My seven-year-old grandson sleeps just down the hall from me, and he wakes up a lot of mornings and he says, "You know, this could be the best day ever." And other times, in the middle of the night, he calls out in a tremulous voice, "Nana, will you ever get sick and die?"
Yedi yaşındaki torunumun odası benimkiyle aynı koridorda, çoğu sabah kalktığında şunu söyler, "Biliyor musun, bu en iyi gün olabilir. Başka zamanlarda ise gecenin bir yarısı huzursuz bir sesle şöyle bağırır "Nine, bir gün hastalanıp ölecek misin?"
I think this pretty much says it for me and most of the people I know, that we're a mixed grill of happy anticipation and dread. So I sat down a few days before my 61st birthday, and I decided to compile a list of everything I know for sure. There's so little truth in the popular culture, and it's good to be sure of a few things.
Sanırım bu durum hem kendim, hem de çevremdeki pek çok insan için önemli bir şeyi söylüyor; hepimiz mutlu bir beklenti hâlinin ve yılgınlığın karışımıyız. 61. doğum günümden birkaç gün önceydi, doğruluğundan emin olduğum her şeyin bir listesini yapmaya karar verdim. Popüler kültürde doğru olan şeylerin sayısı çok az ve birkaç şeyden tamamen emin olmak iyi olabilir.
For instance, I am no longer 47, although this is the age I feel, and the age I like to think of myself as being. My friend Paul used to say in his late 70s that he felt like a young man with something really wrong with him.
Örneğin; artık 47 yaşında değilim. Halbuki, olduğumu hissettiğim ve olmak istediğim yaş 47. Paul adlı bir arkadaşım, 70'li yaşlarının sonlarındaydı ancak kendisini büyük bir tersliği olan genç bir erkek gibi hissederdi.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Our true person is outside of time and space, but looking at the paperwork, I can, in fact, see that I was born in 1954. My inside self is outside of time and space. It doesn't have an age. I'm every age I've ever been, and so are you, although I can't help mentioning as an aside that it might have been helpful if I hadn't followed the skin care rules of the '60s, which involved getting as much sun as possible while slathered in baby oil and basking in the glow of a tinfoil reflector shield.
Gerçek kişiliğimiz zaman ve mekândan bağımsız olmakla birlikte, resmi evraklara baktığımda gerçekten 1954 yılında doğmuş olduğumu görebiliyorum. İç kişiliğim, zaman ve mekân düzleminden bağımsız. İç kişiliğimin bir yaşı yok. Ben şu ana dek gün aldığım ve bitirdiğim tüm yaşlarımdayım, sizin gibi. Ama yine de bir şeyi itiraf etmeliyim, keşke 60'lardaki cilt bakımı trendlerini uygulamasaydım. Bu trend, güneşe mümkün olduğunca çok maruz kalmayı ve bunu yaparken de bol bol bebek yağı sürmeyi ve alüminyum folyoyu da reflektör olarak kullanmayı gerektiyordu.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
It was so liberating, though, to face the truth that I was no longer in the last throes of middle age, that I decided to write down every single true thing I know. People feel really doomed and overwhelmed these days, and they keep asking me what's true. So I hope that my list of things I'm almost positive about might offer some basic operating instructions to anyone who is feeling really overwhelmed or beleaguered.
Aslında, artık orta yaşların son demlerinde olmadığımı kabullenmem ve doğru olduğunu bildiğim her şeyi yazıya dökmeye karar vermem bana çok iyi geldi. Bugünlerde pek çok insan lanetlenmiş ve oldukça yorgun hissediyor ve bana neyin doğru olduğunu sorup duruyorlar. Umarım, doğruluğundan neredeyse emin olduğum şeyleri içeren bu liste yılgın veya etrafını kuşatılmış hisseden kişilere bazı temel gerçekler hakkında fikir verebilir.
Number one: the first and truest thing is that all truth is a paradox. Life is both a precious, unfathomably beautiful gift, and it's impossible here, on the incarnational side of things. It's been a very bad match for those of us who were born extremely sensitive. It's so hard and weird that we sometimes wonder if we're being punked. It's filled simultaneously with heartbreaking sweetness and beauty, desperate poverty, floods and babies and acne and Mozart, all swirled together. I don't think it's an ideal system.
