I came back to my home of Rwanda two years after the 1994 genocide against the Tutsi. The country was devastated. The children I was caring for in the hospitals were dying from treatable conditions, because we didn't have equipment or medicine to save them. I was tempted to pack my bag and run away. But I debated with myself. And because I'm really dedicated to social justice and equity, and there were only five pediatricians in total for millions of children in Rwanda, I decided to stay.
Tutsilere karşı 1994 katliamından iki yıl sonra evim Ruanda'ya geri döndüm. Ülke tahrip edildi. Hastanede baktığım çocuklar, tedavi edilebilir hastalıklardan ölüyorlardı çünkü onları kurtaracak ilaç ya da malzememiz yoktu. Çantamı topladım ve kaçmak istedim. Ama kendimle çatıştım. Çünkü kendimi gerçekten sosyal eşitliğe ve adalete adamıştım ve Ruanda'daki milyonlarca çocuk için toplamda sadece 5 çocuk doktoru vardı. Bu yüzden kalmaya karar verdim.
But among the people who have motivated my decision to stay, there were some fantastic women of Rwanda, some women who had faced the genocide and survived it. They had to overcome unbelievable pain and suffering. Some of them were raising children conceived through rape. Others were dying slowly with HIV and forgave the perpetrators, who voluntarily infected them using HIV and rape as a weapon. So, they inspired me. If they can do that, I can stay and try to do my best.
Ama insanlar arasında, kalma kararımda beni motive eden, katliamla yüzleşmiş ve hayatta kalmış Ruanda'nın bazı şahane kadınları vardı. Onlar, inanılmaz acı ve ıstırabın üstesinden gelmek zorundaydı. Bazıları, tecavüzle hamile kalmış çocukları büyütüyordu. Diğerleri ise yavaşça HIV'den ölüyordu ve tecavüzü ile HIV'i silah olarak kullanıp onlara kasten bulaştıran insanları affettiler. Bu yüzden onlar bana ilham verdiler. Eğer onlar bunu yapabiliyorsa kalabilirim ve en iyisini yapmak için uğraşabilirim.
Those ladies were really activists of peace and reconciliation. They show us a way to rebuild a country for our children and grandchildren to have, one day, a place they can call home, with pride.
Bu kadınlar, gerçekten de uzlaşma ve barışın aktivistiydi. Bize, çocuklarımız ve bir gün sahip olacağımız torunlarımız için, evleri olarak adlandırabilecekleri bir ülkeyi, yeniden inşa etmenin yolunu gururla gösteriyorlar.
And you can ask yourself where this shift of mindset has brought our country. Today in Rwanda, we have the highest percentage of women in parliament.
Zihniyetin bu denli değişiminin ülkemizi nereye getirdiğini kendinize sorabilirsiniz. Bugün Ruanda'da Parlamentodaki kadınların en yüksek yüzdesine sahibiz.
(Applause)
(Alkış)
Wait till I tell you the percentage -- sixty-one percent.
Durun daha yüzdeyi söylemedim. %61.
(Applause)
(Alkış)
Today, we have the best campaign for the vaccination of children with, among our success, 93 percent of our girls vaccinated against HPV --
Bugün, çocukların aşısı için en iyi kampanyaya sahibiz, başarılarımız arasında, kızlarımızın %93'ü HPV'ye karşı aşılandı
(Applause)
(Alkış)
to protect them against cervical cancer. In this country, it's 54.
çünkü rahim ağzı kanserine karşı korunmalarını istiyoruz. Bu ülkede oran 54.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
We have reduced child mortality by 75 percent, maternal mortality by 80 percent. In early 2000s, there were nine women who were dying every day around delivery and pregnancy. Today, it's around two. It's an unfinished agenda. We still have a long way to go. Two is still too much.
Çocuk ölüm oranını %75'e kadar, anne ölüm oranını %80'e kadar azalttık. 2000'lerin başında, doğum ve gebelikten her gün 9 kadın ölüyordu. Bugün ise yaklaşık 2 kişi ölüyor. Bu aslında bitmemiş bir gündem. Hâlâ ilerlemek için çok uzun yolumuz var. 2 kişi hâlâ çok fazla.
But, do I believe that those results are because we had a big number of women in power positions? I do.
Ama güçlü pozisyonlarda bulunan kadınlara çok sayıda sahip olduğumuzdan, bu sonuçlara inanıyor muyum? Tabii ki.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
There is -- yes --
Evet.
(Applause)
(Alkış)
there is a study in the developing world that shows that if you improve the status of women, you improve the status of the community where they live. Up to 47 percent of decrease in child mortality. And even in this country where we are now, it's true. There is a study by a lady called Patricia Homan, who projected that if women and men were at parity in state legislatures, there would be a drop of 14.5 percent in child mortality -- in America!
