Following a devastating nuclear war, Lilith Iyapo awakens after 250 years of stasis to find herself surrounded by a group of aliens called the Oankali. These highly evolved beings want to trade DNA by breeding with humans so that each species’ genes can diversify and fortify the other. The only alternative they offer is sterilization of the entire human race. Should humanity take the leap into the biological unknown, or hold on to its identity and perish?
Yıkıcı bir nükleer savaşın ardından Lilith Iyapo 250 yıl sonra tekrar uyanıyor, kendisini Oankali adlı bir grup uzaylı tarafından etrafı sarılmış hâlde buluyor. Bu oldukça evrimleşmiş yaratıklar insanlar ile çiftleşerek DNA takas etmek istiyorlar böylece her türün genleri diğerini değiştirebilir ve güçlendirebilir. Sundukları tek alternatif tüm insan ırkının arındırılması. İnsanlık biyolojik bilinmeyenle şansını denemeli mi yoksa kimliğine bağlı kalmalı ve yok mu olmalı ?
Questions like this haunt Octavia Butler’s "Dawn," the first in her trilogy "Lilith’s Brood." A visionary storyteller who upended science fiction, Butler built stunning worlds throughout her work– and explored dilemmas that keep us awake at night.
Bunun gibi sorular Octavia Butler'ın "Lilith's Brood" üçlemesinin ilk kitabı "Dawn"da ortaya çıkıyor. Bilim kurguya bağlı ileri görüşlü bir hikâyeci olan Butler eserlerinde muhteşem dünyalar yarattı ve geceleri bizi uyutmayan ikilemleri keşfetti.
Born in 1947, Butler grew up shy and introverted in Pasadena, California. She dreamt up stories from an early age, and was soon scribbling these scenarios on paper. At twelve, she begged her mother for a typewriter after enduring a campy science fiction film called "Devil Girl From Mars." Unimpressed with what she saw, Butler knew she could tell a better story.
1947 yılında doğan Butler Pasadena, California'da utangaç ve içe kapanık biri olarak büyüdü. Küçük yaşta hikâyeler uydurdu ve çok geçmeden bu senaryoları kaleme alıyordu. 12 yaşında "Devil Girl From Mars" adındaki yapmacık bir bilim kurgu filmini izledikten sonra annesine bir daktilo için yalvardı. Gördüklerinden etkilenmeyen Butler daha iyi bir hikâye anlatabileceğini biliyordu.
Much science fiction features white male heroes who blast aliens or become saviors of brown people. Butler wanted to write diverse characters for diverse audiences. She brought nuance and depth to the representation of their experiences.
Çoğu bilim kurgu uzaylıları havaya uçuran veya siyahilerin kurtarıcısı olan beyaz erkek kahramanlara yer verir. Butler çeşitli izleyiciler için çeşitli karakterler yazmak istedi. Deneyimlerinin tasvirine derinlik ve nüans getirdi.
For Butler, imagination was not only for planting the seeds of science fiction– but also a strategy for surviving an unjust world on one’s own terms. Her work often takes troubling features of the world such as discrimination on the basis of race, gender, class, or ability, and invites the reader to contemplate them in new contexts.
Butler için hayal gücü sadece bilim kurgunun temelini atmak için değil aynı zamanda adaletsiz dünyada hayatta kalmak için bir stratejiydi. Eserleri genellikle ırk, cinsiyet, sınıf ve kabiliyet temelindeki ayrımcılık gibi dünyanın can sıkıcı özelliklerini ele alır ve okuyucuyu yeni bağlamlarda onların üzerine kafa yormasına davet eder.
One of her most beloved novels, the "Parable of the Sower," follows this pattern. It tells the story of Lauren Oya Olamina as she makes her way through a near-future California, ruined by corporate greed, inequality, and environmental destruction. As she struggles with hyperempathy, or a condition in the novel that causes her to feel others’ pain, and less often, their pleasure. Lauren embarks on a quest with a group of refugees to find a place to thrive. There, they seek to live in accordance with Lauren’s found religion, Earthseed, which is based on the principle that humans must adapt to an ever-changing world.
