There's this fact that I love that I read somewhere once, that one of the things that's contributed to homo sapiens' success as a species is our lack of body hair -- that our hairlessness, our nakedness combined with our invention of clothing, gives us the ability to modulate our body temperature and thus be able to survive in any climate we choose. And now we've evolved to the point where we can't survive without clothing. And it's more than just utility, now it's a communication. Everything that we choose to put on is a narrative, a story about where we've been, what we're doing, who we want to be.
Bir yerde okuduğum bir bilgi çok hoşuma gitmişti, Homo sapiens'in bir tür olarak başarısının arkasında vücut tüyümüzün az olması yatıyormuş. Tüysüzlüğümüz, çıplaklığımız, giysiyi icat edişimizle birleşip, vücut sıcaklığımızı değiştirmemizi sağlıyormuş ve böylelikle her iklimde var olabiliyoruz. Ve şimdi, kıyafet olmadan yaşayamayacağımız bir duruma evrildik ve giysiler, fayda dışında iletişim de sağlıyor. Giymeyi seçtiğimiz her şey, gittiğimiz yerler, yaptığımız şeyler ve kim olmak istediğimiz hakkında hikâye anlatıyor.
I was a lonely kid. I didn't have an easy time finding friends to play with, and I ended up making a lot of my own play. I made a lot of my own toys. It began with ice cream. There was a Baskin-Robbins in my hometown, and they served ice cream from behind the counter in these giant, five-gallon, cardboard tubs. And someone told me -- I was eight years old -- someone told me that when they were done with those tubs, they washed them out and kept them in the back, and if you asked they would give you one. It took me a couple of weeks to work up the courage, but I did, and they did. They gave me one -- I went home with this beautiful cardboard tub. I was trying to figure out what I could do with this exotic material -- metal ring, top and bottom. I started turning it over in my head, and I realized, "Wait a minute -- my head actually fits inside this thing."
Ben yalnız bir çocuktum. Oyun arkadaşı bulmakta zorlanırdım. Bu nedenle kendi oyunlarımı yaratırdım. Oyuncaklarımın çoğunu kendim yaptım. Bu bir dondurmayla başladı. Doğduğum şehirde bir Baskin-Robbins vardı, ve tezgâhın arkasındaki dev kapların içinden dondurma servis ederlerdi. Biri bana dedi ki -- Sekiz yaşındaydım -- bu kaplarla işleri bittiğinde, onları yıkayıp arkada tutuyorlarmış ve eğer istersen sana bir tanesini veriyorlarmış. Cesaretimi toplamam birkaç hafta aldı, ama sonunda topladım ve bir tane verdiler. Bir tane verdiler ve eve güzel bir kapla gittim. Bu egzotik malzemeyle ne yapabileceğimi düşünmeye başladım, metal halkalar, üstte ve altta. Kafamda çevirmeye başladım, ve bir şey fark ettim, "Bir saniye kafam bu şeye tam oturuyor."
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Yeah, I cut a hole out, I put some acetate in there and I made myself a space helmet.
Evet, bir delik kestim, ve biraz asetat kağıdı koydum ve kendime bir uzay kaskı yaptım.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
I needed a place to wear the space helmet, so I found a refrigerator box a couple blocks from home. I pushed it home, and in my parents' guest room closet, I turned it into a spaceship. I started with a control panel out of cardboard. I cut a hole for a radar screen and put a flashlight underneath it to light it. I put a view screen up, which I offset off the back wall -- and this is where I thought I was being really clever -- without permission, I painted the back wall of the closet black and put a star field, which I lit up with some Christmas lights I found in the attic, and I went on some space missions.
Bu uzay kaskını giyebileceğim bir yere ihtiyacım vardı ve evin yakınında bir buzdolabı kutusu buldum. Eve kadar getirdim ve ebeveynlerimin misafir odası dolabında, onu bir uzay mekiğine dönüştürdüm. Kartondan bir kontrol paneli yaparak başladım, radar ekranı için bir delik kestim ve altına fener koyarak aydınlattım. Duvara dayanan bir görüş ekranı yerleştirdim -- işte çok zeki olduğumu düşündüğüm nokta -- izin almadan dolap duvarının arkasını siyaha boyadım ve tavan arasından bulduğum Noel ışıklarıyla yıldızlar yerleştirdim ve uzay maceraları yaşamaya gittim.
