One of the most common ways of dividing the world is into those who believe and those who don't -- into the religious and the atheists. And for the last decade or so, it's been quite clear what being an atheist means. There have been some very vocal atheists who've pointed out, not just that religion is wrong, but that it's ridiculous. These people, many of whom have lived in North Oxford, have argued -- they've argued that believing in God is akin to believing in fairies and essentially that the whole thing is a childish game.
Dünyayı bölmenin en yaygın biçimi inananlar ve inanmayanlar, dindarlar ve ateistler olarak bölmek. Ve yaklaşık son on yıldır ateist olmanın ne demek olduğu açıklığa kavuştu. Dinin sadece yanlış olduğunu değil komik olduğunu da söyleyen bazı sesi yüksek çıkan ateistler oldu. Çoğu Kuzey Oxford'da yaşayan bu insanlar tanrıya inanmanın perilere inanmaya benzediğini ve bunun özünde çocukça bir oyun olduğunu söylediler.
Now I think it's too easy. I think it's too easy to dismiss the whole of religion that way. And it's as easy as shooting fish in a barrel. And what I'd like to inaugurate today is a new way of being an atheist -- if you like, a new version of atheism we could call Atheism 2.0. Now what is Atheism 2.0? Well it starts from a very basic premise: of course, there's no God. Of course, there are no deities or supernatural spirits or angels, etc. Now let's move on; that's not the end of the story, that's the very, very beginning.
Bana kalırsa bu çok kolay. Dinin tamamını bu şekilde gözden çıkarmak çok kolay. Tereyağından kıl çeker gibi kolay. Bugün açılışını yapmak istediğim ateist olmanın yeni bir yolu, eğer böyle adlandırmak isterseniz, ateizmin yeni versiyonu, Ateism 2.0. Ateizm 2.0 nedir? Çok temel bir önermeyle başlıyor: tabii ki tanrı yok. Tabii ki ilahi varlıklar veya doğaüstü ruhlar veya melekler yok. Devam edelim, hikayenin tamamı bu kadar değil, bu sadece başı.
I'm interested in the kind of constituency that thinks something along these lines: that thinks, "I can't believe in any of this stuff. I can't believe in the doctrines. I don't think these doctrines are right. But," a very important but, "I love Christmas carols. I really like the art of Mantegna. I really like looking at old churches. I really like turning the pages of the Old Testament." Whatever it may be, you know the kind of thing I'm talking about -- people who are attracted to the ritualistic side, the moralistic, communal side of religion, but can't bear the doctrine. Until now, these people have faced a rather unpleasant choice. It's almost as though either you accept the doctrine and then you can have all the nice stuff, or you reject the doctrine and you're living in some kind of spiritual wasteland under the guidance of CNN and Walmart.
Şöyle düşünen kişilerle ilgileniyorum: "Bunların hiçbirine inanamıyorum. Bu öğretilere inanamıyorum. Bence bu öğretiler doğru değil. Ancak," çok önemli bir ancak, "Noel şarkılarına bayılıyorum. Mantegna'nın sanatından gerçekten hoşlanıyorum. Eski kiliselere bakmaktan keyif alıyorum. Eski Ahit'in sayfalarını karıştırmaktan zevk alıyorum." Ne olursa olsun, konuştuğum tarzdan şeyleri biliyorsunuz, dinin ritüelistik, ahlaki, toplumsal tarafına ilgi duyan ama doktrine katlanamayan insanlar. Şimdiye kadar bu insanlar hiç de hoş olmayan bir seçim yapmak zorunda kaldılar. Sanki ya doktrini kabul edersiniz ve bunla birlikte o diğer hoş şeylere sahip olabilirsiniz ya da doktrini reddedersiniz ve CNN ve Walmart'ın kılavuzluğunda bir çeşit ruhani çöplükte yaşıyorsunuz.
So that's a sort of tough choice. I don't think we have to make that choice. I think there is an alternative. I think there are ways -- and I'm being both very respectful and completely impious -- of stealing from religions. If you don't believe in a religion, there's nothing wrong with picking and mixing, with taking out the best sides of religion. And for me, atheism 2.0 is about both, as I say, a respectful and an impious way of going through religions and saying, "What here could we use?" The secular world is full of holes. We have secularized badly, I would argue. And a thorough study of religion could give us all sorts of insights into areas of life that are not going too well. And I'd like to run through a few of these today.
Bu zor bir seçim. Bana kalırsa bu seçimi yapmak zorunda değiliz. Bence bunun bir alternatifi var. Bence dinlerden çalmanın ve ben hem oldukça saygılı hem de kafirce davranıyorum, yolları var. Bir dine inanmıyorsanız, orasından burasından alıp karıştırmakta, dinin en iyi yönlerini almakta bir sakınca yok. Bana kalırsa ateizm 2.0 hem dinleri karıştırıp "Burada kullanabileceğimiz ne var?" demenin saygılı ve kafirce bir yolu. Laik dünyanın birçok boşluğu var. Kötü bir şekilde laikleştiğimizi tartışabilirim. Ve dinleri derinden araştırmak bize hayatın pek de iyi gitmeyen yönlerinin içyüzünü anlama konusunda oldukça yardımcı olabilir. Bunların birkaçından bahsetmek istiyorum.