1 Numara: Birinci ve en doğru şey; tüm gerçekler paradokstur. Hayat, hem çok değerli, inanılmaz derecede güzel bir hediye, hem de işlerin somut hâline bakacak olursak, imkânsız. Bu dönem, hassas olanlarımız için, zorlu bir dönem oldu. O kadar zor ve tuhaf ki, bazen "acaba bu bir kamera şakası mı" diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Hayat eş zamanlı olarak, kalbimize dokunan güzelliklerin, çaresiz fakirliğin, sel felaketlerinin, bebeklerin, akne ve Mozart'ın birbiri içine sarınıp karşımıza çıkmasıdır. Bunun çok ideal bir sistem olduğunu düşünmüyorum.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Number two: almost everything will work again if you unplug it for a few minutes --
2 Numara: Hemen hemen her şey fişini birkaç dakikalığına çıkartıp geri takarsanız, çalışmaya devam edecektir --
(Laughter)
(Gülüşmeler)
(Applause)
(Alkış)
including you.
sizler de dâhil.
Three: there is almost nothing outside of you that will help in any kind of lasting way, unless you're waiting for an organ. You can't buy, achieve or date serenity and peace of mind. This is the most horrible truth, and I so resent it. But it's an inside job, and we can't arrange peace or lasting improvement for the people we love most in the world. They have to find their own ways, their own answers. You can't run alongside your grown children with sunscreen and ChapStick on their hero's journey. You have to release them. It's disrespectful not to. And if it's someone else's problem, you probably don't have the answer, anyway.
Üç: Eğer beklediğiniz şey bir organ bağışı değilse, dışardan gelen hiç bir müdahale size kalıcı bir fayda sağlayamaz. Huzur ve dinginliği satın alamaz ya da zamanını tayin edemezsiniz. Bu en acı gerçek ve buna çok içerliyorum. Ama bu içimizden kaynaklı bir iş ve bu yüzden dünyada en çok sevdiğimiz insanlar için bile huzur ya da kalıcı iyilik hâli sağlayamıyoruz. Onların kendi yollarını ve kendi cevaplarını bulmaları gerek. Çocuklarınız, erişkin bireyler olduklarında kahramanın kendilerinin olduğu bir yolculuğa çıktıklarında peşlerinde güneş koruyucusu ve dudak kremi ile koşamazsınız. Onları serbest bırakmanız gerekir. Bırakmamak onlara saygısızlık olur. Ve eğer, bir problem başkasına ait ise, zaten cevabı sizde değildir.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Our help is usually not very helpful. Our help is often toxic. And help is the sunny side of control. Stop helping so much. Don't get your help and goodness all over everybody.
Yardımlarımız çoğu zaman pek de yardımcı olmayacak cinsten. Çoğu zaman, yardımlarımız zehirli. Ve yardım etme isteği, kontrol etme arzusunun gülen yüzü. Bu kadar çok yardım etmeyin. Herkesi yardımseverliğinize ve iyiliğinize maruz bırakmayın.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
(Applause)
(Alkış)
This brings us to number four: everyone is screwed up, broken, clingy and scared, even the people who seem to have it most together. They are much more like you than you would believe, so try not to compare your insides to other people's outsides. It will only make you worse than you already are.
Bu da bizi dört numaraya getiriyor: Herkes bitmiş, kırılmış ve korkmuş vaziyette, en dik duran insanlar bile tutunacak bir dal arıyor. Size, düşündüğünüzden çok daha fazla benziyorlar; bu yüzden, benlik algınızı diğer insanların dış görüntüsüyle kıyaslamaktan vazgeçin. Bu, sizi şu an olduğunuzdan bile daha kötü bir hâle sokar.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Also, you can't save, fix or rescue any of them or get anyone sober. What helped me get clean and sober 30 years ago was the catastrophe of my behavior and thinking. So I asked some sober friends for help, and I turned to a higher power. One acronym for God is the "gift of desperation," G-O-D, or as a sober friend put it, by the end I was deteriorating faster than I could lower my standards.
Ayrıca, hiç kimseyi iyileştiremez, adam edemez veya kurtaramazsınız ya da kimseyi ayıltamazsınız. Bundan 30 yıl önce alkol ve uyuşturucuyu bırakmama yardım eden şey kendi davranış ve düşüncelerimin yarattığı felaketti. Bazı "temiz" arkadaşlarımdan yardım istedim ve kendimi daha büyük bir güce teslim ettim. Tanrı kelimesinin bir açılımı; "Çaresizliğin Armağanı"dır. Çaresizliğin armağanı, veya eski bir alkolik olan bir arkadaşımın dediği gibi, standartlarımı düşürebileceğimden çok daha hızlı kötüleşiyordum.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
So God might mean, in this case, "me running out of any more good ideas."
