What if our plants could sense the toxicity levels in the soil and express that toxicity through the color of its leaves? What if those plants could also remove those toxins from the soil? Instead, what if those plants grew their own packaging, or were designed to only be harvested by their owners' own patented machines? What happens when biological design is driven by the motivations of mass-produced commodities? What kind of world would that be?
Eğer bitkilerimiz topraktaki zehirlilik oranını hissedebilse ve bunu yapraklarının rengini değiştirerek gösterebilse? Peki bu bitkiler zehirleri topraktan ayırabilse nasıl olurdu? Ya da kendi ambalajlarını kendileri büyürken üretse veya sadece sahiplerinin kendi patentli makineleriyle hasat edilebilecek şekilde tasarlanabilseler? Biyolojik tasarım, seri üretim malların gereksinimlerine göre güdülense nasıl olur? Ne çeşit bir dünyamız olurdu?
My name is Ani, and I'm a designer and researcher at MIT Media Lab, where I'm part of a relatively new and unique group called Design Fiction, where we're wedged somewhere between science fiction and science fact. And at MIT, I am lucky enough to rub shoulders with scientists studying all kinds of cutting edge fields like synthetic neurobiology, artificial intelligence, artificial life and everything in between. And across campus, there's truly brilliant scientists asking questions like, "How can I make the world a better place?" And part of what my group likes to ask is, "What is better?" What is better for you, for me, for a white woman, a gay man, a veteran, a child with a prosthetic? Technology is never neutral. It frames a reality and reflects a context. Can you imagine what it would say about the work-life balance at your office if these were standard issue on the first day?
Benim adım Ani, MIT Media Lab'da tasarımcı ve araştırmacıyım. Burada nispeten yeni ve benzersiz bir grup olan Design Fiction (Tasarım Kurgu) ekibindeyim. Burası bilim kurgu ile bilimsel gerçeklerin arasına sıkıştığımız yer. MIT'de sentetik nörobiyoloji, yapay zekâ, yapay yaşam ve bunlarla ilgili son derece modern her türlü alanda çalışan bilimciler ile bir arada bulunma şansım oluyor. Kampüsün her yanında, "Ben dünyayı nasıl daha iyi bir yer hâline getirebilirim?" gibi sorular soran gerçekten parlak bilimciler var. Benim grubumun sormayı sevdiği sorulardan biri "Daha iyi olan nedir?" Senin için, benim için, beyaz bir kadın, eşcinsel bir erkek, bir gazi ya da protezli bir çocuk için hangisi daha iyi? Teknoloji hiçbir zaman nötr değildir. Bir gerçeği çerçeveler ve bir bağlamı yansıtır. Eğer bunlar ilk gününüzdeki standart meseleler ise ofisinizdeki çalışma dengesi hakkında ne söyleyeceğini hayal edebilir misiniz?
(Laughter)
(Gülüşmeler)
I believe it's the role of artists and designers to raise critical questions. Art is how you can see and feel the future, and today is an exciting time to be a designer, for all the new tools becoming accessible. For instance, synthetic biology seeks to write biology as a design problem. And through these developments, my lab asks, what are the roles and responsibilities of an artist, designer, scientist or businessman? What are the implications of synthetic biology, genetic engineering, and how are they shaping our notions of what it means to be a human? What are the implications of this on society, on evolution and what are the stakes in this game?
İnanıyorum ki kritik soruları gündeme getirmek sanatçıların ve tasarımcıların işidir. Sanat, geleceği nasıl gördüğün ve hissettiğindir ve günümüz, tüm yeni araçların erişilebilir olmasıyla tasarımcı olmak için heyecan verici bir zaman. Örneğin, sentetik biyoloji biolojiyi tasarım problemi olarak yazmayı arıyor. Ve bu gelişmeler vasıtasıyla, benim laboratuvarım, sanatçının, tasarımcının, bilim adamının veya iş adamının hangi rolde olduğunu sorguluyor. Sentetik biyoloji, genetik mühendisliğin etkileri nelerdir ve bizim insan olmanın anlamı ile ilgili kavramlarımızı nasıl şekillendiriyorlar? Bunun toplumda ve evrimde etkileri neler? Ve bu oyunda riskli olan ne?
My own speculative design research at the current moment plays with synthetic biology, but for more emotionally driven output. I'm obsessed with olfaction as a design space, and this project started with this idea of what if you could take a smell selfie, a smelfie?
Benim sahip olduğum spekülatif tasarım araştırmam şu anda sentetik biyoloji üzerine çalışıyor, fakat daha fazla duygusal sürülen çıktılar üzerine. Tasarım alanı olarak koku alma duyusu ile takıntılıyım ve bu proje "Koku selfisini, smelfie çekebilseydik" fikriyle başladı.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
What if you could take your own natural body odor and send it to a lover? Funny enough, I found that this was a 19th century Austrian tradition, where couples in courtship would keep a slice of apple crammed under their armpit during dances, and at the end of the evening, the girl would give the guy she most fancied her used fruit, and if the feeling was mutual, he would wolf down that stinky apple.
