The maxim, "Know thyself" has been around since the ancient Greeks. Some attribute this golden world knowledge to Plato, others to Pythagoras. But the truth is it doesn't really matter which sage said it first, because it's still sage advice, even today. "Know thyself." It's pithy almost to the point of being meaningless, but it rings familiar and true, doesn't it? "Know thyself." I understand this timeless dictum as a statement about the problems, or more exactly, the confusions, of consciousness. I've always been fascinated with knowing the self. This fascination led me to submerge myself in art, study neuroscience, and later, to become a psychotherapist.
"Kendini tani" özdeyişi çok uzun zamanlardan beri var. Bazıları altın değerindeki bu evrensel bilgiyi Plato'nun nitelendirdiğini düşünüyor bazıları da Pythagoras'un. Fakat gerçek şu ki ilk hangi bilgenin dediğinin önemi yok çünkü bilgenin verdiği bir öğüt, bugün bile geçerli. "Kendini tanı." Bu özlü söz bazen anlamsız gelebiliyor fakat alışılmışı ve gerçeği çağrıştırıyor, değil mi? "Kendini tanı." Bu sonsuz atasözü bana problemleri ifade ediyor yada daha spesifik olursak karmaşıklığın bilincini. Kendimizi tanımamıza hayran kalmışımdır her zaman. Bu büyü beni sanata yöneltti, sinir bilimi eğitimi aldım psikoperapist olmak için.
Today I combine all my passions as the CEO of InteraXon, a thought-controlled computing company. My goal, quite simply, is to help people become more in tune with themselves. I take it from this little dictum, "Know thyself." If you think about it, this imperative is kind of the defining characteristic of our species, isn't it? I mean, it's self-awareness that separates Homo sapiens from earlier instances of our mankind.
Bütün tutkularımı birleştirmiş durumdayım InteraXon CEO'su olarak, düşünce gücüyle kontrol eden, bilgisayar firması. Açıkçası hedefim insanlara yardım etmek kendilerini daha iyi tanıyabilmeleri için. Hep bu atasözünden yola çıkıyorum. "Kendini tanı." Düşünün, bu söz bizim türümüzün karakterlerini tanımlıyor, değil mi? Demek istediğim öz farkındalık homosafiyenleri ayıran bir özellik, insanlığın bir önceki örneklerinden.
Today we're often too busy tending to our iPhones and iPods to really stop and get to know ourselves. Under the deluge of minute-to-minute text conversations, e-mails, relentless exchange of media channels and passwords and apps and reminders and Tweets and tags, we lose sight of what all this fuss is supposed to be about in the first place: Ourselves. Much of the time we're transfixed by all of the ways we can reflect ourselves out into the world. And we can barely find the time to reflect deeply back in on our own selves. We've cluttered ourselves up with all this. And we feel like we have to get far, far away to a secluded retreat, leaving it all behind.
Bugünlerde çok meşguluz bütün dikkatimizi iPhone ve iPod'larmıza harcıyoruz, durmamız gerek kendimizi tanımamız için. Dakika başı mesajlar emailler, merhametsiz medya kanallari, şifre ve aplikasyonlar, hatırlatıcı uyarılar ve Tweetler ve etiketlemeler, bunlar bazı şeyleri gözden kaçırmamıza neden oluyor: kendimiz. Çoğu zaman mıhlanmış durumdayız oysa ki kendimizi dünyaya yansıtabiliriz. Ve kendimizi derinden geri yansıtmaya çok az zaman ayırıyoruz. Kendi kendimizi bu kargaşaya soktuk. Ve hissediyoruz ki uzak izbe bir yere gitmemiz gerekiyor, olanlardan uzaklaşabilmek için.
So we go far away to the top of a mountain, assuming that perching ourselves on a piece is bound to give us the respite we need to sort the clutter, the chaotic everyday, and find ourselves again. But on that mountain where we gain that beautiful peace of mind, what are we really achieving? It's really only a successful escape. Think of the term we use, "Retreat." This is the term that armies use when they've lost a battle. It means we've got to get out of here. Is this how we feel about the pressures of our world, that in order to get inside ourselves, you have to run for the hills? And the problem with escaping your day-to-day life is that you have to come home, eventually. So when you think about it, we're almost like a tourist visiting ourselves over there. And eventually, that vacation's got to come to an end.