A couple years later, the movie "Jaws" came out. I was way too young to see it, but I was caught up in "Jaws" fever, like everyone else in America at the time. There was a store in my town that had a "Jaws" costume in their window, and my mom must have overheard me talking to someone about how awesome I thought this costume was, because a couple days before Halloween, she blew my freaking mind by giving me this "Jaws" costume.
Birkaç yıl sonra, "Jaws" filmi vizyona girdi. İzlemek için çok gençtim ama "Jaws" çılgınlığı Amerika'daki herkes gibi beni de etkilemişti. Vitrininde "Jaws" kostümü olan bir mağaza vardı ve annem beni biriyle o kostümün ne kadar havalı olduğunu konuşurken duymuş olacak ki, Cadılar Bayramı'ndan birkaç gün önce, bana o "Jaws" kostümünü vererek beni mutluluktan uçurdu.
Now, I recognize it's a bit of a trope for people of a certain age to complain that kids these days have no idea how good they have it, but let me just show you a random sampling of entry-level kids' costumes you can buy online right now ... ... and this is the "Jaws" costume my mom bought for me.
Şimdi, belli bir yaşa gelmiş insanların, şimdiki çocukların ne kadar şanslı olduğu hakkında şikâyet etmesi biraz klişe ama şimdi size internet üzerinden alabileceğiniz rastgele bir çocuk kostümü örneği göstereyim. Ve bu da annemin bana aldığı "Jaws" kostümü.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
This is a paper-thin shark face and a vinyl bib with the poster of "Jaws" on it.
Bu kağıt inceliğinde bir köpekbalığı yüzü ve üzerinde "Jaws" posteri olan sentetik bir önlük.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
And I loved it.
Ve ben buna bayılmıştım.
A couple years later, my dad took me to a film called "Excalibur." I actually got him to take me to it twice, which is no small thing, because it is a hard, R-rated film. But it wasn't the blood and guts or the boobs that made me want to go see it again. They helped --
Birkaç yıl sonra babam beni "Excalibur" filmine götürdü. Beni aslında iki kere götürdü ki bu, küçük bir şey değil çünkü bu film çok sert ve +18'di. Ama tekrar görmek istememin nedeni ne kan, ne cesaret, ne de çıplaklıktı. Etkisi oldu --
(Laughter)
(Gülüşmeler)
It was the armor. The armor in "Excalibur" was intoxicatingly beautiful to me. These were literally knights in shining, mirror-polished armor. And moreover, the knights in "Excalibur" wear their armor everywhere. All the time -- they wear it at dinner, they wear it to bed.
Giydikleri zırhtı. "Excalibur"daki zırh benim için inanılmaz güzeldi. Ayna gibi parlayan zırhlar giyen şövalyeler vardı. Dahası, "Excalibur"daki şövalyeler her yere zırhlarıyla gidiyordu. Her zaman -- akşam yemeğinde, uyurken.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
I was like, "Are they reading my mind? I want to wear armor all the time!"
"Aklımı mı okuyorlar? Ben de hep zırh giymek istiyorum!"
(Laughter)
(Gülüşmeler)
So I went back to my favorite material, the gateway drug for making, corrugated cardboard, and I made myself a suit of armor, replete with the neck shields and a white horse. Now that I've oversold it, here's a picture of the armor that I made.
Ve en sevdiğim malzemeye geri döndüm, en kullanışlı el işi malzemesi, katlanmış karton ve kendi zırhımı yarattım. Bir sürü boyun kalkanı ve beyaz bir at. Yeterince anlattım, işte yaptığım zırhın bir fotoğrafı.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
(Applause)
(Alkışlar)
Now, this is only the first suit of armor I made inspired by "Excalibur." A couple of years later, I convinced my dad to embark on making me a proper suit of armor. Over about a month, he graduated me from cardboard to roofing aluminum called flashing and still, one of my all-time favorite attachment materials, POP rivets. We carefully, over that month, constructed an articulated suit of aluminum armor with compound curves. We drilled holes in the helmet so that I could breathe, and I finished just in time for Halloween and wore it to school. Now, this is the one thing in this talk that I don't have a slide to show you, because no photo exists of this armor. I did wear it to school, there was a yearbook photographer patrolling the halls, but he never found me, for reasons that are about to become clear.
