When we use the word "architect" or "designer," what we usually mean is a professional, someone who gets paid, and we tend to assume that it's those professionals who are going to be the ones to help us solve the really big, systemic design challenges that we face like climate change, urbanization and social inequality. That's our kind of working presumption. And I think it's wrong, actually.
"Mimar" ya da "tasarımcı" kelimesini kullandığımızda, genelde kastettiğimiz, kendilerine bu iş için ücret ödenen profesyonel kişilerdir. İklim değişimi, kentleşme ve sosyal eşitsizlik gibi büyük, sistemle ilgili tasarım problemleriyle karşılaştığımızda bunları çözmemize yardım edecek olanların bu profesyoneller olduğuna inanmaya meyilliyizdir. Bu bize özgü temel bir varsayımdır. Ve aslına bakarsanız, ben bunun doğru olmadığını düşünüyorum.
In 2008, I was just about to graduate from architecture school after several years, and go out and get a job, and this happened. The economy ran out of jobs. And a couple of things struck me about this. One, don't listen to career advisers. And two, actually this is a fascinating paradox for architecture, which is that, as a society, we've never needed design thinking more, and yet architecture was literally becoming unemployed. It strikes me that we talk very deeply about design, but actually there's an economics behind architecture that we don't talk about, and I think we need to.
2008 yılında artık seneler sonra mimarlık fakültesinden mezun olup tam iş aramaya başlayacakken olanlar oldu. Piyasada iş kalmadı. Bu durum birkaç konuda gözümü açtı. Birincisi, mesleki danışmanları dinlemeyin. İkincisi de; aslında bu durum mimarlık açısından inanılmaz bir ikilemdi, yani toplum olarak tasarım düşüncesine daha önce hiç bu kadar ihtiyaç duymamıştık ve buna rağmen mimarlık sektörü gitgide işsiz kalıyordu. Tasarım hakkında çok kapsamlı konuştuğumuz hâlde, aslında mimarlığın arka planında hiç bahsetmediğimiz ve bence bahsetmemiz gereken bir ekonominin oluşu beni şaşırtır.
And a good place to start is your own paycheck. So, as a bottom-of-the-rung architecture graduate, I might expect to earn about 24,000 pounds. That's about 36,000, 37,000 dollars. Now in terms of the whole world's population, that already puts me in the top 1.95 richest people, which raises the question of, who is it I'm working for? The uncomfortable fact is that actually almost everything that we call architecture today is actually the business of designing for about the richest one percent of the world's population, and it always has been. The reason why we forgot that is because the times in history when architecture did the most to transform society were those times when, actually, the one percent would build on behalf of the 99 percent, for various different reasons, whether that was through philanthropy in the 19th century, communism in the early 20th, the welfare state, and most recently, of course, through this inflated real estate bubble. And all of those booms, in their own various ways, have now kicked the bucket, and we're back in this situation where the smartest designers and architects in the world are only really able to work for one percent of the population.
Mesela maaş çekiniz başlamak için iyi bir yer. Yani, merdivenin en alt basamağındaki bir mimarlık mezunu olarak takriben 24.000 pound kazanmayı umabilirim. Bu da yaklaşık olarak 36.000-37.000 dolar eder. Şimdi, bütün dünya nüfusu göz önüne alındığında, bu beni yüzde 1,95'lik en zengin insanların arasına koyar. Bu da kimin için çalıştığım sorusunu akla getirir. Aslında bugün mimari dediğimiz hemen hemen her şeyin dünyanın yüzde birlik en zengin insanları için tasarım üretme işi olduğu rahatsız edici bir gerçek olarak ortada. Bu her zaman da böyle olmuştur. Bunu unutma sebebimiz, tarihte mimarlığın toplumu dönüştürmek için en tesirli olduğu dönemler aslında, çok çeşitli sebeplerle, yüzde birin yüzde 99 için gayret sarf ettiği dönemlerdi. Bu, ister 19. yüzyılda hayırseverlik, 20. yüzyılın başında komünizm veya refah devleti yoluyla olsun, isterse de yakınlarda olduğu gibi şişkin emlak balonu yoluyla olsun. Tüm bu piyasa canlanmaları, kendilerine özgü şekilde artık geçersiz hâle geldi ve dünyadaki en akıllı tasarımcıların ve mimarların gerçekten sadece nüfusun yüzde biri için çalışabildiği hâlihazırdaki vaziyete geri döndük.