Bu yüzden uzaklara gidiyoruz dağın tepesine, farz ediyoruz ki bir parça üstüne konmakla, kendimize lazım olan süreyi verip her gün yaşadığımız kargaşayı ve düzensiz hayatımızı toplayacağımıza ve kendimizi bulmamızı sağlayacağına inanıyoruz. Fakat o dağın tepesinde huzuru bulduğumuz düşüncesiyle, gerçekten neleri başarıyoruz? Gerçek şu ki; sadece başarılı bir kaçış yolu buluyoruz. "Geri çekilme" terimini düşünün. Bu terimi askerler kullanırlardı savaşı kaybettiklerinde. Oradan kaçmamız gerektiği anlamına geliyor. Dünyamızın bize yaptığı baskıyı böyle mi hissediyoruz, kendimizi bulabilmek için, kaçmamız mı gerekiyor? Günlük yaşantımızdan kaçmamızın en büyük sorunu sonunda probleme geri döneceğimizdir. Düşündüğünüzde, turist gibiyiz kendimizi orada ziyaret eden. Ve bir gün o tatil sona erecek.
So my question to you is, can we find ways to know ourselves without the escape? Can we redefine our relationship with the technologized world in order to have the heightened sense of self-awareness that we seek? Can we live here and now in our wired web and still follow those ancient instructions, "Know thyself?" I say the answer is yes. And I'm here today to share a new way that we're working with technology to this end, to get familiar with our inner self like never before -- humanizing technology and furthering that age-old quest of ours to more fully know the self. It's called thought-controlled computing.
Pekala size bir sorum var, kendimizi tanımamızın yolları var mı sorunlardan kaçmayarak? İlişkilerimizi yeniden tanımlayabilir miyiz teknolojinin geliştiği bir dünyada, kişisel farkındalığın yüksek bir anlama sahip olmasi için? Hem normal hayatımızı yaşayıp hem de internete bağlı olup eski öğütlerle ilerleyebilir miyiz, "Kendini tanı?" Bence cevap evet. Ve yeni bir yolu paylaşmak için bugün buradayım, çalışmalarımızı teknolojiyle yürüttük kendimizi tanımamıza alışmak için, hiç önceden yapılmamış gibi -- teknolojiyi insanlara uyarlayarak ve eski çağ arayışımızı sürdürerek kendimizi daha iyi tanıyabilmemiz için. Buna düşünce gücüyle kontrol edilen bilgisayar deniyor.
You may or may not have noticed that I'm wearing a tiny electrode on my forehead. This is actually a brainwave sensor that's reading the electrical activity of my brain as I give this talk. These brainwaves are being analyzed and we can see them as a graph. Let me show you what it looks like. That blue line there is my brainwave. It's the direct signal being recorded from my head, rendered in real time. The green and red bars show that same signal displayed by frequency, with lower frequencies here and higher frequencies up here. You're actually looking inside my head as I speak. These graphs are compelling, they're undulating, but from a human's perspective, they're actually not very useful. That's why we've spent a lot of time thinking about how to make this data meaningful to the people who use it.
Belki farkına vardınız ya da varmadınız ama anlımda elektrot var. Bu aslında beyin akımı sensörü, beynimdeki elektriksel faaliyetleri okuyor bu konuşma sırasında. Beyin akımı dalgaları inceleniyor ve grafik halinde görebiliriz. Nasıl olduğunu size göstereyim. Bu mavi çizgi benim beyin dalgalarım. Gerçek zamandaki beyin sinyallerim çevrilip kaydediliyor. Yeşil ve kırmızı çubuklar aynı sinyalleri frekans olarak gösteriyor, burada ki alçak frekanslar ve daha yukarıdakiler yüksek frekanslar. Ben konuşurken aslında beynimin içine bakıyorsunuz. Bu grafikler zorlayıcı ve dalgalı, ama insanların bakış açısından aslında çok bir faydası yok. Bu yüzden çok vakit harcadık bu veriye anlam kazandırabilmek için ve bunu kullanan insanlar için.