Ve bu "Excalibur"dan ilham alıp yaptığım ilk zırhtı. Birkaç yıl sonra, babamı bana gerçek bir zırh yapma konusunda ikna ettim. Bir ay sonra, beni kartondan çatı kaplama malzemesine terfi ettirdi, ki hâlâ favori bağlama malzememdir, POP perçinleri. Dikkatlice, bir ay uğraşarak bileşik kıvrımları olan eklemli bir alüminyum zırh yaptık. Nefes almam için kaska delikler açtık ve Cadılar Bayramı'ndan hemen önce bitirdik ve okula giydim. Bu konuşmada görselini gösteremeyeceğim tek şey bu, çünkü bu zırhın bir fotoğrafı bulunmuyor. Onu gerçekten okulda giydim, koridorlarda dolaşan yıllık fotoğrafçısı da vardı, ama beni bazı nedenlerden dolayı asla bulamadı.
There were things I didn't anticipate about wearing a complete suit of aluminum armor to school. In third period math, I was standing in the back of class, and I'm standing in the back of class because the armor did not allow me to sit down.
Okulda alüminyum zırh giymek hakkında öngöremediğim şeyler vardı. 3. sınıf Matematik dersinde, sınıfın arkasında dikiliyordum. Dikiliyordum çünkü zırh oturmama izin vermiyordu.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
This is the first thing I didn't anticipate. And then my teacher looks at me sort of concerned about halfway through the class and says, "Are you feeling OK?" I'm thinking, "Are you kidding? Am I feeling OK? I'm wearing a suit of armor! I am having the time of my --" And I'm just about to tell her how great I feel, when the classroom starts to list to the left and disappear down this long tunnel, and then I woke up in the nurse's office. I had passed out from heat exhaustion, wearing the armor. And when I woke up, I wasn't embarrassed about having passed out in front of my class, I was wondering, "Who took my armor? Where's my armor?"
Bu, öngöremediğim ilk şeydi. Sonra öğretmenim dersin ortasına doğru endişeli bir bakış attı ve "İyi misin?" dedi. Ben de, "Şaka mı bu? Ne iyisi? Bir zırh giyiyorum! Hayatım en güzel -- " Tam ne kadar harika hissettiğimi söyleyecekken, sınıf sola doğru kaymaya başladı ve uzun bir tünelden yok oldu ve ben revirde uyandım. Zırhın içinde sıcak çarpmasından bayılmışım. Uyandığımda da, sınıfın önünde bayılmaktan utanmıyordum. "Zırhımı kim aldı, zırhım nerede?" diye merak ediyordum.
OK, fast-forward a whole bunch of years, some colleagues and I get hired to make a show for Discovery Channel, called "MythBusters." And over 14 years, I learn on the job how to build experimental methodologies and how to tell stories about them for television. I also learn early on that costuming can play a key role in this storytelling.
Tamam, birkaç yıl ileriye gidelim, arkadaşlarım ve ben Discovery Channel'da "MythBusters" (Efsane Avcıları) programı için işe alındık. Ve 14 yılda boyunca, iş üzerinde deneysel metodoloji kurmayı ve televizyonda onlar hakkında hikâyeler anlatmayı öğrendim. Ayrıca kostümlerin hikâye anlatımında önemli bir rol oynadığını işin başında öğrendim.
I use costumes to add humor, comedy, color and narrative clarity to the stories we're telling. And then we do an episode called "Dumpster Diving," and I learn a little bit more about the deeper implications of what costuming means to me. In the episode "Dumpster Diving," the question we were trying to answer is: Is jumping into a dumpster as safe as the movies would lead you to believe?
Kostümleri anlattığımız hikâyelere espri, komiklik, renk ve öykü netliği katması için kullanıyorum. Daha sonra "Çöp Bidonuna Dalış" adında bir bölüm yaptık ve o zaman kostüm benim için daha da derin bir anlam kazandı. "Çöp Bidonuna Dalış" bölümünde, cevaplamaya çalıştığımız soru: Çöp bidonuna dalmak filmlerde göstertildiği gibi güvenli mi?
