This summer I was back in Ohio for a family wedding, and when I was there, there was a meet and greet with Anna and Elsa from "Frozen." Not the Anna and Elsa from "Frozen," as this was not a Disney-sanctioned event. These two entrepreneurs had a business of running princess parties. Your kid is turning five? They'll come sing some songs, sprinkle some fairy dust, it's great. And they were not about to miss out on the opportunity that was the phenomenon and that was "Frozen."
Bu yaz Ohio'ya bir aile düğünü için döndüm ve ben oradayken, Frozen'daki Anna ve Elsa ile tanıştım. Ama Frozen'daki Anna ve Elsa değildi. Sonuçta bu bir Disney etkinliği değildi. Bu iki girişimci prenses partileri yürüten bir işletmeye sahiptiler. Çocuğun 5 yaşına mı giriyor? Onlar gelip bazı şarkılar söyleyecekler, biraz peri tozu serpiştirecekler, bu harika. Fırsatı kaçırmak üzere değillerdi. Bu bir doğa olayı değildi. Bu ''Frozen''dı.
So they get hired by a local toy store, kids come in on a Saturday morning, buy some Disney swag, get their picture taken with the princesses, call it a day. It's like Santa Claus without the seasonal restrictions. (Laughter)
Bu yüzden bir oyuncak mağazası tarafından kiralandılar, çocuklar cumartesi sabahları gelirler, bazı Disney eşyaları alırlar, prenseslerle fotoğraflarını çektirirler, bugünlük bu kadar. Bu sanki mevsimsel kısıtlamaları olmayan Noel Baba gibi. (Kahkahalar)
And my three-and-a-half-year-old niece Samantha was in the thick of it. She could care less that these two women were signing posters and coloring books as Snow Queen and Princess Ana with one N to avoid copyright lawsuits. (Laughter) According to my niece and the 200-plus kids in the parking lot that day, this was the Anna and Elsa from "Frozen."
3,5 yaşındaki yeğenim Samantha kendini kaptırdı. Telif haklarından kaçınmak için Karlar Kraliçesi ve tek N ile Prenses Ana olsalardı, bu iki kadının poster imzalamasını ve kitap boyamasını daha az önemseyebilirdi. (Kahkahalar) O gün orada olan 200'den fazla çocuk ve yeğenime göre, bu Frozen'daki Anna ve Elsa'ydı.
It is a blazing hot Saturday morning in August in Ohio. We get there at 10 o'clock, the scheduled start time, and we are handed number 59. By 11 o'clock they had called numbers 21 through 25; this was going to be a while, and there is no amount of free face painting or temporary tattoos that could prevent the meltdowns that were occurring outside of the store. (Laughter)
Ağustos ayında Ohio'da yakıcı sıcak bir yaz günüydü. Planlanan saate göre 10'da oradaydık ve bize verilen numara 59'du. Saat 11'e kadar 21'den 25'e kadar olan numaraları çağırdılar. Bu biraz sürecekti, ve hiç bedava yüz boyama ya da geçici dövme yoktu ki mağazanın dışında oluşan erimeyi engelleyebilsin. (Kahkahalar)
So, by 12:30 we get called: "56 to 63, please." And as we walk in, it is a scene I can only describe you as saying it looked like Norway threw up. (Laughter) There were cardboard cut-out snowflakes covering the floor, glitter on every flat surface, and icicles all over the walls.
12:30'a kadar çağırıldık. ''56'dan 63'e, lütfen.'' Biz içeriye yürürken, size tarif edebileceğim tek sahne Norveç'in kusmuş gibi göründüğüydü. (Kahkahalar) Yeri kaplayan kartondan kesilmiş kar taneleri, bütün düz yüzeylerde parıltılar ve bütün duvarlarda buz saçakları vardı.