I'd like to kick off by looking at education. Now education is a field the secular world really believes in. When we think about how we're going to make the world a better place, we think education; that's where we put a lot of money. Education is going to give us, not only commercial skills, industrial skills, it's also going to make us better people. You know the kind of thing a commencement address is, and graduation ceremonies, those lyrical claims that education, the process of education -- particularly higher education -- will make us into nobler and better human beings. That's a lovely idea. Interesting where it came from.
Eğitimle başlayacağım. Eğitim, laik dünyanın gerçekten inandığı bir alan. Dünyayı daha iyi bir yer haline nasıl getirebileceğimizi düşünürken eğitimi düşünürüz, ona oldukça fazla para harcariz. Eğitim bize sadece ticari, endüstriyel yetenekler kazandırmaz, bizi daha iyi insanlar haline getirir. Açılış ve mezuniyet törenlerindeki lirik iddiaları bilirsiniz, eğitim, eğitim süreci, özellikle yüksek eğitim bizi daha saygın ve daha iyi insanlar haline getirir. Bu, çok hoş bir fikir. Nereden çıktığı enteresan.
In the early 19th century, church attendance in Western Europe started sliding down very, very sharply, and people panicked. They asked themselves the following question. They said, where are people going to find the morality, where are they going to find guidance, and where are they going to find sources of consolation? And influential voices came up with one answer. They said culture. It's to culture that we should look for guidance, for consolation, for morality. Let's look to the plays of Shakespeare, the dialogues of Plato, the novels of Jane Austen. In there, we'll find a lot of the truths that we might previously have found in the Gospel of Saint John. Now I think that's a very beautiful idea and a very true idea. They wanted to replace scripture with culture. And that's a very plausible idea. It's also an idea that we have forgotten.
19. yüzyılın başlarında Batı Avrupa'daki kiliseye katılım çok keskin bir şekilde düştü ve insanlar paniğe kapıldılar. Kendilerine şu soruları sordular. İnsanlar ahlaki nerede bulacaklar, onlara ne kılavuzluk edecek, kendilerini telkin etmenin kaynaklarını neredeu bulacaklar? Etkili kişiler buna cevap verdiler: Kültür. Kılavuzluğu, telkini, ahlakı kültürde aramalıyız. Shakespeare'in oyunlarına bakalım, Plato'nun diyaloglarına, Jane Austen'in romanlarına. Oralarda Saint John'in İncil'inde bulabileceğimiz gerçeklerin birçoğunu buluruz. Bence bu çok güzel ve doğru bir fikir. Kutsal kitapların yerini kültüre vermek istediler. Bu oldukça akla yatkın bir fikir. Aynı zamanda unuttuğumuz bir fikir.
If you went to a top university -- let's say you went to Harvard or Oxford or Cambridge -- and you said, "I've come here because I'm in search of morality, guidance and consolation; I want to know how to live," they would show you the way to the insane asylum. This is simply not what our grandest and best institutes of higher learning are in the business of. Why? They don't think we need it. They don't think we are in an urgent need of assistance. They see us as adults, rational adults. What we need is information. We need data, we don't need help.
Eğer en iyi üniversitelerden birine gittiyseniz, diyelim ki Harvard'a Oxford'a, Cambridge'e gittiniz, ve şöyle dediniz "Buraya ahlak, kılavuzluk ve telkin aradığım için geldim; nasıl yaşandığını öğrenmek istiyorum." size timarhanenin yolunu gösterirlerdi. Bu en büyük ve köklü yüksek öğrenim kuruluşlarının varoluş nedeni değil. Neden? Onlara göre buna ihtiyacımız yok. Onlara göre acilen yardıma ihtiyacımız yok. Bizi mantıklı yetişkinler olarak görüyorlar. Bizim ihtiyacımız olan bilgi. Veriye ihtiyacımız var, yardıma değil.
Now religions start from a very different place indeed. All religions, all major religions, at various points call us children. And like children, they believe that we are in severe need of assistance. We're only just holding it together. Perhaps this is just me, maybe you. But anyway, we're only just holding it together. And we need help. Of course, we need help. And so we need guidance and we need didactic learning.
Dinler oldukça farklı bir yerden başlıyorlar. Belli başlı bütün dinler bize birçok noktada çocuklar diyor. Tıpkı çocuklar gibi, bizim ciddi biçimde yardıma ihtiyacımız olduğuna inanıyorlar. Zar zor başa çıkabiliyoruz. Bu belki sadece ben, belki sen. Ama her neyse, zar zor başa çıkabiliyoruz. Ve yardıma ihtiyacımız var. Tabii ki yardıma ihtiyacımız var. Kılavuza ihtiyacımız var, öğretilmeye ihtiyacımız var.