For instance, what if I could use this data to find out how relaxed I am at any moment? Or what if I can take that information and put it into an organic shape up on the screen? The shape on the right over here has become an indicator of what's going on in my head. The more relaxed I am, the more the energy's going to fall through it. I may also be interested in knowing how focused I am, so I can put my level of attention into the circuit board on the other side. And the more focused my brain is, the more the circuit board is going to surge with energy.
Örnek olarak, bu veriyi şu anki rahatlık derecemi ölçmek için kullansam ne olur? Yada bu veriyi alıp organik bir şekle sokarak ekrana yansıtırsam ne olur? Sağdaki şekil kafamın içinde olan bitenleri yansıtıyor. Rahatladıkça daha fazla enerji akıp gidiyor. Ya da ne kadar odaklı olduğumu merak edebilirim, diğer tarafta dikkat seviyemi tabloya yansıtabilirim. Ve daha odaklandıkça, tablo daha çok enerji dalgalarımı yansıtacak.
Ordinarily, I would have no way of knowing how focused or relaxed I was in any tangible way. As we know, our feelings about how we're feeling are notoriously unreliable. We've all had stress creep up on us without even noticing it until we lost it on someone who didn't deserve it, and then we realize that we probably should have checked in with ourselves a little earlier. This new awareness opens up vast possibilities for applications that help improve our lives and ourselves. We're trying to create technology that uses the insights to make our work more efficient, our breaks more relaxing and our connections deeper and more fulfilling than ever. I'm going to share some of these visions with you in a bit, but first I want to take a look at how we got here. By the way, feel free to check in on my head at any time.
Normal olarak, ne kadar odaklı olduğumu yada ne kadar rahat olduğumu somut bir şekilde bilemem. Bildiğimiz gibi, hissettiğimiz duygularımıza genelde güvenemeyiz. Farkına varmadan hepimiz kendimizi ister istemez strese sokmuşuzdur stresimizi başka birinden çıkarmadan önce kendimizi sorgulamamız gerekir en başlarda. Bu farkındalık bize yeni kapılar açar, kendimizi geliştirmek ve hayatımızı düzene sokmak adına. Biz bu anlayışı anlamak için bir teknoloji geliştiryoruz daha verimli çalışabilmek, aralarda daha da rahatlayabilmek ve insan ilişkilerini daha derin kurabilmek adına. Birazdan sizinle bu vizyonları paylaşacağım, fakat önce bu adıma nasıl geldiğimizi anlatmak istiyorum. Bu arada, beyin dalgalarıma istediğiniz zaman bakabilirsiniz.
(Laughter)
(Kahkaha)
My team at InteraXon and I have been developing thought-controlled application for almost a decade now. In the first phase of development, we were really enthused by all the things we could control with our mind. We were making things activate, light up and work just by thinking. We were transcending the space between the mind and the device. We brought to life a vast array of prototypes and products that you could control with your mind, like thought-controlled home appliances or slot-car games or video games or a levitating chair. We created technology and applications that engaged people's imaginations, and it was really exciting.
InteraXon'daki takımım ve ben düşünce gücüyle kontrol edilen aplikasyonları uzun zamandan beri geliştiriyoruz. Gelişimin ilk aşamasında zihnin kontrol edebileceği olaylara hayran kaldık. Biz bazı şeyleri harekete geçirip, aydınlatıp ve çalışmaya geçiriyoruz, sadece düşünce gücümüzü kullanarak. Biz bu boşluğu bu cihaz ve zihnimizle aşıyoruz. Bir çok prototip ve ürün hayata getirdik zihin gücüyle kontrol edilebilen, mesela zihin gücüyle kontrol edilen ev aletleri ya da araba oyunları veya video oyunları veya elektrikli sandalyeler. Teknoloji ve aplikasyonlar geliştirdik, insanların hayal gücünü bağlayan ve bu çok heyecan vericiydi.