Now it's not just that that's bad for democracy, though I think it probably is, it's actually not a very clever business strategy, actually. I think the challenge facing the next generation of architects is, how are we going to turn our client from the one percent to the 100 percent? And I want to offer three slightly counterintuitive ideas for how it might be done.
Şimdi bu sadece demokrasi için kötü değil, ki muhtemelen demokrasi için de kötü, aynı zamanda aslında hiç de zekice bir çalışma stratejisi değil. Bence yeni nesil mimarların karşılaşacağı zorluk, müşterilerimizi yüzde birden yüzde yüze nasıl çevireceğimizi bulmaktır. Nasıl yapılacağı ile alakalı biraz sıradışı üç fikir sunmak istiyorum.
The first is, I think we need to question this idea that architecture is about making buildings. Actually, a building is about the most expensive solution you can think of to almost any given problem. And fundamentally, design should be much, much more interested in solving problems and creating new conditions. So here's a story. The office was working with a school, and they had an old Victorian school building.
Birincisi; bence mimarinin bina yapmaktan ibaret olduğu fikrini sorgulamalıyız. Aslında bina inşa etmek hemen hemen her sıkıntıya getirebileceğiniz en masraflı çözümdür. Esasen tasarım sıkıntıları gidermekle ve yeni koşullar yaratmakla çok daha fazla ilgili olmalıdır. Size bir hikâye: Ofis, bir okulla çalışıyordu ve okulun eski Viktoryen tarzda bir binası vardı.
And they said to the architects, "Look, our corridors are an absolute nightmare. They're far too small. They get congested between classes. There's bullying. We can't control them. So what we want you to do is re-plan our entire building, and we know it's going to cost several million pounds, but we're reconciled to the fact."
Mimarlara: "Bakın, koridorlarımız tam bir kâbus, Çok küçükler. Ders aralarında çok sıkışık oluyor. Kabadayılık yapılıyor. Çocukları kontrol edemiyoruz. Sizden yapmanızı istediğimiz, tüm binayı yeniden planlamanız. Milyonlarca pounda mal olacağını biliyoruz ama buna kendimizi hazırladık" dediler.
And the team thought about this, and they went away, and they said, "Actually, don't do that. Instead, get rid of the school bell. And instead of having one school bell that goes off once, have several smaller school bells that go off in different places and different times, distribute the traffic through the corridors." It solves the same problem, but instead of spending several million pounds, you spend several hundred pounds. Now, it looks like you're doing yourself out of a job, but you're not. You're actually making yourself more useful. Architects are actually really, really good at this kind of resourceful, strategic thinking. And the problem is that, like a lot of design professions, we got fixated on the idea of providing a particular kind of consumer product, and I don't think that needs to be the case anymore.
Takım bunun hakkında düşünüp gitti ve şöyle söyledi: "Aslında böyle yapmayalım. Onun yerine okul zilinden bir kurtulun. Bir kere çalan tek bir okul zili yerine küçük bir sürü okul ziliniz olsun, farklı yerlerde ve farklı zamanlarda çalıp yoğunluğu koridorlara dağıtsın." Bu da aynı sorunu çözer ama milyonlarca pound harcamak yerine, yüzlerce pound harcamış olursunuz. Şimdi, kendinizi işin dışına çekiyormuşsunuz gibi gözükebilir, ama öyle değil. Aslında kendinizi daha işe yarar hâle getiriyorsunuz. Mimarlar aslında bu şekilde faydalı, stratejik düşünme hususunda gerçekten iyidirler. Sorun şu ki, tasarımla alakalı diğer birçok meslekte olduğu gibi biz de sadece belli türde tüketici ürünü sağlama fikrine takılmış durumdayız. Bence artık böyle olmaması gerekiyor.