Gelişen dünyadaki bir çalışma gösteriyor ki, eğer kadınların statüsünü geliştirirseniz onların yaşadığı toplumun statüsünü geliştirirsiniz. Çocuk ölümündeki azalma %47. Şu anda bulunduğumuz ülkede bile, bu doğru. Patricia Homan adında bir kadının tasarladığı bir çalışma var ki; eğer kadınlar ve erkekler parlamentoda eşit olsaydı Amerika'daki çocuk ölümünde %14,5 oranında düşüş olurdu.
So we know that women, when they use their skills in leadership positions, they enhance the entire population they are in charge of. And imagine what would happen if women were at parity with men all over the world. What a huge benefit we could expect. Hmm? Oh, yeah.
Bu yüzden o kadını biliyoruz. Onlar liderlik pozisyonlarında hünerlerini kullandıklarında, sorumlu oldukları tüm nüfusu geliştirirler. Kadınlar ile erkekler tüm dünyada eşit olsaydı ne olurdu hayal edin. Ümit edebileceğimiz ne büyük bir fayda. Hmm? Evet ya.
(Applause)
(Alkış)
Because in general, we have a different style of leadership: more inclusive, more empathetic, more caring for little children. And this makes the difference.
Çünkü genellikle, biz liderliğin farklı bir tarzına sahibiz: daha kapsamlı, daha anlayışlı, küçük çocuklarla daha çok ilgilenen. Bu da farklılık yaratır.
Unfortunately, this ideal doesn't exist in the world, and the difference between men and women in leadership positions is too big. Gender inequity is the norm in the majority of professions, even in global health.
Maalesef bu ideal, dünyada mevcut değil ve liderlik pozisyonlarında, kadınlarla erkekler arasındaki farklılık çok büyük. Cinsiyet eşitsizliği, mesleklerin çoğunda bir kural, global sağlıkta bile böyle.
I have learned that if we focus on women's education, we improve their life positively as well as the well-being of their community. This is why now I dedicate my life to education. And this is totally aligned with my sense of equity and my pursuit of social justice, because if you want to increase access to health services, you need first to increase access to health education.
Öğrendim ki, eğer kadınların eğitimine odaklanırsak onların refahını geliştirmenin yanı sıra hayatlarını da olumlu yönde geliştiririz. Bu nedenle hayatımı şimdi eğitime adıyorum ve bu tamamen, eşitlik anlayışıma ve de sosyal adalet arayışıma uygun hale geliyor çünkü eğer sağlık servislerine erişimi arttırmak istiyorsanız ilk önce sağlık eğitimine erişimi arttırmaya ihtiyacınız var.
So with friends and partners, we are building a beautiful university in the rural north of Rwanda. We educate our students to provide quality, equitable, holistic care to everyone, leaving no one out, focusing on the vulnerable, especially women and children, who are historically the last to be served. We transform them into leaders and give them managerial skills and advocacy skills for them to be smooth changemakers in the society where they will be, so that they can build health systems that allow them to care about the vulnerable where they are.
Bu yüzden, arkadaşlarımız ve ortaklarımızla Ruanda'nın kuzey kırsalında güzel bir üniversite inşa ediyoruz. Kimseyi dışta bırakmadan ve savunmasızlara odaklanarak, özellikle tarih boyunca hizmetin en son verildiği kadınlara ve çocuklara kaliteyi, eşitliği ve bütünsel bakımı sağlamak için öğrencilerimizi eğitiyoruz. Bulunacakları toplumda, kusursuz bir "değişim yaratan" olmaları için, yönetimsel beceriler ve savunma becerileri kazandırıyoruz ve onları liderlere dönüştürüyoruz. Böylece, savunmasızlarla ilgilenmelerine izin veren sağlık sistemleri kurabiliyorlar.
And it's really transformative. Because currently, medical education, for example, is given in institutions based in cities, focused on quality health services and skills, clinical skills, to be given in institutions. We also focus on quality clinical skills but with biosocial approach to the condition of patient, for care to be given in communities where the people live, with hospitalization only when necessary. And also, after four to seven years of clinical education in cities, young graduates don't want to go back to rural area. So this is why we have built the University of Global Health Equity, an initiative of Partners in Health, called UGHE, in the rural north of Rwanda.