Kendi doğal vücut kokunu çekebilsen ve bunu sevgiline gönderebilsen ne olurdu? Yeterince komik, bunun bir 19'uncu yüzyıl Avusturya geleneği olduğunu buldum, burada çiftler kur yaparken bir dilim elmayı dans boyunca koltuk altında tutuyormuş ve gecenin sonunda kız en çok çekici bulduğu erkeğe kendi kullanılmış meyvesini veriyor ve eğer hisler karşılıklı ise, erkek bu kokuşmuş elmayı yalayıp yutuyor.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Famously, Napoleon wrote many love letters to Josephine, but perhaps amongst the most memorable is this brief and urgent note: "Home in three days. Don't bathe."
Bilindiği üzere, Napolyon Josephine'ye birçok mektup yazmıştır fakat belki en çok hatırlananlar arasında bu kısa ve öz not vardır: "Üç gün içinde evdeyim. Banyo yapma."
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Both Napoleon and Josephine adored violets. Josephine wore violet-scented perfume, carried violets on their wedding day, and Napoleon sent her a bouquet of violets every year on their anniversary. When Josephine passed away, he planted violets at her grave, and just before his exile, he went back to that tomb site, picked some of those flowers, entombed them in a locket and wore them until the day he died.
Hem Napoleon, hem de Josephine menekşelere hayrandı. Josephine menekşe kokulu parfüm kullanırdı, düğün gününde menekşe taşıdı ve her evlilik yıl dönümlerinde Napolyon ona bir buket menekşe gönderirdi. Josephine öldüğü zaman, Josephine'nin mezarına menekşelerden ekti. Ve sürgününden önce bu anıt mezar alanına geldi, biraz çiçek topladı, bunları kalp şeklindeki kolye ucuna içine koydu ve bunu öldüğü güne kadar taşıdı.
And I found this so moving, I thought, could I engineer that violet to smell just like Josephine? What if, for the rest of eternity, when you went to visit her site, you could smell Josephine just as Napoleon loved her? Could we engineer new ways of mourning, new rituals for remembering? After all, we've engineered transgenic crops to be maximized for profit, crops that stand up to transport, crops that have a long shelf life, crops that taste sugary sweet but resist pests, sometimes at the expense of nutritional value. Can we harness these same technologies for an emotionally sensitive output?
Ve ben bunu çok duygulu buldum. Josephine gibi kokan bu menekşeleri yapabilir miyim diye düşündüm. Sonsuzluğun geri kalanı için onun yerini ziyarete gittiğinizde, Napolyon'un onu sevdiği gibi koklayabiliyor olsaydınız? Yas tutmanın yeni yollarını, anmak için yeni ritüeller yapabilir miyiz? En sonunda kârı maksimize etmek için transgenetik mahsul ürettik. Sevk edilmeye dayanıklı mahsuller, uzun raf ömürlü mahsuller, şekerli tadı olan fakat haşereye karşı dayanıklı mahsuller, bazen bunlar besin değeri pahasına oluyor. Biz aynı teknolojilerinden duygusal olarak hassas çıktı için faydalanabilir miyiz?
So currently in my lab, I'm researching questions like, what makes a human smell like a human? And it turns out it's fairly complicated. Factors such as your diet, your medications, your lifestyle all factor into the way you smell. And I found that our sweat is mostly odorless, but it's our bacteria and microbiome that's responsible for your smells, your mood, your identity and so much beyond. And there's all kinds of molecules that you emit but which we only perceive subconsciously.
Benim laboratuvarımda şu sıralar, insanın insan gibi kokmasına sebep olan şey gibi soruları araştırıyorum. Ve bu araştırmanın sonucu çok karışık çıktı. Beslenme şekliniz, tedavileriniz, yaşam tarzınız gibi tüm faktörler, sizin nasıl koktuğunuzu etkiliyor. Ve şunu buldum ki bizim terimiz genellikle kokusuzdur fakat bakterilerimiz ve mikrobiyomlarımız, sizin kokularınızdan, ruh hâlinizden, kimliğinizden ve bunun ötesinde birçok şeyden sorumludur. Ve bunlar yaydığınız her çeşit moleküllerdir, fakat bunu sadece bilinçaltımızda algılıyoruz.
So I've been cataloging and collecting bacteria from different sites of my body. After talking to a scientist, we thought, maybe the perfect concoction of Ani is like 10 percent collarbone, 30 percent underarm, 40 percent bikini line and so forth, and occasionally I let researchers from other labs take a sniff of my samples. And it's been interesting to hear how smell of the body is perceived outside of the context of the body. I've gotten feedback such as, smells like flowers, like chicken, like cornflakes, like beef carnitas.
