayan verilerin kaybolması, yayınlanmaması anlamına gelen teknik bir terim. Bu makalede, daha önce açıklanan sonuçlar "ileride ortaya çıkacak ciddi sorunların bir habercisi olabilirdi" deniyor.
Now these are stories from basic science. These are stories from 20, 30 years ago. The academic publishing environment is very different now. There are academic journals like "Trials," the open access journal, which will publish any trial conducted in humans regardless of whether it has a positive or a negative result. But this problem of negative results that go missing in action is still very prevalent. In fact it's so prevalent that it cuts to the core of evidence-based medicine. So this is a drug called reboxetine, and this is a drug that I myself have prescribed. It's an antidepressant. And I'm a very nerdy doctor, so I read all of the studies that I could on this drug. I read the one study that was published that showed that reboxetine was better than placebo, and I read the other three studies that were published that showed that reboxetine was just as good as any other antidepressant, and because this patient hadn't done well on those other antidepressants, I thought, well, reboxetine is just as good. It's one to try. But it turned out that I was misled. In fact, seven trials were conducted comparing reboxetine against a dummy placebo sugar pill. One of them was positive and that was published, but six of them were negative and they were left unpublished. Three trials were published comparing reboxetine against other antidepressants in which reboxetine was just as good, and they were published, but three times as many patients' worth of data was collected which showed that reboxetine was worse than those other treatments, and those trials were not published. I felt misled.
Şimdi, bu hikayeler, temel bilimlerle ilgili hikayeler. Yaklaşık 20-30 yıl önceden gelen olaylar. Artık, akademik yayın dünyası bundan epey farklı. Artık herkese açık akademik yayınlar var. Mesela "Trials" bunlardan biri. Bu yayın, çıkan sonucun pozitif ya da negatif olduğuna bakmaksızın insanlar üzernde yapılan tüm çalışmaları yayınlıyor. Ama bu önlemlere rağmen, ortadan kaybolan bu negatif sonuç veren çalışmaların neden olduğu sorunlar hala mevcut. Hatta o denli yaygın ki, kanıta dayalı tıp uygulamalarına ciddi zarar veriyor. Mesela bu ilaç, reboxetine, ki bu benim de reçete ettiğim bir ilaç. Bu bir depresyon ilacı. Ben biraz tuhaf bir doktor olduğum için, bu ilaçla ilgili tüm çalışmaları okudum. Okuduğum çalışmalardan biri reboxetine'in plasebodan daha etkili olduğunu gösteriyordu, ayrıca yayınlanan üç ayı makaleyi daha okudum, ki bunlar da reboxetine ilacının en az diğer depresyon ilaçları kadar etkili olduğunu gösteriyordu. Bana gelen hasta diğer depresyon ilaçlarını denemiş ve faydasını görmemişti, ben de reboxetine de aynı derecede etkili, bir de onu deneyeyim diye düşündüm. Ama sonradan yanlış yönlendirildiğim ortaya çıktı. Aslında, reboxetine'i işe yaramayan, şekerden imal edilmiş plasebo tabletlerle karşılaştıran yedi tane çalışma yapılmış. Bunlardan biri olumlu sonuç vermiş ve yayınlanmış, ama kalan altı tanesinin sonuçları negatifmiş ve yayınlanmamışlar. Reboxetine'i diğer antidepresan ilaçlarla karşılaştıran üç çalışma da pozitif sonuç vermiş ve yayınlanmış, ama aslında yayınlanan makaledekilerin üç katı kadar hasta üzerinde çalışma yapılmış ve veri toplanmış, ki bu veriler reboxetine'in diğer tedavi yöntemlerinden daha kötü olduğunu gösteriyormuş, ama bu çalışmalar yayınlanmamış. Kendimi kandırılmış hissettim.
Now you might say, well, that's an extremely unusual example, and I wouldn't want to be guilty of the same kind of cherry-picking and selective referencing that I'm accusing other people of. But it turns out that this phenomenon of publication bias has actually been very, very well studied. So here is one example of how you approach it. The classic model is, you get a bunch of studies where you know that they've been conducted and completed, and then you go and see if they've been published anywhere in the academic literature. So this took all of the trials that had ever been conducted on antidepressants that were approved over a 15-year period by the FDA. They took all of the trials which were submitted to the FDA as part of the approval package. So that's not all of the trials that were ever conducted on these drugs, because we can never know if we have those, but it is the ones that were conducted in order to get the marketing authorization. And then they went to see if these trials had been published in the peer-reviewed academic literature. And this is what they found. It was pretty much a 50-50 split. Half of these trials were positive, half of them were negative, in reality. But when they went to look for these trials in the peer-reviewed academic literature, what they found was a very different picture. Only three of the negative trials were published, but all but one of the positive trials were published. Now if we just flick back and forth between those two, you can see what a staggering difference there was between reality and what doctors, patients, commissioners of health services, and academics were able to see in the peer-reviewed academic literature. We were misled, and this is a systematic flaw in the core of medicine.