En sevilen romanlarından biri olan "Parable of the Sower" bu yolu takip eder. Lauren Oya Olamina'nın hikâyesini anlatır. Kurumsal hırs, eşitsizlik ve çevresel tahrip yüzünden mahvolmuş bir yakın gelecek California'sında yol alır. Aşırı-empatiyle veya romanda başkalarının acısını ve daha nadir olarak mutluluğunu hissetmesine neden olan bir durumla mücadele eder. Lauren, gelişmek için bir yer bulmak için bir grup mülteciyle bir arayış içerisine girer. Orada, insanların sürekli değişen dünyaya uyması gerektiği ilkesine dayanan Lauren'ın bulduğu din olan Earthseed doğrultusunda yaşamaya çalışırlar.
Lauren’s quest had roots in a real life event– California Prop 187, which attempted to deny undocumented immigrants fundamental human rights, before it was deemed unconstitutional. Butler frequently incorporated contemporary news into her writing. In her 1998 sequel to "The Parable of the Sower," "Parable of the Talents," she wrote of a presidential candidate who controls Americans with virtual reality and “shock collars.” His slogan? “Make America great again.”
Lauren'ın arayışı gerçek bir olaya dayanmaktadır -- anayasaya aykırı addedilmeden önce belgesiz göçmen temel insan haklarını reddetmeye girişen Kalifornia 187 nolu Yasa Tasarısı. Butler sık sık eserlerine çağdaş haberleri de dahil eder. 1998 basımı "The Parable of the Sower"ın devamı olan "Parable of the Talents"da Amerikalıları sanal gerçeklikle ve "şok tasmaları" ile kontrol eden bir başkan adayını yazdı. Sloganı? "Amerika'yı yeniden harika yap"
While people have noted her prescience, Butler was also interested in re-examining history. For instance, "Kindred" tells the story of a woman who is repeatedly pulled back in time to the Maryland plantation of her ancestors. Early on, she learns that her mission is to save the life of the white man who will rape her great grandmother. If she doesn’t save him, she herself will cease to exist. This grim dilemma forces Dana to confront the ongoing trauma of slavery and sexual violence against Black women.
İnsanlar ileri görüşlülüğünü fark ederken Butler aynı zamanda tarihi yeniden incelemekle ilgiliydi. Örneğin, "Kindred" defalarca atalarının Maryland çiftliğine zamanda geri giden bir kadının hikâyesini anlatır. Başlangıçta görevinin büyük büyükannesine tecavüz edecek beyaz bir adamın hayatını kurtarmak olduğunu öğrenir. Eğer onu kurtarmazsa kendi varlığı sona erecek. Bu dehşet verici ikilem, Dana'yı süregelen siyahi kadınlara karşı olan kölelik ve cinsel şiddet travmasıyla karşı karşı kalmasına zorlar.
With her stories of women founding new societies, time travelers overcoming historical strife, and interspecies bonding, Butler had a profound influence on the growing popularity of Afrofuturism. That’s a cultural movement where Black writers and artists who are inspired by the past, present and future, produce works that incorporate magic, history, technology and much more.
Yeni toplumlar kuran kadınların, zaman yolcularının tarihsel sorunların üstesinden gelmelerinin, türler arası yakınlaşmanın hikâyeleri ile birlikte Butler Afro-gelecekçiliğin büyüyen popülaritesi üstünde büyük etkisi oldu. İşte bu; geçmiş, günümüz ve gelecekten ilham alan siyahi yazar ve sanatçıların sihir, tarih, teknoloji ve daha fazlasını dahil ettiği eserleri ürettiği kültürel bir hareket.
As Lauren comes to learn in "Parable of the Sower," "All that you touch you Change. All that you Change Changes you. The only lasting truth is Change.”
Lauren'ın "Parable of the Sower"da öğrendiği gibi: "Dokunduğun her şey değişir. Değiştirdiğin her şey seni değiştirir. Kalıcı tek gerçek değişimdir."