You know, in the 18th century in the U.K., the greatest preacher, greatest religious preacher, was a man called John Wesley, who went up and down this country delivering sermons, advising people how they could live. He delivered sermons on the duties of parents to their children and children to their parents, the duties of the rich to the poor and the poor to the rich. He was trying to tell people how they should live through the medium of sermons, the classic medium of delivery of religions.
18. yüzyılda İngiltere'deki en büyük vaiz John Wesley adındaki bir adamdı. Bu ülkeyi adım adım dolaşıp vaazlar verdi, insanlar nasıl yaşayabileceklerini öğütledi. Anne babaların çocuklarına karşı görevleri ve çocukların anne babalarına karşı görevleri zenginlerin fakirlere, fakirlerin zenginlere karşı görevleri üzerine öğütler verdi. Bu dinin klasik dağıtım yolu vaazlar aracılığıyla, insanlara nasıl yaşamaları gerektiğini söylemeye çalışıyordu.
Now we've given up with the idea of sermons. If you said to a modern liberal individualist, "Hey, how about a sermon?" they'd go, "No, no. I don't need one of those. I'm an independent, individual person." What's the difference between a sermon and our modern, secular mode of delivery, the lecture? Well a sermon wants to change your life and a lecture wants to give you a bit of information. And I think we need to get back to that sermon tradition. The tradition of sermonizing is hugely valuable, because we are in need of guidance, morality and consolation -- and religions know that.
Şimdi bu vaazlar fikrinden vazgeçtik. Modern liberal bir bireyselciye "Bir vaaza ne dersin?" derseniz "Hayır, hayır. Buna ihtiyacım yok. Ben bağımsız bir bireyim." der. Vaazla bizim modern, laik yayma biçimimiz ders arasında ne fark var? Bir vaaz hayatınızı değiştirmek ister, bir ders size biraz bilgi vermek ister. Bana kalırsa bu vaaz geleneğine geri dönmeliyiz. Vaaz geleneği oldukça değerli, çünkü kılavuzluğa, ahlaka ve telkine ihtiyacımız var, dinler de bunu biliyor.
Another point about education: we tend to believe in the modern secular world that if you tell someone something once, they'll remember it. Sit them in a classroom, tell them about Plato at the age of 20, send them out for a career in management consultancy for 40 years, and that lesson will stick with them. Religions go, "Nonsense. You need to keep repeating the lesson 10 times a day. So get on your knees and repeat it." That's what all religions tell us: "Get on you knees and repeat it 10 or 20 or 15 times a day." Otherwise our minds are like sieves.
Eğitimle ilgili başka bir nokta: modern laik dünyada birisine bir şey söylediğinizde onu hatırlayacağına inanıyoruz. Onları bir sınıfa oturtun ve 20 yasında onlara Plato'yu anlatın ve 40 yıl için yönetim danışmanlığı kariyerlerine gönderin ve bu dersi unutmayacaklardır. Dinler buna "Saçmalık. Dersi günde 10 kez tekrar etmen gerekir. O yüzden dizlerinin üzerine çök ve tekrar et." der. Dinler bize bunu söyler: "Dizlerinin üzerine çök ve onu 10, 20, 15 kere tekrar et." Zihinlerimiz süzgece benzer.
So religions are cultures of repetition. They circle the great truths again and again and again. We associate repetition with boredom. "Give us the new," we're always saying. "The new is better than the old." If I said to you, "Okay, we're not going to have new TED. We're just going to run through all the old ones and watch them five times because they're so true. We're going to watch Elizabeth Gilbert five times because what she says is so clever," you'd feel cheated. Not so if you're adopting a religious mindset.
Yani dinler tekrar kültürleridir. Büyük gerçeklerin etrafında dönüp dolaşırlar. Tekrarı sıkıcılıkla özdeşleştiririz. Hep "Bize yeni bir şey verin" deriz. "Yeni eskiden iyidir." Size "Yeni bir TED olmayacak. Eskileri tekrar edeceğiz ve onları beş kez izleyin çünkü çok doğrular. Elizabeth Gilbert'ı beş kere izleyeceğiz çünkü söyledikleri o kadar akıllıca ki...." deseydim, kendinizi kandırılmış hissederdiniz. Ama dindar bir görüşünüz varsa böyle gelmez.
The other things that religions do is to arrange time. All the major religions give us calendars. What is a calendar? A calendar is a way of making sure that across the year you will bump into certain very important ideas. In the Catholic chronology, Catholic calendar, at the end of March you will think about St. Jerome and his qualities of humility and goodness and his generosity to the poor. You won't do that by accident; you will do that because you are guided to do that. Now we don't think that way. In the secular world we think, "If an idea is important, I'll bump into it. I'll just come across it." Nonsense, says the religious world view. Religious view says we need calendars, we need to structure time, we need to synchronize encounters. This comes across also in the way in which religions set up rituals around important feelings.