Bu gerçekten de dönüştürücü. Çünkü şu anda, örneğin tıp eğitimi, kaliteli sağlık hizmetlerine, becerilere ve klinik becerilere odaklanmış kent merkezli enstitülerde verilmektedir. Biz, kaliteli klinik becerilere de odaklanıyoruz ancak bunu, yalnızca gerekli olduğu zaman ve hastanede tedavi uygulayarak insanların yaşadığı toplumda, hastanın durumuna göre verilen tedavi ve biyososyal yaklaşımla yapıyoruz. Ayrıca, kentlerdeki klinik eğitimden 4 ile 7 yıl sonra genç mezunlar kırsal alana geri gitmeyi istemiyorlar. İşte bu yüzden, "UGHE" olarak adlandırılan Küresel Sağlık Eşitliği Üniversitesi'ni Kuzey Ruanda'nın kırsalında kurduk.
(Applause)
(Alkış)
Our students are meant to go and change the world. They will come from all over -- it's a global university -- and will get the medical education for free at one condition: they have to serve the vulnerable across the world during six to nine years. They will keep the salary for themselves and their families but turn the education we give in quality clinical services, especially for the vulnerable. And doing so, they sign an agreement at the start that they will do that, a binding agreement. We don't want money. We have to go and mobilize the money. But they will turn this in quality service delivery for all.
Gidip dünyayı değiştirecek olan öğrencilerimizden bahsediyoruz. Dünyanın her yerinden gelecekler -- burası küresel bir üniversite -- ve bir koşulu sağlarlarsa tıbbi eğitimi ücretsiz alacaklar: Dünya çapında, altı ile dokuz yıl boyunca savunmasızlara hizmet etmek zorundalar. Onlar, aileleri ve kendileri için maaşlarını saklayacaklar. Ancak eğitim dönüşünde biz özellikle savunmasızlar için kaliteli klinik hizmetleri vereceğiz. Ve böyle yaparak bunu uygulayacaklarına dair başlangıçta, bağlayıcı bir antlaşma imzalıyorlar. Biz para istemiyoruz. Gidip parayı hareketlendirmek zorundayız. Ancak onlar bunu herkes için kaliteli hizmete çevirecekler.
For this, of course, we need a strong gender equity agenda. And in all our classes, master's course, minimum of 50 percent of women.
Bunun için, güçlü bir cinsiyet eşitliği gündemine tabii ki ihtiyacımız var. Tüm sınıflarımızda, yüksek lisans bölümünün minimum %50'si kadınlardan oluşuyor.
(Applause)
(Alkış)
And I'm proud to say that for the medical school that started five months ago, we have enrolled 70 percent girls.
Ve 5 ay önce başlayan tıp okulu için kızların %70'ini kaydettiğimizi söylemekten gurur duyuyorum.
(Applause)
(Alkış)
This is a statement against the current inequity for women to access medical education in our continent.
Bu, şu anki eşitsizliğe karşı, kıtamızda kadınların tıp eğitimine erişmesi için bir beyanat.
I believe in women's education. This is why I applaud African ladies who go all over the world to increase their education, their skills and their knowledge. But I hope they will bring that back to Africa to build the continent and make the continent a strong continent, because I'm sure a stronger Africa will make the world stronger.
Kadınların eğitimine inanıyorum. Bu yüzden eğitimlerini, becerilerini, bilgilerini arttırmak için dünyanın her yerine giden Afrikalı kadınları alkışlıyorum. Ama umutluyum ki, onlar bunu, kıtayı daha güçlü yapmak ve inşa etmek için Afrika'ya geri getirecek. Çünkü eminim ki, daha güçlü bir Afrika daha güçlü bir dünya yaratacak.
(Applause)
(Alkış)
Twenty-three years ago, I went back to Rwanda, to a broken Rwanda, that now is still a poor country but shining with a bright future. And I am full of joy to have come back, even if some days were very difficult, and even if some days I was depressed, because I didn't find a solution and people were dying, or things were not moving enough. But I'm so proud to have contributed to improve my community. And this makes me full of joy.
23 yıl önce, şu an hala fakir bir ülke olan ve yıkılmış Ruanda'ya geri döndüm. Ama parlak bir gelecekle ışıldayan Ruanda'ya geri döndüm. İnsanlar ölürken ve işler iyi gitmezken bir çözüm bulamadığım için, bazı günler çok üzgün olsam da ve çok zor günler olsa bile, geri döndüğüm için neşe doluydum. Ancak halkımın gelişmesine katkı sağladığım için çok gururluydum ve bu beni neşe dolu yapıyordu.
So, African women from the diaspora, if you hear me, never forget your homeland. And when you are ready, come back home. I did so. It has fulfilled my life. So, come back home.
Bu yüzden, diaspora halindeki Afrikalı kadınlar, eğer beni duyuyorsanız, asla vatanınızı unutmayın ve hazır olduğunuzda, geri dönün. Ben de yaptım. Bu, hayatımı tamamladı. Bu yüzden, evinize geri dönün.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkış)