Two years ago, I was invited as an artist to participate in an exhibition commemorating 100 years of Islamic art in Europe. The curator had only one condition: I had to use the Arabic script for my artwork. Now, as an artist, a woman, an Arab, or a human being living in the world in 2010, I only had one thing to say: I wanted to say no. And in Arabic, to say "no," we say "no, and a thousand times no."
İki yıl önce, Avrupa'daki İslami sanatın 100. yılını kutlamak için bir sanatçı olarak davet edildim. Küratörün tek bir şartı vardı: Sanat eserim için Arapça yazı kullanmalıydım. Şimdi, bir sanatçı, bir kadın, bir Arap veya 2010 yılında yaşayan bir insan olarak, Söylecek sadece tek bir şeyim vardı: Hayır demek istedim. Ve Arapça'da 'hayır' demek için biz 'hayır ve bin kere hayır' diyoruz.
So I decided to look for a thousand different noes. on everything ever produced under Islamic or Arab patronage in the past 1,400 years, from Spain to the borders of China. I collected my findings in a book, placed them chronologically, stating the name, the patron, the medium and the date. Now, the book sat on a small shelf next to the installation, which stood three by seven meters, in Munich, Germany, in September of 2010.
Ben de bin farklı 'hayır'lara bakmaya karar verdim. 1400 yıldır, İslami ve Arap himayesi altında kalan yapılmış her şeye, İspanya'dan Çin sınırlarına kadar. Bulduklarımı bir kitapta topladım, kronolojik olarak sıraladım, adlarını, sahibini, yayın çeşidini ve tarihini. Şimdi, kitap enstalasyonun yanında ufak bir rafta duruyordu. Üçe yedi metre boyunda, Münih, Almanya'da, Eylül 2010'da.
Now, in January, 2011, the revolution started, and life stopped for 18 days, and on the 12th of February, we naively celebrated on the streets of Cairo, believing that the revolution had succeeded.
Şimdi, Ocak'ta, 2011'de, devrim başladı ve hayat 18 gün boyunca durdu ve 12 Şubat gününde, saf bir şekilde Kahire sokaklarında bunu kutladık. Devrimin başarılı olduğuna inanarak.
Nine months later I found myself spraying messages in Tahrir Square. The reason for this act was this image that I saw in my newsfeed. I did not feel that I could live in a city where people were being killed and thrown like garbage on the street. So I took one "no" off a tombstone from the Islamic Museum in Cairo, and I added a message to it: "no to military rule." And I started spraying that on the streets in Cairo. But that led to a series of no, coming out of the book like ammunition, and adding messages to them, and I started spraying them on the walls. So I'll be sharing some of these noes with you.
Dokuz ay sonra kendimi Tahrir Meydanı'nda mesajlar spreylerken buldum. Bu hareketin nedeni haber listemde gördüğüm bu resimdi. Ben insanların öldürülüp, çöp gibi sokağa atıldığı bir şehirde yaşayabilecek gibi hissetmiyordum. Bu yüzden, bir mezartaşından bir 'hayır' aldım, Kahire'deki İslam Müzesinden, ve ona bir mesaj ekledim: 'ordu yönetimine hayır.' Ve bunu Kahire sokaklarına spreylemeye başladım. Ama bu, kitaptan çıkan bir 'hayır' serisine öncülük etti. Cephane gibi, onlara mesajlar ekleyerek duvarlara spreylemeye başladım. Sizinle bu 'hayır'lardan bazılarını paylaşacağım.
No to a new Pharaoh, because whoever comes next should understand that we will never be ruled by another dictator.
Yeni bir firavuna hayır, çünkü ardından gelen bizim bir daha asla bir diktatör tarafından yönetilmeyeceğimizi anlamalı.
No to violence: Ramy Essam came to Tahrir on the second day of the revolution, and he sat there with this guitar, singing. One month after Mubarak stepped down, this was his reward.
Şiddete hayır: Ramy Essam devrimin ikinci gününde Tahrir'e geldi ve gitarıyla oturup, şarkı söyledi. Mubarak'ın istifasından bir ay sonra, bu onun ödülüydü.
No to blinding heroes. Ahmed Harara lost his right eye on the 28th of January, and he lost his left eye on the 19th of November, by two different snipers.
Kahramanların kör edilmesine hayır. Ahmed Harara sağ gözünü kaybetti, 28 Ocak gününde ve sol gözünü kaybetti, 19 Kasım gününde, iki ayrı keskin nişancı tarafından.
No to killing, in this case no to killing men of religion, because Sheikh Ahmed Adina Refaat was shot on December 16th, during a demonstration, leaving behind three orphans and a widow.
Öldürmeye hayır, bu durumda din adamlarını öldürmeye hayır, çünkü Şeyh Ahmed Adina Refaat vuruldu 16 Aralık'ta, bir eylem sırasında, arkasında üç yetim ve bir dul bıraktı.
No to burning books. The Institute of Egypt was burned on December 17th, a huge cultural loss.
Kitap yakmaya hayır. Mısır Enstitüsü yandı 17 Aralık'ta, kocaman kültürel bir kayıp.
No to stripping the people, and the blue bra is to remind us of our shame as a nation when we allow a veiled woman to be stripped and beaten on the street, and the footprint reads, "Long live a peaceful revolution," because we will never retaliate with violence.
İnsanları soymaya hayır, ve mavi sütyen bizim ayıbımızı hatırlatacaktır, başörtülü bir kadının soyulmasına ve sokakta dövülmesine izin verdigimizi için. Ve ayak izi şöyle diyor, 'Yaşasın barışçıl devrim,' çünkü asla şiddetle karşılık vermeyeceğiz.
No to barrier walls. On February 5th, concrete roadblocks were set up in Cairo to protect the Ministry of Defense from protesters.
Bariyer duvarlara hayır. 5 Şubat gününde, Kahire'ye beton yol barikatları kuruldu, Savunma Bakanlığı'nı protestoculardan korumak için.
Now, speaking of walls, I want to share with you the story of one wall in Cairo. A group of artists decided to paint a life-size tank on a wall. It's one to one. In front of this tank there's a man on a bicycle with a breadbasket on his head. To any passerby, there's no problem with this visual. After acts of violence, another artist came, painted blood, protesters being run over by the tank, demonstrators, and a message that read, "Starting tomorrow, I wear the new face, the face of every martyr. I exist." Authority comes, paints the wall white, leaves the tank and adds a message: "Army and people, one hand. Egypt for Egyptians." Another artist comes, paints the head of the military as a monster eating a maiden in a river of blood in front of the tank. Authority comes, paints the wall white, leaves the tank, leaves the suit, and throws a bucket of black paint just to hide the face of the monster. So I come with my stencils, and I spray them on the suit, on the tank, and on the whole wall, and this is how it stands today until further notice. (Laughter)
Şimdi, duvarlardan bahsetmişken, sizinle Kahire'deki bir duvarın hikayesini paylaşmak istiyorum. Bir grup sanatçı duvarın üstüne, gerçek boyutlarda bir tank çizmeye karar verdi. Bire bir ölçüde. Bu tankın önünde biseklete binen bir adam var ve kafasının üstüne bir ekmek sepeti. Herhangi yoldan geçen birine bu görüntü bir sorun yaratmıyor. Şiddet olaylarından sonra, başka bir sanatçı geldi, kan resmetti, protestocuların bir tank tarafından ezilmesi, göstericilerin ve şöyle bir mesaj, 'Yarından itibaren, yeni bir yüz giyeceğim, bugüne kadarki bütün şehitlerin yüzü. Varım.' Otorite gelir, duvarı beyaza boyar, tankı ve şöyle bir mesajı geride bırakır: 'Ordu ve insanlar tek bir el. Mısırlılar için Mısır.' Başka bir sanatçı gelir, ordunun başını, tankın önünde, bir kan nehri içinde bir bakireyi yiyen bir canavar olarak resmeder. Otorite gelir, duvarı beyaza boyar, tankı, takım elbiseyi geride bırakır ve canavarın yüzünü kapamak için bir kova siyah boya atar. Sonra, kalıplarımla ben geldim, takim elbiseyi spreyledim, tankı spreyledim ve bütün duvarı. Ve bugün bu şekilde duruyor. İkinci bir emre kadar. (Kahkahalar)
Now, I want to leave you with a final no. I found Neruda scribbled on a piece of paper in a field hospital in Tahrir, and I decided to take a no of Mamluk Mausoleum in Cairo. The message reads, [Arabic] "You can crush the flowers, but you can't delay spring."
Şimdi, sizi son bir 'hayır'la bırakmak istiyorum. Neruda'nın bir kağıt parçasına yaptığı çizimleri buldum, Tahrir'de bir sahra hastanesinde ve Kahire'deki Mamluk anıtmezarından bir 'hayır' almaya karar verdim. Mesaj şöyle diyor, [Arapça] 'Çiçekleri ezebilirsiniz, ama baharı erteleyemezsiniz.'
Thank you. (Applause) (Applause) Thank you. Shukran. (Applause)
Teşekkürler. (Alkışlar) (Alkışlar) Teşekkürler. Şükran. (Alkışlar)