The second idea worth questioning is this 20th-century thing that mass architecture is about big -- big buildings and big finance. Actually, we've got ourselves locked into this Industrial Era mindset which says that the only people who can make cities are large organizations or corporations who build on our behalf, procuring whole neighborhoods in single, monolithic projects, and of course, form follows finance. So what you end up with are single, monolithic neighborhoods based on this kind of one-size-fits-all model. And a lot of people can't even afford them. But what if, actually, it's possible now for cities to be made not just by the few with a lot but also by the many with a bit? And when they do, they bring with them a completely different set of values about the place that they want to live. And it raises really interesting questions about, how will we plan cities? How will finance development? How will we sell design services? What would it mean for democratic societies to offer their citizens a right to build? And in a way it should be kind of obvious, right, that in the 21st century, maybe cities can be developed by citizens.
Sorgulamaya değer ikinci bir fikir de 20. yüzyılda ortaya çıkan, kitle mimarisinin büyük binalardan ve büyük sermayelerden ibaret olduğu fikri. Aslında biz kendimiz, şehirler oluşturabilecek tek teşebbüsün tüm mahalleleri tek, yekpare projelerle ele alarak bizim adımıza inşa eden ve tabii ki şeklin de sermayeyi takip ettiği bir düzenle büyük şirketler veya kurumlar olduğunu telkin eden Sanayi Devri zihniyetinde takılıp kalmışız. En nihayetinde elimizde kalan, tek kalıptan çıkan tekdüze, yekpare mahalleler. Birçok insan bunları bile karşılayamıyor. Peki şehirleri inşa etmek artık sadece çoğa sahip azınlık tarafından değil de, aynı zamanda aza sahip çoğunluk tarafından da mümkün olsa? Hem böyle bir şey olsa, aza sahip çoğunluk beraberinde yaşamak istedikleri yerle alakalı tamamen farklı değerleri de getirecektir. Bu da hayli ilginç soruları beraberinde getiriyor: Şehirleri nasıl planlayacağız? Gelişime nasıl finansman sağlayacağız? Tasarım hizmetlerini nasıl satacağız? Demokratik toplumlar için vatandaşlarına inşa etme hakkı tanımaları ne manaya gelir? Aslında 21. yüzyılda belki de şehirlerin vatandaşlar tarafından geliştirilebileceği fikri gayet bariz bir şekilde ortada olmalı, doğru değil mi?
And thirdly, we need to remember that, from a strictly economic point of view, design shares a category with sex and care of the elderly -- mostly it's done by amateurs. And that's a good thing. Most of the work takes place outside of the monetary economy in what's called the social economy or the core economy, which is people doing it for themselves. And the problem is that, up until now, it was the monetary economy which had all the infrastructure and all the tools.
Üçüncü olarak; unutmamalıyız ki katı bir iktisadi pencereden bakıldığında tasarım, cinsellik ve yaşlılara bakım ile aynı kategoriyi paylaşıyor. Yani hepsi de çoğunlukla amatörler tarafından icra ediliyor. Bu da iyi bir şey. İşin çoğu, parasal iktisadın dışında yer alan, işi kendileri için yapan insanları kapsayan sosyal iktisat veya çekirdek iktisat denen yerde gerçekleşir. Sorun şu ki, şimdiye kadar tüm altyapıya ve araç-gerece sahip olan parasal iktisattı.
So the challenge we face is, how are we going to build the tools, the infrastructure and the institutions for architecture's social economy? And that began with open-source software. And over the last few years, it's been moving into the physical world with open-source hardware, which are freely shared blueprints that anyone can download and make for themselves. And that's where 3D printing gets really, really interesting. Right? When suddenly you had a 3D printer that was open-source, the parts for which could be made on another 3D printer. Or the same idea here, which is for a CNC machine, which is like a large printer that can cut sheets of plywood. What these technologies are doing is radically lowering the thresholds of time and cost and skill. They're challenging the idea that if you want something to be affordable it's got to be one-size-fits-all. And they're distributing massively really complex manufacturing capabilities. We're moving into this future where the factory is everywhere, and increasingly that means that the design team is everyone. That really is an industrial revolution. And when we think that the major ideological conflicts that we inherited were all based around this question of who should control the means of production, and these technologies are coming back with a solution: actually, maybe no one. All of us.