Bu durumda, Tanrı şu anlama gelebilir, "iyi fikirlerim tükendiğinde ben."
While fixing and saving and trying to rescue is futile, radical self-care is quantum, and it radiates out from you into the atmosphere like a little fresh air. It's a huge gift to the world. When people respond by saying, "Well, isn't she full of herself," just smile obliquely like Mona Lisa and make both of you a nice cup of tea. Being full of affection for one's goofy, self-centered, cranky, annoying self is home. It's where world peace begins.
Düzeltmek ya da kurtarmaya çalışmak beyhude birer çaba olmakla birlikte iyi temellendirilmiş bir kendine-bakım kuantumdur, ferah bir nefes gibi sizden çıkar ve atmosfere dağılır. Dünyaya vermek için harika bir hediye. İnsanlar size bakıp "ne kadar da kendine özgü" dediklerinde Mona Lisa gibi yandan yandan gülümseyin ve iki yanınız için kendinize güzel bir çay demleyin. Bir insanın evinde gibi hissettiği an kendi sersem, bencil, huysuz ve rahatsız edici yönlerine sempati duyduğu andır. Dünya barışı da tam olarak bu noktada başlar.
Number five: chocolate with 75 percent cacao is not actually a food.
5 Numara: %75 oranında kakao içeren çikolatalar aslında yiyecek değildir.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Its best use is as a bait in snake traps or to balance the legs of wobbly chairs. It was never meant to be considered an edible.
En iyi ihtimalle yılanlar için kurduğunuz tuzaklara yem olarak koyabilirsiniz ya da bir ayağı kısa olan sandalyeleri desteklemek için kullanırsınız. Bu çikolata insan tüketimi için üretilmiş bir şey olamaz.
Number six --
6 Numara:
(Laughter)
(Gülüşmeler)
writing. Every writer you know writes really terrible first drafts, but they keep their butt in the chair. That's the secret of life. That's probably the main difference between you and them. They just do it. They do it by prearrangement with themselves. They do it as a debt of honor. They tell stories that come through them one day at a time, little by little. When my older brother was in fourth grade, he had a term paper on birds due the next day, and he hadn't started. So my dad sat down with him with an Audubon book, paper, pencils and brads -- for those of you who have gotten a little less young and remember brads -- and he said to my brother, "Just take it bird by bird, buddy. Just read about pelicans and then write about pelicans in your own voice. And then find out about chickadees, and tell us about them in your own voice. And then geese."
Yazmak. Tanıdığınız her yazar, gerçekten çok kötü olan pek çok taslak metine sahiptir, ama onlar sebatla yazmaya devam ederler. Hayatın sırrı da budur. Muhtemelen, onlar ve siz arasındaki en büyük fark da bu. Onlar sabredip yapıyorlar. Bunu kendilerine söz vererek yapıyorlar. Bunu bir şeref borcu bilerek yapıyorlar. İçlerindeki hikâyeleri, günlere bölüp yavaş yavaş anlatıyorlar. Bir keresinde, abim dördüncü sınıftayken, ertesi güne teslim etmesi gereken ama daha başlamadığı, kuşlar hakkında bir dönem ödevi vardı. Babam ağabeyimin yanına, bir kitap, kâğıt, kalem ve raptiyeler alıp oturdu -- -- biraz daha az genç olanlarınız raptiyeleri hatırlayacaktır -- ve ağabeyime dedi ki: "Dostum, kuşları teker teker yaz. Önce sadece pelikanlar hakkında oku ve sonra kendi ses tonunda pelikanlar hakkında bir şeyler yaz. Sonra baştankaralar hakkında oku ve sonra kendi sesini kullanarak onlar hakkında yaz. Sonra da kazlara geçersin."
So the two most important things about writing are: bird by bird and really god-awful first drafts. If you don't know where to start, remember that every single thing that happened to you is yours, and you get to tell it. If people wanted you to write more warmly about them, they should've behaved better.