And then we were asked to do something really big for the Olympics. We were invited to create a massive installation at the Vancouver 2010 winter Olympics, were used in Vancouver, got to control the lighting on the CN Tower, the Canadian Parliament buildings and Niagara Falls from all the way across the country using their minds. Over 17 days at the Olympics, 7,000 visitors from all over the world actually got to individually control the light from the CN Tower, parliament and Niagara in real time with their minds from across the country, 3,000 km away. So controlling stuff with your mind is pretty cool.
Ve sonra çok daha büyük bir görev verildi bize, Olimpiyatlarda. Büyük bir tesisat kurmak üzere bizi davet ettiler Vancouver 2010 kış Olimpiyatlarına. Vancouver'da C.N kulesinin ışıklandırma sistemini kontrol etmek için, ve Kanada Parlamento binası ve Niagara Şelalesi bütün ülkeyi düşünce gücünü kullanarak. Olimpiyatlarda 17 gün boyunca, dünyanın her yerinden gelen 7,000 ziyaretçinin hepsi ayrı ayrı ışıklandırmayı kontrol etti, C.N kulesini'den, parlamentoya ve Niagara şelalesine kadar düşünce güçleriyle kontrol ettiler, 3,000km uzaklığa kadar. Bazı şeyleri düşünce gücüyle kontrol etmek çok havalı.
But we're always interested in multitiered levels of human interaction. And so we began looking into inventing thought-controlled applications in a more complex frame than just control. And that was responsiveness. We realized that we had a system that allowed technology to know something about you. And it could join into the relationship with you. We created the responsive room where the lights, music and blinds adjusted to your state. They followed these little shifts in your mental activity. So as you settled into relaxation at the end of a hard day, on the couch in our office, the music would mellow with you. When you read, the desk lamp would get brighter. If you nod off, the system would know, dimming to darkness as you do.
Fakat biz, insanların bir çok seviyedeki etkileşimlerini merak ediyoruz. Dolayısıyla yeni şeyler üretmeye başladık, düşünce gücüyle kontrol edilen uygulamalar, fakat daha karmaşık bir çerçevede. Yalnız yanıt vermedi. Bir sistem olduğunu fark ettik, teknolojinin bizim hakkımızda bilgiye sahip olduğu. Ve sizin ilişkiniz içine katılabilir. Bir uyum odası oluşturduk ışıklar, müzikler ve güneşlikler insanların ruh haline göre ayarlanıyordu. Zihinsel aktivitelere bakarak küçük değişimleri izledik. Zor bir günün ardından rahatlama evresine girdiğinizde ofis koltuğunda müzik sizi rahatlatır. Kitap okuduğunuzda, masa lambası daha aydınlık olur. Uykuya dalarsanız sistem bunu fark eder, ve daha derin uykuya daldıkça ışığı karartır.
We then realized that if technology could know something about you and use it to help you, there's an even more valuable application than that. That you could know something about yourself. We could know sides of ourselves that were all but invisible and come to see things that were previously hidden. Let me show you an example of what I'm talking about here.
Sonra farkına vardık ki eğer teknoloji sizin hakkınızda bilgi sahibi ise size yardımcı olması için kullanabilirsiniz, bundan da daha değerli bir uygulama var. Kendinizi tanıyabilirsiniz. Kendi kişisel yanlarımızı tanıyabilir, görünmez olan ve daha önce göremediklerimizi görebiliriz. Size bir örnekle göstereyim.
Here's an application that I created for the iPad. So the goal of the original game Zen Bound is to wrap a rope around a wooden form. So you use it with your headset. The headset connects wirelessly to an iPad or a smartphone. In that headset, you have fabric sensors on your forehead and above the ear. In the original Zen Bound game, you play it by scrolling your fingers over the pad. In the game that we created, of course, you control the wooden form that's on the screen there with your mind. As you focus on the wooden form, it rotates. The more you focus, the faster the rotation. This is for real. This is not a fake. What's really interesting to me though is at the end of the game, you get stats and feedback about how you did. You have graphs and charts that tell you how your brain was doing -- not just how much rope you used or what your high score is, but what was going on inside of your mind. And this is valuable feedback that we can use to understand what's going on inside of ourselves.