And as we stood in line in an attempt to give my niece a better vantage point than the backside of the mother of number 58, I put her up on my shoulders, and she was instantly riveted by the sight of the princesses. And as we moved forward, her excitement only grew, and as we finally got to the front of the line, and number 58 unfurled her poster to be signed by the princesses, I could literally feel the excitement running through her body. And let's be honest, at that point, I was pretty excited too. (Laughter) I mean, the Scandinavian decadence was mesmerizing. (Laughter)
Sırada dururken 58 numaranın sırtını görmek yerine daha iyi bir görüş açısına sahip olması için çabaladım. Onu omuzlarıma aldım. Ve prensesleri görüşüyle anında büyülendi. Yaklaştıkça heyecanı sadece büyüdü ve sonunda sıranın önüne geldiğimizde 58 numara posterinin prensesler tarafından imzalanması için açılışı yaptı. Vücudundaki heyecanı tam olarak hissedebiliyordum. Dürüst olmak gerekirse, o noktada ben de biraz heyecanlıydım. (Kahkahalar) İskandinavya'nın çöküşü büyüleyiciydi demek istiyorum. (Kahkahalar)
So we get to the front of the line, and the haggard clerk turns to my niece and says, "Hi, honey. You're next! Do you want to get down, or you're going to stay on your dad's shoulders for the picture?' (Laughter) And I was, for a lack of a better word, frozen. (Laughter)
Sıranın önüne geldik ve yorgun görevli gözlerini yeğenime çevirdi ve "Merhaba, tatlım. Sıradaki sensin!" dedi. Aşağı inmek mi, fotoğraf için babanın omuzlarında kalmak mı istersin? (Kahkahalar) Ben, daha iyi bir kelime bulamıyorum, donakaldım. (Kahkahalar)
It's amazing that in an unexpected instant we are faced with the question, who am I? Am I an aunt? Or am I an advocate? Millions of people have seen my video about how to have a hard conversation, and there one was, right in front of me. At the same time, there's nothing more important to me than the kids in my life, so I found myself in a situation that we so often find ourselves in, torn between two things, two impossible choices. Would I be an advocate? Would I take my niece off my shoulders and turn to the clerk and explain to her that I was in fact her aunt, not her father, and that she should be more careful and not to jump to gender conclusions based on haircuts and shoulder rides -- (Laughter) -- and while doing that, miss out on what was, to this point, the greatest moment of my niece's life. Or would I be an aunt? Would I brush off that comment, take a million pictures, and not be distracted for an instant from the pure joy of that moment, and by doing that, walk out with the shame that comes up for not standing up for myself, especially in front of my niece.
Yüzleştiğimiz beklenmedik ani soru şaşırtıcıydı, ben kimdim? Teyze mi? Yoksa savunucu mu? Milyonlarca insan nasıl sert bir korumam olduğu hakkındaki videomu izlemişti. ve işte bir tanesi, gözümün önünde. Aynı zamanda, hayatımda çocuklardan daha önemli hiçbir şey yok, bu yüzden kendimi bazen kendimizi içinde bulduğumuz bir durumun içinde bulurum, bölünmüş iki şey, iki imkansız seçim. Savunucu mu olmalıyım? Yeğenimi omzumdan indirmeli ve görevliye aslında babası değil, teyzesi olduğumu, daha dikkatli olması gerektiğini, saç kesimlerine ve omuzda taşımaya göre cinsiyete balıklama atlamaması gerektiğini mi açıklamalıyım?-- (Kahkahalar) ve bunu yaparken, yeğenimin hayatındaki en harika anı mı kaçırmalıyım? Ya da teyze mi olmalıyım? Bu yorumu dikkate almamalı, milyonlarca fotoğraf çekmeli, ve o anın doğal eğlencesinden bir anlık için dikkatimi dağıtmamalı mıyım, ve bunu yaparken kendim olmak için ayağa kalkmamamın ortaya çıkmasının utancıyla yürürüm, özellikle yeğenimin önünde.