Yani, yazı yazarken iki şey çok önemli: Her seferde tek bir kuş yazın ve ilk taslaklarınız gerçekten berbat olsun. Nereden başlayacağınızı bilemiyorsanız, şunu hatırlayın ki, başınıza gelen her şey size aittir ve ancak siz anlatabilirsiniz. Eğer insanlar onlar hakkında daha iyi şeyler yazmanızı diliyorlarsa size daha iyi davranmalılardı.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
(Applause)
(Alkış)
You're going to feel like hell if you wake up someday and you never wrote the stuff that is tugging on the sleeves of your heart: your stories, memories, visions and songs -- your truth, your version of things -- in your own voice. That's really all you have to offer us, and that's also why you were born.
Bir gün uyandığınızda kalbinizin köşelerini tırmalayan hikâyeleri, anıları, hayalleri ve şarkıları kendi gerçekliğinizi olayların "sizce"sini kendi ses tonunuzda hiç yazmadığınızı fark etmek size çok kötü hissettirecek. Diğerlerine vermeniz gereken tek şey bu ve zaten doğma sebebiniz de bu.
Seven: publication and temporary creative successes are something you have to recover from. They kill as many people as not. They will hurt, damage and change you in ways you cannot imagine. The most degraded and evil people I've ever known are male writers who've had huge best sellers. And yet, returning to number one, that all truth is paradox, it's also a miracle to get your work published, to get your stories read and heard. Just try to bust yourself gently of the fantasy that publication will heal you, that it will fill the Swiss-cheesy holes inside of you. It can't. It won't. But writing can. So can singing in a choir or a bluegrass band. So can painting community murals or birding or fostering old dogs that no one else will.
7 Numara: Kitabınızın çıkması ve yaratıcılığınızın geçici başarıları üstesinden gelmek zorunda olduğunuz türden olaylardır. Bu başarılar hem güldürür, hem de öldürür. Hayal edemeyeceğiniz şekillerde sizin canınızı yakar, size zarar verir ve sizi değiştirirler. Hayatımda tanıdığım en aşağılık ve kötü insanlar çok satanlar listesinde kitapları bulunan erkek yazarlardır. Ama 1 numaramıza dönecek olursak, bütün gerçekler paradokstur, ve yazdıklarınızın basılması, hikâyelerinizin okunması ve duyulması bir mucize gibidir. Kitabınızı bastırmanın vereceği iyileşmenin fantezisinden ve içinizdeki İsviçre peyniri deliklerini dolduracağı hayalinden kendinizi arındırın. Yapamaz. Yapmayacak. Ama yazı yazmak yapabilir. Ya da bir koroda veya Bluegrass grubunda şarkı söylemek de yapabilir. Halka açık duvarlara resimler çizmek, kuşlarla ilgilenmek ya da artık kimsenin istemediği yaşlı köpeklerin bakımını üstlenmek de olabilir.
Number eight: families. Families are hard, hard, hard, no matter how cherished and astonishing they may also be. Again, see number one.
8 Numara: Aileler. Aileler çok çok ama çok zordur, ne kadar tatlı ve harika olsalar bile... Detaylı bilgi için 1 Numaraya bakın.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
At family gatherings where you suddenly feel homicidal or suicidal --
Ailece bir araya gelinen zamanlarda
(Laughter)
intihar etme veya cinayet işlemek isterseniz --
(Gülüşmeler)
remember that in all cases, it's a miracle that any of us, specifically, were conceived and born. Earth is forgiveness school. It begins with forgiving yourself, and then you might as well start at the dinner table. That way, you can do this work in comfortable pants.
şunu hatırlayın ki, her birimizin bir rahme düşmesi ve doğması bir mucizedir. Dünya affetmeler okuludur. Bu, kendinizi affederek başlar ve sonra bunu sofraya da taşıyabilirsiniz. Böylece bu işi daha rahat pantolonlar giyerek yapabilirsiniz.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
When William Blake said that we are here to learn to endure the beams of love, he knew that your family would be an intimate part of this, even as you want to run screaming for your cute little life. But I promise you are up to it. You can do it, Cinderella, you can do it, and you will be amazed.
William Blake "Bu dünyaya sevginin ışınlarına tahammül etmeyi öğrenmek için geldik" dediğinde, ailelerinizin bu işin önemli bir parçası olduğunu biliyordu, canınızı kurtarmak için çığlık atarak ailenizden kaçmayı isteseniz bile. Yapabileceğinize eminim. Yapabilirsin Sinderella, yapabilirsin ve yapabildiğinde gerçekten çok şaşıracaksın.