(Laughter)
(Gülüşmeler)
The episode was going to have two distinct parts to it. One was where we get trained to jump off buildings by a stuntman into an air bag. And the second was the graduation to the experiment: we'd fill a dumpster full of material and we'd jump into it. I wanted to visually separate these two elements, and I thought, "Well, for the first part we're training, so we should wear sweatsuits -- Oh! Let's put 'Stunt Trainee' on the back of the sweatsuits. That's for the training." But for the second part, I wanted something really visually striking -- "I know! I'll dress as Neo from 'The Matrix.'"
Bölümün iki farklı parçası olacaktı. Birisi, bir dublör ile binalardan hava yastığına atlama alıştırması yapmaktı. İkincisi de, deneyi gerçekleştirmeydi: Bir çöp bidonunu doldurup içine atlayacaktık. Bu elementleri görsel olarak ayırmak istedim ve şöyle düşündüm: "Alıştırma yaptığımız ilk kısımda, eşofman giymeliydik -- Eşofmanın arkasına 'Acemi Dublör' yazalım. Alıştırma bunun için." Ama ikinci kısım için, görsel olarak çarpıcı bir şey istedim -- "Biliyorum! Matrix'teki Neo gibi giyineceğim."
(Laughter)
(Gülüşmeler)
So I went to Haight Street. I bought some beautiful knee-high, buckle boots. I found a long, flowing coat on eBay. I got sunglasses, which I had to wear contact lenses in order to wear. The day of the experiment shoot comes up, and I step out of my car in this costume, and my crew takes a look at me ... and start suppressing their church giggles. They're like, "(Laugh sound)." And I feel two distinct things at this moment. I feel total embarrassment over the fact that it's so nakedly clear to my crew that I'm completely into wearing this costume.
Haight sokağına gittim. Dize kadar olan tokalı güzel botlardan aldım, eBay'den uzun ceket buldum. Güneş gözlüğü takabilmek için lens takmak zorunda kaldım. Deney çekimlerinin yapılacağı gün geldi ve arabamdan bu kıyafetle indim ve ekip bana baktı ... ve kendilerini tutamayıp güldüler. Böyle gülüyorlardı, "(Gülme sesi)." Ve o an iki farklı şey hissettim. Ekibimin bu kıyafeti kesinlikle giymek istediğimi düşünüyor olması yüzünden çok mahçup hissettim.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
But the producer in my mind reminds myself that in the high-speed shot in slow-mo, that flowing coat is going to look beautiful behind me.
Ama zihnimdeki yönetmene göre de yüksek hızlı çekim ağır çekim oynatıldığında, arkamdaki uzun ceket güzel gözükecek.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Five years into the "MythBusters" run, we got invited to appear at San Diego Comic-Con. I'd known about Comic-Con for years and never had time to go. This was the big leagues -- this was costuming mecca. People fly in from all over the world to show their amazing creations on the floor in San Diego. And I wanted to participate. I decided that I would put together an elaborate costume that covered me completely, and I would walk the floor of San Diego Comic-Con anonymously. The costume I chose? Hellboy. That's not my costume, that's actually Hellboy.
"MythBusters" koşturmasında 5 yıl sonra San Diego'daki Comic-Con'a davet edildik. Comic-Con'u yıllardır biliyorum ama hiç gitmeye vaktim olmadı. Burası devler ligiydi -- kostümün merkeziydi. İnsanlar muhteşem kreasyonlarını göstermek için dünyanın dört bir yanından San Diego'ya geliyor. Ben de katılmak istedim. Beni tamamen kapatacak olan özenle hazırlanmış bir kostüm yapmaya karar verdim. Böylece San Diego'daki Comic-Con'da isimsiz olarak dolaşacaktım. Seçtiğim kıyafet ne mi? Hellboy. Kostümüm bu değil, Hellboy'un kendisi.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
But I spent months assembling the most screen-accurate Hellboy costume I could, from the boots to the belt to the pants to the right hand of doom. I found a guy who made a prosthetic Hellboy head and chest and I put them on. I even had contact lenses made in my prescription. I wore it onto the floor at Comic-Con and I can't even tell you how balls hot it was in that costume.