Bu nedenle, vücudun farklı bölümlerindeki bakterileri topluyor ve katologluyorum. Bir bilim adamıyla konuştuktan sonra, düşündük ki, belki Ani'nin mükemmel karışımı, %10 köprücük kemiği (boyun bölgesi), %30 koltuk altı, %40 bikini bölgesi ve benzeri gibi olabilir ve bazen diğer laboratuvarlardaki araştırmacılara benim örneklerimi koklamalarına izin veriyorum. Ve vücudun nasıl koktuğunun vücut bağlamı dışında algılandığını duymak ilginç oluyor. Geri dönüşler aldım, örneğin; çiçekler gibi kokuyor, tavuk gibi kokuyor, mısır gevreği gibi kokuyor, beef carnitas (bir çeşit et yemeği) gibi kokuyor.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
At the same time, I cultivate a set of carnivorous plants for their ability to emit fleshlike odors to attract prey, in an attempt to kind of create this symbiotic relationship between my bacteria and this organism. And as it so happens, I'm at MIT and I'm in a bar, and I was talking to a scientist who happens to be a chemist and a plant scientist, and I was telling him about my project, and he was like, "Well, this sounds like botany for lonely women."
Aynı zamanda, avlarını cezbetmek için etimsi kokular yayma kabiliyetleri için bir takım etçil bitkiler yetiştiriyorum, bunu, benim bakterilerimle bu organizmalar arasında bir çeşit ortak yaşam ilişkisi kurma teşebbüsümde yapıyorum. Ve tesadüfen, ben MIT'teyim ve bir bardayım, kimyager ve bitki bilimci olan bir bilim adamı ile konuşuyordum ve ona benim projelerimden bahsediyordum ve o "kulağa yalnız bir kadın için botanik gibi geliyor" havasındaydı.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Unperturbed, I said, "OK." I challenged him. "Can we engineer a plant that can love me back?" And for some reason, he was like, "Sure, why not?"
İstifimi bozmadan, "Peki" dedim. Ona meydan okudum. "Beni sevebilecek bir bitki yapabilir miyiz?" Ve bazı sebeplerden o sanki "tabii, neden olmasın?" havasına girdi.
So we started with, can we get a plant to grow towards me like I was the sun? And so we're looking at mechanisms in plants such as phototropism, which causes the plant to grow towards the sun by producing hormones like auxin, which causes cell elongation on the shady side. And right now I'm creating a set of lipsticks that are infused with these chemicals that allow me to interact with a plant on its own chemical signatures -- lipsticks that cause plants to grow where I kiss it, plants that blossom where I kiss the bloom.
Ardından, beraber başladık, ben güneşmişim gibi bana doğru yetişen bir bitki elde edebilir miyiz? Bu nedenle bitkilerdeki hücrelerin gölgeli tarafta uzanmasına neden olan oksin gibi hormonların üretimiyle bitkinin güneşe doğru büyümesini sağlayan fototropizm gibi mekanizmalar bakıyoruz. Şu anda, bu kimyasallarla aşılanmış bir takım rujlar üretiyorum, ki bu kimyasallar benim ile bitkinin kendi kimyasal imzasıyla iletişime geçmeme izin veriyor. Rujlar nereyi öptüysem oranın büyümesine sebep oluyor, bitki benim öptüğüm yerde çiçek açıyor.
And through these projects, I'm asking questions like, how do we define nature? How do we define nature when we can reengineer its properties, and when should we do it? Should we do it for profit, for utility? Can we do it for emotional ends? Can biotechnology be used to create work as moving as music? What are the thresholds between science and its ability to shape our emotional landscape?
Ve bu projeler vasıtasıyla, doğayı nasıl tanımlayabiliriz tarzında sorular soruyorum. Doğanın özelliklerini tekrar tasarlayabilirken onu nasıl tanımlarız ve bunu ne zaman yapmalıyız? Bunu kâr için, fayda için mi yapmalı mıyız? Bunu duygusal bir mesele için yapabilir miyiz? Biyoteknoloji, müzik gibi hareketli bir iş yapmak için kullanılabilir mi? Bilim ve onun duygusal manzaramızı şekillendirme kabiliyeti arasındaki eşikler nedir?
It's a famous design mantra that form follows function. Well, now, wedged somewhere between science, design and art I get to ask, what if fiction informs fact? What kind of R&D lab would that look like and what kind of questions would we ask together?
Bu, formun fonksiyonu takip ettiği ünlü dizayn mantradır. Peki, şimdi, bilim, dizayn ve sanat arasında bir yer sabitleyin. soruyorum, kurgu gerçeği bilgilendirse? Buna benzer bir Ar-Ge laboratuvarı nasıl olurdu ve birlikte ne çeşit sorular sorardık?
We often look to technology as the answer, but as an artist and designer, I like to ask, but what is the question?
Sıklıkla teknolojiye cevapmış gibi bakıyoruz, fakat sanatçı ve tasarımcı olarak, sormak istiyorum, fakat soru ne?
Thank you.
Teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)