Dinlerin yaptığı diğer bir şey zamanı ayarlamak. Belli başlı bütün dinler bize takvimler verir. Takvim nedir? Takvim, yıl boyunca çok önemli fikirlerle yüzleşmenize olanak sağlamanın bir yolu. Katolik kronolojisinde, Katolik takviminde, mart ayının sonunda Aziz Jerome'u ve onun alçakgönüllüğünü, iyiliğini ve fakirlere karşı cömertliğini hatırlarsınız. Bu, kazara olmaz, bunu hatırlamaya yönlendirilirsiniz. Ama şimdi böyle düşünmüyoruz. Laik dünyada "Eğer bir fikir önemliyse, onunla bir şekilde karşılaşırım. Bir şekilde önüme çıkar." diye düşünüyoruz. Dindar bakış açısı buna saçmalık diyor. Dindar görüşe göre, takvimlere ihtiyacımız var, zamanı düzenlemeye, karşılaşmaları senkronize etmeye. Bu ayrıca dinlerin önemli duygular etrafında ritüeller oluşturmasında da görülür.
Take the Moon. It's really important to look at the Moon. You know, when you look at the Moon, you think, "I'm really small. What are my problems?" It sets things into perspective, etc., etc. We should all look at the Moon a bit more often. We don't. Why don't we? Well there's nothing to tell us, "Look at the Moon." But if you're a Zen Buddhist in the middle of September, you will be ordered out of your home, made to stand on a canonical platform and made to celebrate the festival of Tsukimi, where you will be given poems to read in honor of the Moon and the passage of time and the frailty of life that it should remind us of. You'll be handed rice cakes. And the Moon and the reflection on the Moon will have a secure place in your heart. That's very good.
Ay'ı ele alalım. Ay'a bakmak gerçekten önemli. Ay'a baktığınızda şöyle düşünürsünüz "Ben çok küçüğüm, Benim sorunlarım neler?" İşleri farklı bir açıdan düşünmenize yol açar. Ay'a daha sık bakmalıyız. Ama bunu yapmıyoruz. Neden yapmıyoruz? Çünkü kimse bize "Ay'a bakmalısın." demiyor. Ama eğer bir Zen Budisti iseniz eylül ayının ortasında evinizin dışında bir platformda Tsukimi Festivali'ni kutmanız emredilirdi. Ay'a ve zamanın geçişine ve Ay'ın bize hatırlattığı yaşamın narinliğine adanmış şiirler okurdunuz. Size pirinç kekleri verilirdi. Ve Ay'ın ve Ay'ın yansımasının kalbinizde sıkı bir yeri olurdu. Bu harika.
The other thing that religions are really aware of is: speak well -- I'm not doing a very good job of this here -- but oratory, oratory is absolutely key to religions. In the secular world, you can come through the university system and be a lousy speaker and still have a great career. But the religious world doesn't think that way. What you're saying needs to be backed up by a really convincing way of saying it.
Dinlerin gerçekten farkında olduğu başka bir şey iyi konuşmak. Burada bunu iyi beceremiyorum, ama güzel konuşma sanatı dinlerin anahtarı. Laik sistemde, üniversite eğitiminden geçtikten sonra berbat bir konuşmacı olabilirsiniz ama yine de çok iyi bir kariyeriniz olabilir. Ama dindar dünya böyle düşünmüyor. Sözlediklerinizin ikna edici söyleme biçiminizle temelinin olması gerekir.
So if you go to an African-American Pentecostalist church in the American South and you listen to how they talk, my goodness, they talk well. After every convincing point, people will go, "Amen, amen, amen." At the end of a really rousing paragraph, they'll all stand up, and they'll go, "Thank you Jesus, thank you Christ, thank you Savior." If we were doing it like they do it -- let's not do it, but if we were to do it -- I would tell you something like, "Culture should replace scripture." And you would go, "Amen, amen, amen." And at the end of my talk, you would all stand up and you would go, "Thank you Plato, thank you Shakespeare, thank you Jane Austen." And we'd know that we had a real rhythm going. All right, all right. We're getting there. We're getting there.
Amerika'nın güneyindeki Afrikalı Amerikalı Pentecostalist kilisesine giderseniz ve nasıl konuştuklarını dinlerseniz, gerçekten iyi konuştuklarını görürsünüz. İkna edici her noktadan sonra insanlar "Amin, amin, amin." diyorlar. Heyecan verici bir paragraftan sonra hep beraber ayağa kalkıp "Teşekkürler İsa, teşekkürler Mesih, teşekkürler Kurtarıcı." diyorlar. Onların yaptığını yapsaydık, yapmayalım, ama yapsaydık, size "Kültür, kutsal kitapların yerini almalı." dediğimde "Amin, amin, amin." derdiniz. Konuşmamın sonunda da ayağa kalkıp "Teşekkürler Plato, teşekkürler Shakespeare, teşekkürler Jane Austen." derdiniz. Böylece akıcı bir ritmimizin olduğunu anlardık. Güzel, güzel, yaklaşıyoruz.