Yani, karşımızdaki zorluk mimarinin sosyal iktisadı için araç-gereci, altyapıyı ve kurumları nasıl inşa edeceğiz? Bu da açık kaynaklı yazılımlarla başladı. Birkaç yıldır da, açık kaynaklı donanımla fiziksel dünyaya da adım atıyor. Açık kaynaklı donanımlar, herkesin indirip kendi kendine yapabileceği bedava paylaşılan planlardan oluşuyor. Bu noktada üç boyutlu baskı hayli ilginçleşiyor, değil mi? Birdenbire açık kaynaklı ve parçalarının başka bir üç boyutlu yazıcıda yapılabildiği bir üç boyutlu yazıcınızın olması. Ya da aynı fikirden yola çıkarak CNC makinesini düşündüğümüzde, bu da kontrplakları kesebilen daha büyük bir yazıcı gibidir. Bu teknolojiler radikal bir biçimde zaman, maliyet ve kabiliyet eşiğini düşürüyorlar. Bir şeyin fiyatının karşılanabilir düzeyde olması için tek kalıptan çıkması gerektiği fikrine karşı meydan okuyorlar. Bir yandan da hayli karmaşık üretim kabiliyetlerini fazlasıyla yayıyorlar. Fabrikanın her yerde olduğu bir geleceğe doğru yol alıyoruz. Bu giderek de tasarım ekibinin herkes olduğu anlamına geliyor. Bu tam bir sanayi devrimidir. Miras olarak aldığımız belli başlı ideolojik çatışmaların tamamının aslında üretim kanallarına kimin hâkim olacağı sorusu etrafında cereyan ettiğini düşünürsek, bu teknolojiler bir çözümle geliyor: Aslında, belki de hiç kimse. Hepimiz.
And we were fascinated by what that might mean for architecture. So about a year and a half ago, we started working on a project called WikiHouse, and WikiHouse is an open-source construction system. And the idea is to make it possible for anyone to go online, access a freely shared library of 3D models which they can download and adapt in, at the moment, SketchUp, because it's free, and it's easy to use, and almost at the click of a switch they can generate a set of cutting files which allow them, in effect, to print out the parts from a house using a CNC machine and a standard sheet material like plywood. And the parts are all numbered, and basically what you end up with is a really big IKEA kit. (Laughter) And it goes together without any bolts. It uses wedge and peg connections. And even the mallets to make it can be provided on the cutting sheets as well. And a team of about two or three people, working together, can build this. They don't need any traditional construction skills. They don't need a huge array of power tools or anything like that, and they can build a small house of about this size in about a day.
Bunun mimari için ne anlama gelebileceği fikri bizi büyülüyor. Yaklaşık bir buçuk yıl önce, WikiHouse diye bir proje üzerinde çalışmaya başladık. WikiHouse açık kaynaklı bir inşa sistemi. Fikir aslında herkesin internete ulaşarak, indirebilecekleri ve uyarlayabilecekleri, bedava paylaşılan bir üç boyutlu modeller kütüphanesine erişmelerini mümkün kılmaktan ibaret. Şu anda bedava ve kullanımı çok kolay olduğundan SketchUp'da düzenleyebiliyorsunuz. Hemen hemen bir tıkla kesim dosyaları üretebiliyorlar. Neticede bir evin parçalarını CNC makinesi kullanarak kontrplak gibi standart bir tabaka materyalden çıkarmalarına imkân tanıyor. Parçaların tamamı numaralı, en nihayetinde elinizde kalan hayli büyük bir IKEA teçhizatı. (Kahkaha) Ve hiç civatası olmadan gidiyor. Takoz ve tahta çivi gibi bağlantılar kullanılıyor. Hatta kullanacağınız tokmak bile kesilen levhalardan sağlanabiliyor. İki veya üç kişilik bir ekip birlikte çalışarak bunu inşa edebilir. Geleneksel inşa kabiliyetlerine ihtiyaç duymazlar. Elektrikli alet veya buna benzer şeyler hiç lazım değil. Bu boyutlarda bir evi yaklaşık olarak bir günde inşa edebiliyorlar.