Bir uygulama geliştirdim iPad için. Zen Bound oyununun amacı ipi ahşap bir parçaya sarmak. Bunu kafanıza geçirdiğiniz bir parça ile yapıyorsunuz. Bu öğe iPad'a veya akıllı telefonlara kablosuz bağlanıyor. Sensör görevini görüyor, alnınızdan ve kulağınızın üstünden bilgi alıyor. Orijinal Zen Bound oyunununda parmağınızla kaydırarak oynatıyorsunuz. Yarattığımız bu oyunda, tabii ki, ekrandaki ahşap parçasını siz kontrol ediyorsunuz beyninizle. Ahşap parçasına odaklaştıkça, dönmeye başlıyor. Daha derin odaklaştıkça, daha hızlı dönüyor. Bu gerçek. Sahte değil. Bana en ilginç gelen nokta ise, oyunun sonunda geri-bildirim ve istatistik almanız, neleri becerebildiğinize dair. Grafikleriniz var beyninizin yaptıklarını anlatan -- sadece ne kadar ip kullandığınızı yada yüksek puanınızı görmüyorsunuz, daha çok beyninizde olup biteni görüyorsunuz. Ve bu değerli geri-bildirimile kendimiz içinde neler olup bittiğini anlayabiliriz.
I like to call this "intra-active." Normally, we think about technology as interactive. This technology is intra-active. It understands what's inside of you and builds a sort of responsive relationship between you and your technology so that you can use this information to move you forward. So you can use this information to understand you in a responsive loop. At InteraXon -- intra-active technology is one of our really defining mandates. It's how we understand the world inside and reflect it outside into this tight loop.
Buna "intra-aktif." diyorum. Normalde teknolojinin interaktif olduğunu düşünürüz. Bu teknoloji intra-aktif. Kendi içinizde olup biteni anlayıp bir bağ kuruyor bu teknoloji sizinle, bilgileri kullanarak hayatta daha ileri gidebilmenize olanak sağlıyor. Bu bilgileri uyumlu bir halka parçasına dahil olmak için kullanabilirsiniz. InteraXon'da intra-aktif teknoloji bizi tanımlıyor. Bu bizim içsel ve dışsal dünyaya bakışımızı ve dışa yansıttıklarımızı, halka içinde tanımlanabilir.
For example, thought-controlled computing can teach children with ADD how to improve their focus. With ADD, children have a low proportion of beta waves for focus states and a high proportion of theta states. So you can create applications that reward focused brain states. So you can imagine kids playing video games with their brain waves and improving their ADD symptoms as they do it. This can be as effective as Ritalin. Perhaps even more importantly, thought-controlled computing can give children with ADD insights into their own fluctuating mental states, so they can better understand themselves and their learning needs. The way these children will be able to use their new awareness to improve themselves will upend many of the damaging and widespread social stigmas that people who are diagnosed as different are challenged with.
Örnek olarak, düşünce gücüyle kontrol edilen bilgisayar çocuklara ADD ile daha iyi odaklanabilmesini öğretebilir. Dikkat bozukluğu olan çocuklarda az oranda beta dalgalari ve yuksek oranda theta dalgalari bulunur. Yani uygulamalar üretebilirsiniz, daha odaklı beyinlere ödül veren gibi. Çocuklar video oyunları oynarken düşünce güçlerini kullanabilir ve dikkat bozukluklarını geliştirebilir. Bu Ritalin kadar etkili olabilir. Daha önemlisi, düşünce gücüyle kontrol edilen bilgisayarlar, çocuklara ADD ile kendi zihinsel durumlarını gösterir, bu kendilerini daha iyi anlamalarına yardımcı olur ve öğrenme ihtiyaçlarını gösterir. Bu yol çocukların yeni farkındalıkları anlayıp kendilerini geliştirmeye olanak sağlar, geçersiz bir çok zararlı ve yaygın sosyal izlenimlerin farklı tanımlanması hep bir sorundur.