(Applause)
(Alkış)
The other thing that religions know is we're not just brains, we are also bodies. And when they teach us a lesson, they do it via the body. So for example, take the Jewish idea of forgiveness. Jews are very interested in forgiveness and how we should start anew and start afresh. They don't just deliver us sermons on this. They don't just give us books or words about this. They tell us to have a bath. So in Orthodox Jewish communities, every Friday you go to a Mikveh. You immerse yourself in the water, and a physical action backs up a philosophical idea. We don't tend to do that. Our ideas are in one area and our behavior with our bodies is in another. Religions are fascinating in the way they try and combine the two.
Dinlerin iyi bildiği başka bir şey de, sadece beyinden oluşmadığımız, vücutlarımız da var. Bize bir ders anlattıklarında bunu vücutla yapıyorlar. Örneğin, Musevi bağışlayıcılığını ele alalım. Museviler'in inancında bağışlayıcılık önemli yer tutar, nasıl yeniden, sıfırdan başlamamız gerektiği. Bununla ilgili sadece vaazlar vermezler. Sadece kitaplar ya da sözler vermezler. Yıkanmamız gerektiğini söylerler. Ortadoks Musevi topluluklarında her cuma Mikveh'e gidersiniz. Kendinizi suya bırakırsınız ve fiziksel bir eylem felsefi bir fikri destekler. Biz bunu pek yapmıyoruz. Fikirlerimiz bir yerde, vücutlarımıza davranışlarımız bir yerde. Dinlerin bu ikisini birleştirme biçimi harika.
Let's look at art now. Now art is something that in the secular world, we think very highly of. We think art is really, really important. A lot of our surplus wealth goes to museums, etc. We sometimes hear it said that museums are our new cathedrals, or our new churches. You've heard that saying. Now I think that the potential is there, but we've completely let ourselves down. And the reason we've let ourselves down is that we're not properly studying how religions handle art.
Şimdi sanatı ele alalım. Sanat, laik dünyada bir hayli önem verdiğimiz bir şey. Bizce sanat çok çok önemli. Kazancımızın fazlasını müzelere ve benzerlerine bağışlıyoruz. Bazen müzelerimizin yeni katedrallerimiz, yeni kiliselerimiz olduğu söyleniyor. Bunu duymuş olmalısınız. Bence potansiyeli var, ama kendimizi hayal kırıklığına uğrattık. Kendimizi hayal kırıklığına uğratmamızın nedeni dinlerin sanatı ele alma biçimini iyi gözlemlemiyoruz.
The two really bad ideas that are hovering in the modern world that inhibit our capacity to draw strength from art: The first idea is that art should be for art's sake -- a ridiculous idea -- an idea that art should live in a hermetic bubble and should not try to do anything with this troubled world. I couldn't disagree more. The other thing that we believe is that art shouldn't explain itself, that artists shouldn't say what they're up to, because if they said it, it might destroy the spell and we might find it too easy. That's why a very common feeling when you're in a museum -- let's admit it -- is, "I don't know what this is about." But if we're serious people, we don't admit to that. But that feeling of puzzlement is structural to contemporary art.
Modern dünyada bizim sanattan güç alma kapasitemizi engelleyen iki görüş: Birincisi sanat, sanat için yapılmalı -- saçma sapan bir fikir -- sanatın hava geçirmeyen bir balonda yaşaması ve bu birçok sorunları olan dünyayla hiçbir ilişkisi olmaması düşüncesi. Bu fikre daha karşı olamazdım. İnandığımız başka bir şey, sanat kendini açıklamamalı, sanatçılar neyin peşinde olduklarını söylememeli, çünkü söylerlerse, büyüsünü bozabilirler ve yaptıklarını kolay bulabiliriz. Bir müzedeyken hepimiz haydi itiraf edelim "Bunun neyle ilgili olduğunu bilmiyorum." diye düşünürüz. Ama ciddi insanlarsak, bunu itiraf etmeyiz. Ama bu kafa karmaşıklığı duygusu modern sanatın içinde var.
Now religions have a much saner attitude to art. They have no trouble telling us what art is about. Art is about two things in all the major faiths. Firstly, it's trying to remind you of what there is to love. And secondly, it's trying to remind you of what there is to fear and to hate. And that's what art is. Art is a visceral encounter with the most important ideas of your faith. So as you walk around a church, or a mosque or a cathedral, what you're trying to imbibe, what you're imbibing is, through your eyes, through your senses, truths that have otherwise come to you through your mind.
Dindarların sanata bakış açısı daha aklı başında. Sanatın neyle ilgili olduğunu söylemede bir sakınca duymuyorlar. Sanat belli başlı bütün dinlerde iki şeyle ilgili. İlki, size sevilecek nelerin olduğunu hatırlatmaya çalışıyor. İkincisi, size korkulacak ve nefret edilecek nelerin olduğunu hatırlatmaya çalışıyor. Sanat bu. Sanat, inancınızın en önemli fikirleriyle karşılaşımanın duygusal bir yolu. Bir kilisede gezerken, ya da bir camide ya da katedralde, Gözlerinizle, hissettiklerinizle özümsemeye çalıştığınız şey, özümsediğiniz şey başka türlü olsaydı zihniniz aracılığıyla size gelecek gerçekler.