Who was I? Which one was more important? Which role was more worth it? Was I an aunt? Or was I an advocate? And I had a split second to decide.
Ben kimdim? Hangisi daha önemliydi? Hangi role daha çok değerdi? Teyze miydim? Yoksa savunucu muydım? Karar vermek için ikiye bölündüm.
We are taught right now that we are living in a world of constant and increasing polarity. It's so black and white, so us and them, so right and wrong. There is no middle, there is no gray, just polarity. Polarity is a state in which two ideas or opinions are completely opposite from each other; a diametrical opposition. Which side are you on? Are you unequivocally and without question antiwar, pro-choice, anti-death penalty, pro-gun regulation, proponent of open borders and pro-union? Or, are you absolutely and uncompromisingly pro-war, pro-life, pro-death penalty, a believer that the Second Amendment is absolute, anti-immigrant and pro-business? It's all or none, you're with us or against us. That is polarity.
Şimdi öğretiliyoruz ki biz sabit ve artan bir kutuplaşmanın olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Çok beyaz ve siyah, ve bize ve onlara, çok doğru ve çok yanlış. Ortası yok. Gri yok, sadece kutuplaşma. Kutuplaşma iki fikir ya da düşüncenin birbirine tamamen karşı olma durumudur, zıt bir karşıtlık durumu. Hangi taraftasın? Siz şüphesiz ve sorgusuz sualsiz, savaş karşıtlığının, kürtaj konusundaki tercihin, ölüm cezası karşıtlığının, silah düzenleme yanlılığının,açık sınırların ve birlik olmanın yanlısı mısınız? Ya da siz kesinlikle ve taviz vermeksizin savaş, ölüm cezası taraftarı, kürtaj karşıtı, 2.yasa değişikliliğinin kesinliğine inanan, göçmen karşıtı ve iş yanlısı mısınız? Hepsi ya da hiçbiri, bizimle birliktesiniz ya da karşısınız. Bu kutuplaşmadır.
The problem with polarity and absolutes is that it eliminates the individuality of our human experience and that makes it contradictory to our human nature. But if we are pulled in these two directions, but it's not really where we exist -- polarity is not our actual reality -- where do we go from there? What's at the other end of that spectrum?
Kutuplaşma ve mutlaklıkla ilgili problem şu ki, bizim insanlık deneyimlerimizin benliğini eliyor ve bizim insan doğamızı çelişkili yapıyor. Ama eğer biz iki farklı yöne çekildiysek, ama aslında bizim gerçekten var olduğumuz yer değil. kutuplaşma bizim asıl gerçekliğimiz değil. Oradan nasıl gideriz? Spektrumun diğer ucunda ne var?
I don't think it's an unattainable, harmonious utopia, I think the opposite of polarity is duality. Duality is a state of having two parts, but not in diametrical opposition, in simultaneous existence. Don't think it's possible? Here are the people I know: I know Catholics who are pro-choice, and feminists who wear hijabs, and veterans who are antiwar, and NRA members who think I should be able to get married. Those are the people I know, those are my friends and family, that is the majority of our society, that is you, that is me. (Applause) Duality is the ability to hold both things. But the question is: Can we own our duality? Can we have the courage to hold both things?
Bunun ulaşılamaz, uyumlu bir ütopya olduğunu düşünmüyorum. Kutuplaşmanın zıttının ikilik olduğunu düşünüyorum. İkilik iki kısıma sahip olma durumudur ama zıt karşıtlık değil, aynı zamanda var olmak. Bunun mümkün olacağını düşünmüyor musunuz? İşte benim bildiğim insanlar: Baş örtüsü takıp kürtaj yanlısı, feminist olan Katolikler, savaş karşıtı olan kıdemli askerler ve benim evlenebilmem gerektiğini düşünen NRA üyeleri tanıyorum. Onlar tanıdığım insanlar, onlar benim arkadaşlarım ve ailem Bu bizim topluluğumuzun çoğunluğu, bu sizsiniz, bu benim. (Alkışlar) İkilik iki şeyi bir arada tutma kabiliyetidir. Ama soru şu ki? Kendi ikiliğimize sahip olabilir miyiz? İki şeyi tutma cesaretine sahip olabilir miyiz?