Nine: food. Try to do a little better. I think you know what I mean.
9 Numara: Yemek. Biraz daha çaba göstermeniz gerek. Bence ne dediğimi anladınız siz.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Number 10 --
10 Numara --
(Laughter)
(Gülüşmeler)
grace. Grace is spiritual WD-40, or water wings. The mystery of grace is that God loves Henry Kissinger and Vladimir Putin and me exactly as much as He or She loves your new grandchild. Go figure.
Rahmet. Rahmet, ruhun pas sökücüsü gibidir ya da su kollukları. Rahmetin sırrı ise, Tanrı'nın Henry Kissinger ve Vladimir Putin'i ve beni yeni doğan torununuzla eşit derecede sevmesidir. Haydi çık işin içinden çıkabilirsen.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
The movement of grace is what changes us, heals us and heals our world. To summon grace, say, "Help," and then buckle up. Grace finds you exactly where you are, but it doesn't leave you where it found you. And grace won't look like Casper the Friendly Ghost, regrettably. But the phone will ring or the mail will come and then against all odds, you'll get your sense of humor about yourself back. Laughter really is carbonated holiness. It helps us breathe again and again and gives us back to ourselves, and this gives us faith in life and each other. And remember -- grace always bats last.
Rahmet, bizi değiştiren iyileştiren bir güçtür ve aynı zamanda dünyamızı da iyileştirir. Rahmeti çağırmak için "İmdat" diye bağırın ve kemerlerinizi bağlayın. Rahmet sizi neredeyseniz bulur, ama sizi olduğunuz yerde bırakmaz. Ve ne yazık ki, rahmet, Sevimli Hayalet Casper'a hiç benzemiyor. Ama bir telefon çalacak ya da bir posta gelecek ve tüm ihtimallere karşın kendinizle dalga geçebilme yetiniz size geri dönecek. Kahkaha kutsallığın kömürleşmiş hâlidir. Tekrar tekrar nefes almamızı sağlar, bizi kendimize getirir hayata ve birbirimize olan inancımızı tazeler. Ve unutmayın: Rahmet gözünü her zaman en son kapatandır.
Eleven: God just means goodness. It's really not all that scary. It means the divine or a loving, animating intelligence, or, as we learned from the great "Deteriorata," "the cosmic muffin." A good name for God is: "Not me." Emerson said that the happiest person on Earth is the one who learns from nature the lessons of worship. So go outside a lot and look up. My pastor said you can trap bees on the bottom of mason jars without lids because they don't look up, so they just walk around bitterly bumping into the glass walls. Go outside. Look up. Secret of life.
11 Numara: Tanrı sadece iyilik demektir. Aslında korkulacak hiçbir şey yok. Tanrı, kutsal ya da sevecen hareketli bir zekâ ya da büyük "Deteriorata"dan öğrendiğimiz üzere "kozmik bir topkek." Tanrı için güzel bir diğer isim: "Ben değil." Emerson der ki, Dünya'daki en mutlu insan ibadetini doğanın ta kendisinden öğrenen kişidir. Dışarı çıkın ve yukarı bakın. Rahibim bana demişti ki, arıları kapaksız kavanozlara hapsetmek kolaydır, çünkü onlar yukarı bakmazlar ve bu yüzden de cam kavanoza çarpa çarpa çaresiz bir şekilde uçar dururlar. Dışarı çıkın. Yukarı bakın. Bu hayatın sırrı.
And finally: death. Number 12. Wow and yikes. It's so hard to bear when the few people you cannot live without die. You'll never get over these losses, and no matter what the culture says, you're not supposed to. We Christians like to think of death as a major change of address, but in any case, the person will live again fully in your heart if you don't seal it off. Like Leonard Cohen said, "There are cracks in everything, and that's how the light gets in." And that's how we feel our people again fully alive.
Ve son olarak: Ölüm. Numara 12. Hem vay canına, hem de iğrenç. Onsuz yapamam dediğiniz bir avuç insanın ölümüne katlanmak çok zor bir şey. Kültürünüz ne derse desin, bu kayıpların üstesinden gelemeyeceksiniz, çünkü böyle olması gerekiyor. Biz Hristiyanlar, ölümü bir çeşit adres değişikliği olarak düşünüyoruz, ama her halükârda, sevdiğiniz kişi kalbinizde canlı kalabiliyor. tabii eğer kalbinizi mühürlemezseniz. Leonard Cohen'in dediği gibi, "Her şeyin üstünde çatlaklar vardır, ışık içeri ancak böyle girer.'' Ve tüm sevdiklerimizin hayatta olduğunu ancak böyle hissedebiliriz.