Ama en hatasız Hellboy kostümünü yapabilmek için aylar harcadım, botlardan kemerine, pantolonundan, lanetli sağ eline kadar. Protez Hellboy kafası ve göğsü yapan bir adam buldum ve onları giydim. Reçeteyle lens bile aldım. Comic-Con'da kostümü giydim ve içindeyken nasıl sıcak olduğunu siz anlatamam.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Sweating! I should've remembered this. I'm sweating buckets and the contact lenses hurt my eyes, and none of it matters because I'm totally in love.
Terliyordum! Bunu düşünmem gerekirdi. Sırılsıklam terliyorum ve lensler gözlerimi acıtıyor ve hiçbirini önemsemiyorum çünkü körkütük âşık oldum.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
Not just with the process of putting on this costume and walking the floor, but also with the community of other costumers. It's not called costuming at Cons, it's called "cosplay." Now ostensibly, cosplay means people who dress up as their favorite characters from film and television and especially anime, but it is so much more than that. These aren't just people who find a costume and put it on -- they mash them up. They bend them to their will. They change them to be the characters they want to be in those productions. They're super clever and genius. They let their freak flag fly and it's beautiful.
Sadece kostümü giymek ve dolaşmak olayına değil, kostüm giyilen bu topluluğa da âşık oldum. Con'larda buna kostüm giyme denmiyor, buna "cosplay" (kostümlü oyun) deniyor. Görünüşte, cosplay insanların film ve televizyondaki favori karakterleri gibi giyinmesi anlamına geliyor. ve özellikle anime, ama bundan çok daha fazlası. Bunlar sadece bir kostüm bulup giyen insanlar değil -- onları eziyorlar. İstedikleri gibi büküyorlar. Bu üretimlerde olmak istedikleri karaktere dönüştürüyorlar. Süper akıllı ve dahiler. Kendileri gibi oluyorlar ve bu çok güzel.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
But more than that, they rehearse their costumes. At Comic-Con or any other Con, you don't just take pictures of people walking around. You go up and say, "Hey, I like your costume, can I take your picture?" And then you give them time to get into their pose. They've worked hard on their pose to make their costume look great for your camera. And it's so beautiful to watch. And I take this to heart. At subsequent Cons, I learn Heath Ledger's shambling walk as the Joker from "The Dark Knight." I learn how to be a scary Ringwraith from "Lord of the Rings," and I actually frighten some children. I learned that "hrr hrr hrr" -- that head laugh that Chewbacca does.
Ama bundan da fazlası, kostümlerin provasını da yapıyorlar. Comic-Con'da veya diğer Con'larda, etrafta yürüyen insanların resimlerini çekmezsiniz. Onlara şöyle dersin: "Hey, kostümünü beğendim, resmini çekebilir miyim?" Sonra onlara poza girmeleri için biraz vakit verirsiniz. Kostümün kameranızda harika gözükmesi için pozlarına çok çalışırlar. Ve bunu izlemesi güzel. Ve ben bunu ciddiye alıyorum. Sonraki Con'larda, Heath Ledger'in "Kara Şövalye"deki Joker rolünün paytak yürümesini öğrendim. "Yüzüklerin Efendisi"ndeki Nazgûl kadar korkunç olmayı öğrendim ve gerçekten de birkaç çocuğu korkuttum. Chewbacca'nın yaptığı kahkahayı öğrendim.
And then I dressed up as No-Face from "Spirited Away." If you don't know about "Spirited Away" and its director, Hayao Miyazaki, first of all, you're welcome.
Sonra "Ruhların Kaçışı"ndaki Suratsız gibi giyindim. Eğer "Ruhların Kaçışı" filmini ve yönetmeni Hayao Miyazaki'yi bilmiyorsanız öncelikle, önemli değil.
(Laughter)
(Gülüşmeler)
This is a masterpiece, and one of my all-time favorite films. It's about a young girl named Chihiro who gets lost in the spirit world in an abandoned Japanese theme park. And she finds her way back out again with the help of a couple of friends she makes -- a captured dragon named Haku and a lonely demon named No-Face. No-Face is lonely and he wants to make friends, and he thinks the way to do it is by luring them to him and producing gold in his hand. But this doesn't go very well, and so he ends up going on kind of a rampage until Chihiro saves him, rescues him.