I work at a restaurant in town, I became really good friends with the busser. I was a server and we had a great relationship, we had a really great time together. Her Spanish was great because she was from Mexico. (Laughter) That line actually went the other way. Her English was limited, but significantly better than my Spanish. But we were united by our similarities, not separated by our differences. And we were close, even though we came from very different worlds. She was from Mexico, she left her family behind so she could come here and afford them a better life back home. She was a devout conservative Catholic, a believer in traditional family values, stereotypical roles of men and women, and I was, well, me. (Laughter)
Kasabada bir restoranda çalışıyorum. Garsonla çok iyi arkadaş haline geldim. Ben hizmetçiydim ve çok iyi bir ilişkimiz vardı, beraber çok güzel vakit geçiriyorduk. İspanyolcası harikaydı çünkü o Meksikalı. (Kahkahalar) Bu hat aslında başka bir yola gitti. İngilizcesi kısıtlıydı ama İspanyolcası benimkinden çok daha iyiydi. Ama biz benzerliklerimizle birleştik, farklılıklarımızla ayrılmadık. Ve biz farklı dünyalardan gelmemize rağmen yakındık. O Meksika'dan geliyordu, Buraya gelebilmek ve eve döndüğünde daha iyi bir hayat sağlayabilmek için ailesini arkada bıraktı. O dindar, muhafazakar bir Katolikti, geleneksel aile değerlerine, basmakalıp kadın ve erkek rollerine inanan biriydi. Ve ben bendim. (Kahkahalar)
But the things that bonded us were when she asked about my girlfriend, or she shared pictures that she had from her family back home. Those were the things that brought us together. So one day, we were in the back, scarfing down food as quickly as we could, gathered around a small table, during a very rare lull, and a new guy from the kitchen came over -- who happened to be her cousin -- and sat down with all the bravado and machismo that his 20-year-old body could hold. (Laughter) And he said to her, [in Spanish] "Does Ash have a boyfriend?" And she said, [in Spanish] "No, she has a girlfriend." And he said, [in Spanish] "A girlfriend?!?" And she set down her fork, and locked eyes with him, and said, [in Spanish] "Yes, a girlfriend. That is all." And his smug smile quickly dropped to one of maternal respect, grabbed his plate, walked off, went back to work. She never made eye contact with me. She left, did the same thing -- it was a 10-second conversation, such a short interaction.
Kız arkadaşım hakkında soru sorduğunda ya da ailesinin fotoğraflarını paylaştığında aramızdaki bağ oluştu. Bunlar bizi bir arada tutan şeylerdi Bir gün, biz arkadaydık, yemeğimizi olabildiğince çabuk yemeye çalışıyorduk, küçük bir masanın etrafında toplanmıştık, nadir bir sessizlik sırasında, mutfaktan kuzeni olan yeni bir adam geldi ve bütün kabadayılığı ve maçoluğuyla oturdu ki 20 yaşındaki bedeni tutulabildi. (Kahkahalar) Ve ona İspanyolca olarak sordu: ''Ash'in erkek arkadaşı var mı?'' Ve o da ''Hayır, kız arkadaşı var.'' dedi. Adam ''Kız arkadaş mı?!?'' dedi. Çatalını indirdi ve onun gözünün içine baktı ve '' Evet, kız arkadaş. Hepsi bu.'' dedi. Onun şımarık gülümsemesi birden anne saygısına dönüştü, tabağını kaptı, uzaklaştı, işine döndü. O benimle hiç göz teması kurmadı. Aynı şeyi yaparak gitti. 10 saniyelik bir sohbetti, bu kadar kısa bir etkileşimdi. Kağıt üzerinde, onunla çok daha fazla ortak yönü vardı:
And on paper, she had so much more in common with him: language, culture, history, family, her community was her lifeline here, but her moral compass trumped all of that. And a little bit later, they were joking around in the kitchen in Spanish, that had nothing to do with me, and that is duality. She didn't have to choose some P.C. stance on gayness over her heritage. She didn't have to choose her family over our friendship. It wasn't Jesus or Ash. (Laughter) (Applause)
dili, kültürü, tarihi, ailesi, hayatı burada topluluğuna bağlıydı ama vicdanı bütün bunları gölgede bırakmıştı. Kısa bir süre sonra, onlar mutfakta İspanyolca şakalaşıyorlardı ki, hiçbir şeyin benimle ilgisi yoktu ve işte bu ikiliktir. Onun mirasında eşcinsellik üzerine bir duruş sergilemeyi seçmesi gerekmiyordu. Onun bizim dostluğumuz üzerine ailesini seçmesi gerekmiyordu. Bu Hz.İsa ya da Ash değildi. (Kahkahalar) (Alkışlar)
Her individual morality was so strongly rooted that she had the courage to hold both things. Our moral integrity is our responsibility and we must be prepared to defend it even when it's not convenient. That's what it means to be an ally, and if you're going to be an ally, you have to be an active ally: Ask questions, act when you hear something inappropriate, actually engage.
Onun bireysel ahlakı o kadar köklüydü ki kendisinde iki şeyi bir arada tutacak cesaret vardı. Bizim ahlaki bütünlüğümüz sorumluluğumuz ve biz uygun olmasa bile savunmaya hazırlıklı olmalıyız. İşte bu müttefik olmanın anlamı ve eğer siz müttefik olacaksanız, aktif olmak zorundasınız. Sorular sorun, uygunsuz bir şey duyduğunuzda harekete geçin, gerçekten faaliyette bulunun.
I had a family friend who for years used to call my girlfriend my lover. Really? Lover? So overly sexual, so '70s gay porn. (Laughter) But she was trying, and she asked. She could have called her my friend, or my "friend," or my "special friend" -- (Laughter) -- or even worse, just not asked at all. Believe me, we would rather have you ask. I would rather have her say lover, than say nothing at all.
Yıllarca kız arkadaşımı aşkım diye çağıran bir aile dostum vardı. Gerçekten mi? Aşkım mı? Aşırı cinsel, aşırı 70'lerin eşcinsellik pornoları gibi. (Kahkahalar) Ama o denedi ve rica etti, onu arkadaşım olarak çağırabilirdi, benim ''arkadaşım'' ya da benim ''özel arkadaşım'' (Kahkahalar) Ya da daha kötüsü, hiç sormamak. İnanın, sormanızı tercih ederiz.
People often say to me, "Well, Ash, I don't care. I don't see race or religion or sexuality. It doesn't matter to me. I don't see it." But I think the opposite of homophobia and racism and xenophobia is not love, it's apathy. If you don't see my gayness, then you don't see me. If it doesn't matter to you who I sleep with, then you cannot imagine what it feels like when I walk down the street late at night holding her hand, and approach a group of people and have to make the decision if I should hang on to it or if I should I drop it when all I want to do is squeeze it tighter. And the small victory I feel when I make it by and don't have to let go. And the incredible cowardice and disappointment I feel when I drop it. If you do not see that struggle that is unique to my human experience because I am gay, then you don't see me. If you are going to be an ally, I need you to see me.