(Applause)
(Alkış)
And what you end up with is just the basic chassis of a house onto which you can then apply systems like windows and cladding and insulation and services based on what's cheap and what's available. Of course, the house is never finished. We're shifting our heads here, so the house is not a finished product. With the CNC machine, you can make new parts for it over its life or even use it to make the house next door. So we can begin to see the seed of a completely open-source, citizen-led urban development model, potentially.
En nihayetinde elde ettiğiniz bir evin ana gövdesi. Bunun üzerine daha sonra fiyat ve mevcut olma durumuna göre pencere, giydirme, yalıtım ve diğer hizmetleri uygulayabilirsiniz. Tabii ki ev asla tam olarak bitmez. Burada kafalarımızı değiştiriyoruz, yani ev bitmiş bir ürün değil. Kullanırken bir yandan da CNC makinasıyla yeni parçalar üretebilir ve hatta yanına bir ev daha dikebilirsiniz. Yani tamamen açık kaynaklı, vatandaş güdümünde potansiyel bir kentsel gelişim modelinin tohumlarını görmeye başlayabiliriz.
And we and others have built a few prototypes around the world now, and some really interesting lessons here. One of them is that it's always incredibly sociable. People get confused between construction work and having fun. But the principles of openness go right down into the really mundane, physical details. Like, never designing a piece that can't be lifted up. Or, when you're designing a piece, make sure you either can't put it in the wrong way round, or, if you do, it doesn't matter, because it's symmetrical. Probably the principal which runs deepest with us is the principal set out by Linus Torvalds, the open-source pioneer, which was that idea of, "Be lazy like a fox." Don't reinvent the wheel every time. Take what already works, and adapt it for your own needs. Contrary to almost everything that you might get taught at an architecture school, copying is good.
Biz ve diğer arkadaşlar şimdi dünyanın her yerinde prototipler üretiyoruz. Buradan hayli dikkat çekici dersler çıkıyor. Bunlardan biri işlerin hep bir sosyalleşme çerçevesi içinde cereyan etmesi. İnsanlar inşaat işleri ile eğlenmek arasında bocalıyorlar. Ama açıklık prensibi sıradan fiziksel detaylara dahi tesir ediyor. Mesela; asla kaldırılamayan bir parça tasarlamamak gibi. Ya da bir parçayı tasarlarken, onu ya yanlış yere koyamayacağınızdan emin oluyorsunuz ya da eğer koymuşsanız, hiç önemi yok, çünkü tasarım tamamen simetrik. Muhtemelen en çok faydalandığımız prensip açık kaynak fikrinin öncüsü Linus Torvalds tarafından ortaya konan "Tilki gibi tembel ol" fikridir. Her seferinde tekerleği yeniden icat etmeye hiç lüzum yok. Zaten mevcut olan şeyleri al ve kendi ihtiyaçlarına göre bunları uydur. Mimarlık fakültesinde size öğretilen hemen hemen her şeyin aksine kopyalama mefhumu iyi bir şeydir.
Which is appropriate, because actually, this approach is not innovative. It's actually how we built buildings for hundreds of years before the Industrial Revolution in these sorts of community barn-raisings. The only difference between traditional vernacular architecture and open-source architecture might be a web connection, but it's a really, really big difference. We shared the whole of WikiHouse under a Creative Commons license, and now what's just beginning to happen is that groups around the world are beginning to take it and use it and hack it and tinker with it, and it's amazing. There's a cool group over in Christchurch in New Zealand looking at post-earthquake development housing, and thanks to the TED city Prize, we're working with an awesome group in one of Rio's favelas to set up a kind of community factory and micro-university. These are very, very small beginnings, and actually there's more people in the last week who have got in touch and they're not even on this map. I hope next time you see it, you won't even be able to see the map.