Şimdi, bu oldukça sıradışı bir örnek diye düşünebilirsiniz, ben de diğer insanları suçladığım türde bir cımbızlama ve işime gelen veriyi seçme durumunda kalmış gibi görünmek istemem doğrusu. Ancak, görünen o ki, "taraflı yayınlama" olgusu oldukça kapsamlı olarak incelenmiş. Bu konuyu nasıl irdeleyeceğiniz konusunda bir örnek vereyim. Klasik uygulamada, yapıldığını ve tamamlandığını bildiğiniz bir grup çalışmayı alırsınız ve bunların akademik yayın dünyasında herhangi bir yerde yayınlanıp yayınlanmadığına bakarsınız. Bu gördüğünüz 15 yıllık süreçte FDA tarafından onaylanmış anti-depresanlar üzerinde yapılan tüm çalışmaları içeriyor. Yani, ilacın onaylanma sürecine ait FDA onay paketi kapsamında bildirilmesi gereken tüm çalışmaları almışlar. Aslında bu gördükleriniz, bu ilaçlarla ilgili yapılan tüm çalışmaları içermiyor çünkü diğerlerine ulaşmamıza imkan yok, sadece ilaçların satışa sürülebilmesi için yapılması zorunlu olan çalışmalar bunlar. Daha sonra, bu çalışmaların kaç tanesinin hakem kurulu olan akademik dergilerde yayınlandığına bakmışlar. Buldukları ise bu gördüğünüz. Neredeyse yarı yarıya. Gerçekte, bu çalışmaların yaklaşık yarısı olumlu, diğer yarısı da olumsuz sonuç vermiş. Ancak bu çalışmaların hakem kurulu olan akademik dergilerdeki yayınlanma oranına baktıklarında çok farklı bir tabloyla karşılaşmışlar. Negatif sonuç veren çalışmalardan sadece üç tanesi yayınlanmış, pozitif (ilacın işe yaradığını gösteren) çalışmalardan ise sadece bir tanesi yayınlanmamış. Şimdi iki tabloyu karşılaştırmalı olarak incelersek, aralarındaki farkın ne kadar çarpıcı olduğunu görebilirsiniz Bu, doktorların, hastaların, sağlık sektöründe çalışan diğer kişilerin ve akademisyenlerin hakem kurulu olan dergilerde gördükleri ile gerçek hayat arasındaki fark. Yanlış yönlendiriliyoruz ve bu tıp biliminin kalbinde yer alan temel bir kusur.
In fact, there have been so many studies conducted on publication bias now, over a hundred, that they've been collected in a systematic review, published in 2010, that took every single study on publication bias that they could find. Publication bias affects every field of medicine. About half of all trials, on average, go missing in action, and we know that positive findings are around twice as likely to be published as negative findings.
Aslında, "taraflı yayınlama" ile ilgili o kadar çok çalışma yapılmış ki, yüzden fazlası bir araya getirilip, 2010 yılında bir sistematik inceleme olarak yayınlanmış. Yazarlar, bulabildikleri taraflı yayın ile ilgili her makaleyi birleştirerek analiz etmişler. Taraflı yayın, tıbbın her dalını etkileyen bir durum. Yapılan deneme çalışmalarının yaklaşık yarısı ortadan kayboluyor ve olumlu sonuç veren çalışmaların yayınlanma ihtimalinin olumsuz olanların iki katı olduğunu biliyoruz.
This is a cancer at the core of evidence-based medicine. If I flipped a coin 100 times but then withheld the results from you from half of those tosses, I could make it look as if I had a coin that always came up heads. But that wouldn't mean that I had a two-headed coin. That would mean that I was a chancer and you were an idiot for letting me get away with it. (Laughter) But this is exactly what we blindly tolerate in the whole of evidence-based medicine. And to me, this is research misconduct. If I conducted one study and I withheld half of the data points from that one study, you would rightly accuse me, essentially, of research fraud. And yet, for some reason, if somebody conducts 10 studies but only publishes the five that give the result that they want, we don't consider that to be research misconduct. And when that responsibility is diffused between a whole network of researchers, academics, industry sponsors, journal editors, for some reason we find it more acceptable, but the effect on patients is damning.