Essentially it's propaganda. Rembrandt is a propagandist in the Christian view. Now the word "propaganda" sets off alarm bells. We think of Hitler, we think of Stalin. Don't, necessarily. Propaganda is a manner of being didactic in honor of something. And if that thing is good, there's no problem with it at all.
Aslında bu bir propaganda. Rembrandt Hristiyan bakış açısına göre bir propagandacı. "Propaganda" sözcüğü insanlara alarm veriyor. Hitler'i, Stalin'i düşünüyoruz. Onları düşünmek zorunda değiliz. Propaganda bir şeyi öğretmek demek. Eğer bu öğretmeye çalıştığınız şey iyiyse, bunda bir sakınca yok.
My view is that museums should take a leaf out of the book of religions. And they should make sure that when you walk into a museum -- if I was a museum curator, I would make a room for love, a room for generosity. All works of art are talking to us about things. And if we were able to arrange spaces where we could come across works where we would be told, use these works of art to cement these ideas in your mind, we would get a lot more out of art. Art would pick up the duty that it used to have and that we've neglected because of certain mis-founded ideas. Art should be one of the tools by which we improve our society. Art should be didactic.
Bana kalırsa, müzeler din kitaplarından yararlanmalılar. Bir müzeye girdiğinizde, bir müze küratörü olsaydım, aşk için, cometlik için birer oda yapardım. Bütün sanat eserleri bizimle bir şeyler hakkında konuşuyorlar. Sanat eserleriyle karşılaşabileceğimiz, bu sanat eserlerini kafamıza fikirleri çivilememiz için kullanacağımız söylenen yerler tasarlarsak, sanattan çok daha fazla şey kazanabiliriz. Sanat, bazı yanlış fikirlerden dolayı kaybettiği görevini geri kazanırdı. Sanat, toplumumuzu geliştirdiğimiz araçlardan biri olmalı. Sanat öğretici olmalı.
Let's think of something else. The people in the modern world, in the secular world, who are interested in matters of the spirit, in matters of the mind, in higher soul-like concerns, tend to be isolated individuals. They're poets, they're philosophers, they're photographers, they're filmmakers. And they tend to be on their own. They're our cottage industries. They are vulnerable, single people. And they get depressed and they get sad on their own. And they don't really change much.
Şimdi başka bir şeyi düşünelim. Ruhani şeylerle, zihinsel şeylerle ilgilenen modern, laik dünyadaki insanlar genellikle izole edilmiş bireyler oluyorlar. Şairler, filozoflar, fotoğrafçılar, film yapımcıları oluyorlar. Ve kendi başlarına oluyorlar. Onlar, ev imalathaneleri oluyorlar, narin, tek başına insanlar. Kendi başlarına depresyona giriyorlar, üzülüyorlar. Ve fazla değişmiyorlar.
Now think about religions, think about organized religions. What do organized religions do? They group together, they form institutions. And that has all sorts of advantages. First of all, scale, might. The Catholic Church pulled in 97 billion dollars last year according to the Wall Street Journal. These are massive machines. They're collaborative, they're branded, they're multinational, and they're highly disciplined.
Şimdi dinleri düşünelim, organize dinleri. Organize dinler ne yapıyor? Birleşip kurumlar oluşturuyor. Bunun birçok avantajı var. Birincisi, ölçek, güç. Wall Street Journal'a göre Katolik Kilisesi geçtiğimiz yıl 97 milyon dolar topladı. Bunlar devasa makinalar. İşbirlikçi, marka sahibi, çok uluslu ve yüksek derecede disiplinliler.
These are all very good qualities. We recognize them in relation to corporations. And corporations are very like religions in many ways, except they're right down at the bottom of the pyramid of needs. They're selling us shoes and cars. Whereas the people who are selling us the higher stuff -- the therapists, the poets -- are on their own and they have no power, they have no might. So religions are the foremost example of an institution that is fighting for the things of the mind. Now we may not agree with what religions are trying to teach us, but we can admire the institutional way in which they're doing it.
Bunların hepsi oldukça güzel özellikler. Bunları şirketler ile özdeşleştiriyoruz. Şirketler de birçok yönden dinlere benziyorlar, sadece ihtiyaçlar pramıdınde en alt basamakta yer alıyorlar. Bize, ayakkabılar, arabalar satıyorlar. Fakat, terapistler, şairler gibi daha yüce şeyleri satan insanlar tek başınalar, hiçbir güçleri yok. Bu yüzden, zihne ait şeyleri satan kuruluşlardan en önemlileri dinler. Dinlerin bize öğretmeye çalıştıkları şeyleri onaylamıyor olabiliriz ama bunu örgütlü olarak yapma yolunu takdir edebiliriz.
Books alone, books written by lone individuals, are not going to change anything. We need to group together. If you want to change the world, you have to group together, you have to be collaborative. And that's what religions do. They are multinational, as I say, they are branded, they have a clear identity, so they don't get lost in a busy world. That's something we can learn from.