We can peer inside our heads and interact with what was once locked away from us, what once mystified and separated us. Brainwave technology can understand us, anticipate our emotions and find the best solutions for our needs. Imagine this collected awareness of the individual computed and reflected across an entire lifespan. Imagine the insights that you can gain from this kind of second sight. It would be like plugging into your own personal Google.
Beynimizi gözetleyebiliriz ve kilitlediklerimiz ile etkileşim kurabiliriz, bizi bir zamanlar şaşırtan ve ayırandan. Beyin dalgaları teknolojisi bizi anlayabilir, hislerimizi tahmin edebilir ve bizim ihtiyaçlarımıza en iyi çözümü bulur. Bireyden toplanan farkındalığı düşünün hesaplanır ve bütün hayatı boyunca yansıtılır. Anlayışınızın ne kadar genişleyeceğini düşünün, aynı açıdan ikinci bir görüşe sahip olursunuz. Sizin için özel yapılmış Google gibi olur.
On the subject of Google, today you can search and tag images based on the thoughts and feelings you had while you watched them. You can tag pictures of baby animals as happy, or whatever baby animals are to you, and then you can search that database, navigating with your feelings, rather than the keywords that just hint at them. Or you could tag Facebook photos with the emotions that you had associated with those memories and then instantly prioritize the streams that catch your attention, just like this. Humanizing technology is about taking what's already natural about the human-tech experience and building technology seamlessly in tandem with it. As it aligns with our human behaviors, it can allow us to make better sense of what we do and, more importantly, why. Creating a big picture out of all the important little details that make up who we are.
Google'da, bugün istediklerinizi arayabilir ve etiketleyebiliriz, düşüncelerinizi ve hislerinizi esas alarak. Yavru hayvan resimlerini mutlu olarak etiketleyebilirsiniz, ya da yavru hayvanlar size ne çağrıştırıyorsa, ve bunu daha sonra veritabanında arayabilirsiniz, duygularınızla, anahtar kelimeleri kullanmak yerine. Ya da Facebook resimleri etiketleyebilirsiniz o anki duygularınızla, anılarınızla ve sonra hemen öncelik tanıyarak dikkatinizi çekebilecek şekilde ayarlayabilirsiniz. İnsanlaştırılmış teknoloji, insan-teknoloji deneyimin de zaten doğal olanı alıyor ve teknolojiyi arka arkaya sonsuz bir şekilde geliştiriyor. İnsan davranışlarıyla aynı hizaya gelirken, bizim neler yaptığımızı daha iyi anlamamızı sağlar ve daha önemlisi, neden bütünü görmemiz, önemli küçük detaylar dışında, bizi biz yapar.
With humanized technology we can monitor the quality of your sleep cycles. When our productivity starts to slacken, we can go back to that data and see how we can make more effective balance between work and play. Do you know what causes fatigue in you or what brings out your energetic self, what triggers cause you to be depressed or what fun things are going to bring you out of that funk? Imagine if you had access to data that allowed you to rank on a scale of overall happiness which people in your life made you the happiest, or what activities brought you joy. Would you make more time for those people? Would you prioritize? Would you get a divorce?
İnsanlaştırılmış teknolojiyle uykumuzun kalitesini ölçebiliriz. Verimliliğimiz hızını kesmeye başladığında, verilere geri dönebilir ve daha etkili nasıl denge kurabileceğimizi görürüz, iş ve eğlence arasında. Yorgunluğun neden olduğunu biliyor musunuz ya da enerjik tarafınızın nasıl ortaya çıktığını, depresyon tetikleyicilerini ya da korkunuzdan ne gibi eğlenceli şeyler çıkarabileceğinizi? Veriye ulaşabildiğinizi düşünün sizin mutluluk seviyenizi derecenlendirebilme olanağı tanıyan, size hayatta en mutlu eden insanlar ya da size mutluluk veren aktiviteleri. Bu insanlar için daha fazla zaman ayırır mıydınız? Öncelik tanır mıydınız? Boşanır mıydınız?