Bu, kanıta dayalı tıbbın kabinde oturan bir kanser. Eğer, 100 defa yazı tura atsam ve bu 100 atışın yarısının sonuçlarını sizden saklasam elimdeki paranın her zaman tura geldiğine sizi ikna edebilirim. Ama bu elimdeki paranın iki yüzünün de tura olduğu anlamına gelmez. Bu, benim fırsatçının biri olduğumu, sizin de buna izin verdiğiniz için ahmağın biri olduğunuzu gösterir. (Gülüşmeler) Kanıta dayalı tıp alanında olmasına göz yumduğumuz şey bunun bire bir aynısı. Ve bu, bence bir araştırma sahtekarlığı. Eğer bir çalışma yapsam ve bu araştırmada ortaya çıkan sonuçların yarısını saklasam, haklı olarak beni yaptığım araştırmaya hile karıştırmakla suçlardınız. Ama, ne tuhaftır ki, eğer biri 10 ayrı araştırma yapıp, bunlardan sadece istedikleri sonucu gösteren beş tanesini yayınlarsa bunu araştırmaya hile karıştırmak olarak algılamıyoruz. Çünkü o zaman bunun sorumluluğu çok sayıda insana dağılıyor, bir sürü araştırmacı, akademisyen, endüstri sponsorları, dergi editörleri. Bir şekilde bunu daha kabul edilebilir hale getiriyoruz, ama bu durumun hastalar üzerindeki etkisi korkunç.
And this is happening right now, today. This is a drug called Tamiflu. Tamiflu is a drug which governments around the world have spent billions and billions of dollars on stockpiling, and we've stockpiled Tamiflu in panic, in the belief that it will reduce the rate of complications of influenza. Complications is a medical euphemism for pneumonia and death. (Laughter) Now when the Cochrane systematic reviewers were trying to collect together all of the data from all of the trials that had ever been conducted on whether Tamiflu actually did this or not, they found that several of those trials were unpublished. The results were unavailable to them. And when they started obtaining the writeups of those trials through various different means, through Freedom of Information Act requests, through harassing various different organizations, what they found was inconsistent. And when they tried to get a hold of the clinical study reports, the 10,000-page long documents that have the best possible rendition of the information, they were told they weren't allowed to have them. And if you want to read the full correspondence and the excuses and the explanations given by the drug company, you can see that written up in this week's edition of PLOS Medicine.
Ve bu, şu anda biz konuşurken dahi devam ediyor. Bu, Tamiflu denen bir ilaç. Dünyanın dört bir yanındaki devletler milyarlarca dolar harcayarak Tamiflu ilacını stokladılar ve biz de panikle Tamiflu stokladık çünkü bu ilacın gribe bağlı görülen ciddi komplikasyonları önleyeceğine inanılıyordu. Burada komplikasyon, zatürre ve ölüm kavramlarının tıbbi terminolojideki karşılığı (Gülüşmeler) Cochrane Sistematik İnceleme grubu, Tamiflu ile ilgili yapılmış tüm deneyleri toplayarak bu ilacın gerçekten böyle bir etkisi olup olmadığını anlamaya çalıştı ve bu deneylerin bazılarının yayınlanmadığını buldular. Yayınlanmamış çalışmaların sonuçlarına ulaşamadılar. Sonuçları bilinmeyen bu deneylere başka yollarla ulaşmayı denediler Bilgi Alma Kanunu kapsamında bu çalışmaların sonuçlarını talep ettiler, farklı organizasyonlara başvurdular, onları taciz ettiler ve sonunda buldukları sonuçlar tutarsızdı. Klinik çalışmalara ilişkin raporları elde etmeye çalıştılar, aradıkları bilgileri içeren onbinlerce sayfa dokümana ulaşmaya çalıştıklarında, bu dokümanlara ulaşma hakları olmadıkları söylendi onlara. Eğer bu konuda yapılmış tüm yazışmaları görmek ve ilaç firması tarafından bu çalışmaları ibraz etmemek için gösterilen bahane ve gerekçeleri görmek isterseniz hepsi PLoS Medicine dergisinin bu haftaki sayısında mevcut.