Sadece kitaplar, kitaplar tek başına bireyler tarafından yazılırlar, hiçbir şeyi değiştiremez. Gruplaşmalıyız. Eğer dünyayı değiştirmek istiyorsanız, gruplaşmalısınız, işbirliği halinde olmalısınız. Dinler işte bunu yapıyorlar. Dediğim gibi , onlar çok uluslu, markalaşmış, açık bir kimlikleri var bu yüzden kalabalık dünyada kaybolmuyorlar. Bu, öğrenebileceğimiz bir şey.
I want to conclude. Really what I want to say is for many of you who are operating in a range of different fields, there is something to learn from the example of religion -- even if you don't believe any of it. If you're involved in anything that's communal, that involves lots of people getting together, there are things for you in religion. If you're involved, say, in a travel industry in any way, look at pilgrimage. Look very closely at pilgrimage. We haven't begun to scratch the surface of what travel could be because we haven't looked at what religions do with travel. If you're in the art world, look at the example of what religions are doing with art. And if you're an educator in any way, again, look at how religions are spreading ideas. You may not agree with the ideas, but my goodness, they're highly effective mechanisms for doing so.
Sonuca varmak istiyorum. Söylemek istediğim şey, birçoğunuz birçok farklı alanda çalışıyorsunuz, ona inanmasanız bile, dinin örneklerinden öğrenebileceğimiz bir şey var. Birçok insanın bir araya geldiği toplu herhangi bir şeye katılıyorsanız, dinde sizin için bir şeyler var. Diyelim ki seyahat endüstrisindeyseniz hacca bakın. Hacca yakından bakın. Seyahatin ne olabileceğine dair henüz pek bir şey öğrenemedik, çünkü dinin seyahatle neler yaptığına dikkatli bakmadık. Sanat dünyasındaysanız, dinin sanatla neler yaptığına bir bakın. Bir eğitimciyseniz, dinin fikirleri nasıl yaydığına bir bakın. Fikirlere inanmayabilirsiniz, ama onlar başarmanın gayet verimli yolları.
So really my concluding point is you may not agree with religion, but at the end of the day, religions are so subtle, so complicated, so intelligent in many ways that they're not fit to be abandoned to the religious alone; they're for all of us.
Sonuç olarak varmak istediğim nokta dinle aynı fikirde olmayabilirsiniz, ancak günün sonunda, dinler birçok konuda o kadar zekice, o kadar karmaşık, o kadar akıllıca ki sadece dindarlara bırakılmamaları gerekiyor, onlar hepimiz içinler.
Thank you very much.
Çok teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkış)
Chris Anderson: Now this is actually a courageous talk, because you're kind of setting up yourself in some ways to be ridiculed in some quarters.
Chris Anderson: Bu gerçekten cesur bir konuşma, çünkü birçokları tarafından komik bulunabilirsin.
AB: You can get shot by both sides. You can get shot by the hard-headed atheists, and you can get shot by those who fully believe.
AB: İki taraftan da saldırabilirler. Katı ateistler de tamamen inananlar da sana saldırabilirler.
CA: Incoming missiles from North Oxford at any moment.
CA: Kuzey Oxford'dan gelecek füzeler mesela.
AB: Indeed.
AB: Gerçekten.
CA: But you left out one aspect of religion that a lot of people might say your agenda could borrow from, which is this sense -- that's actually probably the most important thing to anyone who's religious -- of spiritual experience, of some kind of connection with something that's bigger than you are. Is there any room for that experience in Atheism 2.0?
CA: Ancak birçok kişinin senin yararlanabileceğini söyleyebileceği bir yönünü atladın, büyük olasılıkla dindar herkes için en önemli noktasını, o da ruhani bir deneyim olması, senden daha yüce bir varlıkla oluşturduğun bağ. Bu deneyim için Ateizm 2.0'da yer var mı?
AB: Absolutely. I, like many of you, meet people who say things like, "But isn't there something bigger than us, something else?" And I say, "Of course." And they say, "So aren't you sort of religious?" And I go, "No." Why does that sense of mystery, that sense of the dizzying scale of the universe, need to be accompanied by a mystical feeling? Science and just observation gives us that feeling without it, so I don't feel the need. The universe is large and we are tiny, without the need for further religious superstructure. So one can have so-called spiritual moments without belief in the spirit.
AB: Tabii ki. Birçoğunuz gibi ben de "Ama bizden daha büyük bir şey var, başka bir şey?" diyen insanlarla karşılaşıyorum. "Tabii ki." diyorum. Onlar da "Sen de dindar mısın?" diyorlar. Ben de "Hayır." diyorum. Neden bu gizem, evrenin başdöndürücü boyutu mistik bir hisle özdeşleştirilmek zorunda? Bilim ve sadece gözlem bundan bağımsız olarak bu hissi bize veriyor, onun için böyle bir ihtiyacım yok. Dinin üst yapısı olmadan da evren büyük, biz çok küçüğüz. Bu yüzden tanrıya inanmadan da tanrısal anlar yaşayabiliriz.