(Laughter)
Düşünce gücüyle kontrol edilen bilgisayar
What thought-controlled computing can allow you to do is build colorful layered pictures of our lives. And with this, we can get the skinny on our psychological happenings and build a story of our behaviors over time. We can begin to see the underlying narratives that propel us forward and tell us about what's going on. And from this, we can learn how to change the plot, the outcome and the character of our personal stories.
hayatımızı renkli bir hale getirmemize yardımcı oluyor. Ve bununla, fazla detaya girmeden psikolojik olaylarla ve davranışlarımızla hikaye oluşturmamızı sağlar. Temel karakterleri görmek ile başlayabiliriz bu bize ileri doğru götürür ve neler olup bittiğini anlatır. Ve bundan sonucu ve kişisel hikayelerimizin karakterlerini nasıl planlarımızı değiştirebileceğimizi görürüz.
Two millennia ago, those Greeks had some powerful insights. They knew that a fundamental piece falls into place when you start to live out their little phrase, when you come into contact with yourself. They understood the power of human narrative and the value that we place on humans as changing, evolving and growing. But they understood something more fundamental -- the sheer joy in discovery, the delight and fascination that we get from the world and being ourselves in it; the richness that we get from seeing, feeling and knowing the lives that we are.
İki bin yıl önce, Yunanlıların güçlü bir anlayışları vardı. Taşların yerlerini bulduklarını biliyorlardı, onların küçük cümlesi dışında yaşamaya başladığınız da ve kendinizle bir bağ kurduğunuzda. Onlar insanin gücünü anlamışlardı ve insanlara verilen değeri değişen, gelişen ve büyüyen bir dünyada. Fakat daha önemli bir şeyi anlamışlardı -- katkısız keşif sevinci, dünyaya duyduğumuz hayranlık ve zevk ve içinde kendimiz olmamız, bizim kazandığımız zenginlik, görerek, hissederek ve hayatımızı yaşayarak.
My mom's an artist, and as a child, I'd often see her bring things to life with the stroke of a brush. One moment, it was all white space, pure possibility. The next, it was alive with her colorful ideas and expressions. As I sat easel-side, watching her transform canvas after canvas, I learned that you could create your own world. I learned that our own inner worlds -- our ideas, emotions and imaginations -- were, in fact, not bound by our brains and bodies. If you could think it, if you could discover it, you could bring it to life.
Sanatçı annemi fırçayı tabloya dokundurduğunda bazı şeyleri hayata geçirdiğini düşünürdüm. Bir an tüm boşluklar, saf olasılık oldu. Sonra canlandı annemin renkli fikirleriyle ve ifadeleriyle. Yanında destekçisi olarak tabloların dönüşümlerini izlerdim. Öğrendim ki kendi dünyanı yaratabilirsin. İçsel dünyamız -- düşüncelerimiz, duygularımız ve hayallerimiz beynimize ve bedenimize bağlı değildi. Eğer düşünürseniz, bulabilirseniz hayata getirebilirsiniz.
To me, thought-controlled computing is as simple and powerful as a paintbrush -- one more tool to unlock and enliven the hidden worlds within us. I look forward to the day that I can sit beside you, easel-side, watching the world that we can create with our new toolboxes and the discoveries that we can make about ourselves.
Bence düşünce gücüyle kontrol edilen bilgisayar çok basit ve güçlü, bir boya fırçası kadar -- kilidi açmak ve canlandırmak için bir araç daha, içimizde bulunan dünya. O gün için sabırsızlanıyorum sizin yanınızda oturup bizim oluşturabileceğimiz bir dünya için, yeni araçlarımızla ve kendimiz hakkında yapabileceğimiz yeni buluşlarla.
Thank you.
Teşekkürler
(Applause)
Alkiş