Hiçbir şey dememesindense aşkım demesini tercih ederim. Bazen insanlar bana şöyle diyorlar: ''Ash, umrumda değil. Irk, din ya da cinsiyet görmüyorum. Benim için fark etmez. Ben bunu görmüyorum.'' Ama ben homofobinin, ırkçılığın, yabancı düşmanlığının tersinin sevgi olduğunu düşünmüyorum. Bu ilgisizlik. Eğer benim eşcinselliğimi görmüyorsanız, o zaman beni de görmeyin. Eğer kimle yattığım sizi ilgilendirmiyorsa, o zaman gece yarısı yolda onun elini tutarak yürüdüğümde, ne hissettirdiğini hayal edemezsiniz. bir grup insan yaklaşır ve karar vermek zorundayım, buna tutunmalı mıyım ya da bırakmalı mıyım? O zaman tek istediğim daha sıkı sarmak. Bunu yaptığımda, gitmesine izin vermediğimde, kazandığımı hissettiğim küçük zafer. Ve bıraktığımda hissettiğim inanılmaz korkaklık ve umutsuzluk. Eğer siz bu çabayı görmüyorsanız, bu eşcinsel olduğum için benim insan deneyimlerime özgüdür, o zaman beni görmeyin
As individuals, as allies, as humans, we need to be able to hold both things: both the good and the bad, the easy and the hard. You don't learn how to hold two things just from the fluff, you learn it from the grit. And what if duality is just the first step? What if through compassion and empathy and human interaction we are able to learn to hold two things? And if we can hold two things, we can hold four, and if we can hold four, we can hold eight, and if we can hold eight, we can hold hundreds.
Eğer siz müttefik olacaksanız, beni görmenize ihtiyacım var. Bireysel olarak, müttefik olarak,insan olarak, iki şeyi bir arada tutmayı öğrenebilmeye ihtiyacımız var. Hem iyileri hem kötüleri, kolayları, zorları. İki şeyi nasıl bir arada tutacağınızı sadece tüyden öğrenemezsiniz, kum taşından öğrenirsiniz. Veya ikilik sadece ilk adımsa? Ya şefkatle, empatiyle ve insan etkileşimiyle iki şeyi bir arada tutmayı öğrenebilirsek? Eğer biz iki şeyi bir arada tutabilirsek, dört şeyi de bir arada tutabiliriz. Eğer dört şeyi bir arada tutabilirsek, sekiz şeyi de bir arada tutabiliriz.
We are complex individuals, swirls of contradiction. You are all holding so many things right now. What can you do to hold just a few more?
Ve eğer sekiz şeyi bir arada tutabilirsek, yüzlerce şeyi bir arada tutabiliriz. Biz karmaşık bireyleriz, çelişkinin girdaplarıyız. Şu an siz hepiniz pek çok şey tutuyorsunuz.
So, back to Toledo, Ohio. I'm at the front of the line, niece on my shoulders, the frazzled clerk calls me Dad. Have you ever been mistaken for the wrong gender? Not even that. Have you ever been called something you are not? Here's what it feels like for me: I am instantly an internal storm of contrasting emotions. I break out into a sweat that is a combination of rage and humiliation, I feel like the entire store is staring at me, and I simultaneously feel invisible. I want to explode in a tirade of fury, and I want to crawl under a rock. And top all of that off with the frustration that I'm wearing an out-of-character tight-fitting purple t-shirt, so this whole store can see my boobs, to make sure this exact same thing doesn't happen. (Laughter) But, despite my best efforts to be seen as the gender I am, it still happens. And I hope with every ounce of my body that no one heard -- not my sister, not my girlfriend, and certainly not my niece. I am accustomed to this familiar hurt, but I will do whatever I need to do to protect the people I love from it.