Bu bir başyapıt ve en iyi filmlerimden biri. Film, terk edilmiş bir Japon eğlence parkındaki ruhlar dünyasında kaybolan Chihiro adındaki bir kız hakkında. Ve orada edindiği birkaç arkadaşının yardımıyla dönüş yolunu bulur -- Haku adındaki esir bir ejderha ve Suratsız adındaki yalnız bir iblis. Suratsız yalnızdır ve arkadaş edinmek ister ve bunu yapmanın yolunun onları kandırmak için elinde altın üretmek olduğunu düşünür. Ama bu hiç iyi gitmez ve Chihiro onu koruyana, kurtarana kadar ipini koparmış gibidir.
So I put together a No-Face costume, and I wore it on the floor at Comic-Con. And I very carefully practiced No-Face's gestures. I resolved I would not speak in this costume at all. When people asked to take my picture, I would nod and I would shyly stand next to them. They would take the picture and then I would secret out from behind my robe a chocolate gold coin. And at the end of the photo process, I'd make it appear for them. Ah, ah ah! -- like that.
Böylece bir Suratsız kostümü yaptım ve onu Comic-Con'da giydim. Ve çok dikkatli bir şekilde Suratsız'ın hareketlerini çalıştım. Bu kostümde konuşmamaya karar verdim. İnsanlar resim için izin istediğinde, kafa sallayacaktım ve ürkek bir şekilde yanlarında dikilecektim. Resmi çekecekler ve sonra elbisemin arkasından çikolata altın bozukluk çıkaracaktım. Fotoğraf işinin sonunda, onlara bunu gösterecektim. İşte böyle.
And people were freaking out. "Holy crap! Gold from No-Face! Oh my god, this is so cool!" And I'm feeling and I'm walking the floor and it's fantastic. And about 15 minutes in something happens. Somebody grabs my hand, and they put a coin back into it. And I think maybe they're giving me a coin as a return gift, but no, this is one of the coins that I'd given away. I don't know why. And I keep on going, I take some more pictures. And then it happens again. Understand, I can't see anything inside this costume. I can see through the mouth -- I can see people's shoes. I can hear what they're saying and I can see their feet. But the third time someone gives me back a coin, I want to know what's going on. So I sort of tilt my head back to get a better view, and what I see is someone walking away from me going like this. And then it hits me: it's bad luck to take gold from No-Face. In the film "Spirited Away," bad luck befalls those who take gold from No-Face.
Ve insanlar korkuyordu. "Aman Tanrım! Suratsızın altını! Aman Tanrım, bu harika!" Hissediyorum ve yürüyorum ve bu harika. Ve yaklaşık 15 dakika içinde bir şey oluyor. Birisi elimi tutuyor ve bir bozukluk bırakıyor. Belki hediyeme karşılık veriyorlardır diye düşündüm ama hayır, bu dağıttığım bozukluklardan biri. Nedenini bilmiyorum. Ve devam ediyorum, biraz daha resim çekiyorum. Ve sonra tekrar oluyor. Bu kostüm içinde hiçbir şey göremiyorum. Ağızdan görebiliyorum -- Ayakkabıları görebiliyorum. Ne dediklerini duyabiliyorum ve ayaklarını görebiliyorum. Birisi bana üçüncü kez bozukluk verince, neler olduğunu öğrenmek istedim. O yüzden daha iyi görebilmek için kafamı geriye eğdim ve birisinin benden böyle uzaklaştığını gördüm. Sonra kafama dank etti: Suratsızdan altın almak uğursuzluktur. "Ruhların Kaçışı" filminde Suratsız'dan altın alanların başına uğursuzluk gelir.
This isn't a performer-audience relationship; this is cosplay. We are, all of us on that floor, injecting ourselves into a narrative that meant something to us. And we're making it our own. We're connecting with something important inside of us. And the costumes are how we reveal ourselves to each other.
Bu bir oyuncu-seyirci ilişkisi değil; bu cosplay. Bizler, oradaki herkes, bizim için önemli olan bir anlatıya kendimizi zerk ediyoruz. Ve bunu kendimizin yapıyoruz. İçimizdeki önemli bir şeyle iletişim kuruyoruz. Ve kostümler kendimizi ortaya koyma biçimimizdir.
Thank you.
Teşekkürler.
(Applause)
(Alkışlar)