CA: Actually, let me just ask a question. How many people here would say that religion is important to them? Is there an equivalent process by which there's a sort of bridge between what you're talking about and what you would say to them?
CA: İzin ver bir soru sorayım. Buradaki kaç kişi dinin kendisi için önemli olduğunu söyler? Senin söylediklerinle bu insanlar söyleyebileceklerin arasında bir köprü oluşturabilecek eş bir deneyim var mı?
AB: I would say that there are many, many gaps in secular life and these can be plugged. It's not as though, as I try to suggest, it's not as though either you have religion and then you have to accept all sorts of things, or you don't have religion and then you're cut off from all these very good things. It's so sad that we constantly say, "I don't believe so I can't have community, so I'm cut off from morality, so I can't go on a pilgrimage." One wants to say, "Nonsense. Why not?" And that's really the spirit of my talk. There's so much we can absorb. Atheism shouldn't cut itself off from the rich sources of religion.
AB: Onlara laik yaşamda kurcalanabilecek çok boşluk olduğunu söyleyebilirim. Söylemeye çalıştığım gibi ya sadece dininiz vardır ve bununla gelen her şeyi kabul etmek zorundasınızdır ya da dininiz yoktur ve bu güzel şeylerden yararlanamazsınızdır. Sürekli "İnanmıyorum, o yüzden bir cemaatim olamaz, bu yüzden de ahlaktan yoksunumdur, hacca gidemem." dememiz çok acı. Birisi "Bu saçmalık. Neden olmasın?" demek isteyebilir. Konuşmamın özünde bu var. Özümseyebileceğimiz o kadar şey var ki. Ateizm dinin zengin kaynaklarından kendini soyutlamamalı.
CA: It seems to me that there's plenty of people in the TED community who are atheists. But probably most people in the community certainly don't think that religion is going away any time soon and want to find the language to have a constructive dialogue and to feel like we can actually talk to each other and at least share some things in common. Are we foolish to be optimistic about the possibility of a world where, instead of religion being the great rallying cry of divide and war, that there could be bridging?
CA: TED topluluğunun içinde birçok ateistin olduğunu düşünüyorum. Ama büyük olasılıkla bu topluluktaki birçok kişi dinin yakın zamanda kesinlikle ortadan kalkmayacağını düşünüyordur ve yapıcı bir diyalog oluşturabilecek ve birbirimizle gerçekten konuşabileceğimiz ve ortak bazı şeyleri paylaşabileceğimiz bir dil arıyordur. Dinin bölünmeye ve savaşlara neden olan bir haykırış olmaktansa bir köprü oluşturabileceğine inanarak fazla mı iyimser oluyoruz?
AB: No, we need to be polite about differences. Politeness is a much-overlooked virtue. It's seen as hypocrisy. But we need to get to a stage when you're an atheist and someone says, "Well you know, I did pray the other day," you politely ignore it. You move on. Because you've agreed on 90 percent of things, because you have a shared view on so many things, and you politely differ. And I think that's what the religious wars of late have ignored. They've ignored the possibility of harmonious disagreement.
AB: Hayır, farklılıklar konusunda nazik olmalıyız. Nezaket, hakkı verilmeyen bir erdem. İkiyüzlülük olarak görülüyor. Ama ateistseniz ve birisi size "Biliyor musun, dün dua ettim." dediğinde onu kibarca göz ardı edeceğiniz aşamaya gelmeliyiz. Devam edin. Çünkü konuların yüzde 90'ında aynı fikirdesiniz, birçok konuda ortak bir görüşe sahipsiniz ancak burada kibarca farklısınız. Bence son zamanların din savaşları bunu göz ardı ettiler. Uyum içinde bir anlaşmazlığı göz ardı ettiler.
CA: And finally, does this new thing that you're proposing that's not a religion but something else, does it need a leader, and are you volunteering to be the pope?
CA: Son olarak, önerdiğin bu şeyin, din değil de başka bir şey, bir lidere ihtiyacı var mı, papa olmak için gönüllü musun.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
AB: Well, one thing that we're all very suspicious of is individual leaders. It doesn't need it. What I've tried to lay out is a framework and I'm hoping that people can just fill it in. I've sketched a sort of broad framework. But wherever you are, as I say, if you're in the travel industry, do that travel bit. If you're in the communal industry, look at religion and do the communal bit. So it's a wiki project.
AB: Hepimizin oldukça kuşkuyla yaklaştığı bir şey tek başına liderler. Onun buna ihtiyacı yok. Burada ortaya kurmaya çalıştığım şey bir taslak, insanların bunun içini doldurmasını umuyorum. Geniş bir taslak çizdim. Nerede olursanız olun, dediğim gibi, seyahat alanındaysanız, seyahat kısmını yapın. Toplum endüstrisindeyseniz, dinin toplumla ilgili olan kısmına bakın. Bu bir wiki projesi.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
CA: Alain, thank you for sparking many conversations later.
CA: Alain, birçok tartışmanın yolunu açtığın için teşekkür ederim.
(Applause)
(Alkışlar)