Biraz daha fazlasını tutabilmek için ne yaparsınız? Toledo, Ohio'ya geri dönelim. Sıranın önündeydim, yeğenim omuzlarımdaydı, yorgun görevli beni baba olarak çağırmıştı. Sizi hiç karşı cinsten sandılar mı? Bu bile değil. Hiç olmadığınız biri olarak çağırıldınız mı? İşte benim için ne hissetirdiği: Zıt duyguların ani bir iç fırtınasındayım. Öfke ve aşağılanmanın birleşimiyle terler içinde kalıyorum. Sanki bütün mağaza bana bakıyormuş gibi hissediyorum, ve aynı anda görünmez hissediyorum. Öfkeyle azarlayarak patlamak istiyorum ve bir kayanın altına sürünmek istiyorum. Bunların en üstünde kızgınlıkla giydiğim karakterime aykırı, dar sıkı mor tişörtümü çıkartmak istiyorum, böylece bütün mağaza göğüslerimi görebilsin, bir daha tam olarak aynı şeyin olmayacağından emin olsun. (Kahkahalar) Ama benim bütün olduğum cinsiyette görünme çabalarıma rağmen, hala oluyor. Ve ben bedenimin bütün parçalarıyla umuyorum ki hiç kimse kız kardeşim, kız arkadaşım ve kesinlikle yeğenim duymasın. Ben bu tanıdık acıya alıştım.
But then I take my niece off my shoulders, and she runs to Elsa and Anna -- the thing she's been waiting so long for -- and all that stuff goes away. All that matters is the smile on her face. And as the 30 seconds we waited two and a half hours for comes to a close we gather up our things, and I lock eyes with the clerk again; and she gives me an apologetic smile and mouths, "I am so sorry!" (Laughter) And her humanity, her willingness to admit her mistake disarms me immediately, then I give her a: "It's okay, it happens. But thanks."
Ama ben sevdiğim insanları bundan korumak için ne gerekiyorsa yapacağım. Daha sonra, yeğenimi omuzlarımdan indirdim. Çok uzun süredir beklediği şeye, Elsa ve Anna'ya koştu. Ve bütün bu şeyler çekip gitti. Beni bütün ilgilendiren yüzündeki gülümsemeydi. 30 saniyeliğine yakına gelebilmek için iki buçuk saat bekledik. eşyalarımızı topladık ve ben görevliyle tekrar göz göze geldim. Bana mahcup bir şekilde gülümsedi. ''Çok özür dilerim!'' (Kahkahalar) Onun insanlığı ve hatasını kabul etme isteği beni hemen yatıştırdı
And I realize in that moment that I don't have to be either an aunt or an advocate, I can be both. I can live in duality, and I can hold two things. And if I can hold two things in that environment, I can hold so many more things. As my girlfriend and my niece hold hands and skip out the front of the door, I turn to my sister and say, "Was it worth it?" And she said, "Are you kidding me? Did you see the look on her face? This was the greatest day of her life!" (Laughter) "It was worth the two and a half hours in the heat, it was worth the overpriced coloring book that we already had a copy of." (Laughter) "It was even worth you getting called Dad." (Laughter) And for the first time ever in my life, it actually was.
ve ben de ona ''Sorun değil, oluyor. Ama teşekkürler.'' dedim. Ve o anda şunu farkettim: Teyze ya da savunucu olmak zorunda değilim, ikisi birden olabilirim. İkilik içinde yaşayabilirim, iki şeyi bir arada tutabilirim. Ve eğer bu çevrede iki şeyi bir arada tutabilirsem, çok daha fazla şeyi bir arada tutabilirim. Kız arkadaşım ve yeğenim elele tutuştu ve kapıdan hızlıca geçtiler, Kız kardeşime döndüm ve ''Değer miydi?'' dedim. ''Benimle dalga mı geçiyorsun? Yüzünü görmedin mi? Bu onun hayatındaki en büyük andı.'' dedi. (Kahkahalar) ''Sıcakta iki buçuk saat beklemeye, zaten bizde olan pahalı boyama kitabına değerdi.'' (Kahkahalar) ''Hatta senin baba olarak çağırılmana bile değerdi.'' (Kahkahalar)
Thank you, Boulder. Have a good night.
Ve hayatımda ilk defa, gerçekten de değerdi.
(Applause)
Teşekkürler, Boulder. İyi geceler.