And the most staggering thing of all of this, to me, is that not only is this a problem, not only do we recognize that this is a problem, but we've had to suffer fake fixes. We've had people pretend that this is a problem that's been fixed. First of all, we had trials registers, and everybody said, oh, it's okay. We'll get everyone to register their trials, they'll post the protocol, they'll say what they're going to do before they do it, and then afterwards we'll be able to check and see if all the trials which have been conducted and completed have been published. But people didn't bother to use those registers. And so then the International Committee of Medical Journal Editors came along, and they said, oh, well, we will hold the line. We won't publish any journals, we won't publish any trials, unless they've been registered before they began. But they didn't hold the line. In 2008, a study was conducted which showed that half of all of trials published by journals edited by members of the ICMJE weren't properly registered, and a quarter of them weren't registered at all. And then finally, the FDA Amendment Act was passed a couple of years ago saying that everybody who conducts a trial must post the results of that trial within one year. And in the BMJ, in the first edition of January, 2012, you can see a study which looks to see if people kept to that ruling, and it turns out that only one in five have done so.
Bütün bunlar içinde, benim için en çarpıcı olanı, bunun sadece büyük bir sorun olması, bizim bu sorunun farkında olmamızın yanısıra, uyduruktan çözümlerle avunuyor olmamız. Aramızda, bu sorunun çözümlendiğine kendini inandırmış insanlar var. Mesela, araştırma kayıtları var. Herkes dedi ki: "Tamam, herkesin yapacağı araştırmayı kaydetmesini sağlayalım, araştırma yapmak isteyenler, daha başlamadan ne yapacaklarını bildirmek zorunda olsunlar. Böylece, daha sonra geri dönüp hangi araştırmaların gerçekleştiğini, tamamlandığını ve yayınlandığını takip edebiliriz." Ama insanlar bu kayıt kütüklerini kullanmadılar. Ardından Uluslararası Tıbbi Dergi Editörleri Birliği (ICMJE) geldi ve dedi ki "Tamam, bu işe yaramadı. O zaman biz araştırmacıları zorlayalım. Daha araştırmaya başlamadan kütüğe kaydedilmeyen makaleleri, deneyleri yayınlamayalım." Ama dediklerini tutamadılar. 2008 yılında yayınlanan bir çalışma, şunu gösterdi ki, ICMJE üyeleri tarafından editörlüğü yapılan dergilerde yayınlanan makalelerin yarısı düzgün bir şekilde kütüğe kayıt yaptırmamıştı, dörtte birinin ise hiç kaydı yoktu. Sonra FDA İyileştirme Yasası kabul edildi, bu yasa, herhangi bir araştırma yapan kişilerin/ekibin araştırmanın bittiği yıl içinde vardığı sonuçları bildirmesini zorunlu tutuyordu. BMJ'nin Ocak 2012 sayısında, insanların bu yasaya uyup uymadıklarını inceleyen bir makale mevcut. Buna göre, yapılan araştırmaların sadece beşte biri bu yasaya uygun davranmış durumda.
This is a disaster. We cannot know the true effects of the medicines that we prescribe if we do not have access to all of the information.
Bu tam bir facia. Eğer, tüm bilgiler elimizin altında olmazsa, reçete ettiğimiz ilaçların gerçek etkilerini bilemeyiz.
And this is not a difficult problem to fix. We need to force people to publish all trials conducted in humans, including the older trials, because the FDA Amendment Act only asks that you publish the trials conducted after 2008, and I don't know what world it is in which we're only practicing medicine on the basis of trials that completed in the past two years. We need to publish all trials in humans, including the older trials, for all drugs in current use, and you need to tell everyone you know that this is a problem and that it has not been fixed. Thank you very much. (Applause) (Applause)
ve bu aslında ortadan kaldırması zor bir sorun da değil. yapılan tüm çalışmaların yayınlanmasını sağlamalıyız. İnsanlarda yapılan tüm çalışmaları, eski çalışmalar da dahil, zira FDA iyileştirme Yasası sadece 2008 yılından sonra yapılan çalışmaların bildirimin zorunlu kılıyor. Bunu neye dayanarak belirledikleri konusunda hiçbir fikrim yok, son iki yılda yapılan çalışmalara bakarak tıp bilimini uygulayamayız. İnsanlar üzerinde yapılan tüm çalışmaları ve sonuçlarını yayınlamalıyız, hala kullanılan ilaçlara yönelik yapılmış eski çalışmalar da dahil. ve siz de tanıdığınız herkese bunun çok ciddi bir sorun olduğunu bu ciddi sorunun hala net bir çözümü olmadığını anlatmalısınız. Teşekkürler. ( Alkışlar) (Alkışlar)