Bu da normaldir, çünkü aslında bu yaklaşım yenilikçi değildir. Aslında bu yaklaşım zaten Sanayi Devrimi'nden önce asırlarca bu çeşit imece usüllerinde bina inşa etme metodumuzdu. Geleneksel bölgesel mimari ile açık kaynaklı mimari arasındaki tek fark belki bir ağ bağlantısı olabilir. Ancak bu gerçekten çok büyük bir fark. Creative Commons lisansı altında WikiHouse'un tamamını paylaştık. Artık dünyanın her tarafından insanlar ekip hâlinde bunu alıyor, kullanıyor, hackliyor ve üstüne kafa yoruyor. Bu olağanüstü bir şey. Yeni Zellanda'da Christchurch'de harika bir grup var. Deprem sonrası barınak geliştirmeyi inceliyorlar. TED şehir Ödülü sayesinde Rio'nun favelalarından birinde muhteşem bir grupla birlikte bir çeşit halk fabrikası ve küçük bir üniversite kurmaya çalışıyoruz. Bunlar çok küçük başlangıçlar. Aslında geçen hafta temas kurup bu haritada bile olmayan daha fazla insan var. İnşallah bir dahaki sefere bunu gördüğünüzde haritayı seçemeyeceksiniz.
We're aware that WikiHouse is a very, very small answer, but it's a small answer to a really, really big question, which is that globally, right now, the fastest-growing cities are not skyscraper cities. They're self-made cities in one form or another. If we're talking about the 21st-century city, these are the guys who are going to be making it. You know, like it or not, welcome to the world's biggest design team.
WikiHouse'un küçük bir cevap olduğunun farkındayız. Ancak bu hayli büyük bir soruya küçük bir cevap. Dünya çapında şimdi en hızlı büyüyen şehirlerin gökdelen şehirler olmadığına dair bir cevap. En büyük şehirler o veya bu şekilde kendi kendine oluşmuş şehirler. 21. yüzyıl şehrinden bahsediyorsak, onu inşa edecek arkadaşlar işte bunlar. Biliyorsunuz, isteseniz de, istemeseniz de dünyanın en büyük tasarım ekibine merhaba deyin.
So if we're serious about problems like climate change, urbanization and health, actually, our existing development models aren't going to do it. As I think Robert Neuwirth said, there isn't a bank or a corporation or a government or an NGO who's going to be able to do it if we treat citizens only as consumers. How extraordinary would it be, though, if collectively we were to develop solutions not just to the problem of structure that we've been working on, but to infrastructure problems like solar-powered air conditioning, off-grid energy, off-grid sanitation -- low-cost, open-source, high-performance solutions that anyone can very, very easily make, and to put them all into a commons where they're owned by everyone and they're accessible by everyone? A kind of Wikipedia for stuff? And once something's in the commons, it will always be there. How much would that change the rules? And I think the technology's on our side.
Yani, eğer iklim değişimi, kentleşme ve sağlık gibi sıkıntılar konusunda ciddiysek, hâlihazırdaki gelişim modellerimiz aslında çözüm sunmayacaktır. Zannediyorum Robert Neuwirth'in dediği gibi, vatandaşlara sadece tüketici muamelesi yaparsak bunu halledebilecek ne banka, ne şirket, ne hükümet, ne de STK mevcut değil. Aslında eğer sadece beraber üzerinde çalıştığımız yapıyla ilgili sorunlara çözüm geliştirmekle kalmayıp, güneş enerjisiyle çalışan klima, şebekeden bağımsız enerji ve sıhhi tesisat gibi altyapı problemlerine de çözümler geliştirsek, yani herkesin çok kolay sahip olabileceği, düşük maliyetli, açık kaynaklı, yüksek performanslı çözümler, bunları da herkesin sahip olup erişebileceği bir ortamda paylaşsak ne kadar da sıradışı olurdu. Farklı amaçlar için oluşturulmuş Wikipedia (Vikipedi) gibi. Ortak kullanıma bir kez girdi mi artık hep orada kalır. Bu durum kuralları ne kadar değiştirir? Bence teknoloji de bizden yana.
If design's great project in the 20th century was the democratization of consumption -- that was Henry Ford, Levittown, Coca-Cola, IKEA — I think design's great project in the 21st century is the democratization of production. And when it comes to architecture in cities, that really matters. Thank you very much. (Applause)
20. yüzyılda tasarımın büyük projesi tüketimin demokratikleşmesiyse, burada Henry Ford'dan, Levittown'dan, Coca-Cola ve IKEA'dan bahsediyorum, bence tasarımın 21. yüzyıldaki büyük projesi de üretimin demokratikleşmesidir. Mevzu şehirlerdeki mimariye geldiğinde bu hayli önem arz eder. Çok teşekkür ederim. (Alkış)