Also, the people will make you laugh out loud at the most inconvenient times, and that's the great good news. But their absence will also be a lifelong nightmare of homesickness for you. Grief and friends, time and tears will heal you to some extent. Tears will bathe and baptize and hydrate and moisturize you and the ground on which you walk.
Bazen, insanlar en olmadık zamanlarda kahkaha atacak kadar çok gülmenizi sağlar ve bu gerçekten harika bir şey. Ve yoklukları ise, hayat boyunca bir kâbus içinde gurbette gibi hissetmenizi sağlar. Yas etmek, arkadaşlarınız, zaman ve gözyaşları sizi ancak bir noktaya kadar iyileştirebilir. Gözyaşlarınız sizi ve üstünde durduğunuz zemini yıkar, nemlendirir ve vaftiz eder.
Do you know the first thing that God says to Moses? He says, "Take off your shoes." Because this is holy ground, all evidence to the contrary. It's hard to believe, but it's the truest thing I know. When you're a little bit older, like my tiny personal self, you realize that death is as sacred as birth. And don't worry -- get on with your life. Almost every single death is easy and gentle with the very best people surrounding you for as long as you need. You won't be alone. They'll help you cross over to whatever awaits us. As Ram Dass said, "When all is said and done, we're really just all walking each other home."
Tanrı'nın Hz. Musa'ya söylediği ilk şey neydi biliyor musunuz? "Ayakkabılarını çıkar" demiş. Çünkü kim ne derse desin, bastığınız toprak kutsaldır. İnanması güç, biliyorum. Ama bu bildiğim en doğru şey. Naçizane ben gibi biraz daha yaşlı olduğunuzda ölümün de tıpkı doğum gibi kutsal olduğunu fark ediyorsunuz. Ama sakın üzülmeyin -- hayatınıza devam edin. Yaklaşık her ölüm oldukça kolay ve hafif olur, ihtiyaç duyduğunuz sürece en sevdiğiniz insanlar yanınızdadır. Yalnız olmazsınız. Bizleri diğer tarafta bekleyen her ne ise, bu geçişi yapmamıza yardım edecekler. Ram Dass'ın dediği gibi, "Yapılacak her şey yapıldığında ve söylenecek sözler tükendiğinde, aslında sadece birlikte eve yürüdüğümüzü fark ederiz."
I think that's it, but if I think of anything else, I'll let you know.
Bence hepsi bu kadar, ama eğer başka bir şey daha düşünecek olursam, size haber veririm.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkış)
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkış)
I was very surprised to be asked to come, because it is not my realm, technology or design or entertainment. I mean, my realm is sort of faith and writing and kind of lurching along together. And I was surprised, but they said I could give a talk, and I said I'd love to.
Konuşma yapmamı istediklerinde çok şaşırmıştım çünkü teknoloji, dizayn ya da eğlence benim alanlarım değil. Yani ben daha çok inanç ve yazı yazma konularında bir şeyleri birleştirip duruyorum. Ve çağırdıklarında gerçekten çok şaşırmıştım ve teklifi de seve seve kabul ettim.
(Video) If you don't know where to start, remember that every single thing that happened to you is yours and you get to tell it.
(Video) Eğer nereden başlamanız gerektiğini bilmiyorsanız, şunu hatırlayın ki, başınıza gelen her şey size aittir ve ancak anlatabilirsiniz.
Anne Lamott: People are very frightened and feel really doomed in America these days, and I just wanted to help people get their sense of humor about it and to realize how much isn't a problem. If you take an action, take a really healthy or loving or friendly action, you'll have loving and friendly feelings.
İnsanlar Amerika'da oldukça korkmuş ve hatta lanetlenmiş hissediyorlar ve ben sadece insanlara bununla dalga geçme gücünü vermek ve bunun aslında bir problem olmadığını göstermek istedim. Eğer illa bir şey yapacaksanız, sağlıklı, sevecen ve arkadaşça bir şey yapın ki, sevecen ve arkadaşça duygular hissedebilesiniz.